1 Ağustos 2018 Çarşamba

40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı için notlar..


40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı için notlar..
 
 
Prof.Dr.Sait Yılmaz
02 Mart 2018
 
Suriye’nin kuzeyi, terör örgütü tarafından Güney Kürdistan olarak adlandırılıyor ve üç ayrı bölgeye ayrılıyor. Terör örgütü tarafından verilen isimleri şu şekilde; en doğuda Rojova (Kamışlı veya Cezire), Kobani (Arap Pınarı) ve Afrin (Türkmen Dağı). Afrin’e Kürtler, tıpkı Doğu Anadolu sınırına yerleştirildikleri gibi Türkmenleri izole etmek için Yavuz Sultan Selim zamanında yerleştirilmiş. 1980’li yıllarda PKK’nın Suriye’deki yapılanmasına Rusya ve Esat ailesi yardım etmişti. Afrin sadece PKK’ya değil, Türkiye’ye saldıran pek çok terör örgütüne yataklık etti, militan yuvası oldu. 1988 yılında Suriye ile yapılan mutabakat sonrası bu teröristler yok olmadılar, yeraltına çekildiler. Suriye istihbaratı (Muhaberat), Öcalan ile yakın temas halinde idi. 2011 yılında iç savaş başlayınca Türkiye, ABD ile rejim muhalifleri tarafında olduğundan Esat rejimi, kendilerine sadık gördüğü PKK’ya Kürt bölgelerinde kontrolü sağlama, Türkiye’ye rahatsızlık vererek dikkatini dağıtmasını istedi. Nitekim Afrin bölgesinin sınırları, Esat ve Rusya’nın desteği ile genişledi. Ancak, 2014 yılında PKK terör örgütü, Kamışlı’da IŞİD karşısında yetersiz kalınca ve Esat’tan yardım alamayınca ABD’den yardım istedi ve o tarihten sonra Esat ve Rusya ile yolları ayrıldı. Böylece PKK, Kürt olmayan bölgelerde de hızla yayılmaya ve Suriye’nin kuzeyine başka ülkelerden militan ve Kürt nüfus taşıyarak demografiyi değiştirmeye başladı. Rusya’nın halen Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında PKK’yı cezalandırarak yanına çekmeye mecbur bırakmak ve ABD’yi yalnız bırakmak var.
PKK terör örgütü için yoğun bir terör üs faaliyeti olan Afrin, İkinci Kandil olarak adlandırılıyor. Hemen karşısındaki İslahiye şehrimiz ile akrabalıkları çok. 250 bin nüfuslu Afrin’in nüfusu %40-50 Kürt, geri kalanı Arap ve Türkmen. Dinin inançları çok zayıf olan Afrin Kürtleri, on yıllarca PKK tarafından siyasallaştırılmış, ideolojik olarak sol eğilimli ve örgüt ile iç içe olmuş ve örgüte taban sağlamış. Bu yüzden TSK girdiği köyleri birkaç kişi dışında genellikle boş buluyor. Amanos ve Akdeniz bölgesindeki PKK faaliyetlerinin üs ihtiyaçları ve lojistiği buradan sağlanmış. Uzun zamandır terör örgütüne militan devşirmede önemli bir kaynak olmaya devam ediyor. Nitekim bölgeden devşirilenler ve yabancı savaşçılar ile birlikte PKK’nın toplam gücü 70 bine, Afrin’de ise 20 bin kişiye ulaşmış durumdadır. PKK, halkı çok önceden eğitmiş ve silahlandırmış. Halkın Afrin dışına çıkmasına engel oluyor ve çatışmalarda canlı kalkan olarak kullanıyor. Nitekim ilk savunma hattının düşmesinden sonra halkı içeriye, şehir savunmasına çektiler. Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı’na göre çok daha kolaydı. Çünkü bölge halkı dost ve arazi düz idi. Afrin’de ise arazi engebelik ve ağaçlık bölgeler görüşü azaltıyor, terör örgütünün gizlenmesini ve savunmasını kolaylaştırıyor. Diğer yandan Afrin bölgesinde yollar çok az ve kapasiteleri sınırlı. Harekâtın 40. Gününde ancak birinci aşama olan 10-12 km. derinlikteki ilk savunma hattı geçildi. Bundan sonra asıl savunma hattı ve şehirlerde çatışmalar sürecek. Şu ana kadar Afrin bölgesindeki 7 büyük kasabadan sadece biri temizlendi. Bundan sonra terör örgütü, aylardır hazırlık yaptığı tüneller, hendekler ve yeraltında savunmaya çalışacak yani IŞİD taktiğini izleyecek. ÖSO, harekâta destek anlamında çok işe yaramıyor. Faaliyetleri bölgeyi tanımaları ve dil bilmeleri nedeni ile daha çok kılavuzluk ve temizlenen bölgeleri tutmak ile ilgili. Bunun dışında TSK harekâtının yerel güçlerle yapıldığı imajı için gerekli bir güç olarak kullanılıyor.
ABD’nin barış anlayışı savaşan taraflara merkezi gücün özerk bölgeler tarafından paylaşımını öngörüyor. Bunun için 1980’deki Taif Anlaşması ile yürürlüğe giren Lübnan modeli örnek gösteriliyor. Daha önce Türkiye’deki bölücü terör için barışçı yol haritası belirleyen David L. Philips, “How Syria Civil War Ends (Huffington Post) adlı makalesinde
ABD’nin Suriye için barış planını özetliyor. Suriye’de de Aleviler, Sünniler ve Kürtlere verilecek bölgelerin kendi yönetimleri, ekonomileri ve kendilerine yetecek doğal kaynakları olmalıymış. Böylece çatışmalara kökten çözüm bulunurmuş. Devlet başkanı seçimlerle değişmeli, istikrar için güvenlik garantisi verilmeliymiş. Güvenlik garantisi verilince yerinden edilen kişiler de geri dönermiş. Uluslararası işbirliği için ABD, başhakem olmalı imiş. ABD Başkanı’nın gücü ve etkisi dünyayı daha iyi yapmak için en önemli unsurmuş. Ama ülkenin yeniden inşası için başka ülkeler elini cebine atmalı imiş. Adalet, ülke yöneticilerine bırakılmamalı, insan hakları ve savaş suçları için geçişli adalet olmalıymış. Geçişli adalet, Esat ve çevresindekilerin af taleplerini inceleyecek, devlet kurumlarından hesap soracak ve güvenlik yapılanmasında denge sağlayacakmış. Bunlar yapılırken Rusya ve İran devre dışı bırakılacak, Türkiye isteksiz de olsa kontrol ettiği bölgelerden çıkarılacakmış. Çünkü kalıcı bir barış için tüm yabancı güçler çekilmeli imiş. Bunun yerine BM Barış Gücü gelmeliymiş.
Türkiye’nin Afrin’e el koyması PKK’nın çözülmesine ve büyük güç kaybına neden olabilir. Öte yandan, Türkiye; Esat rejimi, RF ve İran ile Fırat’ın doğusu için işbirliği seçeneğini de kullanmalıdır. Ancak, Esat-RF işbirliği, Türkiye’nin zamanı gelince bölgeden çıkacağını hesaplıyor. Rusya hala Afrin’i istiyor ve Kürt kartını ABD’nin elinde almayı hedefliyor. Öte yandan Esat-RF ile pek çok konuda aynı şekilde düşünmüyoruz. Suriye’nin ve Esat rejiminin geleceği, Kürtler, ÖSO ve Sünni gruplar hakkında farklı beklentilerimiz var. Türkiye’de Suriye’de Sünni, diğerleri ise Alevi yani Esatlı bir rejim istiyor. Suriye içinde iç savaş artık son dönemlerine girerken savaş sonrası için demografi ve mezhepsel düzenlemeler yapılıyor. Örneğin Esat rejiminin Doğu Guta başta olmak üzere kalan Sünni muhalif grupları Şam ve Humus etrafından temizlemeye çalışıyor. İdlib ile ilgili gelişme, ÖSO (bölgedeki sözde ılımlı İslamcı militan grupların ittifakı) ile radikal El Nusra uzantılarının son günlerde bir ölüm-kalım çatışmasına başlaması oldu. Böylece İdlib’in uluslararası olarak düşman kabul edilen radikal İslamcı El Kaide’den temizlendiği savı kullanılacak. Artık pek çok etnik ve dini grup savaşın başlangıcındaki yerinde yaşayamayacak. Bölgedeki Türkmenler ise ne sahada var, ne masada. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkmenleri dışladık ve sembolik bir mevcut ile ÖSO’nun içindeler. Türkiye’de faaliyet gösteren Türkmen Meclisi ve Türkmen dernekleri dikkate alınmıyor. Astana Süreci’nde de yoklar. Yüzyıllardır olduğu gibi 1918’de Misak-ı Milli içinde iken bıraktığımız Türkmenler hala sahipsiz durumdalar. Hâlbuki Fırat Kalkanı bölgesi, bir Türkmen bölgesi haline kolaylıkla getirilebilir. İdlib ve Afrin’e Türkmenlerin dönüşü sağlanabilir. Suriye ile ilgili barış planı ve Anayasa taslağı içinde Türkmenlerin de hakları korunmalıdır.
 İdlib-Afrin-Fırat Kalkanı arasında Sünni Arap değil, Türkmen odaklı bir bölge kurulmalıdır.
 
***
 

5 Ocak 2018 Cuma

Geçmişten bir yılbaşı gecesi

Geçmişten bir yılbaşı gecesi
 
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
 
 
1961 yılı benim için çok önemli olayları yaşadığım bir yıldı. Zaten gelişinden de belliydi önemi.
 
İlk defa rahmetlik Annem ve Babam beni, kendileri ile beraber Yılbaşı kutlamasına götürmüşlerdi. Onlar için, benim bu kutlama dediğim kavram akşam yemeği idi ama benim için evin dışında, ışıklardan, müzikten, birlikte şarkıların söylendiği, dansların edildiği bir ortamda başımın döndüğü bir kutlamaydı. 
 
Artık tek haneli yaştan çıkmış iki haneli yaşa geçmiştim. Üstelik ilkokulu bitirmiş Ortaokula başlamıştım. Anne ve Babamla da olsa gece dışarı çıkmış, bir eğlenceye katılmıştım. İşin gerçeği artık çocuk değil delikanlıydım. Büyüteçle aynanın karşısına geçer yüzümün her tarafını milim milim incelerdim. Olmaya ki adına sakal denilen ve erkekliğin sembolü olan, benim de arkadaşlarıma caka satacağım bir tüyü tespit eder, arkadaşlarıma gösteririm diye.  
 
Dudaklarımın üstünde bir iki tane belirli belirsiz siyah tüy başını çıkartmıştı o yıl. İçimi büyük bir heyecan kaplamıştı. Babam elektrikli tıraş makinası ile tıraş olurdu. Ben onu hiç sevmezdim ve aklım hep, yüzümü köpükle kaplayıp, içine jiletin takıldığı tıraş bıçağı ile tıraş olmaktaydı. Nasıl da havalıydı öyle tıraş olmak. Artık Sarayönü’ne gittiğimde gözüm jilet ve tıraş makinesi satan dükkânlardaydı. Nedendir bilinmez, yolum da hep onların önünden geçerdi, gideceğim yere uysa da uymasa da. Büyük bir havayla “Ralleigh” marka askeri yeşil renkte boyalı bisikletimi, kaldırıma park eder, iner ve büyük adam pozlarında tıraş makinelerine bakar ve en iyisini seçmeğe çalışırdım. Önce gözüme kestirmeli,yeterli parayı biriktirince gidip almalı, sonra da odamda iyice gizlemeliydim. Eğer ortaya çıkar da rahmetlik ağabeyim görürse önce beni makaraya alır, sonra da ele güne rezil ederdi. Böylesine önemliydi bu konu benim için.
 
İlk sakal tıraşımı olduğum gün, yüzümde dudaklarımın üstünde üç beş tane siyaha çalan tüylerden başka bir şey olmamasına rağmen ben, kocaman bir adam gibi, tüm yüzümü sabunla kaplamış, tıraşa hazır etmiş, sonra da büyük bir keyifle, olayın tadını çıkara çıkara, herhalde yarım saat süren bir sakal tıraşı ritüeli yaşamıştım.
 
1961 yılının yılbaşı akşamı, o dönem Lefkoşa’nın göz bebeği olan Çağlayan Gazinosuna gideceğimiz belli olunca beni müthiş bir heyecan kaplamıştı. Zaten benim hatırladığım birkaç yer vardı ona benzeyen sık sık gittiğimiz. Bazen rahmetlik Annibal’ın Zafer Sineması karşısındaki kebapçı dükkânına giderdik, bazen de Boğaz’daki, sanırım adı “Cennet Taverna” olan restorana. Babam o yıl, plakası “V 456” olan arabasını satmış yerine yepyeni “Y 066” plakalı beyaz bir Jaguar almıştı. Tam bir kuğu gibiydi Jaguarımız. Dönemin en son teknolojisi ile donanmış yapısı ile yollarda sessizce süzülür, kendisinin karşısında hiçbir araba duramaz, hiçbiri de yarışamaya cesaret edemezdi.
 
O gece, Çağlayan Gazinosu’na gitmeden evvel, evde yapılan küçük kutlama yemeğinden sonra annem masaya kocaman bir yeni yıl pastası koydu. Üzerinde “1961” yazan, her yeri çikolata ile kaplı, ağzımın sularını akıtan muhteşem bir pasta... Özelliği de yeni yılın şanslısının kim olduğunu tespit etmek için içine bir tane “Çifte Şilin” konmuş olmasıydı. Pastanın etrafındaki herkes çok heyecanlıydı, “Çifte Şilin” kime çıkacak diye. Ben için için dua etmiştim  şilinlerin bana çıkması için. Benim için büyük paraydı Çifte Şilin. Tamı tamına on tane KitKat alırdım ben onunla Meclis’in karşı köşesindeki bakkal “Blacky”den. En ucuz ondaydı Kitkat’lar. Her yerde üç kuruş, onda iki kuruştu bir KitKat. 
 
İlk servisi rahmetlik annem bana yapmıştı evin en ufaklığı olduğum için. Ben, doğduktan sonra farkında olmadan rahmetlik ağabeyimin elinden almıştım bu ayrıcalığı. Elimde ağlamak, zırlamak gibi kocaman bir silah olduğundan her öncelik bendeydi. Tabağıma konan kocaman pasta dilimini keyifle yerken, sanırım annemin gözü de çaktırmadan bendeydi ki, aniden ağzımdan “çat” diye bir ses çıktı ve dişime sert bir cismin geldiğini hissettim. Ne olduğunu anlamıştım. Hemen elimi ağzıma soktum ve az daha sevinçten bayılacaktım. Çifte Şilin bana çıkmıştı….
Çağlayan Gazinosu’nda neler yaşadığımızı da, Allah izin verirse, gelecek senedeki son köşe yazımda anlatacağım.
Tüm okuyucularıma güzel, mutluluk, sevgi, sağlık ve huzur dolu bir yıl dilerim… 
 
Prof. Dr. Ata ATUN
 
...