26 Ocak 2016 Salı

Çok Yönlü Saldırı



Çok Yönlü Saldırı



Yekta Güngör  Özden
Ağustos 17, 2013


Anayasa suçlusu ve hükümlüsü iktidar, tüm kanatlarıyla topluma karşı saldırıya geçti. 12 Eylül 2010 Halkoylamasıyla gerçekleşen Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu istedikleri gibi oluşturuldu. Yargıtay ve Danıştay’ı yeniden yapılandırıp mahkemelere de amaçlarına uygun atamaları kolaylıkla sağladılar. Yapay (çoğu siyasal) dâvalarla halka, hukuka, bilime, basına, gençliğe saldırdılar. Büyük ve yaygın bir sindirme, yıldırma, korkutma, dışlama ve yıka fırtınası estirildi, estiriliyor.

Yalaka- yağcı medya kesiminin allayıp pulladığı sözcüleri, yaşından-başından, konumundan ve öğreniminden beklenmeyen uluorta, saçma sapan konuşmalarıyla toplumdaki gerginliği ve ayrışmayı her gün körüklüyor. Bölücü- yıkıcı sapkınlar, maşalar, kuklalar, uydular, uşaklar, nankörler sahne alma yarışına girişti. Arsız ve yüzsüzler horon tepiyor, siyasal papağanlarla yandaşlıktan utanmayan kalemler, karalamalarını ve dalkavukluklarını sürdürüyor.

Kentleşme adıyla yürütülen karmaşa, Başbakanlık Sarayı ve öbür devlet yapıları başta, bozulmayan ve oynanmayan bir şey bırakmadılar. Doğayı, hukuku, siyaseti, dili, inancı, eğitimi, giyim-kuşamı, üniversiteyi, sanatı, sporu, yargıyı, her şeyi. Yürürlükteki kurallar değil, iktidar yetkilileri ile adamlarının istemleri geçerli oldu. Abdullah Gül ile RTE’ ın Silivri yargılamalarına ilişkin değerlendirmeleri, dudaklar ısırılarak saklanmaya çalışılan sevincin gülüşüne benziyor. Geçiştirici, savuşturucu. Sözde tepkileri dindirici bir siyasal ılıklık. Bilinen uzun yolları göstererek halkı oyalıyorlar. Dayanışmalarının belirginliği her bağlamda anlaşılıyor.

Bölücü ve yıkıcılara sınırsız hoşgörü yanında Türk Silâhlı Kuvvetleri’ nin unutulmaz komutanlarına yönelik sertlik ABD kaynaklı, AB destekli Ortadoğu Operasyonu’nun bir perdesidir. Açılım süreci, tehdit ve dayatmalar, PKK-KCK-BDP-PYD kesimiyle, ortaklık sayılacak çabalara karşın öğrenci ve gençlere, muhalefete baskı, gözdağı, değişik türde işkence nitelikli uygulamalar, iftiralar, inanç sömürüleri, Ramazan gösterileri, “76 milyonu kucaklama” aldatmacası tüm hızıyla seçim kulvarında. Bakalım nereye kadar gidilecek?



..

HAYRET..!!!



HAYRET..!!!


Yekta Güngör Özden
13 Temmuz  2013 

Siyasal yaşamdaki yetersizlik ve bozuklukların neden olduğu şaşırtıcı durumlar birbirine eklenerek sürmektedir. “ Barış süreci ” adıyla yürütülen görüşmeler ve izlenen uygulamalar değişik olumsuzlukları içermekte, hukuk devletinde yaşanması olanaksız aykırılıkları kapsamaktadır. 

Onbinlerce yurttaşın kanına girmiş bir örgütün elebaşına “ Sayın ” diyerek onun buyruklarını yerine getirmeyi ilke edinmiş kimileri yasama organında üye olarak bulunmakta, terör örgütünün istem ve dayatmalarını savunmakta, baskı ve tehditlerle devlet karşısında devlet gibi durmaktan çekinmemektedir. 

Öte yandan, yurt içindeki terör örgütü üyeleri silah bırakmadan, istediği gibi çekildiğini söylemekte ya da çekilme görüntüsü altında yandaşların yansıttığı görüntüleri vermekte, devletin yetkili güçlerinin ve birimlerinin anlamsız hoşgörüsüyle haftalar süren yolculuğu omuzlarındaki ve ellerindeki silahlarla yapmakta, bu hukuksuzluğa kimse sesini çıkarmamakta, bir işlem yapmamakta dır. Üstelik, dayatmaları Anayasa değişikliğinde ve yasalarla güvenceye alınmazsa “ Geri dönecekleri ”  Tehdidinden de çekinmemektedirler. İktidarın Sempati kazanması için Devletin âciz, güçsüz, hukuksuz duruma düşürülmesi yeğlenmiştir. Terör örgütü, İmralı görüşmeleri ile devletin muhatabı yapılmıştır. Öyle­ki yabancılar bile sürecin sonuçlanması için örgüt elebaşının serbest kalmasını önermektedirler. 

Tutuklamaları cezaya dönüşen askerleri, bilim adamlarını, gazetecileri gündeme getiren pek az kimse vardır. Tüm çabalar ve Meclis tatile girmeden çıkarılması istenen yasalar PKK’lılarla KCK’lılar içindir. Asya’nın kapısı Türkiye, AB ve ABD için yolgeçen hanı yapılmak istenmektedir. PKK terörünü Türkiye üzerinde bir baskı aracı türünde kullanmak için kollayan ABD’nin Ortadoğu Projesi’ni gündemden kaldırdığına ilişkin bir belirti yoktur. Arada sırada özgürlükler konusunda uyarı niteliğinde açıklamalar yapsalar da Büyükelçi aracılığıyla “ Türkiye demokrasisine güvendiklerini ” de söylemektedirler. 

Bugünkü yapının adından başka neresi demokrasi ise.   AB üyelerini hukuk dışı dinleyen ABD için Türkiye “ Çantada keklik ” tir.

Yalnız bunlar mı?

Gezi Parkı ve Beşiktaş Çarşı Grubu eylemcilerini camiye ayakkabılarıyla girmekle ve camide bira içmekle suçlayan Başbakan’ın olayları tersine çevirerek
“ Faiz lobisi, yabancılar etkisi, illegal gruplar ” yakıştırması, polisin şiddetini savunup güçlendirme sözleri yanında eylemcileri yakıp yıkmakla eleştirmesi de şaşkınlık yaratmıştır. Kitap okuma, dik durma, karanfil dağıtma ve birarada olmayı suç sayarak müdahale bahaneleri yaratmakta da usta yöneticiler devlete olan güveni sarsmışlardır. 

Asıl Şaşırtıcı durum, Bilinen belli yargılamalar dır. 

Yakınmaların ne ölçüde haklı olup olmadığı temyiz incelemesiyle ortaya çıkacaktır. Yargı büyük bir sınav aşamasındadır. Yazılıp duyurulan, izlenen yakınma konusu hukuksuzlukların nasıl denetlenip değerlendirileceği görülecektir. 

Balyoz Davası’nın binlerce sayfalık dosyasının kısa sürede Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca okunup bitirilerek tebliğ name düzenlemesinin ne ölçüde inanılır 
ve güvenilir olduğu da ilgili Daire’nin incelemesiyle belli olacaktır. 

ABD Merkez Bankası’nın açıklamasıyla başlayan Ekonomik çalkantının Türkiye dalgalarına nasıl karşı konulacağı, “ Güçlü Ekonomi ” nin nasıl dayanacağı, yaklaşan Yüksek Askeri Şûra toplantıları sırasında ve sonrasında ayrılmalarla tartışılan Türk Silahlı Kuvvetleri ’nin nasıl biçimlenip yönetildiği de önümüzdeki süreçte daha iyi anlaşılacaktır. 

Şaşkınlıklar ve Meraklar sanırız giderilecektir. 

Ethem SARISÜLÜK’­ü öldüren polisin cumhuriyet savcılığınca istenen tutuklanmasına ilişkin red gerekçesinin ( Polisin silahının atılan taşla yön değiştirdiği, korunma savunması, bedenine 37 taş atıldığı savı, linç edilmek istendiği, kaskının alındığı vd. hususlar ) değerlendirilmesi de ilginç olacaktır. Başbakan’ ın polisleri “ Destan yazan kahraman ” ilan etmesi de.



Yekta Güngör Özden
13 Temmuz  2013 

..


Aldatmak



Aldatmak



Yekta Güngör Özden
Temmuz 8, 2013

Siyasal iktidar devlet yönetimini geçici bir süre için üstlenen, ayrılırken de hesap veren bir güçtür. İktidar devlet değildir. 
Ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devlet, her yurttaşına eşit yaklaşan, yurttaşlarına hizmet yarışında önde giden, ayrımlara, ayrışmalara, ayrılıklara neden olmadan, ayrıcalıklara ödün vermeden toplumsal barışı, kalkınmayı ve sonsuza değin bağımsız yaşama gereklerini en iyi biçimde ve en üst düzeyde sağlamakla görevlidir. Yürürlükteki Anayasa’ nın 5. Maddesinde öngörülen temel amaç ve görevleri yerine getirdikçe güçlü ve saygın olur. 
Bunu da yöneticiler gerçekleştirir.

Günümüz iktidarının giderek daha çok belirginleşen “ Tek Adam ” yönetimi tüm çarpıklıklarıyla izlenmektedir. Günümüz Başbakanı’ nın ve adamlarının konuşmaları değişik çelişkiler, aykırılıklar ve bozukluklar içermekte, olumsuzluk­lar yansıtmaktadır. Bu durumlara ilişkin önceki milletvekillerimizden deneyimli bir kalemin görüşlerini paylaşıyoruz. Aldatmaya ve aldanmaya karşı yararlı bir uyarı:

Doç. Dr. Burhanettin Tatar’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı yayını olan ‘İslam’a Giriş’ adlı kitabın 211’inci sayfasında, ‘İman Ahlak İlişkisi’ni irdeleyen çok çarpıcı tespit ve analizleri var. Biraz sadeleştirerek ve somuta indirip özetleyerek ifade edersek sayın yazar şunu savunuyor: 

‘İman’ ve ‘İnanç’ aynı şey değildir. Zira, ‘İman’ kutsal metinlerin ifadeleri doğrultusunda şekillenirken ‘İnanç’ inanan kişilerin kendi perspektiflerini yansıtır.  Bu nedenle ‘ İnanç ahlak ilişkisi ’ ile ‘ İman ahlak ilişkisi ’ aynı anlama gelmez. Sayın Başbakan’ı, değerli bilim adamının ‘iman-inanç’ ilişkilerinin merceği altında değerlendirirsek, siyasal hayatımızda benzeri bulunmayan, kendine özgü bir kimlik ve kişilik olduğu sonucuna varırız. Siyaset dünyamızın, toplumun ve özellikle de Başbakanın karşısında muhalefet yapanların ya da yapıyormuş gibi davrananların, artık bilmesi gereken gerçek debudur. Sayın Başbakan’ın devleti yeniden biçimlendirmeye yönelik tasarrufları, hitabet ve söylem tarzı ile siyasi ve sosyal vakıalara yaklaşım yöntemi açılarından göz önüne aldığımızda, Başbakan’ı, imanının değil,inancının yönlendirdiğini görüyoruz. 

Bu ikisi arasındaki fark, fevkalade önemlidir. Çünkü imandan beslenen ahlak kavramı ile Başbakan’ın devlet ve siyaset anlayışı asla bağdaşmaz. 
Ama ‘inanç’ kişinin kendi perspektifini yansıttığı, imanın kutsal kontrolünden de bağımsız kaldığı için Başbakan, çok rahat gerçek dışı konuşabiliyor, toplumu bölebiliyor, kişileri ve kurumları aşağılayabiliyor, herkese hakareti hakkı gibi görebiliyor, devlet mallarının talanına göz yumabiliyor ve Cumhuriyet’in yıkılmasını ‘ kutsal cihadının ’ nihai hedef olarak planlıyor. Nasıl ki, ormanların tartışmasız kralı aslan ise ‘ Türkiye’nin kralı da benim’ diyor. Parlamentoyu, yargıyı, yürütmeyi ve medyayı pençesine almış olması bile onu tatmin etmiyor, her or­tamda esiyor, gürlüyor. ‘Gezi Parkı’ ile başlayan masum bir kıpırdanmanın, nasıl ve niçin toplumsal refleksi ve vicdanı ayağa kaldırdığını anlayamıyor. Zira, inancını besleyen kaynaklar ona, sevgi değil nefret, barış değil kavga, hak değil güç telkin ediyor.

Başta anamuhalefet olmak üzere Başbakan ve partisi karşısında muhalefet yapanların, AKP iktidarının 11. yılına girdiği bu süreçte artık şunu anlamaları lazım: 

Başbakan’ın ve AKP önde gelenlerinin siyasal, toplumsal, hatta dini kimliklerini biçimlendiren dinamikler açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti  ‘' Kafir devlet ’' olduğu içinbu devleti yerlere sermek adına yalan söylemek caiz, beytülmali (halkın hazinesini) yağmalamak sevap ve ‘ganimet’. Anıtkabir’i tuvalet yapmak ‘ameli salih’ sayılsa da, tüm dünya ülkelerinin de gündemine oturan halkın diriliş refleksi, yolun sonuna yaklaşılmış ve hesap verme korkusu Başbakan’ın bağrına bağdaş kurmuştur. Devletin çok acımasız bir işgal hırsıyla kuşatıldığını, örneğin, 900 ilçe kaymakamlığından tek birine bile arkasında tarikat ve AKP desteği olmayan birisinin atanmış olmayacağını artık halk görmüştür. 

Bu nedenle de diline pelesenk ettiği ‘' 74 milyonun tümüne eşit mesafedeyiz, yaratılanı severiz yaratandan ötürü…’'  
Sözlerini artık kimse yutmayacaktır.

'' Gani AŞIK ”

Madımak kıyımı nedeniyle Av. Şinasi ÖZDENOĞLU’nun yazdığı şiiri de haftasında bilginize sunuyoruz.

YAKIN ŞAİRLERİ

Sanki yanmamış gibi ateşinde sevdanın
Sanki yanmamış gibi özlemi ile barışın
Şimdi de, haydi siz yakın
Kapatıp Madımak Oteli’ne
Tüm umutları ve güzellikleri
Yakın şairleri!

* * *

Yakın şairleri!
Söndürün güneşi tepemizde
Kararsın yolları çocuklarımızın
Ki ölümsüz uygarlıklara çıkan…
Yakın ki, mum ışığında bulasınız yolunu
Ortaçağların…

* * *

Yakın şairleri ve yazarları
Karanlığın yavrularını ak sütüyle emziren
Bütün çeşmeler kurusun…
Yakın şairleri ve yazarları ki
Uyanmamış topraklarda
Uyanmamış insanlarım
Daha da uyusun…

* * *

Yakın şairleri ve yazar­ları ki
Destanların kaynadığı yüksek fırınlarda
Ölümsüz barışın ve kardeşliğin
Yeni dünyası kurulsun!

Şinasi ÖZDENOĞLU

http://www.sozcu.com.tr/2013/yazarlar/yekta-gungor-ozden/aldatmak-2-330630/


.

Adalet Yoksa




Adalet Yoksa



Yekta Güngör Özden
5 Ağustos , 2013



İnsan haklarından kaynaklanan “ Adalet ”, hakka uygunluk, hukuka bağlılık, dürüstlükdoğruluk, gerçeğe saygı olarak tanımlanabilir. Bireylere hakkını vermek, haksızlıkları önlemek, suçları yaptırımla karşılayıp suçluları topluma kazandırmak, yansızlıkla sonuca vararak gerçeği saptamaktır. 

Sık sık söylenen “Adalet Devl­tin Temelidir ” sözünü “ Adalet Dünyanın Temelidir ” biçiminde yinelemek tüm insanlık değerleri ve ilişkileri için soylu bir yaklaşım 
açıklamasıdır.

Ulusal bağlamda Adalet devletin, savunma da adaletin temelidir. 

Adaletin gerçekleşmesi sorunu bir devlet için en öncelikli, en önemli, en büyük görevdir. Bu sorumluluğu kurulmasından örgütlenmesine değin özenle yerine getirmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde hukuk devleti niteliği konusunda büyük uğraşlar vermiştir. 

(İsmet İNÖNÜ, Ankara Barosu Dergisi Cumhuriyetin 50. Yıl Özel sayısı). 

Büyük ATATÜRK’ ün Adalet ve Hukuk konularındaki özdeyiş nitelikli unutulmaz sözleri bilinmektedir.


* * *

Adalet, barışın, erincin, esenliğin, özgürlüğün, eşitlik ve toplumsal yaşamın kaynağıdır, dayanağıdır. Adalet olmazsa hiçbir şey yoktur. Hak da yoktur, özgürlük de yoktur, eşitlik de yoktur, barış da yoktur, namus da yoktur, insanlık da yoktur, güvenlik hiç yoktur, yoktur.. yoktur.. İstenmeyen olayların, saldırıların, dâvaların çoğu adaletsizlik yakınmasının sonucudur. Demokrasinin güvencesi de adalettir. Adaletin güvencesi ise hukuka uygun yasal düzenlemeler le yurttaşların bağlılık ve saygısı, eğitimle güçlendirdikleri nitelikleridir.

İktidar gücü için hukuku siyasallaştırmak adalete yönelik en büyük kötülüktür. Hukuku siyasetin aracı, adaleti de gücü olarak kullanmak adaletsizliktir. Biçimsel yetkiyi kötüye kullanarak, adaleti silâh kılarak devlet gücüyle kabadayılık yapmak adalete ihanettir. 

Adalet, yurttaşlar için, toplum için en önemli güvencedir. 
Onurdur, yüceliktir, soyluluktur. 
Adaletsizlik işkencedir, zulümdür. 
Adaletsizler zalimdir.
Aç kalmaktan değil, adaletsiz kalmaktan korkulmalıdır. 
Adalet, insanlık ve yaşam güneşidir. 


Adalet alanında görev yapanlar kişilikleri, onurları, ahlâk ve bilgileriyle sorumluluklarına yaraşır olduklarını işlem ve kararlarıyla kanıtlayıp belgelerler. 
Duygusal, yanlı, koşullanmış ve önyargılı davrananlar adaletsizlik lekesiyle yalnız kendilerini değil, yakınlarını da sonsuza değin karalar ve lekeler.

İran, Irak-Barzani, İsrail, Suriye, Mısır politikalarını kendi dinsel anlayışıyla düzenleyip yürüten iktidarın maskesi, Gezi Parkı olayları, Mısır’la Libya uygulamaları, PKK’nın Suriye kolu PYD temsilcisinin açıkladığı görüşme içerikleriyle iyice düşmüş, gerçek yüzü daha iyi açığa çıkmıştır. Tüm olumsuzlukların nedeni, adalet duygusunun zayıflığıdır.

Kendisinden çok şey öğrendiğimiz Ord. Prof. Dr. Vasfi Raşit SEVİĞ’in “Adalet, hakikate ve hukuka saygıdır” sözünü anımsatan değerli arkadaşımız Turgut ÖZAKMA­N’ın örnek ilgisine teşekkür ederken iktidarın adaletsizliklerine, bu dönemdeki hukuksuzluklara ses çıkarmayan kimi yandaşların adaletle ilgili yazılarına ne anlam verilmesi gerektiğini okurlarımızın değerlendirmesine bırakıyoruz. Çankaya’nın olağan onamalarının anlamını da…

* * *

Ülkemizde adaletin ne duruma geldiğini, getirildiğini önümüzdeki günlerde daha iyi belirleyecek, anlamına ve amacına uygun değerinin korunup korunmadığını 
saptayacağız. Erkler (kuvvetler) ayrılığının sözde kaldığı gerçeğine çok az değiniliyor. İktidar her şeye, yargıya, bilime, sanata, spora, özel yaşama bile el atıyor. 

Yurttaşların birbirini ihbar etmes­ni, fişleme düzenini getirmeye çalışıyor. İktidarcılar Gezi’den ve Tahrir’den o kadar çekindiler ki tenceretava kafalarına 
inmişçesine tepki verdiler. Başbakan, doğal oluşumları ve birliktelikleri kurgu ve komploya bağlıyor ama Dr. Y. Mimar. Müh. Eriş ÜLGER’in gönderdiğini öğrendiğimiz mektuplarına yanıt veremiyor.

Ne muhalefet partileri birbirine karşı anlayış, ne de Atatürkçü kişi ve kuruluşlar dayanışma içindeler. Dağınıklık her sorunun önünde. 

Özveriyle çalışmadıkça bu iktidardan Kurtulunmaz.

Yekta Güngör Özden
Ağustos 5, 2013


..

TERBİYE.!


TERBİYE.!




Yekta Güngör Özden
Haziran 10, 2013













Davranış düzenini, dil uygunluğunu kapsayan eğitim ve görgü düzeyini tanımlayan " Terbiye " Sözcüğü, genelde kişilik niteliğini ortaya koyan bir göstergedir. 
Çevresinde olumlu izlenimler bırakan, kiminle nasıl konuşacağını, nerede nasıl davranacağını, nelerden kaçınıp nelere, nelere değer vereceğini, neleri gözeteceğini bilen, yaşamı ve eylemleriyle beğeni toplayan kimselere “ Terbiyeli insan ” denilir. 

Terbiye bir eğitim kazanımıdır. 

Öyle ki hayvanların eğitilmesi de “ Terbiye edilmek ” olarak değerlendirilir.
Toplumumuzda terbiyeye önem verenleri üzen terbiyesizlikler, aldırışsızlık, umursamazlık, saygısızlık, çirkin söylem ve eylemlerle giderek yayılmaktadır. 
Yanlış bir demokrasi anlayışı kendini bilmeyenler için ölçüsüzlük, gelişigüzellik ve başı­ boşluk olarak algılanmaya yol açmıştır. İş yerinde, görevde, eğitim ve sağlık 
kurumlarında, taşıtlarda, alış verişte nasıl konuşulacağını, büyüklerle ve küçüklerle nasıl iletişim kuracağını bilmemek, eğitim ve görgü yoksunluğuna bağlanacak zayıflıklar dır.
Yasama organındaki tartışmalardan kimileri kötü örnekler olarak karşılanmaktadır. Milletvekillerinin birbirilerine sataşmaları, saldırıları, kavgaya dönüşen tartışmaları üzücü durumlardır. 
Töre cinayetleri, kan davaları da eğitim ve görgü boşluklarının ağırlık verdiği olumsuzluklardır. Günümüzde daha tepki toplayanı medyadaki kışkırtmalar, hedef göstermeler, eleştiri sınırını aşan saldırılar, yakıştırmalar, yalanlar abartıla dır.

Muhatap Saymak Yakışmaz

Zaman zaman eşindostun bilgilendirmesiyle kimi gazete ve dergilerde bizimle ilgili yazılar olduğunu öğreniyoruz. Niçin yanıt vermediğimiz soruluyor. 
Tüm yayınları izlemek olanağımız bulunmadığı gibi çoğunu da okumayı gerekli ve yararlı bulmuyoruz. Kimi yazarları ve konuşmacıları öyle kullanıyorlar ki okumak,  dinlemek sağlığı bozacak ölçüde tiksinti veriyor. Birer tetikçi, birer militan gibi saldırgan olanları karşıya almak (muhatap saymak) bize yakışmıyor. Onlarla aynı düzeye inmek küçülme, alçalma oluyor.

Kimi gerçeği aramadan sormadan, duyduğuna inanarak, kimi de kendisi gibi düşünmediğimiz için karalamak amacıyla yalana başvurarak, basın ahlâkını hiçe sayarak çala kalem yazıyor. Hele hukuktan anlayanların uyduluk ve uşaklığa soyunarak muhbirlik yapması kişiliksizliklerinin dışa vurumu oluyor. 

Utanma, sıkılma nedir bilmeyen çocukların patronlarına ve iktidara yaranmak için yanlarına yaklaşamayacakları kişilere saldırıları insanlık adına üzüyor.
Yaptığı her işin hesabını rahatlıkla verecek, vicdanını yastık yapıp yatan, alnı açık, yüzü ak insanlar olarak gocunacak, çekinecek, korkacak, kaçınacak hiçbir şeyimiz yok. 

Hukuksuzluk ortamında, yargıda yandaşlığın belirginletiği bir zamanda bile rahatız, yürekliyiz, kendimizle barışık bir ruhsal ve beyinsel aydınlık içindeyiz.

Niteliklerine yaraşır olduğu sözleri dilimize yakıştıramadığımız, kalemimize almadığımız bilgisiz ve terbiyesiz medya muhabirleri, kötü siyasetin, aşağılık çıkarcıların  zavallı kuyrukları dır. Genel ve yuvarlak sözlerle değil olayları ve belgeleri ortaya koyarak konuşup yazma yürekliliği gösteremeyen küçüklere acıyarak bakıyoruz.

Yakınlarının görüşmek için ısrar edip pastayla ziyarete geldikleri kimseleri bundan daha önceki zamanlara uzanıp suçlamak işgüzarlığı, hiçbir kanıta dayanmadan haklarında işlem istemek çarpıklığı, sağlıklı kafaların ve yüreklerin işi değildir.

Bu tür kişilerle karşılaşmamak, yüzlerini görmemek, ellerini sıkmamak için kimi yerlere gitmiyor, kimi çağrılara ilgisiz kalıyor, kimi zaman yolumuzu değiştiriyoruz. 

Dinlememek için aygıtları kapatıyor, yazdıkları gazete ve dergileri almıyoruz. İçimiz kararmasın, huzurumuz bozulmasın, bulantı duymayalım diye.


Yekta Güngör Özden
Haziran 10, 2013


..

Şamata



Şamata


Yekta Güngör Özden
15.05.2006



Dünyanın karışık olmayan yeri yok gibi. Irak’ta bomba yüklü araçlarla saldırılarda onlarca kişi ölürken, kimi yerde deprem, kimi yerde ayaklanma, kimi yerde kavga, kimi yerde beklenmedik seçim sonuçları birbirini izliyor. Ülkemizde siyasetçilerin sergilediği tutarsızlık, ilkesizlik, partizanlık ve kişisel düzeysizliklerle bozukluklar düşündürüyor ve üzüyor. Dağınıklığın ilerici kesimdeki olumsuz belirtileri gün geçtikçe daha belirginleşiyor. Lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni dinci düzene dönüştürmek çabaları aymazların hoşgörüsüyle, kimi ödünlerle, tepkisizlik ve ilgisizlikle sürüyor. Bencilliği, büyüklenmesi, kimi duygusallıklarıyla bozgunculuğu saptananlar birleşme çağrıları yapıyor. Birlikteliği olanaksız kimileri de karşıtlıklarını saklayarak toplantılar düzenleyip çözümler arıyor. Kendini öne çıkarmak isteyen kimilerinin desteğiyle gruplar oluşuyor. Anlatmak, eleştirmek, önermek kolay. Peki, ne yapılacak? Kimlerle yapılacak, nasıl yapılacak? Ortada eylemli somut olumlu bir gelişme yok. Siyaset birkaç partinin, birkaç parti liderinin şovu biçiminde, yurttaş bıkkınlığını arttırarak, yerinde sayıyor. Bu da geriye gitmek demektir.

Dışarıya bakış

Günümüz iktidarının ödüncü, çelişkili, yumuşakbaşlı tutumu ermeni çabalarının etkin olmasına yarıyor. Yıllardır gerekin yanıtların verilmemesi, belgelerin dillendirilmemesi, etkin bir izlencenin yaşama geçirilmemesi sözde ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi güç durumda bırakıyor. Kanada Başbakanı Stephan Harper’in ermenilere destek vermesi, Arjantin Senatosu’nun özel bir oturum gerçekleştirmesi, Fransa’nın yeni anıtları ve soykırım olmadığına ilişkin sözleri cezalandırma hazırlığı, ABD’nin “trajedi” sözüyle sevinenleri düşündürmelidir. Danimarka’dan sonra İsveç’te PKK yanlısı TV’nun açılması bu ülkeye giden TBMM Başkanı’nın dikkatinden kaçtı. İsveç’te Müslümanlar Konseyi’nin siyasal partilere mektup yazarak müslümanlar için özel yasalar ve değişiklikler istemesi, gerici tırmanmanın yurtdışı örneğidir.

Irak’ın kuzeyindeki kürt yöneticilerin birleşmesi Türkiye’nin dikkatle izlemesi gereken bir olgudur. Katılan konukları da.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı, Hollanda milletvekili Jost Lagendijk “PKK terörüne de askerî operasyona da karşıyız” diyerek saldırıyı önleme ve savunma çabalarına karşı çıkarken terörün nasıl durdurulup PKK’nın nasıl etkisiz duruma getirileceğine ilişkin tek söz etmemiştir. PKK destekçileriyle görüşüp “Cesur kürt arıyorum” demesinin anlamı da karışıktır.

Başbakanın yurtdışı gezileri, toplantılarda yaptığı ikili görüşmeler de yarar sağlamamaktadır. İran Cumhurbaşkanı’yla görüşmesinin İran inadını hiç mi hiç etkilemediği ortadadır.

Yunanistan’da Türkiye karşıtı yeni anıt iktidardan tepki almazken sanatçı İlham Gencer’in Fransa’dan aldığı nişanı geri vermesi büyük beğeni topladı.

İçeriye bakış

Nereye baksak karanlık. Her alanda düş kırıcı, umut kırıcı, karamsarlık nedeni olaylar yaşanıyor. İktidar partisinin il genel kuruluna ilkokul öğrencileri katılıyor. Bu durum yetkililerin çocukça savunmalarıyla geçiştiriliyor. Çağdışı görünüm ve giysilerle dolaşan tarikatçılar at koşturuyor. Hakkâri’de öğrencileri evine götüren taşıt saldırıya uğruyor (birkaç gün sonra halk sokaklara dökülüp PKK’yı kınıyor da yüreklere biraz su serpiliyor). 21 kişinin yaralandığı bu çirkin olay kent içindeki bölücülerin katkısı olmadan gerçekleşemezken etkin bir önlem ve saldırganlara ilişkin bilgi alınamıyor.

Beri yandan Terörle Mücadele Yasası’nda tartışmalara neden olan 6. madde konusunda iktidar direniyor. Adalet Bakanı’nın sözü önemlidir, ama hiçbir geçerliği yoktur. Yasanın uygulanmasında, özellikle Anayasa aykırılığı savı gündeme geldiğinde, Bakanın, Başbakanın sözlerine, gerekçesine bile bakılmaz. TBMM’nin tefsir yetkisi 1961 Anayasası’ndan beri kalktı. Artık yasaların uygunluğu konusunda son sözü Anayasa’yı yorumlayarak Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Siyasetçilerin sözleri bu çalışmada hiçbir değer taşımamaktadır. Metinler önemlidir. Mahkemeler de Başbakana ya da Adalet Bakanına göre karar verecek değillerdir. Siyasetçilerin kendilerini ve yandaşlarını kurtarma çabasıyla kurallarla oynamaları, çelişkili, umulmadık uygulamaları gündeme getirmiştir. Fethullah Gülen’in aklanması da böyle olmuştur. Bu arada kurallar açıklanmadan terörün önlenmesi önerilerine karşı çıkanların kimler olduğu yaşadığımız sorunların kişisel ve kurumsal nedenlerinden birini de açıklamaktadır. Demokrasiyle terörü bağdaştırmak olanaksızdır.

Kutlu doğum ayına dönüşen hafta kapsamındaki etkinliklerde çocukların gerici giysilerle gösterileri, TBMM’ndeki 23 Nisan konuşması gibi, büyük bir olumsuz örnektir. Adana’da hadisli kartlarla yapılan kutlama gibi siyasal iktidar dinciliği kışkırtmakta ve desteklemektedir. Gaziantep İslahiye ilçesinin AKP’li Atatürk Alanı’nı Atatürk büstünü kaldırarak otoparka dönüştürmüştür. Atatürk Mahallesi’nin adının değiştirilmesi için önerge verildiği de basına yansımıştır. Bu kötülükler kime ve neye güvenerek yapılmaktadır? Elbette iktidara. Cumhuriyetin unutulmaz Millî Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati’nin evinin, değerinin çok altında, çok küçük bir bedelle amaçdışı kiralanması da kınanacak bir çirkinliktir.

TRT’nin izlenceleri, konuşmacıları ve haber bültenleriyle giderek iktidar güdümüne girmesi yurttaşları derinden üzmektedir. Türkiyemizin yaşadığı sorunların çoğunda payı bulunan 9. Cumhurbaşkanının sıkmabaşlara ilişkin haklı sözlerine yakışıksız biçimde karşı çıkan AKP liderinin konuşmalarını destekleyici alkışlarla veren TRT’nin bindiği dalı kesmekte olduğu söylenmektedir. Dini içerikli yayınların yoğunluğu TRT’nin kimliğine, yasal yükümlülüğüne tümüyle aykırıdır. Ulusal yapısından yakınarak yayınların din doğrultusunda yapılmasını öneren kimsenin yönetimde, görevde bulunması sorumluluğu ağırlaştırmaktadır. TRT özerkliğini ödünsüz savunan Adnan Öztrak unutulamaz.

Kimi devlet ve vakıf üniversitelerinde sıkmabaşa olur verildiği yazılmaktadır. Denetimsiz demokrasinin ne tür yıkımlara yolaçacağı ibretle izlenmektedir. Sivas Prof. Dr. Necati Erşen Lisesi’nde irtica propagandası yapıldığı yakınmaları da basında yer almıştır. Üniversite öğretim üyesi olan yazar, “Sakızla yaklaşılan heykel” anlatımıyla çelenk koyarken sakız çiğneyeni koruyucu biçimde alaylı, aşağılayıcı, terbiye dışı yazılar kaleme alırsa neler olmaz ki.

Gerici ve bağnaz kesimlerin ilgi ve desteğini korumak ve sağlamak amacıyla yapılan gelişigüzel konuşmaların neden olduğu toplumsal yıkım bellidir. Kimi konuşmalar ve yazılar silâhtan da tehlikelidir. Silâhsız örgütlerin suç ve ceza tanımından uzaklaştırılması çabaları yarınlarda değişik sorunlar getirebilir. Cumhuriyetle demokrasiyi birbirinden ayırmak, Atatürk’ün cumhuriyetin demokrasiyi amaçladığı sözlerini unutmak, bilgisizlik ve amaçlı biçimde değerlendirmeler yaparak karışıklık yaratmak bağışlanamaz. Gelişigüzel yasalar, amaçlı aflar kanıttır.

Tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı, yeterli bilinçten yoksun amaçlı kişilerce yozlaştırılmak istenmiştir. Bayramların yakıp yıkmakla, yaralayıp öldürmekle ne ilgisi var? Provokasyon, anarşi, ideolojik saplantı sırıtan gösteriler, topluma zarar verici eylemler kimseye yarar getirmez. Bayram kutlamasını bilmeyen, bayrama yaraşır olduğunu savunamaz. Tıpkı sıkmabaşçıların “Başörtüsü-türban” yalanıyla inanç sömürüsü yapıp bunu “din ve vicdan özgürlüğü” diye savunmaları gibi. Özel okul öğrencilerine yardım, yemek yardımı gibi açılımlar gösteriyor ki, seçim nedeniyle yalnız militanların değil, kesenin ağzı da açılıyor.

Sakıncalı kalkışmaların en tehlikelisini AKP lideri yapmış, Anayasa’nın asla değiştirilemeyecek 4.maddesini amaçlayarak “kuralların birbirine üstünlüğüne son verileceğini” söylemiştir. Anayasa kuralları birbirine eşittir. Ancak kimilerinin yaşamsal önemi ve özelliği vardır. Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliklerinin önerilemeyeceğini ve olamayacağını başta Başbakan, herkes bilmeli ve öğrenmelidir. Günümüz iktidarı kadar Anayasa’ya aykırı davranan iktidar olmamıştır. Herkese örnek bir tutumla Anayasa’ya bağlılık, hukuka saygı, yargıya güvenden sözetmek, değiştirilip iyileştirilmesi gereken kurallar konusunda ulusal uzlaşmaya çalışacak yerde, çoğunlukta olmamasına karşı tersine savlarla gerginlik yaratmak iktidarın kendi geçerliğini tartışmaya açması demektir. Yineliyorum: Türkiye’mize böyle iktidarlar yakışmamaktadır.

Yalnız bunlar mı?

Marketlerde mescit açma istemi. Parti kongreleri ve kimi etkinliklerde kadınlarla erkekleri ayrı ayrı oturtmak, araya görülmeyi engelleyen nesneler koymak. Sonra da bu çağdışılıkları özgürlük, bağımsızlık ve kişisel istemlere bağlayıp gruplaşmaları unutmak.

Medyada ve üniversitedeki karıştırıcılar hemen “Vicdanî Red” konusundaki yargı kararını kendi görüşleri doğrultusunda karalamaya başladılar. Bilimsel görüşle katkı verecek yerde, ülke düzenini altüst edecek ayrılıkçı savlarla yarışıyorlar.

Millî Eğitim Bakanı, Anayasa Mahkemesi’nin yeni üniversitelere iktidarın önereceği üç kişi arasından Cumhurbaşkanı’nın Rektör atamasına ilişkin kararını “siyasal karar olarak” nitelemiş ve yeni düzenleme yapacaklarını söylemiş. Karara katılalım-katılmayalım uymak zorundayız. Aynı kişilerin hep aynı doğrultuda oy kullanmasını geçip, onların görüşüne dayanmak yanlıştır. Gerçek hukuk devletinde Anayasa Mahkemesi kararına karşı düzenleme yapılmaz, direnme olmaz. Bir boşluk ya da düzen bozucu durum varsa Mahkeme zaten süre verir. Gerekçe açıklanmadan hemen yeni düzenleme yaparak kendi bildiklerini okuyacaklarını açıklamak bir Bakana yaraşan tutum değildir.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de Güney Kore’nin başkenti Seul’de Türkiye’mizi camili afişlerle tanıtmış. Başka değerlerimiz yokmuş gibi dinciliği öne çıkarmak yanlıştır. Şeriat ülkesi kanısı uyandırmak başarı değildir.

Selânik’teki Atatürk Evi’nde özel deftere yapıştırılmış metni önce yarısına kadar yırtıp sonra çıkartıp almak da bir Başbakan’dan beklenen tutum olamaz. Yurttaşlarımızın haklı tepkilerine uygar yanıtlar, gerçekçi çözümler, demokratik hoşgörü günümüzün özlenen olgularıdır. Bunlar bırakılıyor, Anayasa’nın 2.maddesindeki herşeyimiz cumhuriyetin nitelikleri eylemli biçimde budanıyor. Sosyal güvenlikteki çöküş belirtileri, lâiklik, demokratlık, hukuksallık düşüşleri açık.

TBMM Başkanı’nın lâiklikle ilgili gereksiz, anlamsız ama kendileri için amaçlı üzerine kitap yazılır. Ama onun anlayıp algılama, yorumlayıp değerlendirme, bilimsel yaklaşım yeteneklerinin yakınında olmadığım için yanlışında direneceğini kestirerek geçiyorum. Ancak, 5 Mayıs 2006 günü yaptığı konuşma Cumhurbaşkanlığı hevesini açıklamaktadır. Başbakanla bir Çankaya kavgası olası görülmektedir. Hem “Halkımız lâiklikle barışıktır, bu yönde sorun yoktur” denilecek, hem de lâikliği yozlaştırıp kaldırmak için elden gelen yapılacak. Acaba herkesi kendileri gibi mi sanıyorlar? Siyasal gürlemeler gürültü olmaktan öteye gidemez. Gümbürtüde sahibi de yara alır. Çankaya’yı ele geçirmek hizmet için değil, dinci düzeni gerçekleştirmek için düşünülüyor kanısı yaygınlaşmaktadır. TBMM Başkanı ödeneğine yapılan kıyak eleştiriliyor.

Hep gösteriş. Ciddî bir açılım, eleştiri, öneri, yanıt, karşıtlık ya da destek yok. Kabadayılık, gözdağı, kaba, kinci sözler, yakışıksız tutum ve davranışlar. Toplumsal yaşamın özlenen barışçı anlayışlı, karşılıklı sevgi, saygı ve güvenle örülen renkli güzellikleri giderek azalıyor.

Yargıçların aylıkları konusunda yeni girişimleri duyunca yıllar önce Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak “Başkanıyla üyesi arasında ayrım olmaz. Bizi kuruluş evresinde olduğumuz gibi yine kendi yasamızda birleştiriniz. Öbür yüksek yargı organlarına, hattâ yargı organı olmayan kuruluşa ne verirseniz veriniz, bunlara karışmayız. İsterseniz bize daha az aylık veriniz ama Başbakan ve üye aylıklarını eşitleyiniz. Bunu yapamazsanız benim aylığımı üyelerin aylığı düzeyine indiriniz” diye Hükûmete, Meclis’e ve Cumhurbaşkanlığına resmî yazıyla yaptığım başvuruyu anımsadım. Bu iyi niyetli girişimi bile tersine çevirenler, gerçekdışı yansıtanlar oldu.

Akşehir’de İstiklâl Marşı söylenirken ayağa kalkmayanlar, Adana Yüreğir’de Atatürk büstüne boyalı-küfürlü saldırı yurtseverleri üzüyor. İktidarın bu tür bağnazlıklara karşı çıkarak hakkındaki olumsuz kanıları değiştirmesi gerekmez mi?

“Jakoben tortulardan kurtulup liberalleşme” öğüdünde bulunan lâiklik karıştırıcıları önce kendi kafalarındaki küfü, pası ve tozu temizlesinler. Lâiklik, lâikliktir. Laiklik, lâisizmden gelir. Ayrı bir yanı yoktur. Kimseye de zararı yoktur. Nedenini, amacını, savunanların kimler olduğunu, siyasal simge durumuna getirildiğini bile bile özgürlükle bağdaştırıp sıkmabaşı savunan yazarlar, tehlikelerin ayırdında değiller. Hukuk varsa sıkmabaş yasağı kalkmaz ve kaldırılamaz. Siyaseti soygunun, yolsuzluğun, aykırılığın, arsızlığın, yüzsüzlüğün örtüsü yapmak çabalarıyla din ve inanç sömürüsüne girenler ülkeye kıyıyorlar. İlerici, demokrat, özgürlükçü görünerek Atatürkçü geçinen, maskeli Atatürk düşmanları da bunlardandır. Ne acıdır ki sızmadıkları yer kalmamış gibidir.

TBMM Başkanı, yargı konusunda da değişiklikler önerilirse dokunulmazlık konusunu da bu kapsamda ele alabileceklerini söyleyerek bir kurnazlık sergiliyor. Anayasa’ya aykırı 23 Nisan konuşması başka ülkede olsaydı böyle konuşan kimse orada oturamazdı. Yasama nasıl ve ne ölçüde ulusal egemenlik yetkisini kullanıyorsa yargı da yargılama yetkisini öyle kullanıyor. Kaynak ve dayanak aynı. Bunu bilmeyen Meclis Başkanı olamaz, buna katlanamayan o görevde kalamaz. Yargının elini kolunu iyice bağlamak, Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası’nda olduğu gibi yetkilerini kısıtlamak, yürürlüğü durdurma kararlarını kaldırmak için ağızlarının sulandığı anlaşılmaktadır. Şapırtı sesleri duyulmaktadır. Başkana ve yoldaşlarına sormalı “Devlet millet için var olacaksa, bugün kimin için vardır? Egemenlik duvarda ise, sizler çadırda mısınız? Meclis’e nasıl geldiniz? Yetkiniz yoksa oralarda ne işiniz var?” biraz da sevinmek gerekir sanıyorum. Egemenlikten yanalar(!). Hiç değilse “Ümmet” demiyorlar. Adını anmasalar da “millet” diyorlar. Aslında olduğu gibi “millet”i din anlamında kullanıyorlarsa o ayrı. Şimdiye kadar, hele son dört yılda, egemenlik nerede idi, kim ya da kimler kullanıyordu? Daha neler sorulabilir, ne eleştiriler yapılabilir?

Bu olumsuzlukları, kötü örnekleri bırakalım.

Üç yılda 40 milyar dolarlık artışla dış borç 130 milyar 206 milyon dolardan 170 milyar 62 milyon dolara çıkmış. Artış oranı %30. Açıklar ayrı. İktidarın ekonomik başarısına nasıl inanılır?

Danıştay Başkanlığı’na hepsi yaraşır olan adaylardan bir Atatürk kızı seçildi. Bayanlarımızın başarılarından kıvanç duymalıyız. Onların önemli ve etkin yerlerde başarıları, aydınlığın artması demektir. Danıştay’ın yeni Başkanını ve Danıştay’ımızın 10 Mayıs’ta töreni yapılan 138.kuruluş yıldönümünü kutluyor, başarılarının giderek artmasını, yönetim hukukumuzun güçlenmesini diliyorum. Tören konuşmasını alkışlıyorum.

Kendi devletinden, organlarından, özellikle yargı kuruluşlarından yakınan bir Başbakan olabilir mi? Danıştay’ın kararları nedeniyle, Danıştay’ı eleştiren bir iktidar düşünülemez. İktidarı yanlışlıklardan alıkoyan yargı, gerçekte iktidarların güvencesidir. Siyaseti yozlaştıranlar eleştiriye, uyarıya katlanamazlar. İktidarları ahlâk sınırında tutarak sorumluluktan kurtaran yargının kararlarıdır.

Evlere kadar yemek dağıtan iktidarın giderek nelere girişeceği kestirilemez. İktidar, içindeki kürtçülerle şeriat beklentisindeki seçmenlerini avutup oyalayacak söylemleri başladı. Bu durum seçim sürecine girildiğinin bir belirtisidir. Seçime kadar daha neler söyleyeceklerdir. Hele seçimlerde. Bir de kazanırlarsa, bakın neler yapacaklar, neler olacaktır. Yandaşları bile eleştiriye başladı. Sporu da siyasete araç kılıyorlar. Üstelik muhalefet de buna öncülük ediyor. Sıkmabaşı yaygınlaştırma sözünü veren muhalefet partileri de var.

İktidar terörle mücadele edemez. Bu iktidar dönemine bu konudaki gerileme, gevşeme belirginleştiği gibi dinci teröre bakış açılarındaki tutarsızlık da açık. Köktendincileri gücendirmek ve ürkütmek işlerine gelmez. Köktendinciler ve kürtçüler terörden vazgeçmez. Zaten teröristler dışardan çok içerde. Mayınları döşeyenler bu işi yapıp dışarıya kaçmıyor, dışardan gelip yine geri gitmiyor. İçerdekiler bunu yapıyor.

İktidar, özerliğin ne olduğunu, özellikle üniversite özerkliğinin ne olduğunu bilmiyor. Hakkında dâva açılmayan önceki yasalar yeni yasalar için örnek oluşturmaz, onlara dayanılamaz. Dine dayalı düşünce başka şeye bakmıyor.

Cumhuriyet gazetesine saldırı Atatürk ilkelerine düşmanlığın ve koyu bağnazlığın yeni bir kalkışmasıdır. Şimdiki sahibinin, kimi yöneticilerinin, kimi yazarlarının kimi tutumları uygun bulunmasa bile Cumhuriyet gazetesinin Türkiye sevdalılarının gönlünde özgün bir yeri vardır. Saldırıyı kınıyor, aymazların, sapkınların, satılıkların, döneklerin amaçlarına ulaşamayacakları kanısını yineliyoruz. Cumhuriyet, ulusundur.

Bağnazlığa-yobazlığa, yalana-dolana, yağmaya-soyguna, ayırmaya-kayırmaya, anarşiye-teröre, adaletsizliğe-ahlâksızlığa, nankörlüğe-vefasızlığa, dalkavukluğa-terbiyesizliğe, ikiyüzlülüğe-dönekliğe, her tür sömürüye ve alçaklığa karşı Atatürkçü bir yurtsever olarak ilişkilerimi, yazılarımı, yaşamımı düzenliyorum.

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının önderi olduğu Türk Mucizesi’nin başlangıç günü 19 Mayıs’ın 87. yıldönümünün nasıl kutlanacağını göreceğiz. Önceki yıl kulaklarına fısıldanan kimi çocuklar karşı çıkmışlardı. Dinci, köktendinci yönetimin lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni yozlaştırıp kendi diktalarını kurma oyunları neler getirecek izleyeceğiz. “Ne mutlu Türk’üm!” diyen yurtseverlerin Gençlik ve Spor Bayramı’nı en iyi dileklerle kutluyor, Atatürk ve arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/107/ozgun107.htm

Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,





Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,




Yekta Güngör Özden,
01.05.2006



Zamanın şaşırtıcı akışı değişmeden sürerken olaylar da olumlu ya da olumsuz birbirine eklenerek hızlanıyor. Seçim hazırlığını yoğunlaştıran iktidar birbirine ters uygulamalarla oylarını nasıl toplayacağını, kafasındaki düzeni gerçekleştirme olanaklarına nasıl kavuşacağını düşünüyor. Şimdiden Çankaya için yanıp tutuşanlar sayısal çoğunluğu kendi yanına çekmek çabasıyla olmadık ataklara kalkışıyor. Gerici medyanın varlığını borçlu olduğu lâik cumhuriyet karşıtlığı düşmanca tutumla giderek büyüyor. Korumasız bırakılan cumhuriyet siyasetçilerin atışmalarıyla biraz daha sarsılıyor.

Olanlar Türkiye’mize oluyor. Tarihin kanlı ve karanlık sayfalarını iyi okumayanlar, din savaşlarının, mezhep kavgalarının, tarikat oyunlarının yaşattığı acıları unutanlar, kişisel egemenliklerini herşeyin üstünde tutanlar demokratik değerlere sırtını çeviriyor, takiyyelerle, yalan-dolanlarla bir erdem olan cumhuriyeti, kurucularıyla birlikte karalıyor. Kişisel çıkarlarına ve aşağılık duygusuna yenik düşenler iktidar yalakalığıyla gerçekleri yadsıyıp halkı aldatıyor. Ödünler ve seçmen dalkavukluğuyla düşlerindeki günün geleceğini söyleyen karşıtlar, ellerine geçirdikleri yönetim gücüyle gözdağı verip karanlık çağrılarıyla zamanı dolduruyorlar.

Türkiye’nin iç durumunu yakından izleyen dış güçler bastırdıkça bastırıyor. ABD Dışişleri Bakanı Bn. Rice olası İran saldırısına destek arayışında bile PKK için gereken sözü veremiyor. İstihbarat yardımıyla sınırlı katkıları Irak Hükûmeti’nin kurulması bahanesiyle sözde kalıyor. Zaten, birlikleri kaydırma ve konuşlandırma haberleriyle yer değiştiren, kaçan, saklanan, halkın içinde yiten teröristler yarınlarda dinlenmiş olarak saldırabilecek rahatlığı bulmuşlardır.

Başbakan istese 23 Nisan törenine katılabilirdi. Özveri gerekmez miydi? Dayanma gücü hiç mi yoktu? Bir gün sonra nasıl ayaktaydı?

Uygulanan Sevr’dir

Tutumlarıyla Türkiye karşıtlıklarını açıklayan batılılar gereken tepkiyi görmediklerinden, cılız, hattâ sessiz kınamalara aldırış etmediklerinden her yola başvuruyorlar. Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus “Türkiye AB’den daha lâik” diyerek okşarken Fransa’da yeni ermeni anıtları dikilmekte, ABD Başkanı’nın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı” sözünü etmemesi başarı sayılarak ermeni olaylarına ilişkin sözü gözardı edilmekte, Fransa’nın “Ermeni soykırımının gerçekleşmediğini söyleyenlere ceza verilmesi”ni öngören yasa hazırlığı unutulmaktadır. Peygamber Muhammed Mustafa karikatürlerini basın özgürlüğü savunmasıyla uygun bulan Avrupa, Papa’nın çizgi filmlerini aykırı bularak büyük tepkiyle yasaklamıştır. Irak’taki Türkmenler türlü kötülüklerle, haksızlıklarla karşı karşıya iken, Kıbrıs’ta verilen sözler tutulmazken, Yunanistan Ege’de yeni oyunlar ve tuzaklar peşindeyken, ermeniler ve rumlar için ödünler Türkiye’den istenmekte ve beklenmektedir. İktidar hiçbir güçlü çıkış yapamamaktadır. Uluslararası ilişkilerde donukluk, zayıflık, çekingenlik, her istenileni yerine getirme, ödün verme olağanlaşmıştır. Yabancılar bir şey almaya geliyor, bizimkiler bir şeyler vermeye gidiyor. Çarpıklık açık.

Gereksiz kalkışmalar

Türkiye aydınlanmasına büyük katkısı olacak Köy Enstitülerinin 3803 no.lu yasayla 1910’da kurulup 1954’de tümüyle kapatılması unutulmaz bir geriye gidiştir. Tersine dönüşün başlangıcı 1950’lerde olanlar bugünleri hazırlamıştır. 80 yılda kendini güvenceye almamanın sancılarını çeken Türkiye Cumhuriyeti eğitimdeki boşluk ve bozukluğun sakıncalarını yaşamaktadır. TBMM Başkanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önem verdiği, cumhuriyetin beşiği olan ulusal egemenliği kutlama etkinliklerinde lâikliğin tanımını isteyebilmiş, Meclis-i Mebusan’la Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bir tutarak amaçladıkları düzen için cumhuriyeti değersiz gösterebilmiştir. Her şeyiyle yepyeni cumhuriyetin Osmanlı yönetimiyle, ümmet düzeniyle hiçbir ilgisi olmadığını, lâikliğin ne olması gerektiğini bilmesi gereken Başkan köktendinci bir düzene geçiş özlemiyle yeniden tanım istemekle yetinmemiş, uygulamalarla cezaevi ortamı yakınmasınada bulunmuştur. Bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin kaynağı; hukuksal, siyasal, ve ulusal birliğin dayanağı; insanlığın, eşitliğin, akılcılığın, bilimselliğin, dostluğun en güzel iklimi; dinlerin olduğu yerde bulunan, olmadığı yerde söz konusu olmayan lâiklikten kim ne zarar görmüş ki dinsel hiçbir zorunluluğu bulunmayan sıkmabaş için and içtikleri Anayasa’ya aykırı istemlerle ortaya çıkıyorlar. Yasamadaki çoğunluğu ülkede çoğunluk gibi göstermeleri de ayrı. Lâiklik din ve vicdana özgürlüğünün güvencesi, aklın özgürlüğü, devletin dinden bağımsızlığı olarak uygulanması ve çağdaş bir düzenin koşulu sayılması idi görüşleri bilinen kişiler yönetime gelebilir, partileri iktidara çıkabilir miydi?

23 Nisan 1920’nin 86. yıldönümünde siyasetçilerin söyleyip yazdıkları inandırıcı olmaktan uzaktır. “Atatürk’ün mirasını duyarlıkla uygun çağdaş eğitim seferberliği, Atatürk’ün mirasını duyarlıkla korumak” böyle mi olur? ABD devrimini anlamamış lâiklik paranoyası yazarlarla kolkola ancak safsata yapılır. Hukuktan, lâiklikten, akıl ve inançtan, bilim ve dinden, gerçek ve varsayımdan anlamayan Atatürk karşıtları toplumsal dinamizmi dine bağlıyor. Olanların ayırdına varmasına karşın katı bir gericilikle dindar çevrelerde çoğulculaşma, sekülerleşme yaşandığını ileri süren bilgiç (!)ler çıkıyor. Ulus devleti suçlayıp kişisel ve partisel aykırılıkları ona yükleyen aymazlar ve sapkınlar birbirine dayanıyor. Atatürk’ü yeterince anlamayanlar emperyalistlere övgüler diziyor. Hem komünizm hem kapitalizme karşı olan Kemalizm-Atatürkçülük mandacıları ürkütüyor. Yeni şeriatçıların çoğu eski komünist ve eski faşistler görülmektedir. devletin sosyal niteliği giderek yitirilmektedir. Millî eğitimin “millî” niteliği gibi. Bu gidişle “Millî savunma”nın başındaki sözcük de tehlike çizgisine yaklaşmaktadır. IMF’nin “Dünyanın Ekonomik Görünümü” raporunda Türkiye’nin giderek artan cari açığı için yapılan uyarı içimizdeki işbirlikçileri uyandıramamaktadır. “Ümmî”liği yeğleyenler, yurttaşlık bilinci ve onurundan yoksun olanlardır. Ulusal egemenliğe yaraşmayanlardır.

Toplumsal barışa, ulusal dayanışmaya en çok gereksinim duyulan günlerde sorumsuzluk örneği kalkışmalar, konuşmalar, yazılar ve görsel yayınlar asla bağışlanamaz. Çorlu’da ilköğretim öğrencilerinin karaçarşaflı geçişleri, İstanbul’da Yûşa tepesindeki türbeye gezi düzenlenmesi, 23 Nisan törenlerini kendi amaçlarına araç kılmaları, kökü bir olan siyasetçilerin partileri ayrı olsa da birbirlerini desteklemeleri tehlikenin boyutuna kanıttır. Yeni bir lâiklik tanımı yani AKP lâikliği irticadan başka bir şey olamaz. Dünyada müslüman çoğunluklu ülkeler içinde islâmiyeti Türkiye’deki kadar özgür, mutlu yaşatanı yoktur. Lâiklikten kimse zarar görmemiştir. Ama unutulmaz acılar bırakan gericilik olayları çoktur. İstanbul Eyüp Belediyesi’nin okullara dağıttığı “Örtünmeyen günahkârdır” broşürde “Başörtüsü (sıkmabaş olacak) yasağı, islâmı hatırlatan her şeye düşmanlıktır” satırları nedir? Okulların Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılması da eğitimdeki yozlaşmanın belirtilerinden biridir. Lise son sınıfları eylemli biçimde ortadan kaldıran raporlu sınav hazırlığı nerden nereye gelindiğini göstermektedir.

Üzücü-düşündürücü

Üniversitelerde satırlı, bıçaklı saldırganlar asla milliyetçi olamaz. Olsa olsa maşa olurlar. Gericilere destek vermeyi dindarlık sayanlar dinden anlamayanlar, inanç sömürüsüne katılanlardır. Ümmetçilerin milliyetçi olması, yurt-vatan kavramını özümsemeleri ciddiye alınamaz.

“Ekonomik ve siyasal dönüşümün mimarlarından..” diye tanıtılıp anılan Turgut Özal’ın birçok olumsuzlukların kaynağı olduğu unutulmaktadır. Tıpkı demokrasiye kıyanların “demokrasi şehidi, gösterilmeleri gibi. Kanımca, Özal’ın el atıp da bozmadığı bir şey yoktur. Yinelemek sayılmazsa şunları belirtmek yeter sanıyorum: Kürt federasyonu, Anadolu Cumhuriyeti, yabancılara toprak satımı, Yüce Divan’ı kaldırma, ne olursa olsun özelleştirme, annesini tarikat şeyhinin yakınına gömdürme, Maliye Bakanını görevden alma, Genelkurmay Başkanlığı atamasına karışma, üç yıl eksik süresine karşın Anayasa Mahkemesi’ne YÖK’ün gösterdiği öğretim üyesini atama, bu geri çevrilince “Öyle birisini göndereceğim ki bin kere pişman olacaklar” demesi yanında “Kanımda kürt kanı var, Anayasa’yı bir kez delmekle bir şey olmaz, benim memurum işini bilir, ben zenginleri severim” sözleri ve askerî birliği şortla selâmlaması ve nice benzerleri. Telefon konuşmaları ve köşk yemekleriyle kimi medya ilgilileriyle ilişkileri.

Demokratik Toplum Partisi eşbaşkanı Ahmet Türk’ün “PKK ile DTP’nin tabanı ortak” sözü üzerinde önemle durulmalıdır. Kimi yetkili ve sorumluların sözden ileri gitmeyen tutumları, gerekenleri ne zaman yapacaklar sorusunu gündemde tutmaktadır.

Kitaplar

Aldıklarını bildirmeyen, teşekkür etmeyen ilgisizlerin yanında kitap gönderme inceliğiyle insanlıklarına beğeni duyulanlar da var. Ali Baransel’in Bıçak Sırtında, Bülent Akkurt’un Yerinde Yeller Esen Bab-ı Âli, Vural Savaş’ın Dip Dalgası, Erdal Sarızeybek’in Şemdinli’de Sınırı Aşmak, Mine Özman’ın Yaşandı mı Acaba?, Akın Beşiroğlu’nun Yenilenmiş Fikir Hukuku Dersleri adlı kitapları düşün dünyamızı zenginleştirmekte, zamanımızı süslemektedir. Yazarlarına teşekkürle okuyucularımıza salık veriyorum.

Milletvekillerinin kendilerine “kıyak” sayılan akçalı ekleri sağlama alışkanlığı halkın haklı tepkisini çekerken 19 Mayıs güneşinin aydınlığında esenlik özlemiyle.

http://www.turksolu.com.tr/106/ozgun106.htm


..


Seçime Doğru,



Seçime Doğru,



Yekta Güngör Özden,
17.04.2006

İnsan bozulursa her şey bozulur. Toplumsal dokunun bozulduğunu derin üzüntüyle karşıladığımı yıllardır söylüyorum. Çevreden başlayarak duyarlı bir bakışla izlediğimizde her kesimde bozulmalar olduğunu saptıyoruz. Beni en çok düşündüren ve acıyla kıvrandıran da eğitimden başlayarak yargıyı da kapsayan kurumsal bozulmalardır. Hepsinin kaynağında insan öğesi bulunmaktadır. Kurtuluş ve kuruluş felsefesine aykırılıkların doludizgin sürdüğü günümüzde yürek burukluğu yaşamamak olanaksızdır. İnsanlarımızın birbirine ve kimilerinin devlete, ilkelere karşıtlıkları, yabancıların kışkırtması ve desteğiyle her kötülüğü işlemeye hazır olması, kendi varlıklarının değerini bilmemesi, nankörlük ve sapkınlığı kimi zaman insan olmaktan utandıracak boyutlara varıyor.

Geçen onbeş gün şehit acılarıyla karardı. Yurt içindeki sapkınların saldırıları ve mayınları ile yaşamını yitiren kahraman askerlerimiz hepimizi acıya boğdu. Teröre karşı etkin önlemleri almakta duraksayan iktidarın sorumluluğu ağırdır. Terörün onbeş günlük bilânçosunun ağırlığı iktidarın omuzlarındadır. İktidarın ortağı da uyumlu davranmaya kimi nedenlerle özen gösterenlerdedir. AB masalıyla uyuyanlar da ayrı. Kürtçülerin, bölücülerin, şeriatçı-ümmetçilerin ne istediklerini, neyi amaçladıklarını, neleri nasıl yaptıklarını hâlâ anlamayan aymazların suç ortaklığı tartışılamaz.

Uygar geçinen batılılar utanmadan “Güneydoğu sorunu şiddetle çözümlenemez” diye Türkiye Cumhuriyetini uyarıyor. Türkiye Cumhuriyeti savunma durumunda. Saldıran, bölücülerdir. Onları uyarıp kınayacak yerde terör kıyımına uğrayanları, savunma zorunda kalanları uyarmak amaçlıdır ve teröristlere açık destektir. Batılılar kürtçü, ermenici, rumcu yanlarıyla karşımızdadır.

Dış Olaylar

Hamas’ı dışlamak ve güçsüz düşürmek için Filistin’e yardımını kısıtlayan Birleşmiş Milletlerin tutumu tartışılmaktadır. Uranyumu zenginleştirdiğini, bu doğrultuda çalışmalarını genişleteceğini açıklayan İran’ın tutumu da tepkileri çekmektedir. Türkiye’nin yatıştırıcı tutumu ise etkisiz kalmaktadır. Ortadoğu’da yeni çıbanbaşı İran’dır. Türkiye’yi PKK konumunda oyalayan ABD’nin BOP açılımında Türkiye’den neler beklediği, Türkiye’ye hangi rolleri biçtiği zamanla açıklık kazanacaktır.

Başbakan danışmanı Zapsu’nun kendini zaptedemeyişini, Zapsuyu gibi akması gündemin sıcak konularından biridir.

İç Olaylar

Seçim hazırlıklarını hızlı ve kapsamlı biçimde sürdüren iktidarın yenlik ve atılım biçiminde gösterdiği yetersiz düzenlemeler yasama organında tartışılmaktadır. Dincilikten, kadrolaşmaktan, inanç sömürüsü ve halkdalkavukluğu yöntemlerinden vazgeçmeyen iktidar bildiğini okumakta, liderinin iki dudağı arasına sıkışan demokrasi, karşılıklı albüm sayfaları karıştırmak ve suçlamalarla, bırakınız yerinde saymayı geriye gitmektedir. Kimi durumlara özetle değinmeyi ilerde anımsamak ve genişçe tartışmak üzere şimdilik yeterli buluyoruz.

Şemdinli olaylarını araştırmak üzere kurulan TBMM Komisyonu konusunda öz savsaklanıp abartılı, yararsız, yanlış, gereksiz yaklaşımlarla ayrıntı üzerinde durulmaktadır. Komisyonunun yargı organı gibi çalışması hiç kuşkusuz sakıncalıdır ve onarılmaz, giderilmez aykırılıktır. Ama TBMM adına sorunu her yönüyle araştırıp gereken kararlar için yasama organına sunması doğaldır. Hukuksal incelikleri göz ardı ederek, anayasal gerekleri unutarak yaklaşmak ve ne olursa olsun muhalefet etmek, karşı çıkmak için konuşup yazmak doğru değildir. Haksız ve yersiz eleştiri eleştireni zayıf düşürür, karşıyı güçlendirir.

Sinop’ta nükleer santral konusu da üzerinde önemle durulacak bir olaydır. Gereksinim duyulan gücü karşılamanın, sağlamanın bilimsel yolları araştırılmadan, deneyimler ve koşullar gözetilmeden girişilecek çalışmalar yarar yerine zarar getirebilir.

Cumhurbaşkanı’nın Harp Akademileri Konferansı’ndaki konuşması yıllardır söyleye yaza bıkkınlık yaratma çekinmesine kapıldığımız konuları içermektedir. Sözcükler başka, anlatım özelliği doğal biçimde ayrı olsa da sonuç birdir. Bizi zamanında fazla konuşmakla suçlayanlar benzerliklere bakmalıdır. Ayrıca son günlerin başka konuşmalarını da anımsamalıdır. Ve sormalıdır “Hain yok mu? Tüm görüşler kendi anlayışlarının açıklanması mıdır, yoksa yıkıcı, bölücü amaçlı, suç içerikli midir? Türkiye’nin içine kapanmasını kim istiyor? AB ödün istemiyor mu? Tartışma özgürlüğünden kim korkuyor? Tartışma mı, önyargı mı var? Geçmişte kalıp değişme yalanlarını uyduran kim? Atatürk’e bağlı kalmak, geçmişe saplanıp kalmak mı, çok ileriyi görmek midir? Türkiye’nin yerinin doğu olduğunu söyleyen kim? Batı, batarak ve yatarak mı edinilir? İktidarın ve olay illeri yöneticilerinin kusuru yok mudur? Devlet mi suçludur, siz devletin neresindesiniz?”

Türk’ü, Türklüğü, ulusu, ulusçuluğu yadsıyıp anlamsız ve akıldışı sözde öneriler incelenirse kimin ırkçı ve ahmak olduğu kanısı pekişir.

TÜRKSOLU, Türkiye’nin soludur, ulusal soldur, özsolumuzdur. Bu güzel addan korkup çekinenleri duydukça insan ne diyeceğini şaşırıyor. Tıpkı milliyetçilikten korkanların varlığına ne denileceği gibi. Milliyetçilikten milliyetsizler hoşlanmaz. Şeriatçılığa, ırkçılığa, ahlaksızlığa, soygunculuğa, bölücülüğe, yıkıcılığa, her tür kötülüğe karşı çıkmayıp milliyetçiliğe karşı çıkmak anlaşılır tutum değildir. Milliyetçilik kendi soy değerlerine sahip çıkarak, bağımsız ulusal yaşamı savunmak, varlığımıza yönelik saldırılara karşı çıkmakta birleşmek olarak algılanmalıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazandıran müdafaa-i hukuk ruhu, kuva-yı milliye ateşi, milliyetçiliğin bileşkesidir, yansımasıdır. Ulusal varlığımıza, yaşamsal ilkelerimize yönelik bunca iç ve dış saldırı açıkça ortadayken milliyetçilik bilincinin yükselmesi niçin sakıncalı olsun? Milliyetçilik adı altında ırkçılık, saldırganlık, bölücülük, gericilik ve benzeri sakıncalı eylemlere girişilirse, yeni sorunlar yaratılırsa eleştirilir.

Ayrımcılıktan öte temelde ve ulusal yapıda bozulma çabaları izlenen parti yöneticilerine karşı duyarlı olunmalıdır. Terör örgütünü savunanlar, sözcüsü olanlar, temsilcisi gibi davrananlar sorumlu tutulmalıdır. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti yasalarına bağlı değil mi? Türkiye’nin partileri değil mi? Çocukları kullanarak saldırganlıklarını artıranların yakasına devlet yapışmalı ve gereken dersi vermelidir. Bu yaklaşımın antidemokratik bir yanı olamaz. Taş atana taş atılmaz ama bileği tutulur. Teröristlerin cenazelerinin kaldırılmasında olay çıkaranların teröristten ayrı tutulması yanlıştır. Eylemi ayrı olsa da amacı birdir. Terörle Mücadele Yasası’nın çıktığı zaman gözetilirse bugün yaşananların sorumluları ve nedenleri daha iyi saptanır. Yeni düzenlemelerin Avrupa koruması karşısında neler getireceği bilinmemektedir.

Terörün dini, imanı, milliyeti, olmaz ” sözü yıllardır söyleniyor. Basın, Başbakanın bu sözlerini yeni bir yaklaşım ve değerlendirme gibi, önlem alma kararlığı gibi verdi. Yanlış. Yıllardır “Parti liderlerinin egemenliği var, ulusun değil. Yargı siyasallaşıyor” dediğimizde dudak bükülüyordu. Yanılan kim? Söylenmeyen ne kaldı? Olan ne? Düzelen bir şey var mı? Yineleyelim bozulmadık ve oynanmadık bir şey kalmadı. Yanılırsak mutluluk duyarız. Seçimi kazanmak için her yola, her yönteme başvuran siyasetçilerin varlığında duraksamamak, kuşku duymamak olanaksız.

Kansorejen atıklar sorunu kimsenin umurunda değil gibi. Geleceğimizle oynamak en büyük suçlardan biri.

Belediyelerin Hazine’ye borçları 13 milyar YTL.na yaklaştı. Ankara Belediyesi bu tutarın %27’si ile ikinci sırada. Nelerin nasıl yapıldığı, partizanlığın hangi olanaklarla yürütüldüğü iyice ortaya çıkmaktadır.

Atatürk’ü her alanda unutan ve unutturmak isteyenlerin 125. doğum yıldönümünde anma hazırlıklarını ciddiye almakta güçlük çekiyoruz. Yaptıkları, yapacaklarının göstergesidir. Atatürk’ün çocuklarımıza, gençlerimize, silâhlı kuvvetlerimize ve ulusumuza armağanı bayramları kaldırmaya çalışan, “Kutlu Doğum Haftası” adı altında dinsel etkinliklere destek veren, tarikat liderlerini anma toplantılarına katılan, kutlama telgrafları gönderen, dinsel ezgilerde ağlayarak ilgi çekmeye çalışan insanların yurdu kurtaran, devlet kuran, ulusal birliğin harcı laikliği getirip soy ve inanç kavgalarına son veren en büyük Türk büyüğünü adına ve onuruna yaraşır biçimde anacağına, anılmasına katlanacağına inanamıyorum.

Günün koşullarında Büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözlerini bir kez daha anımsatarak akıllı ve demokrat geçinenleri iyi düşünmeye çağırırız. Padişah halifenin kulu-kölesi olmaktan, ümmetin parçası durumundan kurtarıp kendi yaşam biçimimizi ve geleceğimizi belirleyerek bize kendimizi yönetme olanağını veren ulusal egemenliğimizin 86. yıldönümünü yürekten bağlılık duygularıyla kutluyoruz. Atatürk’ün ulusal egemenlik konusundaki duyarlılığını yansıtan sözleri şimdilerde kişisel ve partisel egemenlik kuranlarla ulusu bölen çığırtkan ırkçılara en iyi öğüttür.

http://www.turksolu.com.tr/105/ozgun105.htm


..

Laf ve Gaf



Laf ve Gaf


Yekta Güngör Özden,
03.04.2006

Son on beş gün Şemdinli olaylarına ilişkin İddianame’yle ilgili gelişmeler, kadrolaşma amaçlı atama Kararnameleri, sıkmabaş çığırtkanlığı ve bölücü örgüt kalkışmaları tartışmalarıyla geçti. Yurtdışı olaylardan ABD yayılmaları, AB dayatmaları, Filistin’de hükûmet kurma, doğu Avrupa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemin önde gelen konularıydı. Kimsenin insan ve insan haklarına yönelik olumlu bir yaklaşım sorunu yokmuş gibi uğraşların hepsi siyasal idi. Sağlık, çalışma-işsizlik, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, gençliğin yetişmesi, tarım ve hayvancılık, vergi yitikleri, gelir dağılımı adaletsizliği, kültür, sanat, medyanın durumu sanki unutulmuştu. Okullarda ölümle sonuçlanan öğrenci olayları bile gereken duyarlıkla ele alınmıyor. İktidar medyayı suçlamakla üzerine düşeni yaptığını sanıyor. Hukuksallık, bilimsellik, ahlâklılık, yansızlık, uygunluk ve gerçekçilik yine gözardı ediliyor. Değişen bir şey yok. Kimilerinin, duyulan derlenip toparlanma, anlaşıp birleşme, güçlenip ağırlık koyma çabalarının seçimlere değin sonuç vereceği beklenmiyor. Aydın geçinenlerden çoğunun bilinen ve bıkkınlık veren tutumları iktidara yaramaktadır. Ayrıntıyı bırakıp ilkelerde birliktelik sağlayamayanların, değişmeyen, kendini yenilemeyen kalıpçı eskilerin, çekemezliği, yalanı, iftirayı, kavgayı beceri sayanların demokratik aydınlığı gerçekleştirecekleri kuşkuludur. Atatürkçülerin, gerçek ilericilerin dağınıklığı Türkiye'nin karanlığıdır.

Batı amaçlı ve kararlı

Terör konusundaki uluslararası etkinlik için Ankara’ya gelen ABD Kurmay Başkanı’nın PKK’yla ilgili sorulara yanıtındaki açık kaçamaklar, Irak fiyaskosuyla başları dertte iken bir de PKK ile uğraşmaktan uzak durmaları Türkiye'ye çok iyi düşündürmelidir. ABD, Irak bozgununu kürt devletiyle karşılamak istediğinden Barzani ve Talabani’ye ters düşecek PKK yönelişinden kaçınmaktadır. Türkiye’den toprak isteyen PKK saldırılarını sürdürmekte, iktidarın dokunmaktan çekindiği adamları nedeniyle adımlarını sıklaştırmaktadır. İktidar, kendi içindeki kürtçüler, kimi kürt kökenliler ve sayı endişesiyle sorunların üzerine gidememektedir. Nevruz gösterileri bunun açık kanıtıdır. ABD de kaytarmaktadır.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Jeost Lagendijk bir panelde yaptığı konuşmada Türkiye’de din üzerinde devlet baskısının sürdüğünü savlayarak üniversitelerde sıkmabaşın serbest bırakılmasını istemiştir. Dış yıkımcıdır.

Talât Paşa’nın öldürülmesinin 85. yılında Ermenistan’ın Başkenti Erivan’da suikastçı Soghomon Tehliryan için yapılan anıt törenle açılmıştır.

Batılıların tutumu konusunda bir gösterge de eski Yugoslavya Devlet Başkanı, Sırp Kasabı olarak anılan Miloşeviç’in Lahey’de yargılanırken tutulduğu hücreden alınan cesedinin Belgrad’da Parlamento önünde 50 bin kişinin selâmlamasından sonra doğum yeri Pozorevaç’ta 18.3.2006’da eşinin, oğlunun, kızının katılmadığı törenle toprağa verilmesidir.

Ek Protokol uygulamasının Kıbrıslı rumlar yararına yavaş yavaş başlatıldığı söylentileri de gazete sayfalarına çıkmaktadır.

İsrail parlamento seçimleri de barış özlemlerine rengini katacaktır. Hamas’ın terörden vazgeçmemesi bölgenin duyarlığını ağırlaştırmaktadır. Vahşetin doruğundaki Irak kan çölü oldu. Mezhep çatışmaları içsavaş tehlikesi boyutunda. Belarus ve Ukrayna seçimleri beklenen sonuçları verdi. 18. Arap Birliği Zirve Toplantısı’nda RTE “Medeniyetler İttifakı” konusunda konuştu. AB için de “Medeniyetler Diyaloğu” konulu konferans verdi. Yeni takiyye açılımları…

Ne batılı ne doğulu

Behçet Kemal Çağlar bir söyleşisinde “Kafam batılı, yüreğim doğulu” demişti. İktidarın iki yan için de açık bir yakınlıktan söz etmesi olanaksız. Batıya özenirken doğunun, doğulularca da bırakılmış, ilkelliklerine dayanması en belirgin çelişki. Siyaset yoluyla dinciliği gerçekleştirmek, dincilik için siyaset, siyaset için de dincilik yapmak. Kadrolaşma çabaları Çankaya’dan dönüyor. Kadrolaşma ne demek, devleti ele geçirmek açık-seçik amaçları. Çıkar bağlantıları da böyle. Yalakalıktan utanmayanlar da gericilik ve kadrolaşmaya, çıkarcılık ve kayırmacılığa engel olmaya “statükoculuk” diyor. Her şey ortada. Uyarma görevini taşıyanların suskunluğunu destek biçiminde algılayanlar bildiklerini okuyorlar. Seçmen uyanmadıkça iktidarlar uyarılamaz. Oy namus bilinerek verilmedikçe üç aşağı beş yukarı aynı durum sürer. Demokrasi eğitim, kültür kazanımıdır. Toplumsal, siyasal ve kültürel düzey gözardı edilerek sonuç alınamaz. Çoğunluk diktası (gerçekte azlık) giderek güçlenirken, tek adam yönetimi ağırlığını duyururken Cumhurbaşkanını halkın seçmesi padişah-halife yönetimine geçişi kolaylaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Seçimlerde öyle değişik etkiler var ki. Doyumsuzlar “Başkanlık sistemi”nden aşağı kalmayan Başbakanlık uygulamasını, aşırı yetkilerle donatılmış sorumsuz Cumhurbaşkanlığını az buluyorlar. Bugünkü sorumsuzlukla halkın seçtiği Cumhurbaşkanını, bir de bunun yönü ve yolu belli AKP’lilerden olacağını düşünmek yeter.

Çelişkiler - Aykırılıklar

“Yargının siyasallaşması değil, siyasetin hukuksallaşması” önerimizi yıllardır yineleyip duruyoruz. Aldırışsızlıkla karşılayanlar şimdilerde yakınmaya başladılar.

27 Mayıs 1960 için yeterli bilgiden, değerlendirme yeteneğinden ve iyi niyetle yansızlık duygusundan yoksun kimilerinin yazıları yanıltıcıdır. Kimileri kendi saplantı ve yanılgılarını eleştirmeye katlanamayınca ilericiliği kötülemektedir. O kadar ki bir yargı kararıyla karşıoyu birbirinden ayıramamakta, karıştırıp karşıoyu “karar” diye vermekte, üstelik fetvaya yakınlıklarından olacak özgür düşünceyi “fetva” nitelemesiyle suçlamaya kalkışmaktadır.

Ne kin.. ne kin.. ve ne kini. Öğrenim birliğinin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için önemini, uluslaşma yönünden yararını, önceki bozuklukları bilmeden kötülemek, özel okullara günümüzün yönelişini ve imam hatip ayrıcalıklarını övmek. Bunlar medyanın köşetaşları şimdi. Atatürk dönemini kötülemek için her yola başvuruyorlar.

Evlilikdışı birleşmelere özendiren yazılar çekinilmeden yayımlanmakta, sözde aşka övgü yapılarak geçersiz neseplerden çekinilmemesi önerilmektedir. Medyanın boyalı gazete ve dergileri toplumsal değerleri kendi yanlış özgürlük anlayışlarıyla yıkmaktadır. Dindar geçinenler bu tür ahlâka aykırı durumlara karşı çıkacak yere gerçekte köktendinci olduklarından imam nikâhına yakınlıkları nedeniyle ses çıkarmamaktadırlar. Köktendinciler işlerine gelirse kutsak kitapları bile tersine çevirirler. Yöresel ve töresel koşullar, güçlükler ve zorunluluklar söz konusu olmayan, uygar-yasal nikâh yapıp evliliği geçerli kılma olanakları bulunan kimseleri nikahsız birleşmeye ve çocuk yapmaya çağırmak, bozuklukların yayılma alanları yönünden ürkütücüdür. Gazetecilik de kamusal bir görevdir. Duyarlı ve özenli olmaları gerekenler terbiyedışı eleştirirler ama kendilerine dokunmaya asla katlanamazlar. Tatlısu demokratları. Herşeyin Başbakana bağlı olduğu düzenimize uyuyorlar. Böyle demokrasi olur mu? Devlet, Başbakanın babasının malı, çiftliği mi? “Bal gibi istediğimi getiririm” sözünün anlamı nedir?

Çokeşlilik, nikâhsız birliktelikler, öbür ahlâka aykırı yaşam biçimlerinin köktendinciler(şeriatçılar)ce savunulan kapılarına uzanır. Said-i Kürdî toplantıları ile Atatürk karşıtlıkları bunun belirtileridir.

Siyasal parti liderlerinin konuşmalarının içeriğine, ses ölçülerine, duruşlarına bakınız. Demokrasiden yararlananların demokrasiye katkıları kanısını veriyor mu? Örnekler olumlu değilse kötü izleyiciler çıkıyor. Şemdinli olaylarında adı geçen muhbir, zamanın siyasal yöneticilerine yaranmak için olacak bana da sataşmış, saldırılarını içeren yazısı için açtığım ceza dâvasında Ankara 2. Asliye Ceza Mahkeme’sinin 23.3.1998 günlü, Esas 1997/1032, Karar 1968/161 sayılı kararıyla da iki milyar manevî tazminatla, avukatlık ücreti ve yargılama giderlerini ödemeye mahkûm olmuştu. Emekliye ayrıldığım 1.1.1998’den sonraki bu durumu, sorunları aydınlatmaya ve ilgilileri tanıtmaya yararı olması için açıklıyorum.

AKP Grup Başkanvekili “Ordunun ve yargının yedeği yoktur” diyen Adalet Bakanı’na karşılık “Parlamentonun da yedeği yok” demiş. Bunu kendilerinin düşünmesi gerekir, tersini söyleyen yok.

Önceki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu yıllardır vurgulanan yargı bağımsızlığını savunurken, tersine uygulamalardan biri olarak Meclis Araştırma Komisyonu’nun yargı konusu olaylara elatmasını göstermiş. Doğruyu kınamak doğru değildir. Sayın Kanadoğlu’nun basında yer alan eleştirisi yerindedir. Özellikle olay yargıya iletilince TBMM Komisyonu’nun çalışmasını durdurması gerekir.

Ülkemizin tanınmış, güvenilir, yansız ekonomi bilginleri özelleştirme uygulamalarını eleştirirken kimi yazarlar aykırılıklara karşın özelleştirmeyi inatla savunuyor. Doğrular inatla değil, iz’anla bulunur.

Ülkemizin kimi yöresinde etkinlikler düzenleniyor. Gerçekleri söyleyenler değil, kendi görüşlerini doğrulayacak konuşmacılar çağrılıyor. Bunlardan biri “Türkiye’de Avrupa’daki gibi lâiklik uygulaması olmadığını, devletin bireylerden korktuğunu” söylemiş. İki kere iki her yerde dörttür. Uluslararası ölçüler (saat, gün-yıl, metre)de aynıdır. Notalar da aynı olmasına karşı orkestralar ayrı olunca ayrı yorumlanır. Kimi bilimsel kurumlar ve kavramlar da ayrı değerlendirilip ayrı anlam taşırlar. Avrupa 300 yıl bekleyip 300 milyon ölü verdikten sonra lâikliğe kavuştu. 17. yüzyılda Bodin’in “Yedi Vaız” adlı yapıtında savunduğu durum çok sonra gerçekleşmeye başladı. Avrupalıların dinleri ayrı, Türklerin dini ayrı. Ortam ayrı, koşullar ayrı, sorunlar ayrı, insanlar ayrı. Ulusal birliğin harcı, siyasal ve hukuksal birliğin dayanağı lâikliği kötülemenin ne anlamı var? Kimlere yaranacaksınız? Bir yazı ve bir konuşma suç öğesi taşıyamaz mı? İnsanları etkileme gücü yoksa niçin konuşulup yazılıyor? Sınırsız özgürlük, ilkelliktir. Sınırsızlık içeriği, niteliği ve amacı gözetilmeden her eyleme özgürlük getirir. Ceza yaptırımları geçersiz kalır. Yalnız bedensel zararlara karşı değil özgürlüklere, haklara, kişiliklere karşı saldırılara da neden olunur. Sıkmabaşın ne için kullanıldığını, niçin yaygınlaştırılmak istendiğini, bir devlet kurumu olan üniversiteler yoluyla her yere taşınmak istendiğini bilmeyen kalmazken yargı kararlarını da gözardı edip sıkmabaşı özgürlük ve demokrasi adına, insan hakları adına savunmak, bu kavramlardan uzaklığın ve koşullanmışlığın belirtisidir.

Zorunlu yineleme

Kökendincilerin “Başörtüsü” ve “Türban” yalanıyla koşturdukları sıkmabaş gerçekte bir kapandır. Yandaşları için şifre, anahtar, parola ne derseniz deyiniz, birleştikleri lâik cumhuriyet karşıtlığının üniforma parçasıdır. Anlaşmaları, dayanışmaları, iş bulmaları, çıkar sağlamaları, bir yere gelmeleri, bir yerlerde olmaları için kullanılan araçtır. Aslında başı açmak saygı ve güvendir. Hem kendine hem karşısındakine. Kapalı bir yere girince baş açılır. Dışarıda, belli görevdekilerin şapka kullanması doğal. Geleneksel, alışılmış, temiz başörtüsünü yaşlıların kullanması anlaşılır. Komşu ve uzak müslüman çoğunluklu ülkelerin kadınları-kızlarının en üst katlarda bile başı açık. Seçmenlerini, yandaşlarını tutacak başka şeyi olmayanlar inanç sömürüsüyle oy toplayıp iktidara gelmek ve iktidarda kalmak istiyorlar. Sıkmabaşın asıl gerekçesi bu.

Liyakat lâf, zenci-beyaz benzetmesi gaf. İktidarın temelini oluşturan öğelerden biri sıkmabaş. Kimi toplum etkinliklerinde kolluk güçlerinden kimilerinin sıkmabaşlılara “Geç bacım!” deyip başı açıkları nasıl copladığı görülmekte, duyulmaktadır. Üstdüzey bürokratların eşlerinin hepsinin sıkmabaşını gösteren fotoğraflar ortada iken iktidarın yeteneklileri göreve getirme savını inandırıcı bulmak olanaksızdır. İktidar, yeteneğe değil dinciliğe bakmaktadır. Onun için ölçü de sıkmabaştır. Bunun da dinsel zorunluluğu yoktur.

Liselere laiklik karşıtı kitaplar gönderen AKP’li Bağcılar Belediyesi için ne işlem yapılacağını göreceğiz. Kamu çalışanlarına ek ödeme düzenlemesi içinde ayrıcalık güdülmüştür. Polislere ve imamlara verilen zamların öbür görevlilere verilmemesi doğru olmamıştır.

Yöresel dil değil, yöre halkından kimilerinin konuştuğu dil vardır. Medyada kürtçe yayın ayrıcalığı da yanlıştır. Vatandaşı olduğu devletin dilini öğrenmeyenlerle, dilini öğretmeyen devlet de kusurludur. Dar alanlı, yanlı, amaçlı, etkili, yönlendirici sormacalar(anketler) toplumu karıştırıyor, ilgililer susuyor

Okul kapılarını yalnız okul yöneticileri ve öğretmenler değil, aileler ve tüm yurttaşlar gözetmelidir. Çocuklarımıza vereceğimiz değer varlığımızın güvencesidir. Suça eğilimleri, itilmeleri önlemek hepimizin sorumluluğudur.

İnsan kaç tür ekonomi olduğu sorusunu sormak zorunda kalıyor. Devlet adına yapılan açıklamalar her şeyin yolunda olduğunu gösterirken yurttaşlar yakınıyor. Kapkaç, gasp, hırsızlık, yolsuzluk olayları giderek artıyor. Gereksinim içinde kıvrandıklarını söyleyenler çoğalıyor. Resmî ekonomi, özel ekonomi, iş ekonomisi, ev ekonomisi, tatil ekonomisi vs. ayrımlar mı yapılacak? Yurttaşın, işçi, memur ve emeklinin güçlüklerine çözüm aramak yerine sürekli milletvekili ödenek ve yolluklarından mı söz edilecek?

Amacı, doğrultusu, katkısı, getirisi-götürüsü düşünülmeyen yabancı sermaye yandaşlığı da aldı yürüdü. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı 2005’de 8 milyar doları aşmış. Yurtdışındakilerin tahvil alımları ve öbür taşınır değer yatırımlarıyla birlikte 14 milyar dolara yaklaşmış. Yurtdışından alınan krediler 16 milyar doları geçmiş. Şimdilerde 67 milyar doları bulan yabancı para acaba sağlıklı bir ekonominin kanıtı mıdır? Eğitimde, sağlıkta, bayındırlıkta, çalışma yaşamında durum nedir? Bu ana sorunlara yeterince eğilmeyenlerin siyasal naralarıyla ulusal yaşam ufkumuz çınlamaktadır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi birçok yönden önemlidir.

Anayasa Mahkemesi’nin gecekondu affına iptal kararıyla yürürlüğü durdurma kararlarının nasıl yerine getirileceği de tartışılmaktadır. Yargı fireninden hoşlanmayan iktidarların sorumluluğu kesindir.

Duyarsız ve özensiz gidiş

Kuruluşların bağımsızlığına önem vermeyen, geldikleri yerden ayrılmak istemeyen, yenileşmeyi ve gençleşmeyi düşünmeyen gösterişçiler, çıkarcılar, etiket düşkünleri AB parasıyla amaçlarına ulaşmaya çalışmaları bir yana AB yalakalığına soyunmaktadırlar. AB Proje Katkıları adı altında uzatılan oltalara, yemlere kapılanların bağımsızlık, ulusallık, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, kadın-erkek eşitliği, lâikliğin önemi, dürüst yönetim terör kıskacı gibi konulara eğilmeleri yoktur. Sosyal hukuk devleti sorunları, öğrenim birliği sorunları da yoktur. Feodal yapı, tarikat oyunları da böyle. Daha hukuksal, daha güçlü, daha Atatürkçü bir yapı, daha çağdaş ve gerçekçi yönelişler, daha yararlı etkinlikler, toplumsal yaşama daha önemli katkılar için yarışılacak yerde para kapma, iktidarla uyuşma, akıntıya kürek tutumu izlenmektedir. Beceremeyenler, başaramayanlar kuruluşlarına zarar verip ilkeleri yozlaştıracaklarına ayrılmayı yeğlemelidir. Üyeler, kuruluşlarına sahip çıkmalıdır. Başka bir kuruluşun, bir gazete ya da derginin korumasına girip “Varoluşunu hızlandırmak” söylemine gerek duyulmalıdır. Varlığı ayrı, güçlenmesi ayrıdır. Adına yaraşır olgunlukla düşünce ve ilke ağırlığı yeğlenmelidir. Adamın adamı değil, ilke adamı olunmalıdır.

Bir zamanların Cumhurbaşkanı PKK için “Bir avuç eşkiya” demişti. Küçümseyerek büyüttüğü belâ artık devlete kafa tutmaktadır. Yine aynı kişinin “Kanımda kürt kanı var” sözü şimdilerde kimi siyaset ve sanat adamının “kürt olma” sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde sorunların kaynağı daha iyi anlaşılır. Nevruz bahanesiyle alanlara dökülen kürtçülerin Türk bayraklarını, kolluk güçlerini taşlaması, taşıtlara, işyerlerine zarar vermesi, yaralama olayları, Belediye Başkanlarının teröristbaşının resmi altında ve onu öven sloganlar eşliğinde oynaması, üzerinde önemle durulacak durumlardır. Basında “15 Mart Formulü” olarak nitelenen terör zirvesinde alındığı söylenen kararlar doğruysa terör örgütüne teslim olunduğu kuşkusu doğmaktadır. Onlara hiç dokunmamakla olaysız Nevruz geçtiği başarı sayılıyorsa yanılma açıktır. Bölücülerin yukarda sayılan sakıncalı eylemleri yapmamak koşuluyla onlara dokunulmaması sözkonusu olsa idi başarı idi. Ama bölücüler her sakıncalı eylemi yapmışlar, onlara dokunulmayarak olaylar beklenenden az olmuşsa bu başarı sayılamaz. Terör örgütü ve bölücüler istediklerini yapmışlar, yol almışlar, devlet seyirci kalmıştır. Bölücülerin safsataları sürmektedir. Nerde, neyde eşit olunmadığı belirsizdir. Devlet aşağılanırsa nasıl rahat uyunur? Daha neler olması bekleniyordu? Bölücüler, hedeflerine, amaçlarına ulaşmışlar, istediklerini yapmamışlar mıdır? Neyin kavgası var ki barış oluyor, neyin zaferi iki parmakla anlatılmak isteniyor. Kime ve kimlere karşı zafer? Türkiye Cumhuriyeti’ni bu durumlarda bırakmak, bu durumlara düşürmek kimsenin haddi değildir. Son Diyarbakır ayaklanma provaları azgınlığın ve aldırışsızlığın acı örneklerlerindendir.

Kim ve ne olduğu biline biline yurtdışındaki bir tarikat liderinin peşine takılanlar, onun çizgisine geçenler, ona övgü yağdıranlar artıyor ve açığa çıkıyor. Ele geçirdiği yerler, etkin olduğu katlar belli. Değişik boyları, soyları vurgulayarak sözde milliyetçilikle ırkçılık yapanlar da az değil. Atatürkçülüğe karşı çıkılarak Türk milliyetçiliği olamaz, Atatürk’ü yadsıyan Türk milliyetçisi olamaz. Gerçek yurtseverlere "Ne mutlu Türk’üm diyene!" özdeyişinin kıvancı yeter. Başka hiçbir bağa gereksinim duyulmaz, ayrıntıya dayanılmaz. Türklükle övünmek her şeye değer. Milliyetçilik köktendincilikle bağdaşmaz. Şeriatçılara destek verenin sıkışınca bayrak taşıması inandırıcı olmaz. Şeriatçılık ümmetçiliktir, milliyetçilikle birleşmez. Her tür şoven milliyetçiliğin karşısındayız. Tertemiz Atatürk milliyetçiliği çağdaş Türk milliyetçiliğinin adıdır. Bundan korkulmaz, kıvanç duyulur. Cumhuriyetin zencileri olduğunu ileri sürenler cumhuriyet karşıtlarıyla kimi aymazlardır. Biz Atatürk’ü kimseyle karşılaştırmaz ve tartışmayız. Bunu Anayasa Mahkemesi’nin 31. yıldönümü töreninde 1993’de açıkça belirtmiştim.

Gazete sütünlarını dolduran iktidar tutarsızlıklarıyla bunlara yönelik eleştiriler, İstiklâl Marşı’mızı söylettiği için görevinden alınan danışman, Başbakanla tartışan çiftçi hakkında açılan soruşturma, santralların özel sektöre devri, okullara “Peygambere mektup” çağrısı, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına getirilmek istenen birinin İran uygulamasını övüp lâikliği kötülediği yapıtı, Başbakanlık Müsteşarının Şemdinli olayları ve başka oluşumlarla ilgisi söylentileri aralıklarla yinelenmektedir. Bu arada Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri’ndeki konuşması da Şemdinli İddianamesi nedenli Genelkurmay açıklaması gibi ilgi çekmiştir. İddianame açıklamasına karşı çıkanların dayanışması açıktır. Tıpkı önceki Türk Ceza Yasası’nın 141-142. ve 163. maddelerinin kaldırılması için karşılıklı ödün veren ilericilerle gericilerin dayanışması gibi şimdi de demokrasi ve özgürlükten sözederek haklı açıklamaya karşı çıkılmıştır. Ancak Başkanın kişisel konuşması kimilerince hararetle desteklenmiştir. Oysa asıl her yana çekilebilir bu konuşma irdelenmeli idi. Başkanı otoriter bir edâ ile eleştirenlere kimler, donanımları, uzmanlıkları nedir diye sormak gerekir. Ağız değiştiren arslan demokratlar görev yerine göre görevlilere yaklaşmaktadır. Genelkurmay açıklamasının muhataplarını belirlemekte güçlük çekenler, sonraki konuşmaya sarılmışlardır. Duruşa alışanlar, bundan hoşlananlar doğrulara katlanamıyorlar. Kendilerini mutlu kılacak sözler edilince her şeyi unutuyorlar. Lâikliğin tehdit altında olduğunu söyleyen ABD Güvenlik Politikası Merkez Başkan Yardımcısı ve Pentagon Danışmanı Alex Alexiev’in sözleri geçiştirildi. Hilmi Özkök’ün kimi gereksiz ve sakıncalı tartışmaların katılığı ve gerçekdışılığı belirgin iken “Tartışma özgürlüğünden korkmayın”; Atatürk’le ölçülü biçimde başlayan dışa açılma şimdilerde sömürge düzeyinde bağımlılığa dönüşmüşken “İçine kapanık Türkiye olmaz”; Atatürkçülüğe, kurtuluş ve kuruluş felsefemize yönelik iç ve dış saldırılar artarken “Geçmişe saplanmayın”; Batılılar Lozan’ı geçersiz kılıp Sevr’i yeniden dayatmaya çalışırken hiçbir koşul gözetmeden “Türkiye’nin yeri batıdır”; bölücülük, yıkıcılık yurttaşlığı dışlama terörle dayatılır ve türlü sapkınlıklar birbirine eklenirken bunları düşünce açıklaması gibi karşılayıp “Farklı fikirleri vatan hainliğiyle suçlamayın” sözleri tartışılmaz mı? Hainlik yok mu? Sevinip övenlere bakınca duraksanıyor.

Sözde soykırımı savıyla düşmanlıklarını sürdüren, dış görevdeki Türklere kıyan ermenilerle destekçisi ve yandaşlarını ağır biçimde kınamak varken Atatürk’ün karşı olduğu İttihatçıların liderini gereksiz övgülerle gündeme getirmek yalancı, ikiyüzlü, dönek, sapkın ve terbiyesizlerin bile tepkisini aldı. İyi düşünmeden yola çıkılmamalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/104/ozgun104.htm


..