23 Aralık 2016 Cuma

TÜMGENERAL OSMAN PAMUKOĞLU İLE SÖYLEŞİ




TÜMGENERAL OSMAN PAMUKOĞLU İLE SÖYLEŞİ





Bu söyleşimi PKK ile mücadelede şehit olan Bayburtlu askerlerimiz J. Er Murat Sancar ( Taşlıtepe Çayırlı İ. Snr. Krk.) , J. Er Hüseyin Bahadır ( Şemdinli – Alan J. Krk.) , J. Er Bülent Altınsoy ( Berizincirtepe), J. Komd. Onb. Mete Okur (Alandüz), P. Komd. Onb. Fatih Kostik ( Kuzey Irak) ve diğer şehit olan Vatan evlatlarımıza ithaf ediyorum... 

“ Siz savaşla ilgilenmeyebilirsiniz, savaş sizinle ilgilenir, Savaş kazananı da yorar. Ölüm her şeyi eşit yapan doğal sonuçtur. Ölümden korkmayan ölmez; ölüm kendine koşanları hiçbir zaman vurmaz. Ölüm korkusu, ölüm acısından daha şiddetlidir. Ölüm telaşının bir anlamı yoktur. Size yol gösterdim de diyebilirsiniz, Ama Askeri manada emir vermedim, Kahramanlara emir verilmez!” 


• Yakın zamanda Güneydoğuda ortaya çıkan terörist saldırıların geçmişin tekrarı olduğunu düşünüyor musunuz? 

Kitap yazılalı iki yıl oldu. Adından da belli değil mi? (Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok). Bu bir. 
İki: Güneydoğu’da her şey aynı kaldığı için bu kitap yazıldı. 
Üç:Geçmiş diye bir şey yok. Sadece geçici bir duraksama oldu. 

• Kitabınızda bahsettiğiniz gibi askerlerimize vermiş olduğunuz gerilla eğitimiyle ilgili taktiksel savaş öğretileriniz şu anki komutanlar tarafından uygulanıyor mu 


Gerilla veya gayri nizami harbin taktiklerinin esası; baskın ve pusudur. Bana bunları yedi adet askeri yüksek okul ve akademi diploması öğretmedi. Bunları doğadan elde ettim. Bu bir. İki:Bu iş yaratıcılık ve zeka ile yapılır. Üç:Hiçbir taklidin şaheser olma şansı yoktur. Dört: Bilgi ile olmaz sanat ile olur. Beş:her şeyin başı cesarettir. Eğer cesaretiniz yoksa:Şayet varsa diğer hiçbir niteliğinizin kıymeti yoktur. Çünkü harekete geçiremezsiniz. 

“ Harman yeri düz olunca, sap yığını dağ gibi görünür. “ 

• Kitabınızda MİT ‘in Irak’ ın kuzeyinde toplantı halinde bulunan Pkk ‘ nın büyük bir kongre düzenlediği raporunun size ulaştırılmamasının nedenleri ve buna bağlı olarak İran da ki kampa yapmayı düşündüğünüz baskının durdurulmasını nasıl açıklarsınız? 

MİT, istihbaratını devlet üst kademesine gönderir. Benim konumumla hiçbir ilgileri yoktur. MİT, haberi kitapta yer alan devlet üst kademelerinin hepsine defalarca bildirmiştir. Yapılacak ne varsa onlara aittir. Benimkisi bir idealizmdir. Sanki bütün devletin sorumlusu gibi hareket etmektir. MİT müsteşarının yaptığı çalışmaları, rapor halinde bana göndermesi ben bu işin üzerine çok gittiğimden “Osman Paşa doğruları öğrensin, MİT’in bunda günahı yok” demek içindir. 
İran kampı meselesi; önce cesaret gerektirir, sonra da bizim bu işi hangi teknik ile yapacağımızı onların hayallerinin dahi alamamasından kaynaklanır. 

• Kitaplarınızı okurken heyecanlandık. Gurur duyduk. Sinirlendik ve ağladık. Birilerine hesap sormak istiyorduk. Belki bizim gücümüz yetmiyordu ama , siz veya sizin gibiler bir anlamda bunun savaşını nasıl verdiniz? 

“Halk ne kadar doğruları bilir ise ülkede o kadar güvende olur.” Ben bu ilkeyi yürütüyorum. İkinci kitabı da yazdım (Ey Vatan). O da 50.000 civarındaki insana ulaştı. Onlarca kez TV programına çıktım. Üniversite ve sivil toplum kuruluşlarına PKK ve liderlik konularında 40 kadar konferans verdim. Yüzlerce kişi ile mektup, telefon ve elektronik posta ile irtibattayım. İlk kitap ise 125.000 resmi satış, 400.000 kadar korsanla 500.000’in üzerindeki kişiye ulaştı 

• Afrikada ve ortadoğuda cetvelle çizilmiş sınırlara sahip ülkeler de istediklerini uygulayan bazı güçler şimdi Kuzey Irak da yine aynı oyunları oynandıklarını düşünüyor musunuz? 


Ona ne şüphe? Yeni dünya düzeni ve küreselleşme denilen şey; eski sömürgecilik politikalarının yeniden yürürlüğe konmasından başka bir şey değildir. 

“ Hatayı önlemenin tek yolu ihtiyatlı olmak değil, cesarettir. Kötü oduncu, baltasıyla cebelleşir. “ 


• Pkk ile savaş konusunda uzman biri olarak Ordu sizden daha uzun yararlanmak istemedi mi ? Emeklilik süreciniz uzatılamaz mıydı? 

Bunun için önce bu işin uzmanlık olduğunu anlayabilecek kapasite lazım. 

“ Vatan sevgisinden beslenen fedakarlık duygusu dejenere insanlara gülünç gelir. “ 

• Abdullah Öcalan’ ın yeniden yargılanması konusunda ki görüşleriniz nelerdir? 

Avrupa’nın gelecek günlerde daha da artacak olan baskıcı, siyasi uzantısından başka bir şey değil. 

• Avrupa Birliği süreci hakkında neler düşünüyorsunuz? Hükümetin uyguladığı strateji doğru mu? 

Ey vatan kitabında da yer aldığı gibi Avrupa birliği nesnesi olmayan bir eflatuni aşktan başka bir şey değildir. Asla gerçekleşmeyecek. Strateji mi? O da ne demek. Strateji güç kullanma sanatıdır. Mahkumların gücü olmaz, demir parmaklıkları olur. 

“ Ödü varsa düşmanın meydan açık hazırız 
Bu toprakta biz doğdu, biz yaşadık, biz varız. “ 

• Bugün size aynı göreviniz tekrar verilmiş olsa yapmak isteyip de yapamadıklarınızı anlatabilir misiniz? 

Yapmak istediğim her şey sorumluluk taşıdığım dönemde kendi bölgemde asker olarak yapılmıştır. Türkiye ve yabancı topraklardaki tüm PKK varlığını 6 ila 8 bin askerle, 14 ayda bitireceğimizi Hakkari dönüşünde bütün üst kademelere bildirdim ve rapor ettim. Orada o dönemde görevli olan 360.000 askerin gereksiz olduğunu belirttim. Yapamadılar. Şu anda da yaparız. Subayları seçmeliyim. Subay ve askerleri ben eğitmeliyim. Bu eğitim, 6 ila 8 ay sürecek. Tıpkı PKK’lılar gibi. Dağlara çıkacak ve bütün dağlar temizlenip iş bitince ovalara döneceğiz. 
“ Türk Askeri sabır ve tahammülü dolayısıyla dünyanın en dayanıklı askeridir. “ 

• Hakkınızda kitaplarınızdan sonra bir çok eleştiriler yazıldı. Örneğin Mehmet Ali Birand’ ın 16,04,2005 tarihinde Posta gazetesinde çıkan köşesinde “ Pamukoğlu Paşa’ nın TV söyleşileri ve kitapları öylesine abartılı, öylesine komplo teorileriyle doludur ki, bizlerdeki inandırıcılığı çoktan kaybolmuştur. “ sözlerini nasıl karşılıyorsunuz. Bu eleştiriler sizi ne yönde etkiliyor? 

Herşeyin ortada olduğu bir durumla ilgili nasıl komplo teorisi diyebilirsiniz. Herkes tarafından bilinen gerçekler var... Sayın Birand da zaten tarafımdan uyuruk haberleri yüzünden mahkemeye verilmiştir. Bunlar beni yıpratamaz. 

• Leyla Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılması, Hadep üyelerinin meydanlarda , mitinglerde rahatça Abdullah Öcalan posterleri asması ve hala bu partinin seçim olması durumunda rahatça seçimlere girebilme haklarının olmasını nasıl karşılıyorsunuz? Sizce Türkiye bu kadar özgür olmalı mı? 

Bunlar siyasi baskılara maruz kalan devletin basiretsizliğidir. Yapılmaması gereken olaydır. Çünkü bunlar onları motive eden yüreklendiren küstahlaştıran ve bize karşı duruşlarına kuvvet kazandıran bir durumdur. 

• Askerlik Süresi ve bedelli askerlik , hakkındaki düşünceleriniz nelerdir 

Anayasa gereği Türk Silahlı Kuvvetleri’ nin harbe hazır olmasından Bakanlar Kurulu ( Hükümet) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ne karşı sorumludur. Bedelli sistemini son zamanlarında osmanlı önce Türk ve Müslüman olmayanlara; bunları askere almıyoruz, silah ve malzemeye katkıları olsun diye uygulamıştır. Sonradan Türklere de tatbik ederken 1. Dünya Harbi öncesi Ermeni ve Rumları da askere almış, fakat fiyaskoyla bitmiştir. Ermeni asteğmen ve askerler silah ve mermileriyle karşı tarafa geçmiş, Rumlardan da amele taburları yapılmıştır. Vatan savunması neyi gerektirir? Savaş sanatını öğrenmeyi. Bu sanatı öğretecek bireysel eğitim 3-4 haftada verilebilir ve alınabilir mi? Muharebenin ne olduğu ortada değil mi? Ne bedelli, ne de 8 aylık askerlik yapmanın eşitlik, adalet ve vicdanı yönü yoktur. Anlamak da mümkün değildir. Siz bilmiyor musunuz, muharebe sahası daha çok işlenmiş kafa gerektirmiyor mu? Madem memletin başı belada bu dönemde iyi eğitim yapanlar daha fazla silah altında tutulmalı. Genç nüfus fazla, vesaire gibi mazeretler statükoculuktan başka bir şey değildir. Osmanlının kadrolu temel askeri gücü neydi? Yeniçeriler’ di. Yükseliş dönemi dahil, bazı dönemler dışında Yeniçeriler’ in mevcudu 20.000’ i geçmemiştir. Yeniçeriler’ den sonra kurulan Nizamı Cedidin mevcutları 48 ila 70 bin arasında değişmiştir. M:Ö. 1540 ‘ larda bugünkü anlamdaki ordu nizamı ilk kez Mısırlılarda görülür. Ve bugüne kadar dünyada sistematik bir şekilde altı askere alma usulü uygulanmıştır. En pahalı sistem de şu anda bizim uyguladığımızdır. Yani bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan sistem. Bu sistemde paranın yarısından fazlası da yeme, içme , yatma, kalkma, ayakkabı ve çoraba gider. Bu da eski zamanı geçmiş bir düzendir. Genişleme , kalabalıklaşma, bu devrin ve geleceğin teşkilat yapısı değildir. 

• Genel af ve pişmanlık yasası hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 

İki yılı aşkın zamanda bizim bölgede 202 PKK militanı kendiliğinden teslim oldu. Bunların 170 kadarını ben de sorguladım. Bu gelenler samimi. Fakat sizi bağışladık diye afla her haltı yiyenleri tekrar halkın arasına sokarsanız bu kurumaya yüz tutmuş tarlayı yeniden sulamaya benzer. Sonuçlarını görür, bedelini de millete ödetirsiniz. Sonra da “ pişman olmakta geç kalındı, sayılmaz” dersiniz. 

Tehditler alıyor musunuz? 


Dostumuzda oluyor düşmanımızda. Eğer arkandan havlayan köpekler yoksa kurt değilsindir. Dikkate alınmazsın. Demek ki bir şeylerin savaşını iyi veriyoruz. Ben küçüklükten itibaren korku nedir bilmezdim. Size bir anımı anlatayım. Evimizin yakınlarında bir orman vardı. İlkokuldayım. Okuldan çıkıp gece o ormanda kalmaya karar verdim. Ailem izin vermedi ama ben yinede geceyi orda geçirecektim. Tahta bir çantam vardı. Gece oldu. Ormanda yatıyorum. Çakalların bana doğru yaklaştığını hissettim. Biliyordum ki çakallar asla tek dolaşmazlar. En az iki tane olurlar. Yine biliyorum ki çakallar kendilerinden güçlü olanları hissettikleri zaman korkar dağılırlar. İyice yaklaştıklarını hissettim. Bir çakal arkama doğru gelmişti. Tahta çantamla ona vurdum. Beline gelmiş olmalı ki bağıra bağıra kaçtı. Diğerleri de ondan ürkerek kaçtılar. Ertesi gün teyzeme anlattım olayı ve bana evladım sen korkuyu ne zaman öğreneceksin dedi. Hayattaki ilk sınavımı vermiş oldum. 

SİZLERDEN GELEN BAZI SORULAR... 

• Devletimiz istese PKK örgütünü ortadan kaldıramaz mı? Şu saatten sonra Aponun asılması gibi bir ihtimal gerçekleşirse PKK teröründe bir değişiklik olur mu? İsmail Oğuz Başağa sorusu için teşekkürler... 

Kaldırılabilir. 1830 senesinden itibaren terör örgütleri belli başlı yerlerde konuşlandırılmıştır. Zamanla isimleri değişmiştir. Bunların hepsinin yapmak istedikleri vatana millete sözde bağımsızlık savaşı adı altında savaş verdiklerini iddia ederek devleti milleti bölmektir. Hakkarı içerisende yazlık ve kışlık kampların mevcut olduğu anlaşılıyor. Bunlar Hakkari merkezi batısında Kato ( Karanlık Dağ), güneyinde Oramar ( Alandüz) ; Yüksekova güneybatısında İkiyaka Dağları ile Şemdinli Derecik bölgesinde Balkaya Dağları’ dır. Bunlar dışında bahar, yaz ve sonbaharda bir çok bölgeyi üs ve harekat çıkış ve toplanma alanı olarak kullanıyor, ancak kışa girerken buralardan saydığım yurt içi ve yurt dışı kamplara çekilip askeri ve siyasi eğitime başlıyor. Adamlar bizimle yanyana yaz kış yaşıyor. Eğitim yapıyor , dinleniyor. Yerleri belli. Bahar gelince de buralardan çıkarak her yere dağılıp, yapacaklarını yapıyorlar. Coğrafya değişmediğinden bunların yeri de değişemez.imparatorluk döneminde de, Cumhuriyet döneminde de ne zaman bir silahlı kalkışma olduysa, arazide nerelerde bulundularsa şimdi de aynı yerlerdeler. . Yüreği olan gider onları ordan söker (Onlardan korktukları için değil) Dış güçlerinde varlığını unutmamak lazım. 

• OHAL bölgesine Kürt ve alevi kökenli vatandaşlarımızın bilerek gönderildiği kanısı var? Bunun doğruluğu nedir? Ali Gürsoy’ a sorusu için teşekkürler... 

Bu tamamen deli saçması olarak oradaki bilgisi olmayan vatandaşlarımızın beyinlerine yerleştirilmeye çalışılan dedikodu ve siyasi görüşten ibaret söylenti. Zaten bu söylentileri tersine kanıtlayan “ Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” kitabımda o bölgede şehit verdiğimiz askerlerimizin kökenlerini inceleyerek de varabiliriz. Çoğu Trakya, İçanadolu, Ege ve Karadeniz ‘ li evlatlarımız. Bu ülkenin hepsi bizim evlatlarımız bunun ayrımının yapıldığını düşünmüyorum. 

• En son olarak bir soru sormak istiyorum... Hakkari’ye ne zaman gittiniz? 

Hakkari’ye gitmem için bir sebep ve gerekçe yok. Çünkü sorumlu biz değiliz. Yetkileri biz kullanmıyoruz. Biz çarpışarak elden çıkmış bölgeyi geri aldık. Ama bir Trakya türküsü hep kulaklarımdaydı. 

“Kara tren aramıza kara duman ekti de, 
Göz göre göre yazık, eyvah. 
Buraları sevemedim, gönül arada 
Deli gönül eremedi, eyvah murada.” 

ÜZERİMİZE KILIÇ ÇEKİLMEDİKÇE , ÜLKEMİZE SALDIRILMADIKÇA, MİLLETİMİZ CEFA ÇEKMEDİKÇE BİZDEN KİMSEYE ZARAR GELMEZ..




22 Aralık 2016 Perşembe

Henry Kissinger: Ortadoğu’yu Çöküşten Kurtaracak Yol Haritası

Henry Kissinger: Ortadoğu’yu Çöküşten Kurtaracak Yol Haritası

Rusya’nın Suriye’ye müdahil olmasıyla, 40 yıldır süregelen bir jeopolitik yapı yıkılıyor. Bu itibarla, Birleşik Devletler’in yeni bir strateji ve önceliklere ihtiyacı var.
Bölgenin jeopolitik dinamikleri çöktüğü sıralarda, İran’ın nükleer programıyla alakalı hazırlanan Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nın Ortadoğu’nun stratejik çerçevesine istikrar getirip getirmediğine dair tartışma yavaş yavaş başlamıştı. Rusya’nın Suriye’deki tek taraflı askeri harekâtı, 1973 Arapİsrail savaşıyla tanımlanan Amerika’nın Ortadoğu’daki istikrarlaştırıcı rolünün tasfiye oluşunun son nişanesi oldu.
1973 savaşına müteakip, Mısır, Sovyetler Birliği’yle olan askeri münasebetlerini askıya aldı ve İsrail ve Mısır ve yine İsrail ve Ürdün arasında barış anlaşmalarıyla neticelenen Amerika’nın desteklediği müzakere sürecine katıldı. Bununla birlikte bu müzakere masasında, İsrail ve Suriye arasında BM’nin müşahedesi altında bir ateşkes anlaşması imzalandı ki taraflarbuna Suriye savaşının tarafları da dâhilbu anlaşmaya 40 yıldan daha uzun bir süredir riayet ediyorlar. Son olarak da Lübnan’ın bölgesel bütünlüğü ve egemenliği için bu masada uluslararası destek sağlandı. Sonrasında, Saddam Hüseyin, Kuveyt’i ilhak etmek için açtığı savaşta ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon tarafından yenilgiye uğratıldı. Amerikan güçleri Irak ve Afganistan’da teröre karşı mücadeleye de girişti. Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tüm bu gayretlerde bizim müttefikimizdiler. Böylece Rus askeri varlığı bölgeden silindi.
Şimdi ise bu jeopolitik yapı bozuluyor. Bölgedeki dört devletin egemenliği ortadan kalktı. Libya, Yemen, Suriye ve Irak, hâkimiyetini tesis etmeye ve dayatmaya çalışan devlet dışı aktörlerin hedefi haline geldiler. Irak ve Suriye’nin geniş arazilerinde, ideolojik olarak radikal dinci ordu kendini İslam Devleti olarak ilan etti ve müesses dünya düzeninin amansız düşmanı olarak varlığını sürdürüyor. Öyle ki çeşitli devletlerden oluşan uluslararası sistemin yerine Şeriatla idare olunan tek bir İslami imparatorluk ikame etme arayışı içerisinde.
IŞİD’in iddiası İslam’ın bin yıldır devam eden Sünni ve Şii mezheplerinin ihtilafına vahiysel bir boyut kazandırdı. Geriye kalan Sünni devletler ise kendilerini hem IŞİD’in dini radikalizmiyle hem de muhtemelen bölgedeki en güçlü devlet olan Şii İran tarafından tehdit altında hissediyorlar. Iran kudretini iki şekilde takviye ediyor.  Bir taraftan, geleneksel diplomasi yürüten İran, Westphalia düzeninin meşru bir devleti olarak hareket ediyor ve hatta uluslararası sistemin koruyucu unsurlarını da yardıma çağırıyor. Aynı zamanda, cihatçı prensiplere dayanan ve bölgesel hegemonya arayışı içinde olan devlet dışı aktörleri örgütlüyor ve onlara liderlik ediyor. Bu aktörler; Lübnan’da ve Suriye’de Hizbullah; Gazze’de Hamas; ve Yemen’de Husilerdir.
Bu şekilde Sünni Ortadoğu eş zamanlı olarak dört tehditle kuşatılma riski yaşıyor. Bunlar; Şii İran ve onun mirası Pers emperyalizmi; ikincisi, hâkim siyasi yapıları yıkmak için çabalayan ideolojik ve dini radikal hareketler; üçüncü olarak şimdilerde çökmekte olan devletlerin içinde Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra rasgele toplanan etnik ve dini gruplar; ve son olarak siyasi ve ekonomik meselelerde uygulanan baskıcı iç politikalardan kaynaklanan tepkidir.
Suriye’nin kaderi canlı bir misal teşkil ediyor: Alevi otokrat Beşar Esad’a karşı bir Sünni isyanı olarak başlayan şey devleti dini ve etnik gruplar şeklinde parçaladı. Bu mevcut tabloda, devlet harici militan gruplar kendi taraftarları için savaşıyorlar ve dış güçler de kendi çıkarlarını takip ediyorlar. İran, Esad rejimini Tahran’dan Akdeniz’e uzanan tarihi hâkimiyetinin kilit noktası olarak gördüğünden mütevellit destekliyor. Körfez ülkeleri ise IŞİD’den daha çok korktukları Şii İran projesinin önünü almak adına Esad’ın devrilmesinde ısrarcılar. İran’ın zaferini engellerken IŞİD’i yenmeyi hedefliyorlar. Bu paradoks, daha çok ABD’nin İran hegemonyasına zımni olarak razı olması şeklinde yorumladıkları nükleer anlaşmasıyla daha da derinleşti.
Bu zıt temayüller, Amerika’nın bölgeden çekilmesiyle birleştiğinde, Rus tarihinde emsali bulunmayan bir yayılmacılığa imkân verdi. Rusya’nın başlıca kaygıları: Esad rejiminin çöküşü Libya’nın kaosunu yeniden meydana getirir, IŞİD’in Şam’da gücü ele geçirmesine sebep olur ve tüm Suriye’yi Rusya’nın Kafkasya’daki güney sınırına ve diğer Müslüman bölgelerine kadar yayılan terör eylemleri için güvenli bir liman haline getirir.
Görünürde Rusya’nın müdahalesi İran’ın Suriye içerisindeki Şii unsurların takviyesi siyasetine yarıyor. Daha geniş manada ise Rusya’nın maksatları Esad yönetiminin, artık meçhul olan devamını gerektirmiyor. Bu, Sünni Müslüman tehdidini Rusya’nın güney sınır bölgesinden uzak tutmak için klasik bir güç dengesi manevrasıdır. Bu ideolojik değil, jeopolitik bir meydan okumadır ve bu seviyede icabına bakılmalıdır. Saiki ne olursa olsun bölgedeki Rus kuvvetleri ve operasyonlarda onlara iştirak edenler, ABD’nin Ortadoğu siyasetine 40 yıldır görülmemiş bir meydan okuma teşkil ediyor.
Amerikan siyaseti tüm tarafları idare etmeyi gerektiriyor ve bu sebeple de olayları şekillendirme kabiliyetini kaybetmek üzere. ABD şimdilerde bölgedeki tüm taraflarla ya ihtilafa düşmüş halde ya da onlarla bir şekilde çatışma halinde. Öyle ki Mısır’la insan hakları hususunda; Suudi Arabistan ile Yemen meselesinde ve farklı maksatlardan dolayı Suriye’deki her bir tarafla ihtilafta veya çatışma halinde. Birleşik Devletler, Esad’ı ortadan kaldırmak için kararlılığını beyan etti, lakin bu hedefe ulaşmak için siyasi ya da askeri açıdan tesirli olacak bir baskı gücü meydana getirmek hususunda hep isteksizdi. Esad’ı indirmek için ne alternatif bir siyasi yapıyı devreye soktu ne de Esad’ın gidişini bir şekilde gerçekleştirebildi.
Rusya, İran, IŞİD ve çeşitli terörist örgütler bu boşluktan faydalandılar. Rusya ve İran Esad’ın çökmesine mani oluyor; Tahran emperyal ve cihatçı planları için çalışıyor. Alternatif bir siyasi yapının eksikliğiyle karşı karşıya bulunan Basra Körfezinin Sünni devletleri, Ürdün ve Mısır, çaresiz bir şekilde Amerika’nın hedeflerinin lehine tavır takınıyor fakat Suriye’nin diğer bir Libya’ya dönüşmesinden korkuyorlar.
Amerikan’ın İran siyaseti, Ortadoğu siyasetinin merkezi olmuş vaziyette. Obama idaresi İran’ın Ortadoğu’yu cihatçı ve emperyalist dizaynının karşısında olacağını ve nükleer anlaşmanın ihlali durumunda sert bir şekilde icabına bakacağında ısrarlı. Fakat Birleşik Devletler yine de müzakereyle cesaretlenen İran siyasetinin düşmanca ve saldırgan tarafının geri dönüşüne razı gibi görünüyor.
Amerika’nın İran’a yönelik hâkim olan siyaseti, sık sık müdafileri tarafından Nixon’ın Çin açılımıyla kıyas ediliyor. Çin açılımı, bazı iç muhalefete rağmen, Sovyetler Birliği’nin nihai dönüşümüne ve Soğuk Savaşın sona ermesine katkı sağlamıştı. Bu kıyas münasip görünüyor. 1971 Çin açılımı, her iki tarafın da Avrasya’daki Rus hegemonyasına karşı ortak çıkarları olduğunun kabulüne dayanıyordu. Ve Çin – Sovyet sınırında mevzilenmiş 42 Sovyet bölüğü bu kanaati güçlendiriyordu. Ancak Washington ve Tahran arasında bununla kıyas edilebilir hiçbir stratejik anlaşma yoktur. Tam tersine nükleer mutabakatın hemen ardından, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ABD’yi büyük şeytan olarak tasvir etti ve Amerika ile nükleer harici meseleler hakkında müzakereleri reddetti. Hamaney, jeopolitik teşhisini, İsrail’in 25 yıl içinde artık var olmayacağını öngörerek tamamladı.
44 sene evvel, Çin ve ABD’nin beklentileri uyumluydu. Bunların arasında, İran’la nükleer anlaşmanın temelini teşkil eden şimdiki zıt beklentiler yoktu. Tahran, mutabakatın tatbikinin daha başında başlıca hedeflerine ulaşacak. Amerika’nın elde edeceği faydalar ise İran’ın anlaşmaya ilişkin bir süre içinde uygulayacağına dair verdiği sözlere bağlı. Çin açılımı Çin siyasetinde ani ve müşahede edilebilir bir intibaka bağlıydı, Çin iç siyasetinde radikal bir değişim ümidine değil. İran’a dair bu iyimser tabloda, Tahran’ın devrimci ateşinin, dış dünyayla ekonomik ve kültürel etkileşimi artarken, söneceğini farz ediliyor.
Amerikan siyaseti şüpheleri gidereceğine onları arttırma tehlikesini göze alıyor. İşin zorluğu iki sert dini blokun karşı karşıya gelmesindedir. Sünni blok Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden oluşuyor. Diğer taraftan Şii blok; İran, başkenti Bağdat olan Irak’ın Şii bölümü ve İsrail’le karşı karşıya olan Hizbullah’ın kontrolünde Lübnan’ın güneyindeki Şii bölgesi ve son olarak Yemen’in Husiler tarafından zapt edilen kısmından oluşuyor ve bu halde Sünni dünyasının muhasarasını tamamladılar. Bu şartlar altında, ‘düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ vecizesi burada söylenemez. Günümüz Ortadoğu’su için, ‘düşmanının düşmanı senin hala düşmanındır’ daha muhtemel kaidedir.
Bu büyük oranda tarafların son hadiseleri nasıl yorumladıklarına dayanıyor. Bazı Sünni müttefiklerimizin Amerikan siyaseti hakkında artık gerçeklerin farkına varması neticesindeki kızgınlıkları yatıştırılabilir mi? İran’ın liderleri nükleer mutabakatı, tatbik aşamasında nasıl yorumlayacak? Muhtemel bir felaketin kıyısından dönerek daha mutedil bir anlayışla benimseyecek mi ve uluslararası düzene geri dönecek mi? Yoksa BM Güvenlik Konseyi’nin itirazına rağmen hedeflerine eriştikleri bir zafer olarak değerlendirerek, Amerika tehdidine aldırmamış olacak ve böylece hem bir meşru devlet olarak hem de devlet dışı cihatçı bir hareket olarak ikircikli yaklaşımını devam ettirip uluslararası sisteme meydan okuyacak mı?
Uluslararası sistemin iki güç tarafından hâkim olunması Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’nı tırmandırdığında görüldüğü gibi, çatışma meydana getirmeye yatkındır. Geleneksel silah teknolojisiyle bile, iki sert blok arasındaki güç dengesini devam ettirmek için, güçlerin muhtemel ve gerçek dengesini yorumlama, bu dengeye etki edebilecek küçük farkların toplamını anlama ve dengeden saptığı anda bunu kararlı bir şekilde eski haline iade etme hususlarında sıra dışı bir kabiliyet gerektirir.
Ne var ki bugünkü kriz nükleer ve siber teknoloji dünyasında geçiyor. Rakip bölgesel güçler nispi kapasitelerini arttırmaya gayret ettiği sürece nükleer silahları yaygınlaşmasını önleme rejimi Ortadoğu’da çökebilir. Eğer nükleer silahlar devreye girerse, feci bir netice neredeyse kaçınılmaz olur. Üstünlük stratejisi nükleer teknolojinin fıtratında bulunur ve bu bağlamda Birleşik Devletler üstünlük inisiyatifini kullanıp böyle bir neticeyi önlemek için kararlı olmalıdır ve bölgede nükleer silahları arzulayan herkese karşı yaygınlaşmayı önleme prensibini uygulamalıdır.
Bizim kamuoyu tartışmaları haddinden fazla taktiksel çarelerle alakadar oldu. Oysaki ihtiyacımız olan şey stratejik bir tasavvur ve şu prensipler üzerine öncelikleri oluşturmaktır;
·         IŞİD var olduğu ve coğrafik olarak muayyen bir bölgeyi kontrol ettiği müddetçe, Ortadoğu’daki tüm gerilimleri tırmandıracaktır. Tüm tarafları tehdit ederek ve hedeflerini bölgenin fevkinde planlayarak, emperyal cihatçı niyetini gerçekleştirmek için bölge dışındaki çabaları teşvik edecek. IŞİD’in yok edilmesi, bir aralar yönettiği bölgenin yarısını zaten kaybetmiş bulunan Beşar Esad’ın devrilmesinden daha acildir. Bu bölgenin daimi bir terörist sığınağı haline gelmemesinden emin olmak, öncelik arz etmelidir. Hâlihazırdaki kifayetsiz Amerikan askeri teşebbüsü, IŞİD’in Amerika’nın azametine karşı durabildiği izlenimini oluşturarak IŞİD için bir militan kazandırma aracı olarak hizmet vermesi tehlikesini taşıyor.
·         ABD zaten Rusya’nın askeri rolünü kabullendi. Bu 1973 sisteminin mimarları için acı olsa da, Ortadoğu’da dikkatler ana meselelerde toplanmalıdır. Bu şekilde düşünüldüğünde arada aktörlerin birbiriyle bağdaşan hedefleri var. Stratejiler arasında, IŞİD’in tuttuğu bölgenin cihatçı ya da emperyalist İran güçlerindense, ılımlı Sünni güçler ya da harici güçler tarafından tekrar fethedilmesi tercihe daha şayandır. Rusya için ise askeri rolünü IŞİD karşıtı harekâtla sınırlaması Birleşik Devletler’le münasebetlerinin Soğuk Savaş şartlarına dönmesine mani olabilir.
·         Yeniden zapt edilen bölgeler, Irak ve Suriye’nin egemenliği parçalanmadan önce de orada bulunan yerel Sünni yönetime iade edilmeli. Arap Yarımadasının egemen devletleri ve ilaveten Mısır ve Ürdün bu gelişmelerde başlıca rol oynamalı. Ayrıca anayasal krizinin çözümünün ardından, Türkiye de böyle bir sürece yapıcı bir şekilde iştirak edebilir.
·         Terörist bölgeler tek tek geri kazanılıp ve radikal olmayan unsurlara devredilirken, Suriye devletinin istikbalinin de aynı anda icabına bakılmalı. Alevi ve Sünni kısımlar arasında federal bir yapı taksim edilebilir. Şayet Alevi bölgeleri muhtemel bir Suriye federal sisteminin parçası haline gelirse, Esad’ın rolü içinde uygun bir ortam oluşacak. Bu soykırım veya terörist zaferine yol açacak bir kaosun oluşma riskini azaltır.
·         Bu bağlamda, İran’ın rolü kritik olabilir. Birleşik Devletler, sınırları içinde Westphalia düzenine uygun rolüne dönen İran’la diyaloğu sürdürmek için hazır olmalı.
Birleşik Devletler kendisi için 21. yüzyılda oynayacağı rolde karar kılmalı; Ortadoğu bizim en acil ve belki de en çetin imtihanımız olacak. Sorgulanan şey Amerikan silahlarının kudreti değil, yeni bir dünyayı anlamada ve onunla başa çıkmadaki Amerikan azmidir.
Henry Kissinger, Amerikan Başkanları Nixon ve Ford yönetimlerinde ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanı olarak hizmette bulunmuştur.

Tercüme: Serdar Yeşiltay

http://www.surecanaliz.org/tr/makale/henry-kissinger-ortadoguyu-cokusten-kurtaracak-yol-haritasi
 

ALPLAR VE ELFLER

ALPLAR VE ELFLER



image0011.jpg





ALPLAR VE ELFLER
Yayin Tarihi 2 Eylül, 2013 
Kategori TÜRK DÜNYASI
Alplar ve Elfler
    Son yıllardaki araştırmalar Türk anayurdunun Altaylarda, hele de Sibirya’nın doğusunda olamayacağını açıklıkla göstermiştir. Muhtemel Türk yurdu İdil-Ural bölgesindedir. Eski Türkçenin söz varlığının bir ormancı- avcı-tarımcı topluma işaret etmesi bunun bir kanıtıdır. Ziraat yapan insan­ları ot bitmez bölgelere yerleştiremeyiz.[1] Bölgedeki yer adlarının Türkçe isimlerinin de olması buna işaret eder. Biz Anadolu’da bin yıldır ırmak isim­lerini Türkçeleştiremeyip, sadece bazılarına renk izafe ederken, Doğu Avru­pa’da ve Batı Sibirya’daki neredeyse tüm ırmak isimlerinin Türkçe adları vardır (Karatay 2010a: 17-26]. Eski Türkleri betimleyen kaynaklar nere­deyse hep bir ağızdan sarışın bir kavimden bahsederler ve Kumanlar bu bahislerde sadece küçük bir yer tutar. Bu tip insanı herhalde en iyi bu böl­gede bulabiliriz.[2] Türk boy isimlerinin ezici çoğunluğu batı tarafa aittir ve doğuda geçmez. Şu an, dayatılmış kalıpları bırakarak eldeki veri ışığında düşünen bir dilbilimcinin rahatlıkla söyleyebileceği şey, Türkçenin en yakın akrabasının Macarca olduğu ve bu ikisinin muhtemelen aynı dilden indiği­dir (Marcantonio 2009: 68-94, Karatay 2010b: 27-46]. Bu da aynı bölgeye işaret edecektir. Hatta başka ayrıntılar da tespit edilmiştir. Örneğin Osman Karatay’ın yenilerdeki bir tespitine göre, Göktürk devletini kuracak olan Türk budun, uğradığı felaketin ardından Ergenekon vadilerine sığınmadan önce Orta İdil civarında yaşıyordu (Karatay 2009].
Dolayısıyla İskandinavya ile İdil boylarını harita üzerinde düşündüğümüzde, aralarında çok sıkı tarihi ve kültürel ilişkilerin bulunması değil, bulunmaması şaşırtıcı olacaktır. Hatta sıkı bir etnik ilişki düşünmek için de zemin bulunmaktadır. Yaklaşık aynı iklimi yaşayan iki kuzey bölgesinden bahsediyoruz. Şu an üzerinde bir proje olarak çalıştığımız saga metinlerinin incelenmesi bu konuda haklı olduğumuzu her geçen gün daha bir katiyetle göstermektedir.
Osman Karatay • Emre Aygün
Alplar Ve Elfler: Türk ve İskandinav Dünyalarında Kahramanlık Olgusu,Karadeniz Araştırmaları 
• Bahar 2012 
• Sayı 33 •
II. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi’nde (1925 Nisan 2010) bildiri olarak sunulmuştur: 
DEVAMINI OKUMAK İÇİN ; PC NİZE İNDİRİNİZ

..

OBAMA, MÜSLÜMANMIŞ!!!


OBAMA, MÜSLÜMANMIŞ!!!



Yayin Tarihi 19 Mart, 2010
Kategori SİYASİ

Obama’nın,
Müslüman olduğunun belgesi
Aşırı muhafazakar Hıristiyanlar ve ırkçı gruplar, onun gizli Müslüman olduğunu öne sürüyordu,
image00114.jpg












Bu iddialara konu olan o belgede neler var? İşte cevabı:
Obama, iki yıl önce ABD’nin ilk siyahi başkanı olduğunda aşırı muhafazakar Hıristiyanlar ve ırkçı gruplar, onun gizli Müslüman olduğunu öne sürüyordu. Buna gerekçe olarak da adını aldığı Kenyalı babasının da Müslüman olmasını, Obama’nın diğer başkanlar gibi sık sık kiliseye gitmemesini ve konuşmalarında Hıristiyanlığa atıflarda bulunmamasını gösteriyordu. Son 1 yılda azalan bu tartışmalar, Obama’nın dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Endonezya’ya ziyareti öncesinde tekrar başladı. Buna neden olan şey ise başkent Cakarta’daki bir okul kayıt kitabı,
Obama, annesi Ann Durham’ın, Kenyalı babası Barack Obama’dan boşanıp, Endonezyalı Lolo Soetoro ile evlenince 6-10 yaşları arasında 4 yıl bu ülkede yaşadı. Bu sırada Cakarta’da 1968-1970 arası Aziz Francis Katolik Okulu’na devam ederken Barry Soetoro ismini kullandı. 
Obama babası ve üvey babasının Müslüman olduğunu ancak kendisinin Hawai’deki dedesi ile anneannesi tarafından Hıristiyan olarak yetiştirildiğini söylese de bu kitap, bazı ırkçı gruplar tarafından Obama’nın gizli Müslüman olduğunun kanıtı olarak gösteriliyor.
“OBAMA” İLE İLGİLİ YAZIM:
NEDEN OBAMA?
image0018.jpg




NEDEN OBAMA?
Yayin Tarihi 7 Kasım, 2008 
Kategori; SİYASİ

ABD’ de Başkanlık seçimi yapıldı. Demokrat Parti adayı Barack Hüssein Obama ABD’nin 44. Başkanı seçildi. Bu Başkan’ın en önemli özelliği siyahi olması görünmektedir. Amerika’da ilk defa siyahi ırktan birinin başkan seçilmesi, YÖNETİLENLER tarafından bir devrim olarak görünmekte ve sevinçle karşılanmaktadır!
Barak Hüseyin Obama’nın, Medyadan edindiğimiz bilgilere göre kimliğini hatırlayalım: 
Doğum tarihi: 4 Ağustos 1961, Hawaii. 
Etnik köken: Baba Kenyalı bir siyah, anne Kansaslı bir beyaz. Atalarında, Çeroki Kızılderilisi, İrlanda ve İskoç kanı da var. Barack ismi, “bereket” kelimesinden geliyor. Göbek adı Hussein. Hawaii Üniversitesi’nde tanışıp evlenen anne ve babası, Obama 2 yaşındayken boşandı. Harvard Üniversitesi’nde burslu okuyan baba, daha sonra Kenya’ya döndü ve hükümet için çalıştı. Obama 6 yaşındayken, annesi bu kez bir Endonezyalıyla evlendi, aile Cakarta’ya taşındı.Endonezya’da yaşadığı 4 yıl boyunca laik ve Hıristiyan okullarına giden Obama, daha sonra büyükanne ve büyükbabasıyla yaşayacağı Hawaii’ye döndü ve eğitimine burada devam etti.
Dini ve mezhebi: Reformcu ve radikal olmayan bir cemaate sahip Hz. İsa’nın Birleşik Kilisesi’ne bağlı bir Protestan. Babası bir Müslümandı. 
Eğitim durumu: Columbia Üniversitesi’nde siyaset bilimi, Harvard’da hukuk okudu. 
Mesleği: Avukat
Medeni hali: Michelle LeVaughn Robinson (44) ile evli. 10 ve 7 yaşlarında iki kız çocuk sahibi. 
Askerlik durumu: Hiç askerlik yapmadı.
Lakabı: Ailesi ve arkadaşları ona “Barry” diyor, anneannesi ise “Bear” (Ayı). Gizli servis korumaların taktığı ad ise “Renegade” (Kaçak).
Obama’nın etnik kökeni görüldüğü gibi siyahlıktan öte, Birleşmiş Milletleri andırıyor! Başkanı daha iyi tanıyabilmemiz için, fikirlerini ifade ettiği söylemlerine bakmamız gerekiyor…  

— Obama biyografisine Zebur’dan Hz. Davud’un duası ile başlamıştır.Senin önünde garibiz, yabancıyız, atalarımız gibi. Yeryüzündeki günlerimiz bir gölge gibidir, kalıcı değildir.
Obama,Bu zafer değişimi getirecek. Moral değerleri yeniden inşa eden başkan olacağım. 11 Eylül’ü korku unsuru olarak kullanan değil, Amerika’yı ve Dünya’yı 21. yüzyılın ortak tehditlerine karşı bir araya getirmek için değerlendiren bir başkan olacağım
Amerika’nın ve Dünya’nın düşmanları kimler? Bu tehdidi kimler yapıyor? Dünya derken hangi ülkeleri ve inanç grubundaki insanlar kast edilmiştir.

— İsrail gezisi sırasında Ağlama Duvarı’na, “Allah’tan kendisini ve ailesini korumasını” isteyen bir mesaj bırakmıştır.
İnançlı bir insan Tanrı’ya mektup yazmaz. Tanrı ile kul arasındaki iletişim kalpten yapılacak bir dua ile olur.
Obama’nın Ağlama Duvarı’na bıraktığı yazılı not, İsrail Yönetimine ve Yahudilere bıraktığı bir bağlılık mesajıdır.
Bu bağlılığı Obamanın, Waşington’da bir Amerikan – İsrail kuruluşunda konuşurken; Kudüs İsrail’in başkenti olarak kalacak ve bölünmeyecek” ifadesini kullandı. Aynı kuruluşta Obama’dan sonra söz alan senatör Hillary Clinton’da “Biliyorum ki Obama İsrail’in iyi dostu olacaktır demiştir.
Bu söylem, İsrail’in Kudüs’ü başkent olarak ilan etmesine bir destektir. İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi BM tarafından tanınmamıştır. Bundan dolayı da konsolosluklar Tel Aviv’de bulunmaktadır.

— Davenport kasabasında seçmenlerine hitap eden Barack Obama, Nükleer bir İran, bölgede durumu ters yüz edebilir. Nükleer silah, Tahran’a Irak’a müdahale etme ve petrol sevkiyatını engelleme imkanı verebilir diye konuşarak,“ABD’nin en sağlam müttefiklerinden İsrail’in“, İran lideri Mahmud Ahmedinecad’ın tasallutundan rahatsız olduğunu belirten Obama, “Başkan olduktan sonra İran karşısında vidaları sıkacağını ve hesaplarını değiştirmeye başlaması için Tahran’a yaptırım uygulayacağını” vurgulamıştır.
Obama, “İsrail, sırtının duvara dayandığını hissetmeden evvel yapmalıyız bunu” diye konuşarak ta muhtemelen yakın bir zamanda, Orta Doğu’da BOP kazanı daha da fazla fokurdayacaktır!

— İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Barack Obama’nın ABD başkanlığına seçilmesiyle ilgili olarak,
Değişim, bir açıdan ırkçılığın da sonu anlamına geliyor. Bundan böyle hiç bir beyaz hiç bir şekilde üstünlük taslayamaz, hiç bir siyah da ayrımın ezikliğini duyamaz. Hepimiz aynı insanız ve bu seçim de bunu doğrulayan büyük bir belgedir.
Bizim için Amerika büyük bir dost ve büyük bir umut. Biz kutsal kitap’a bağlıyız ve barış için yan yanayız. Başkan Obama buraya geldiğinde bana İsrail için ne yapabileceğini sormuştu. Şöyle cevap vermiştim: ABD için büyük bir başkan olun. ABD için büyük bir başkan olursanız, İsrail için de tüm bölge için de ve tüm komşularımız için de büyük umut olursunuz.”
Peres, hiç kimsenin Başkanın kimin yanında olduğunu merak etmemesi gerektiğini vurgularken, “Başkan, barışın yanında olmalıdır. Ve barışın yanında olduğunda da barış daha yakın, daha olanaklı olacaktır” ifadelerini kullanmıştır.
Evet! Medyadan edindiğimiz bu bilgiler ışığında Sayın Başkan Barack Hüseyin Obama’yı şimdi daha iyi anlamaya çalışabiliriz…
Etnik kökenlerine bakıldığında rengarenk bir tablo:
Baba tarafından Afrikalılık tan dolayı Siyahi ırk kanı var,
Anne tarafından İskoç ve İrlandalılık tan dolayı Beyaz ırk kanı var,
Anne tarafından Kızılderili kanı var, (Kızılderililer Türk olduğu iddiasına göre de akrabalığımız da olabilir!)
Obama’nın inançlarında da, çeşitlilik görülmektedir:
Baba tarafından din İslam. Göbek adı “Hüseyin”
Kendi anne tarafından Protestan olmuş,
Museviliğe ilgi duymakta…
Obama’nın bu çeşitliliği, birçok ülke ve din mensupları ile bağ kurulmasında kolaylık sağlayacaktır. Herkes kendine göre Türkçemizin güzel deyimi ile “Kendi kendine gelin güvey olacaktır” Pay çıkarıp, umutlanacaktır! 
Bunda ne var? Diyebiliriz.
Doğrudur. Obama’nın tercihi ve günahı değildir bu kadar çeşitlilik. Her ne şekilde olursa olsun Obama bir insandır. Severiz…
Ancak, biz Obama’yı Başkanlık için sahneye süren zihniyeti anlamamız gerekiyor!
ABD’nin Dünya hakimiyetinde ki strateji değişikliği Obama’ya başkanlık yolunu açmıştır. Çünkü, bu çeşitliliğin ön plana çıkarılıp “Barış” söylemleri yapan birisinin vitrinde bulunması gerekiyor… (uyuşturma-uyutma-avutma politikası)  
Ekonomik krizin çıkış dönemi de, başkanlık seçimlerinin öncesine gelmesi bana göre tesadüf değildir. Bu kriz kasıtlı olarak çıkartılmıştır. ABD, kendine rakip olması muhtemel ülkeleri ekonomik olarak sarsmış ve yatırım yapan şirketler sermayelerini Amerika’ya tekrar getirmeye başlamıştır. Ülkelerin kalkınmasında sermaye önemlidir. O halde herhangi bir renginden dolayı yakınımız olan Obama ile yeni anlaşmalar yapılacaktır. Ancak bu anlaşmalar ABD’nin yeni stratejisinin hakimiyetine zemin hazırlayacaktır!
Tarihi bilgilerimden edindiğim tecrübeye istinaden şunu belirteyim: “Yöneticiler ne zaman Barıştan ve Demokrasi den söz etmişlerse savaşlar çıkmıştır” İnşallah bu sefer gerçekten “Barış” olur!
Türkiye’yi 2009 yılından itibaren İçte ve Dışta zor günler beklemektedir. 4867 ve 4868 sayılı ikiz yasalar ile tahkim yasalarının uygulamaları ile ilgili sıkıntıları yaşayabiliriz… 
Eğer Milli Birlik içerisinde topyekun milli politikalar üretemezsek;
İsraftan kaçınıp, tasarruflu yaşayamazsak;
Ulusal değerlerimizi ihmal edip, el alem gibi olmaya çalışırsak;
Dilimiz Türkçeye, yabancılaşmaya devam edersek;
Atatürk’ü ve fikirlerini yaşatamazsak;
Birbirimizi sevemezsek;
“DÜŞMAN KİM?” diyebilecek kadar, Mankurtlaşacağız!
YILMAZ KARAHAN


HİCAZ DEMİRYOLUNA YAPILAN SABOTAJLAR




HİCAZ DEMİRYOLUNA YAPILAN SABOTAJLAR



Otomatik alternatif metin yok.


   Hicaz Demiryolu ve tesisleri ardı arkası kesilmeyen sabotajlara ve saldırılara maruz kaldı. 1917’den itibaren şiddeti daha da artan saldırılılar çok sayıda Osmanlı askerinin şahadetine ve yaralanmasına sebep olurken, büyük maddi hasar meydana getirdi. 
İnşasına Sultan II. Abdülhamit’in emriyle başlanan Hicaz Demiryolu, başarılı bir mali yönetim ve propaganda ile sekiz yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek, 27 Ağustos 1908’de Medine’ye ulaştı. Osmanlı İmparatorluğu ve bölge için büyük faydalar sağlayan bu demiryolu, inşaat sırasında ve sonrasında sürekli saldırı ve sabotajlara maruz kaldı. Tren yolu hattına yapılan bu saldırı ve sabotajlar sonucu birçok Osmanlı askeri şehit oldu. Osmanlı İmparatorluğu, hattaki ulaşımın kesintiye uğramaması için büyük mücadele verdi. Özellikle I. Dünya Savaşı’nda Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in başlattığı isyanla artan saldırılar Medine’nin düşüşüne kadar devam etti.
Şerif Hüseyin, bu isyan öncesinde de Hicaz Demiryolu’na ve hattın Mekke-Medine, Mekke-Cidde kısımlarının yapımına şiddetle muhalefet etti. Çünkü başta kendisi olmak üzere bedevi şeyhler, demiryolu vasıtasıyla Osmanlı askeri ve siyasi otoritesinin Hicaz’da artacağını, kendi nüfuzlarının ise azalacağını öngörmekteydiler. Bu sebeple Şerif Hüseyin liderliğinde örgütlenen şeyhler, inşaatın Medine’ye ulaşacağı yıl olan 1908 yılında demiryolu ve telgraf tellerine yönelik yüzden fazla saldırı gerçekleştirdiler. Osmanlı yönetimi, bu saldırıları durdurmaya ve hattı korumaya yönelik tedbirleri arttırdı ise de şiddetli çarpışmaların ve asker kayıplarının önüne geçemedi. Ardı ardına patlak veren Trablusgarp ve Balkan Savaşları nedeniyle Hicaz Bölgesi’nde sorunların büyümesini istemeyen Osmanlı yönetimi Şerif Hüseyin’e yeni imtiyazlar tanıyarak Mekke-Medine, Mekke-Cidde hatlarının yapımını projeden çıkarmak zorunda kaldı.
1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Hicaz Demiryolu’nun yönetim ve işletimi Harbiye Nezareti yani savaş Bakanlığı’na devredildi. 1916 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na sadık bir dost gibi görünmeye çalışan Mekke Emiri Şerif Hüseyin, 1915 Temmuzu’nda İngilizlerle temasa geçmiş, onlarla işbirliği karşılığında bağımsız bir Arap Devleti için pazarlığa girişmişti. Onun krallık ihtirasından faydalanan İngilizler, başlatacağı bir isyanla kendisine her türlü desteği vermeyi ve bağımsızlığı vaat etmişlerdi.
Böylece Mc. Mahon vasıtasıyla İngilizlerle anlaşmaya varan Şerif Hüseyin, 27 Haziran 1916’da yayınladığı beyanname ile isyan bayrağını çekmişti. Savaşın başından itibaren Hicaz Cephesi’nde ve Medine’de bulunan, Feridun Kandemir, “Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler” adlı eserinde bu isyan hakkında: “ Lakin bu isyanın sebebi neydi? Araplar İstiklal mi istiyorlardı? Hayır, Araplar bütün bu harp boyunca Türklerle omuz omuza Çanakkale’den itibaren her cephede savaştılar. Hatta İstiklal Savaşı’mızda Aydın Cephesi’nde, Mehmetçiklerle yan yana Yunanlılarla boğuşarak, canlarını veren Araplar vardı. Ve ilk Cihan Harbi’nde, Araplarla meskun hiçbir yerde, ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne Filistin’de Türklere isyan eden tek bir Arap görülmedi. İsyan eden, sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin’di…
Şerif Hüseyin’in bu isyanda kullandığı Araplar da, Hicaz çöllerinde öteden beri göçebe hayatı yaşayan ve talan ile geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz fakir fukara bedeviler, yani Urbanlardı. Mekke, Taif, Cidde gibi şehir ve kasabalardaki Araplar isyana katılmadıkları gibi Şerif Hüseyin de zaten bunlardan asker almak teşebbüsünde bulunmamıştı. Urban ve Şeyhleri fakirlikleri dolayısıyla paradan başka birşey bilmezlerdi. Şerif Hüseyin gibi İngilizler de bunu bildikleri için, para gücüyle ancak bunlardan faydalanmışlardı. Ve İsyanı sonuna kadar bunlarla yürütmüşlerdi.”Diyerek, tarihi “Arap İhaneti” yalanını tüm çıplaklığıyla ortaya dökerken, Hicaz Demiryolu boyunca Osmanlı askerinin kanını akıtanları da teşhir etmekteydi.

Neticede bu isyan, Hicaz’daki Osmanlı ordularının sevk ve idaresine, Hicaz Demiryolu ulaşımına büyük ölçüde zarar verdi. Şerifin isyanıyla yeni bir cephe daha açılmış ve demiryolunun güvenliğinin sağlanması sorunu ortaya çıkmıştı. Artık hedef haline gelen hat Medine, Filistin ve Sina cephelerinin de takviyesi için korunmalı ve sevkiyata açık tutulmalıydı. Hattın korunması için demiryolu boyunca 25.000 asker konuşlandırıldı. Stratejik noktalara makineli tüfekler ve toplar yerleştirilerek süvari birliklerince devriye görevi yapıldı.
Hicaz Demiryolu hattına Şerif Hüseyin’in bedevileri tarafından gerçekleştirilen sabotaj ve saldırılar İngilizler tarafından organize edilmiş ve bu iş için Arabistanlı Lawrence ile birlikte iki İngiliz subayı daha gönderilmişti. İngilizlerin asıl hedefinin demiryolu olduğunu Lawrence: “Bizim gayemiz, Medine ve Hicaz Demiryolu’ndaki düşman kuvvetlerini yok etmek değildi. Biz aksine istiyorduk ki, Medine’deki ve Sina Cephesi’nden uzak diğer yerlerdeki Türk kuvvetleri bulundukları yerde mümkün olduğu kadar kuvvetli kalsınlar. Böyle olması bizim çıkarımız gereği idi. ..Ancak bu suretle Sina Cephesi’ne Türk nakliyatı zayıflamış oldurdu…Medine’nin zaptı, bizim için faydasızdı. Onlar mukaddes şehri savunmakta idiler. Mukaddes şehri savunmak için Hicaz demiryolu savunuyor ve demiryolu işliyordu. Medine düşerse artık bu demiryolunu savunmaya hacet kalmaz, boşaltılır ve hattın bütün gücü Sina Cephesi’ne tahsis edilirdi.

Bizim hedefimiz, düşman kuvveti değil, düşman kuvvetini besleyen raylar ve lokomotiflerdi. Vasıtamız da savaşmak değil, dinamitti. Bir köprünün az veya çok uzunlukta bir demiryolu parçasının, bir lokomotifin tahribi birçok Türk askerinin öldürülmesinden daha faydalıydı. Esasen eldeki imkânlar da düşman kuvvetini imha etmeye elverişli değildi. Bedeviler, tahkim edilmiş kuvvetli mevzilere saldırmazlardı Zayiata da katlanamazlar, ölmek pek istemezlerdi. Onlar karakterleri bakımından canlarını pek severler. Böyle insanlarla hiçbir yerde saldırarak muharebe edilmez… Biz, bizim için taarruz etmek kolay olan demiryoluna saldıracaktık.” Sözleriyle anlatmıştı.

İşte bu taktikle Hicaz Demiryolu ve tesisleri ardı arkası kesilmeyen sabotajlara ve saldırılara maruz kaldı. 1917’den itibaren şiddeti daha da artan saldırılılar çok sayıda Osmanlı askerinin şahadetine ve yaralanmasına sebep olurken, büyük maddi hasar meydana getirdi.
Hattın işlemez duruma gelmesinden korkan Medine Müdafii Fahreddin Paşa, bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen Mukaddes Emanetlerden, başta Hz. Osman’a ait el yazması bir Kur’an-ı Kerimle, Medine’deki Sultan Mahmut Kütüphanesi’ni, tarihi eser kıymetindeki diğer Kur’an, cüz, altın, gümüş, pırlanta, zümrüt ve yakut gibi değerli taşlarla süslü birçok eşyayı 14 Mayıs 1917’de Medine’den muhafızlarla İstanbul’a göndermeyi başardı.
Temmuz- ağustos 1918 tarihinden itibaren başta Lawrence olmak üzere İngiliz subaylarının yönlendirdiği bedevilerin saldırıları sonucunda Medine-Şam arasındaki nakliyat artık güçleşti. 30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu Mondros Mütarekesi’ni imzalayınca Hicaz Demiryolu ile bağlantı koptu. Nihayet 10 Ocak 1919’a kadar direnen Medine’nin de teslim olmasıyla Hicaz Demiryolu üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti de fiilen sona ermiş oldu.
Emre Gül / Dünya Bülteni
Kaynaklar:
Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, İstanbul, 1994.
Feridun Kandemir, Medine Müdafaası, İstanbul, 2007.
İstanbul’dan Medine’ye Bir Tarih Belgeseli Hicaz Demiryolu Fotoğraf Albümü, İstanbul 1999.
KAYNAK :



..