Fiyasko
Yekta Güngör Özden,
12.06.2006
Aşırı mevsim sıcakları olağan düzeye güçlükle iniyor. İç ve dış siyasetteki dalgalanmalar çekiciliğini koruyor. Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı’yla başbakanlıkta uzun süren görüşmesi, anamuhalefet liderinin “Sakın ha!.” deyişinin anlamı üzerinde kestirmeleri yoğunlaştırdı. ABD’nin Başbakanın görüşme isteğini karşılıksız bırakması tartışılıyor. El-Kaide’nin Irak temsilcisi Zerkavi’nin öldürülmesi terörle bir yere varılamayacağının doğrulanması sayılırken Usame Bin Ladin’in ne yapacağı soruları birbirine ekleniyor.
Cumhurbaşkanı’nın İsrail gezisi sırasında ziyaret edeceği Filistin’de durumun karışıklığı ilgilileri düşündürüyor. Filistin Devlet Başkanı’nın İsrail’i dolaylı tanımak konusunda Hamas’a tanıdığı süreden sonra referandum gündeme gelecek. Belirsizlik, olumsuzluk başka bölgelerde de var. Uranyum zenginleştirmesinden vazgeçmeyen İran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleriyle Almanya’nın ortak önerisini inceliyor. AB görevlisi H. Solana’nın açıkladığı umudun gerçekleşmesi dileği yaygınlaşıyor.
Fransa’nın demoklesin kılıcı biçiminde askıya aldığı “soykırım inkârına ceza yasası”nı Hollanda ele aldı. Türkiye’nin hâlâ etken bir karşı çıkışı yok.
AB istemiyle önerilen Müzakere Pozisyon Belgesi’ndeki “Türkiye’nin eğitim sistemi lâiktir” tümcesi Başmüzakereci Babacan’ın buyruğuyla metinden çıkarıldı. Lâiklik paranoyakları sevindi. Durumlarını borçlu oldukları lâiklikten bu ölçüde rahatsızlık duymaları niteliklerini daha iyi açıkladığı gibi takiyyelerini de kanıtlamaktadır. Ellerine geçen her olanağı, her fırsatı lâikliğe karşı kullanmaktadırlar.
Hele Başbakan’ın sıkmabaş bezi için devleti temsil eden Büyükelçi’yi güç durumda bırakan tutumu, ne olduklarını, ne olabileceklerini çok iyi göstermiştir. Kendinibilmez dincilerin Büyükelçiye ölçüsüz, tümüyle haksız tepkilerinin nedeni de Başbakanın bağışlanmaz tutumu, dincilere yaranma çabasıdır. Büyükelçi kendine yaraşan biçimde davranarak olayların büyümesini önlemiş, çirkinliği engellemiştir.
Annan Plânı’na “Evet” denilmesi için söz verilen KKTC aldatılmıştır. Şimdilerde de oyalanmaktadır. Denktaş’ı haklı çıkaran tutumlar Kıbrıs’ın geleceğini de karartmaktadır.
İçeriye dönünce
Terör azgınlığını sürdürüyor. Cudi ve Kelahmet dağlarındaki yeni şehitten sonra (Mayıs sonunda Haziran’ın ilk haftasında) üç şehit daha verildi. Yaralılar ayrı. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sözleri “Ya taksim ya ölüm” ile “Türkiye lâiktir lâik kalacak “ sloganlarını anımsatıyor. Terörü önlemekte halkımızı savunmakta daha etkin olması beklenen kolluk güçlerinin arkasında siyasal irade yok mu? Araç-gereç mi yok? Yanan yüreklere su serpecek olumlu gelişme var mıdır? Nasıl oluyor da dağda yuvalananlar örgütlü silâhlı güçlerimize bu ölçüde zarar veriyor, kendileri kurtuluyor? Varsa eksiklik, boşluk, bozukluk nerede? Hani onbinlerce asker sınırları tutmuştu? İçeridekilerle neden başa çıkılmıyor? Müzelerdeki soygun ve sahtekârlık olayları toplumsal sorunların ürkütücü boyutlarını sergilemektedir.
Fiyaskoyla sonuçlanan komplo yakıştırmaları iktidarın dinci terör kışkırtıcılığını örtme çabalı suçlamaları bulanıklığı koyulaştırmaktadır. Silâhlı Kuvvetleri yıpratmaya siyasal oyunlara gerekçe bulmaya ya da akıllarına koyduklarını gerçekleştirmek için uygun ortam yaratmaya yönelik konuşmalar, girişimler bakalım ne sonuç verecek? Gizliliği zorunlu hazırlık soruşturmasındaki anlatımların belli basın organlarında yayımlanmasına ilişkin doyurucu bir açıklama, sorumlular hakkında işlem bilgisi de duyulmamaktadır. Yargısal, hukuksal işlemlerin siyasal nitelik kazanması tehlikelidir. Emniyette kadrolaşma, Silâhlı Kuvvetlerle emniyet zıtlaşması, karşıtlığı ya da anlaşmazlığı herkesin karşı çıkması gereken bir olumsuzluktur.
Kendi çalışanlarının bile kınadığı TRT, iktidar borazanlığında direnmektedir. Gericiliğin sesi olmak kimseye yarar getirmez.
Gerici öğrencilere af üstüne afla sağlanmak istenen olanaklar iktidar kadrolaşmasının ve arka bahçe genişletmesinin sonucudur. İktidarın kimlere nasıl baktığının belgesi sayılacak amaçlı açılımlarının son örneklerinden biri de yüksek yargı organlarının üyeleriyle, yargıçlar ve cumhuriyet savcılarının aylıklarında artışa gidilmesi, emekliliklerine yansıtılan artışların daha önceki emeklilere tanınmamasıdır.
Yinelense yeridir
Telekom özelleştirmesinin sakıncalarına ilişkin açıklamalar ilgiyle izlenecek içeriktedir.
Eleştiriye katlanamamanın siyasal Parti diktatörlüğünün gündeme getirdiği ihraçlara başlanmıştır. Yolsuzluk savının incelenip sonucuna göre işlem yapmak gerekirken, aykırılıkları ve kötülükleri önlemeye yönelik eleştiriler cezalandırılmakta, uyarıya göz ve kulak kapatılmakta, yakınılan olayların üzerine gidilmemektedir. Partisi içinde demokrasiyi gerçekleştiremeyenler ülkede demokrasiye katkıda bulunamazlar.
Görevlerini yapan polislere milletvekilinin isteği üzerine uygulanan ceza nitelikli işlemler kamu vicdanını yaralamaktadır. Kur’an kursları, imam hatip okulları, sıkmabaş, mescit-camii sınırlı iktidar seçmenlerinden başkası iktidar için önem taşımamaktadır.
DTP Kars İl Başkanı’nın teröre başvurma çağrısı nitelikli konuşması ilginçtir. 1997’de dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri arasında yanlışlıkla yer verildiğini söyleyerek onlardan olmadığını anlatmaya çalışan bu Başkanın bugünkü tutumu geçmişe yönelik kimi eleştirilerin doğruluğunu ortaya koymaktadır.
Atatürk Orman Çiftliği’nin giderek daraltılan alanı büsbütün talana açılmaktadır. İmar yetkisinin Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne verilmesi demokratik kitle örgütlerini ayağa kaldırmıştır. Büyük Atatürk’ün armağanları ve emanetleri birbir kaldırılmaktadır. Türk Tarih Kurumu’yla Türk Dil Kurumlarının 1980 sonrası sahiplerinin elinden alınması gibi AOÇ de kuruluş amacına aykırı biçimde başka ellere bırakılmak istenmektedir. Kamu yararının sözkonusu olmadığı, belediyeye gelir sağlamak için gözden çıkarılmak istendiği anlaşılan AOÇ konusunda etkin toplum tepkisine iktidarın önem vereceğini sanmıyoruz. Yakın yapılanmalar dokuyu bozmuştu, tümüyle bozulmasın.
İmam Hatip Liseleri Derneği Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanını da kapsayan çirkin eleştirilerine iktidar kesiminin sessiz kalması da yukarıdaki kanımızı doğrulamaktadır. Beyinleri bezle sarılı yürekleri katı kimselerin yararlı olmaları beklenemez. Silâhlı Kuvvetler’de din subayı olması istemleri de köktendinci açılımlarının ölçüsüzlüğünü açıklamaktadır. Gelibolu’daki Tarihi Millî Parkın tanıtım merkezi kitaplığının mescide dönüştürülmesi de iktidar-yandaş dayanışmasının ürünüdür. Bu ortamda kimi lâiklik paranoyaları hâlâ ve sıkılmadan şeriat adımlarını “şehirleşme, orta sınıflaşma, dışa açılma” sayılmasını önermekte, lâikliği gardropçuluk, resmî klişelere indirgenmiş ideoloji egemenliği olarak suçlanmakta, Türk lâikliğini çatışmacı göstermeye çalışmaktadır. Barışçı, insancıl, uygar amacını ve kazandırıp sağladıklarını unutup yadsıyarak.
Ekonomik sorunlar gereken ilgiyi görmemektedir. SSK’ndan aylık alan 4 milyon kişinin yüzde 82’sinin 569 YTL olan açlık sınırının altında yaşadığı açıklanmıştır. Sofrasına sıcaklık ve yeterlik getirilmeyen seçmenden oy beklenemez. Dışalıma dayalı sanal büyüme asla gerçek büyüme değildir. İşsizliğe çözüm bulmadan kalkınmadan sözeden kimseler inandırıcı olamazlar. Doların değerindeki düşüşün sakıncaları içte ve dışta sarsıntı getirecek boyuta varırsa yapacak az şey kalır. Yükselişin getirdiği dalgalanmanın sonuçları özenle izlenmelidir. Olay % 25’e yaklaşan bir devalüasyondur. Enflâsyon artacaktır.
“Fetva ve ferman dönemi” uyarılarımız boşuna değildi. Dinsel hiçbir sakıncası bulunmayan organ naklinin “dinen caiz olmadığını” söyleyen sözde din adamlarının, din bilginlerinin bulunduğu ortamın bizi nerelere sürükleyeceği bilinmelidir. Dinci terörün kaynaklarını salt akçalı güce bağlamak yanlıştır. Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklikler tartışılırken silâhsız terörün terör örgütü kapsamından çıkarılması düşünülüyormuş. Hem terör denilecek, hem de silâhsız terör ayrımı yapılacak, tam bir çelişki. Örgütlenme özgürlüğü savunucularının yapmaya çalıştığı sınırsızlık ve sorumsuzluk ortamı demokrasi, disiplinsiz demokrasidir. Örgütlenme heveslilerinin en büyük örgüt devleti yadsıyarak kurduğu yeni örgütler sözde ilericileri, sözde demokratları uyarmalıdır. Kanımca, Cumhuriyet’in niteliklerine yönelik çıkışlar da terörü, özellikle iktidarın sıyrılmak istediği dinci terörü kışkırtmaktadır.
Son günlerde, nükleer enerji, toprak yitimleri yakınmalarına, önü alınamayan gasp, kaçakçılık eylemleri eklendi. Kadına dayak sorunu, yasa değişikliği ile olağan kılınmaya çalışılıyor. İzlenmesi yakınmaya bağlı olmadan ilgili katların doğrudan elkoyması gereken olayların başında gelmelidir. Kadını yadsıyıp dışlayan, aşağılayan tutum, değersiz bulan anlayış giderilmedikçe, düzeltilmedikçe kadınlarımız olumsuzluklardan kurtulamaz. Kadını saymayan erkek kendini inkâr etmiş olur.
Balıkesir’de 17 maden işçisinin ölümü de ulusumuzu şehitler ölçüsünde üzdü. Fethullah Gülen’in önceki sağ kolu Nurettin Veren’in açıklamalarına ilgililerin yaklaşımı merak edilmektedir. Vereceği bilgilerin önemi yadsınamaz. İyi değerlendirilmezse “Cumhuriyet’e bomba atanlar yakalansaydı Mustafa Yücel Özbilgin ölmezdi” görüşü bir kez daha doğrulanır. Ahmakça ve aptalca yaklaşımlarla suçları başkalarına yüklemek kurnazlığı etkin yargı işlemleriyle yerini bulmalıdır.
Kimi ilginçlikler
Başbakan terörün dinci olmasına, bu gerçeğin söylenmesine katlanamıyor. Söylem ve eylemleriyle cesaret verip kışkırttıklarıyla başedemeyeceklerini düşünüp çekiniyorlar. Bu terör bir gün kendilerine de yönelebilir. Sıkmabaşlılar ve destekçileri kendi iktidarlarını güç durumda bırakmamak için cami alanlarına çıkmayıp bekliyorlar. Bir-iki aceleci ve aşırı oyunu bozunca maskeler düştü.
Çirkinliğe bakınız. Gazete-dergi sayfaları, televizyon ekranları sıkmabaşlı kadınların yapay gülücüklerini gösterirken yanlarındaki açıkbaşlı kadınların uygar duruşunun çekiciliğini yansıtıyorlar. Babalarının, kardeşlerinin ya da eşlerinin baskısıyla sıkmabaş kullanan kızlar-kadınlar, yakınlarının siyasetlerine ya da ilkelliklerine araç oluyorlar. Altı-yedi yaşlarında başlayan kapanmanın istence, ilkeye, inanca, modernliğe yürüyüş olduğunu kimse savunamaz. Savunsa da inandıramaz. Kimilerinin saklamak istediklerinin örtüsü olarak kullanılan sıkmabaş, uzun giysi Türkiye’mize ilişkin olumlu kanıları silip süpüren görüntü oluşturuyor. Dışişleri Bakanı “Sorun yok, görüşmeler sürüyor” dese de eğitimin lâik olduğuna katlanamayanların, ilerde neler söyleyip kotaracakları bilinemez. Lâiklikten huysuzlananlar toplumsal barışı, inanç özgürlüğünü, demokrasiyi nasıl savunur? Dönek ve sapkın bir iki yazarın sözcülüğü yeterli olur mu? Başbakan adamlarına “başka gömlek giymeyin” diyor. Millî görüş gömleğini çıkartmak istemediği, çıkarmadıkları belli. İlerde bunlara “Gömlekçi ya da çamaşırcı” diyebilirler.
Gazeteleri uygulamalarına karşı çıkan zıt kardeşlerin kürtçü ve dinci teröre karşı aynı tepkiyi gösterdikleri oluyor mu? Atatürk cumhuriyeti ve lâiklik karşıtlarının ortaklığı saldırılarını sürdürüyor. TRT, amaçlı sayılacak biçimde bu karşıtlardan kimilerini konuşmaya çağırıp anlamadıkları yargı kararlarını karşıoyları çarpıtıp saptıran dayanaksız görüşlerini dinletiyor. “Evrensel anlamda lâiklik gereğinden” sözederek şeriatçı akımlara olanak sağlama çabalarına araç oluyor. Çocuklarını bildiğimiz kimileri ileri gidecek yerde kaldıklarını gösteren tutarsız görüşleriyle sırıtıyor. İktidar şakşakçılığı, dinci yandaşlığı, döneklik, sapkınlık demokratlık olarak gösteriliyor. Evrensel yorumdan sözedenler muhkem ve müteşabih ayetler ve çağdaş yorumlarda taş kesiliyor. Medya, genelde, çoğunlukla ruhu çirkin, beyni çirkin, dili çirkin, yüreği çirkin, yaşamı çirkin makyaj gençlerini-güzellerini şımartıyor.
Kimi bir şey sanılanlar da böyle. Yıllardır lâiklik, Türk Devrimi, Atatürk İlkeleri, bağımsızlık, insan hakları ve özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, barış, gençlik, kadınlara çağdaş yaklaşım, anayasal düzen, devlet saygınlığı, ülke tümlüğü, ulusal dayanışma konularını işlemeye çalışan; terörü, ayrımcılığı, başta inanç sömürüsü olmak üzere her türlü sömürüyü, şiddeti. Ahlâksızlığı, adaletsizliği, şeriatçılığı, tarikatçılığı, ağalığı, şeyhliği, dönekliği, sapkınlığı, terbiyesizliği, sahtekârlığı, rozetçiliği, ikiyüzlülüğü, yalancılığı, şarlatanlığı kınayan kimseler için “onlardan ayrıyız, uzak durun, millet onlardan allerji duyuyor” diyen büyüklenme hastalığına tutulmuş bunaklık belirtileri saptananlara ne demeli? Zaman kimin ne olduğunu daha iyi gösterecektir.
Kimileri de yaptıklarından ve yapamadıklarından Kemalist iktidar istiyor. Kemalist parti olmadan kemalist iktidar olur mu? Sizin gibi Kemalist olur mu? Batırıp bitirdikleri, sakıncalı biçimde kuruluşlarını kimilerinin etkisine ve emrine verdikleri yetmiyormuş gibi gençleşmeye ve yenilenmeye karşı oyunlar tezgâhladıkları izlenenler sorumluluktan kurtulamazlar. Tertemiz elleri, yepyeni yüzleri bırakıp tutkularına yenik düşenler de.
TOBB’nin Genel Kurulu’nda çocuklar gibi elele tutuşarak poz veren liderlerin sözleri, davranışları gözetildiğinde kimlerin eline kaldığımız üzüntüsü ağırlaşıyor. İktidarbaşının sesini yükselterek etkileyeceğini sanması şarkısını bağırarak bitirenlere benziyor. Anamuhalefet liderinin geniş açılı çağrısı sıkmabaşlılarla poz vermesi, giysi düzensizliğini ele alan milletvekiline karşı çıkması, iktidar içinden cumhurbaşkanı adayı göstermesi düşünceleri karartıyor. İktidarın ele alıp bozduğu kimi sorunları daha önce çözümleyemez miydi?
Yeri gelmişken parti gruplarındaki müsamere benzeri duruma da değinelim. Lider kürsüye çıkarken ve kürsüden inip yerine geçerken ayağa kalkma alışkanlığı iyi karşılanmıyor. Grupta her toplantıda bir sorun ele alınıp her boyutuyla incelenip irdelenmeli, grup üyeleri bilgilendirilip o konuda ilke kararı saptanmalıdır. Ülkenin yüzlerce sorunu var. Böyle nitelikle çalışmalar yerine liderlerin gösterisine bırakılan kürsüde bağırıp çağırmalar, kabadayılıklar, rozet takma gösterileri sergileniyor. Halkın benimseyeceği eleştiriler, sorunlara çözümler, destek olma ve karşı çıkma dayanışmaları gözardı ediliyor. Partizanlık ve lider diktası ağır basıyor. Yazık.
Olumsuz direnmeler
İslâm tacirleri boş durmuyor. Parti toplantılarına götürülen öğrenciler, okullarda toplantılar, öğrencilere dinci yayınların dağıtılması bunlardan kimileri.
Eleştirileri “Bunlar Millî Şeflik özlemi” diye karşılayan iktidarların dangır dungurları.
Irakta yitenler ve ölenler yüzleri aşmışken eli-kolu bağlı yönetimin çâresizliği.
Türkiye’nin durumunu, özelliklerini gözetmeden “Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin önerisi”.
Yargıtay ilgili ceza Dairesi’nin bozma kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz ederek Hrant Dink’e kurtulma umudu vermesi.
Uygulanmayan yargı kararları, gizli kararnameler.
İçki yasakları, kadın erkek ayrımı düzenlemeleri.
Cami ve mescit yapılarının hızla sürmesi.
Başbakan’ın “ Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz ” sözünün “ Şehitlerin canını kim aldı? ” sorusuna neden olması.
Daha neler neler...
Değişik adlarla satışa çıkarılan kimi yayınlarda Atatürk karşıtlığı gerçekdışı anlatımlarla sürüyor. Kimileri de Atatürkçü görünerek Atatürk’ü karalıyor. Atatürk karşıtlarının yalan ve yanlışlarını kaynak gösterip onlara yollama yaparak, onlara dayanarak, onları tanık tutarak yayın hazırlayan sözde araştırmacılar türedi. Bozuk tümceler “yayın”la “yayım”ı ayıramayan imlâ ve dil bilgisi kuralları bilmeyen, büyük harf ve noktalama işaretlerini kullanamayan kimileri yazarlığa soyunuyor. “Resmî tarih” suçlamalarına kendini kaptıran bir-iki çocuk da bunlara araç oluyor. Atatürk’ü kötüleme aşağılama, küçük düşürme ve alaya alma kampanyasının bir türü de Lâtife Hanım övülerek yürütülüyor. Abartılı hayranlıkla yalanlanıyor. Topal Osman’ın adamlarının saldırısından bir gün önce Atatürk’le Lâtife Hanım’ın istasyondaki eve gitmeleri gerçeğine ters düşen savla ortaya çıkan düzmecelere yer verilebiliyor. Atatürk’ün kadın giysisiyle Çankaya’dan kaçtığı yazılabiliyor. Tarihçiler, konuşması gerekenler de susuyor. 30 Ağustos 1922’nin kahramanına Mart 1923’de yakıştırılan durum düşündürücü değil mi? Düşmanlık böyle düşürüyor insanları.
Değinmeden geçemeyiz
TBMM Başkanı lâikliğin yorumunu ve tanımını istemiş. Hukuk öğrenimi görmek hukukçu olmaya yetmiyor. Demekki Başkan lâikliği bilecek düzeyde ve durumda değil. Kaldıki her kavramın, her hukuksal kurumun tanımı da olmaz. Anayasa’nın değişik maddelerinde geçen kimi kavramların tanımı da Anayasa’da yok. Kimi kavramlar tanımlanarak sınırlanamaz. Anayasa’yı yorumlayarak güncelleştirmeye, Anayasa’ya aykırılığı ya da uygunluğu saptayarak bağlayıcı yargısını açıklamaya yetkili tek organ Anayasa Mahkemesi’yle Yargıtay ve Danıştay kararlarında lâikliğin anlaşılıp benimsenmesine, uyulup uygulanmasına yeterli tanımlar var. Bunları yasakoyucu yerine geçerek kural koyma olarak nitelemek hukuktan ve Anayasa’dan anlamamaktır. Asıl amaç, lâikliği sulandırmak, yozlaştırmak, kendi köktendinci anlayışlarına uygun bir sınıra çekmektir. 1 Mart 1991’de DTCF Farabi Salonu’nda yönettiğim Türk Ceza Yasası’nın 141-142 ve 163’üncü maddeleriyle ilgili açıkoturumda vurguladığım gibi lâikliği yasalardan, Anayasa’dan da çıkarsalar, ulusumuzun yüreğinden ve beyninden çıkaramazlar. Uğraşları boşunadır.
Halk dilinde “Ârif olan anlar-Ârife târif gerekmez” sözleri anımsanmalıdır. Anlatma, açıklama yeterlidir. Lâikliğin birçok anlamı vardır. 1921 Anayasası’nın 1. maddesiyle gündeme gelmiş, 3 Mart 1924 Devrim Yasalarıyla eylemli olarak yaşama geçmiş, 1926 Medeni Yasası’yla tümüyle benimsenmiş, 5 Şubat 1928 ve 10 nisan 1937 Anayasa değişiklikleriyle özümsenmiş, öbür Devrim Yasaları ve uygulamalarıyla perçinlenmiş lâiklik, nerdeyse 80 yılı geçen bir süreden bu yana aydınlığıyla ulusal birliği güçlendiriyor. Tanımına şimdi mi gereksinim duyuldu? Başkan, ne olduğunu bilmeden mi TBMM’de and içti? Şimdi mi aklı başına geldi? Öneri bir kafa bozukluğu ürünü değilse nedir? Anayasa’nın birçok yerinde geçen lâikliğin ne olduğunu bilmeyen, anlatamayan TBMM Başkanı olur mu? Bu konuda o kadar çok karar alındı, kitap, dergi, yazı yayımlandı ki bir kitaplığa sığmaz. Demek ki Başkan bunları okumadı, anlamadı ya da işine gelmedi. Oysa yeterli bir TBMM Başkanı lâiklik konusunda en doyurucu anlatımlarla beğeni toplamalı idi. Devletin belirgin niteliğine karşıtlık sergileyerek bu makamlarda oturulmaz. Türkiye’de lâikliğin değerini bilmeyen milletvekili, yurttaş olamaz. Kurtuluş ve kuruluş bilgisi yeterli olanlar lâikliği savunur ve güçlendirir.
Işıkları çok ve sürekli olsun
Kızı Ece’nin doğumunu sevinerek anlatan gazeteci Kemal Saydamer’in yitimi derinden üzdü. Yakınlarının acılarını yürekten paylaşırız. Bir ara Anayasa Mahkemesi’ne sık gelen Saydamer’in içtenlikli davranışlarıyla duyurduğu güven kimilerine örnek olacak düzeydeydi.
http://www.turksolu.com.tr/109/ozden109.htm
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder