18 Kasım 2019 Pazartesi

HACI PAŞANIN ANAYASASI.,

HACI PAŞA'NIN ANAYASASI






30/5/2016
- 10:00 -
Mehmet Eymür
      
İstanbul Beylikdüzü’nde SADAT isminde askeri egitim veren bir sirket var. Belirtildigine göre yöneticileri ve personeli irticai faaliyetleri nedeniyle ordudan uzaklastirilmis veya emekli edilmis subay ve astsubaylar. Basinda emekli Tuggeneral Adnan Tanriverdi bulunuyor. Tanriverdi, 1944 yilinda Konya'nin Aksehir ilçesinde dogmus. 1964 yilinda Kara Harp Okuluna girmis ve Topçu Subayi olarak okulu bitirmis. Dört yil Özel Harp Dairesi ve 1986-88 arasi Kibris dâhil çesitli yerlerde görev yaptiktan sonra, 1992 tarihinde Tuggenerallige yükselmis ve 30 Agustos 1996 yilinda kadrosuzluktan emekliye sevk edilmis. Askerlik hayati sirasinda Kara Harp Akademisini, Silahli Kuvvetler Akademisini bitirmis, Özel Tekâmül Kurslari, Fransizca Kursu ve Gayri nizami Harp (GNH) Kursu görmüs. 
Evli ve iki çocuklu.


sadat_1

Adnan Tanriverdi Emekliye ayrildiktan sonra, bir yil Üsküdar FM Radyosunun Genel Koordinatörlügünü yapmis, 2004’te Ihlas Marmara Evleri Camii Yaptirma ve Yardim Dernegi Yönetim Kurulunda yer almis. 2004-2009 arasinda halen ‘Onursal Baskani’ oldugu ‘Adaleti Savunanlar Dernegi’nin (ASDER) Genel Baskanligini yapmistir. Bu dernegin yönetici ve üyelerinin de ayni sekilde irticai faaliyetler nedeniyle ordudan uzaklastirilan kisiler oldugu belirtiliyor. Subat 2012’de Müslüman ülkelerde faaliyet yürütmek ve yabanci ülkelerdeki savasçilari egitmek, silahlandirmak üzere basinda ‘Türk BLACKWATER'i diye adlandirilan, hayli soru isaretli SADAT (Uluslararasi Savunma Danismanlik Ticaret AS.) adli sirketi kurmus. 2013 yilinda ise, Islam Ülkelerinin birligi için ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Arastirmalar Merkezi Dernegi) ve YUSDER’i (Yunus Uluslararasi Doga Sporlari Dernegi ve Deniz Sporlari Kulübü) kurmustur. Halen; SADAT A.S. ASSAM ve YUSDER Yönetim kurulu Baskanliklarini aktif olarak yürütmektedir. Ayrica Milli Gazete ve Vakit Gazetesinde yazarlik da yapmis olan Tanriverdi’nin ‘Yeni Anayasa’sina bir göz atalim.

YENI ANAYASA’YI 2011’DE HAZIRLAMIŞ.,

Emekli Tuggeneral Adnan Tanriverdi kendisine ait internet sitesindeki 22 sayfalik “YENI ANAYASAMIZ HAYIRLI OLSUN” baslikli bölümde hazirladigi anayasa taslaginin 30 Aralik 2011 tarihinde Onursal Baskani oldugu ASDER vasitasiyla TBMM’ne yollandigini belirtiyor.

Tanriverdi, yeni anayasasinin baslangiç bölümünde “Giris, Neden Yeni Bir Anayasa, Darbelerin Anayasal Dayanaklari, 12 Eylül 1980 Darbesinin Yasal Dayanagi, 28 Subat 1997 Post Modern Milli MGK Darbesinin Anayasal Dayanagi, 27 Nisan 2007 Internet Bildirisinin Anayasal Dayanagi” gibi basliklarla tahlillerde bulunuyor.

Devaminda; “Anayasal Dayanakla Tasfiye Kurulu Haline Getirilen YAS, YÖK Darbeleri ve Anayasal Dayanagi, Yargi Darbeleri ve Anayasal Dayanaklari, 03 Mayis 2007 Yargi Darbesi, 05 Haziran 2008 Yargi Darbesi, 30 Temmuz 2008 Yargi Darbesi, Darbelere Dayanak Olan Istikrarsiz Dönemler” gibi basliklarla agirlikli olarak kendisince “yargi darbeleri” olarak nitelendirdigi dönemleri inceliyor.

Gelelim esas konuya, “Nasil Bir Anayasa” olmasi gerektigi kismina:

a. Anayasada resmi ideoloji olmamalidir
b. Degismez maddeler bulunmamalidir
c. Laiklik ilkesi anayasada bulunmamalidir
d. Resmi dil Türkçe olmali, ana dilde egitim imkâni saglanmalidir
e. Temel insan hak ve özgürlükleri kisitlanmamalidir
f. Idam cezasi konulmalidir
g. Vatandasin anayasal sifati olmamalidir
h. Baskanlik sistemi olmalidir
i. Yönetim sekli, bölgeli üniter devlet ve idari özerklik ilkelerine göre düzenlenmelidir
j. Milli iradenin bütün devlet kurumlari üzerinde otorite kurmasi saglanmalidir
k.Sivil diktatörlügün yolu kapatilmalidir
l. Siyasetin üzerinde yargi vesayeti olmamalidir
m.YÖK kalmali, üniversitelerde bilimsel özerklik saglanmalidir
n. Asker siyasetin üzerinde vesayet kuramamalidir

• Milli güvenlik kurulu kaldirilmalidir
• Genelkurmay Baskanligi MSB'ligina baglanmali ve TSK yeniden yapilandirilmalidir.
• Türk Silahli Kuvvetlerinin vazifesi yeniden ifade edilmelidir
• iç Güvenlik Içisleri Bakanligina, disa karsi savunma da MSB'ligina verilmelidir
• Jandarma Genel Komutanliginin Gn. Kur. ile organik agi koparilmalidir
• Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden (MGSB) iç tehdit degerlendirmeleri kaldirilmalidir
• YAS'in yapisi degistirilmeli ve bütün kararlari yargiya açikolmalidir
• Askeri yüksek yargi kaldirilmali, askeri hâkimler üniformasiz olmalidir.

Tanriverdi, “Temel insan hak ve özgürlükleri kisitlanmamalidir” demis ama arkasindan da “idam cezasi konulmalidir” diyerek insanin en temel hakki olan yasam hakkini kisitlamistir. Yine de kirbaçlama ve Recm (taslanarak öldürülme) cezalarini önermemis olmasina sükretmeli. TBMM Baskani Ismail Kahraman’in “Yeni anayasa dindar olmali” açiklamalarina da 29 Nisan 2016'da Yeni Akit Gazetesindeki beyanati ile destek veren Adnan Tanriverdi "istikrarin teminati olmak üzere” baskanlik sistemini destekledigini belirtiyor ve inanç özgürlügünün müdahalesiz yasanabilmesi için de laiklik ilkesinin anayasadan çikarilmasini zaruri görüyor. Bu nedenle? “TBMM Baskanimiz Sayin Ismail Kahraman’i destekliyor, yeni anayasadan laiklik ilkesi çikarilsin ve ‘Devletin dini Islâm’dir’ hükmü anayasaya dahil edilsin” diyor.

Tanriverdi’nin yeni anayasasini okuyunca aklima ilk gelen ABD’nin “BÜYÜK ORTADOGU” ve “BÜYÜK KÜRDISTAN” projeleri oldu. “Baskanlik” ve “Eyalet” sistemini getir, Türkiye’yi eyaletlere böl, bu eyaletleri “bölgeli üniter devlet ve idari özerklik ilkelerine göre düzenle ve kestirme yoldan Türkiye’yi böl, isi bitir.

sadat_2

Daha geçenlerde New York Times gazetesi Osmanli topraklarini dagitan Sykes Picot anlasmasinin yüzüncü yili münasebetiyle “Böyle olsa daha mi iyi olurdu?” diye alternatif bir harita yayinladi. Harita’da bizi kusa döndürmüsler. Dogu ve güneyde Ermenistan’a, Kürdistan’a ve Suriye’ye toprak vermisiz. Batida Istanbul ve binlerce sehidimizin yattigi Çanakkale’nin tamamiyla, Balikesir ve Bursa’nin büyük bir kismi ve Trakya’nin bütünü elimizden çikmis, MILLETLERARASI KOSTANTINOPOLITAN EYALET haline gelmis. Bitmedi, Izmir bölgesi de Türkiye’ye bagli, yari bagimsiz eyalet haline getirilmis.

Haci Pasam, sizin önerdiginiz sekildekine uygun bu haritayi begendiniz mi? Türkiye’yi bölmek isteyenleri mutlu edecek fikirler sizde nasil ve neden dogdu, yoksa Büyük Kürdistan, Büyük Ortadogu gibi kanli ABD projelerinin yeni “Esbaskani” siz mi oldunuz?

24 SENE ÖNCEKI ERBAKAN IKAZI.,

Milli Görüs Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1992 yilinda TBMM’deki bütçe konusmasinda Türkiye üzerinde oynanan büyük oyuna ve emperyalist güçlerin Kürt Devleti Planina dikkat çekiyor. Amerikali bir Albay'in Riyad'da bir gazeteciyle arasinda geçen diyalogu aktaran Erbakan:

“Riyad'da bizim bir gazetecimize sunlari söylüyor. Amerikali Albay söylüyor bunlari... Eli harita üzerinde diyor ki: 'Iste Kürt devleti burada kurulacak. Savas bitecek. Saddam çökmüs olacak'. Daha Körfez harbi bitmemis. Harpten önce söylüyor adam. ‘Saddam çökmüs olacak, bu yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun bir bosluk dogacak. Kürtler bir devlet kurarak buradaki boslugu dolduracaklar. Belki de Türkiye'den toprak isterler’. ‘Türkiye bunu kabul etmeyecegini açiklamis bulunuyor’ dendigi zaman kendisine, ‘O zaman çarpisacaksiniz’ diyor. Simdi tekrar kendisine deniyor ki; ‘Türkiye'nin düzenli ordulari, silahlari, toplari, zirhlari, tanklari, uçaklari, füzeleri var. Böyle bir büyük güce nasil karsi koyarlar? Hem gerek Iran gerek Suriye, Irak'in toprak bütünlügü için açik tavir koymus bulunuyorlar. Onlarin da bölgede bir Kürt devleti olusmasina göz yumacaklarina nasil ihtimal veriyorsunuz?’ denildigi zaman Amerikali Yarbayin söyledigi sözler sunlar: ‘Irak'in Kuzeyindeki Kürtlerinde yakinda çok silahlari olacak. Saddam'in biraktigi silahlar onlara kaliyor. Belki Türkiye'de sizinkilerden bile ileri silahlari olacak. Uçaklari, tanklari, füzeleri, zirhlilari, helikopterleri, hava limanlari ve saire’. Ne zaman söyleniyor bu sözler? Körfez harbinin basinda daha Körfez harbi yapilmamis. Muhterem milletvekilleri, aziz milletimizin evlatlari; bu okudugum vesika ne gösteriyor? ABD, dis güçler, Israil bütün bu olaylarin hepsini planli olarak yapiyor. Onlarin uzun vadeli planlari var. Batili ajanlar cirit atiyor. Onlarin bu uzun vadeli planlari var da bizim kisa, orta ve uzun vadeli milli planlarimiz nerede? Kim yapacak bunlari ve yapmasi icap edenler bir plan sahibi olmadiklari gibi sadece onlarin planlarina alet oluyor. Bak onlar, orta doguda Müslüman ülkeler arasinda is birligi olmasin, Türkiye Suriye ile, Türkiye Irak’la, Türkiye Iran ile çatissin istiyorlar ve bunu gerçeklestiriyorlar. Öyleyse bu emperyalizmin ve Siyonizm’in planini bozmamiz lazim”.

Rahmetli Necmettin Erbakan’in o günlerde, yani 25-30 yil önce söyledigi her sey, yasadigimiz bu sikintili günlerde tek tek dogrulaniyor. Bir baska konusmasinda Suriye’ye de girilecegini ve böleceklerini belirttigi gibi…

SADAT’a dönelim… SADAT’in genis bir danisman kadrosu var: Yeni Akit yazarlari Abdurrahman DILIPAK ve Ahmet VAROL gibi siviller hariç hemen hemen tamami eski asker. Bazilari Kuzey Irakta görev yapmis ve Arapça biliyorlar miş.

Bu Danışmanlar:

(E) Tuggeneral Adnan Tanriverdi, (E) Tuggeneral Mehdi Sungur, (E) Tuggeneral Korkmaz Tagma, (E) Tabip Albay Prof. Dr. Nevzat Tarhan, (E) Tabip Albay Prof. Dr. Yavuz Senol Önal, (E) Ögretmen Albay Prof. Dr. Mehmet Zelka, Prof. Dr. Mustafa Nutku, (E) Tabip Kd. Albay Turgay Göncü, (E) Tabip Kd. Albay Hüseyin Uludag, (E) Dis. Tabip Albay Kemal Mete, (E) Hâkim Albay A. Cengiz Tangören, (E) Hâkim Albay Yusuf Çaglayan, (E) Ögretmen Kd. Albay Mehmet Inkaya, (E) Ögretmen Bnb. Selahattin Arslan, Elektronik Mühendisi A. K. Melih Tanriverdi, (E) Tankçi Kurmay Kd. Alb. Fethi Kiran, (E) Piyade Kd. Albay Süleyman Türkmen, (E) Piyade Kd. Albay Mustafa Uçtu, (E) Piyade Kd. Albay Ersan Ergür, (E) Piyade Kd. Albay Yakup Baykan, (E) Piyade Kd. Albay Erol Gündüz, (E) Piyade Kd. Albay Cahit Uygur, (E) Tankçi Kd. Albay Mehmet Yavuz Ay, (E) Topçu Albay Nejat Özden, (E) Tankçi Binbasi Mustafa Bozgeyik, (E) Tankçi Kd. Basçavus Nurettin Yavuz, (E) P. Kd. Basçavus Hilmi Yüksel, (E) Ikmal Yarbay Hulusi Gülen, (E) Ikmal Yarbay Zafer Sahin, (E) Personel Kd. Basçavus Resat Fidan, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ömer Yenici, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ismail Kaplan, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ridvan, Çayhan, (E) Teknisyen Astsubay Dursun Öztürk, (E) Is.Tek. Basçavus Yavuz Sulumese, (E) Sat Kd. Basçavus Dr. Naci Efe, (E) Sat Kd. Basçavus Mehmet Emin Koçak, (E) Sat Kd. Basçavus Musa Menekse, (E) Sat Kd. Basçavus Hayrettin Kocaoglu, (E) Kd. Basçavus Engin Yilmaz, (E) Kd. Basçavus Mehmet Kurt, (E) Kd. Basçavus Ahmet Türkan, (E) Yük. Mühendis Kd. Albay Nuri Onay, (E) Eln. Kd. Basçavus Bülent Uzman, (E) Bilgisayar Müh. Astsubay Mesut Kaya, Hv. Yer (Kont.) Kd. Alb. Mustafa Hacimustafaogullari, (E) Pilot Kd. Albay Haluk Yildirim, (E) Pilot Kur. Yb. Hayati Atalay, (E) Kd. Bnb. Gürcan Onat, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Osman Kaçmaz, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Fethi Çoban, (E) Istihkâm Kd. Basçavus Cemil Turan, (E) Jandarma Kd. Alb. Çetin Zamantioglu, (E) Jandarma Kd. Alb. Irfan Çaliskan, (E) Jandarma Kd. Alb. Ibrahim Töre.

SADAT’in resmi internet sitesinde verdigi “Egitim Hizmetleri” söyle siralaniyor: “Sabotaj, suikast, pusu, baskin, adam kaçirma, tedhis (terör), gerilla harekâti, tahrip, sokak hareketleri ve gizli etkinlikler.

Yetkilileri tarafindan inkâr edilse de, basinda ve Internet’te SADAT’in faaliyetinin kanunsuz oldugunu, Suriyeli muhalifleri, ülkemizde yasayan Çeçen militanlari, hatta ISID mensuplarini egitip, Suriye ve Irak’a yolladigina dair çok miktarda idea var.

Nitekim Ocak 2015’de eski Büyükelçi Milletvekili Osman Korutürk, Suriye’deki muhaliflerin egit-donat projesi çerçevesinde Türkiye’de egitilecek olmasi ile ilgili kaygilarini TBMM gündemine tasimisti.

Korutürk, “Bilindigi gibi Suriye rejimine karsi uluslararasi planda askeri önlemler alinmasi hususunda Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi’nce alinmis herhangi bir karar mevcut degildir. Bu durumda böyle bir operasyonun uluslararasi mesruiyete sahip olmayacagi da açiktir” dedi. Korutürk Ahmet Davutoglu’na su sorulari yöneltti:

•“Birlesmis Milletler Antlasmasi, bir üye ülkenin baska bir ülkenin toprak bütünlügüne ve siyasi bagimsizligina yönelik kuvvet kullanmasini ya da kuvvet tehdidinde bulunmasini yasaklamaktadir. Mevcut Sam yönetiminin Birlesmis Milletler tarafindan mesru hükümet olarak taninarak Birlesmis Milletler Teskilati nezdinde temsil edilmekte oldugu bir ortamda Suriye’deki silahli muhalif gruplara askeri egitim verilmesi hükümetinizce hangi uluslararasi hukuk ilkelerine dayandirilmaktadir?

• Egit-donat projesi kapsaminda Türkiye’ye gelecek yabancilar, hangi ulusal ya da uluslararasi hukuk mevzuatina tabi olacaklardir? Bunlarin Türkiye’ye gelmesi ve ülkemizde bulundurulmasi için anayasanin 92. maddesi uyarinca TBMM’nin onayi alinacak midir?

• Türkiye’de egitilip donatilacak yabancilarin karisabilecekleri adli olaylarda hangi hukuk uygulanacaktir? Türkiye’de egitilenlerin egitim dönemlerinin sonunda kendi ülkelerine ya da baska ülkelere gittiklerinde oralarda katilabilecekleri terör ya da baska yasadisi eylemlerden dolayi Türkiye Cumhuriyetinin sorumlu tutulmasi nasil önlenecektir?

• Türkiye’nin “egit-donat” projesine bagli gelismeler sonucunda uluslararasi hukuk çerçevesinde davalara, hatta yaptirimlara muhatap olma riski hesaplanmakta midir?

• Egit-donat projesi çerçevesinde ülkeye girecek gruplarin içinde ISID, El Kaide, El Nusra ya da diger terör grubu mensuplarinin olup olmadigi nasil saptanacaktir? Yoksa bu gruplara mensubiyet arastirilmayacak midir? Bu tür kisilerin Türkiye’de kalip terör eylemlerine ve yasadisi faaliyetlere girismeleri, devlet güçlerine, kurumlarina ya da sivillere yönelik silahli eylemlerde bulunmalari nasil önlenecektir?

• Egit-donat projesi kapsamindaki askeri egitimler Türk Silahli Kuvvetleri’nce mi verilecektir? Öyle ise söz konusu projede görev alacak olan Türk Silahli Kuvvetleri personelinin, bu tip hukuki mesruiyeti tanimlanmamis silahli örgütlere egitim vermesi hangi yasal mevzuata dayandirilacaktir?

Korutürk tatmin edici bir cevap aldi mi, aldi ise ne dediler bilmiyoruz. Ancak Korutürk 18.03.2015'de yaptigi bir açiklamada, ABD’nin “egit-donat” projesini, AKP iktidarinin yanlis anladigini söyledi. “ABD’liler, bu projeyi ISID’e karsi gerçeklestirdiklerini anlatiyorlar. Hükümet ise ’egit-donat’ projesini Suriye’ye karsi anlatiyor” Ayni dalga boyutunda degiller” diye konustu.

Karisik bir dönem yasiyoruz. Içimizde binlerce hain varken gizli isler yapmaya, boyumuzu asan, projeler gelistirmeye çalisiyoruz. Tam ellerimizi ovusturacakken bir de bakiyoruz basimiza çuvali geçirmisler.

Oslo görüsmeleri gibi, Disislerinde, zamanin Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu, Disisleri Müstesari Feridun Sinirlioglu, Genelkurmay 2. Baskani Orgeneral Yasar Güler ve MIT Müstesari Hakan Fidan arasindaki konusmalarin ortalara dökülmesi tam bir meydan okuma. Birileri “Senin her adimindan haberim var, Aklini basina topla” mesaji veriyor.

Evet, Haci Pasam. “ En kisa zamanda Sam'a gidecek, Insallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri basinda Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazimizi da kilacagiz. Bilali Habesi'nin, Ibni Arabi'nin Türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu Istasyonu'nda kardesligimiz için özgürce dua edecegiz ” gibi iddiali söylemlerle cosmusken, arkaya dönüp bir de bakarsiniz ki vatan topraklari elden gitmis…

Iste o zaman heyecanla alkislayanlar, ölünüze bile Lanet okurlar…


Rahip Brunson ve karışık işler...

Rahip Brunson ve karışık işler...



Ahmet Dogan Şimşek

ahmetdogan.simsek@gmail.com 
Aug 11 10:17PM Rahip Brunson ve karışık işler...
 09.08.2018

*Batuhan Yaşar*


http://www.turkiyegazetesi.com.tr/#

http://www.facebook.com/sharer.php?u=http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/batuhan-yasar/603603.aspx


Enseyi karartacak durum yok.. Türkiye karşısına çıkartılan devasa
problemlerle mücadelesine devam ediyor..
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net söyledi:
*“Ekonomik savaşla karşı karşıyayız.. Hiç endişeniz olmasın bu savaşı da
kazanacağız..”*
-‘Eski pozisyonuna dön’;
-‘Etliye-sütlüye karışma’;
-‘Otur oturduğun yerde’ diyorlar..
Her 10 yılda darbe.. Her 5 yılda ekonomik kriz..
İki yakası bir araya gelmeyen.. Ağzı, burnu, dişleri kırılmış.. Biraz
toparlanınca bir şamar daha atılan bir ülke..
İstedikleri tam da bu..

*BRUNSON VE DOLAR*

Doların fiyatını sadece rahip Brunson’a bağlamak yanlış olur..
*Sanki rahip hapiste olmasaydı dolar yerinde mi sayacaktı? **Başka bahane
devreye sokulacaktı..*
Dolar sadece Türkiye’de değil dünyada ve gelişen piyasalarda da
değerleniyor..
Trump vaatlerini bir bir yerine getiriyor.. Başka da olan bir şey yok..

*IMF’NİN AÇIKLAMASI*

Ortada fol yok, yumurta yokken IMF mail yoluyla birilerinin sorularını
cevaplıyor:
*“Türkiye’den kredi talebi gelmedi..”*
* ‘Hazır kıta bekliyoruz, yeter ki borç verelim’ demek bu..*
İlla da verecekler..
Bu haberleri ortalıkta dolaştırmanın arka planında başka bir şey var:
*-Piyasaları baskı altında tutmak..*

*HER FIRSATTA SIKIŞTIRMA*
 

Kredi derecelendirme kuruluşları son dönemde hiçbir fırsatı
kaçırmadı.. Türkiye’ye para girişini engellemek için her şeyi yaptı..
Şimdi Ağustos’un son haftasında yine not açıklayacaklar..
Türkiye onlara akredite değil ama..
Reyting kuruluşlarına para ödemezseniz ölçüm yapmazlar..
‘Beni takip etmeyin’ dediği hâlde zorla izlemeyi sürdürüyorlar..
Şu nedenden:
*Sıcak para, fon ve doğrudan yatırım girişini en asgaride tutmak için..*
Türkiye nasıl ihracatını çeşitlendirdi..
*Şimdi alternatif finans kaynaklarına yöneliyor:*
-Yatırımcı tabanını genişletiyor..
-Gelişmiş ülkelerdeki kalkınma bankacılığına geçişin altyapısını
oluşturuyor..

*İYİLEŞME SONBAHARLA BİRLİKTE*
 

Temel ekonomik parametrelerde problem yok.. Enflasyonda Ağustos’la birlikte
ciddi gerileme bekleniyor.. Tek haneli rakamla sonunda tekrar tanışacağız..

*DOLAR FİYATI HAYATIMIZA YANSIMADI Kİ*
 

Bir dolar tartışmasıdır gidiyor.. Sonunda ABD’nin Ankara Büyükelçiliği bile
resmî açıklama ile bu işe girmek zorunda kaldı..
Söylentiler.. Duyumlar.. Dedikodular..
Büyükelçilik demişken;
Resmî twitter hesabının, kırmızı bültenle aranan bir FETÖ’cüyü takip etmesi
rahatsız edici..
Bu Washington’daki Türk Büyükelçilik hesabının El-Kaideli birini takip
etmesinden farksız..
Stratejik ortak bunu yapar mı?
*Daha dün Büyükelçilik sağlam dostluk ve müttefikliğe vurgu yapmadı mı?*
Özetle “Darbeyi organize eden FETÖ elebaşlarından birinin” resmî hesaptan
takibi doğru değil..
Neyse biz tekrar dolara dönelim..
Şuna ulaştı buna çıktı..
*-Dolar algı operasyonlarıyla neredeyse iki katına çıkarılmadı mı?*
*Ne oldu peki?*
*-Hayatımıza yansıdı mı?*
*-Cebimizden para mı eksildi?*
*-Tatile mi gidemedik?*
*-Benzin mi zamlandı?*
*-Perakende satış endeksi mi düştü? (Hayır aksine arttı)*
Dolar fiyatı hiç mi önemsiz.. Tabii ki önemli ama dolarla yatıp dolarla
kalkmayalım..

*CARRY TRADE OLAYI ÖNEMLİ*

Niye Merkez Bankası’nın her toplantısı öncesi hep bir ağızdan ‘faiz’ diye
bağırıyorlar dersiniz?
Şu yüzden:
-John gidiyor ABD’deki bankadan 100 dolar çekiyor..
-Faiz yüzde 2..
-Geliyor Türkiye’de bozduruyor..
-500 TL..
-Bir yıl için faize yatırıyor..
-Faiz yüzde 20..
-500 TL oluyor 600 TL..
-100 doları oluyor 120 dolar..
-5 dolarını düş..
-Kemiksiz 15 dolar hoop cepte..
Var mı böyle bir kârlılık dünyada?
Düşünün bu örneği sadece 100 dolar için verdik..
1 milyar dolar getirenler var..
Kazanca bak kazanca..
*Yüzde 1’lik artı faiz milyonlarca dolar ek kazanç demek.. **Faiz ne kadar
yüksek olursa o kadar John’un lehine.. *
*Olay bu..*

*TÜRK BANKALARI SIKINTILI MI?*

Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın NTV’de bütün rakamları verdi..
Hepsi resmî ölçümler..
Yabancı basında çıkan haberlere kulak asmamak lazım..
Hâlâ da iyi kârlar yapıyorlar..
Biz işin operasyon kısmını anlatalım:
Türk Bankacılık Sistemini de kıskaç altına alınmak isteniyor..
İlk darbeyi buradan vuracaklar çünkü..
*Bir bankanın öz sermayesi 10 milyar dolarsa borsadaki değerinin de o kadar
olması lazım..*
Bizde yarısı kadar..
Aynı durum kârlılık çarpanı için de geçerli..
*Bütün Türk bankalarında durum aşağı yukarı böyle..*
Nedeni yabancıların bu kârlılığa ve öz sermayeye inanmaması..
Kardeşim işte kasa orada..
Para da orada..
Bakın..
*‘Yok ben inanmam’ diyor..*
*Gözlerini kapatıyor..*
2008’de kendi bankaları nasıl patladı..
Türk bankaları dimdik ayakta dururken..
Bir taraftan da ‘Türk bankalarında bombalar var’ söylentisi yayıyorlar..
Bunlar da aşılacak..
*Hepsi geride kalacak.. Hiç kuşkunuz olmasın..*


http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/batuhan-yasar/603603.aspx


Dolar savaşı
*D**OSTLARLA *konuşurken sık sık bir şeyin altını çizerim.

*OLMASI DÜŞÜNÜLEN VE **OLMASI İÇİN ÇALIŞILAN HER **OPERASYONUN
İPUÇLARI **BASINDA VARDIR.*


Yapmanız gereken tek şey, zamanınız varsa bir de okumayı biliyorsanız *MEDYAYI
TAKİP* etmektir. Önceleri Türkiye'de *ŞİFRE* isimler vardı. Yazdırılırdı.
Kendi fikirleri yoktu.
Beyinleri kiralıktı. Ama dünyada da bu model hep işbaşındaydı.
Medya operasyonları küçük küçük olacakları haber verse de asıl olarak
sonuçlarına kitleyi ikna etmektir.
*GÖREVLİ **MEDYA **BUDUR, **BÖYLE **ÇALIŞIR...*
Okuduğumuzu unutuyoruz!
Geçtiğimiz günlerde çok saygın (!) bir dergi *ERDOĞAN'*ı kapak yaptı.
Manşete taşıdı. İnanılmaz cümleler kullandı: Erdoğan Kürtler'i kırmak ve
Osmanlı'yı diriltmek istiyor. Türkiye, bir zamanlar demokratik ve
ılımlıydı, artık değil. Türkiye, terör rejimine doğru yöneliyor. Esad'ı
devirmek için Kürtler'i katlediyor. Sünniler'in lideri Erdoğan, Ortadoğu'da
da karışıklığa neden oluyor.
Erdoğan'ın dış politikası akıl dışı. Türkiye, tüm dünya açısından tehlikeli
hale geldi. Dünyanın en güçlü devleti olan Amerika, bu konuda önemli
adımlar atabilir.
Özgür dünya Erdoğan'a karşı ne kadar çabuk hareket ederse, dünyamız o kadar
güvenli olacaktır.
Türkiye dönüştürülmeli. Bu konuda vakit kaybetmemek gerekiyor..." 

*ŞAKA GİBİ DEĞİL Mİ!*
Türkiye kime ne yaptı?
Kimin kötülüğü için hareket etti?
Kendi sınırları içinde güvenle yaşamak dışında kime el kaldırdı?
Soruların cevabı önemli değil.
Bu satırları yani *NEWSWEEK'*i hazırlayanlar da bunları biliyordu.
Ama işlerine gelmiyordu...
İşaret *DERGİ *üzerinden fazlasıyla verildi zaten. Bugün yaşanılanların
öncüsüydü!
Devam...
Son günlerde yine en çok *EVANGELİZMİ *konuşur olduk...
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence'i dikkatlice dinlerseniz açık şekilde
hedefinde Türkiye'nin olduğunu görürsünüz.
Evangelist'tir kendisi...
Evangelistler, Katolikler'den hoşlanmaz. Hatta düşmanlardır.
Evangelistler için Hristiyanlığın Siyonistleri yaklaşımı hep güçlüdür.
Zaten Evangelistler İncil'in dışında Tevrat ve Zebur'u da ciddiye alır.
Bugün ABD'de güçlenen Katolikler'e karşı Evangelistler'in de güçlenmesi
anlaşılır gibi değildir.


*KAFA KARIŞIKLIĞI **BURADA ASLINDA!*


Evangelistler'le Katolikler, Türkiye konusunda birleşti. Bunu anlamak
gerçekten zor. Bu anlaşmanın detaylarını incelemek gerekirse, ABD'nin
taleplerine bakmamız gerekiyor. Pastör Brunson'ın serbest bırakılması bir
Evangelist talebidir.
Ancak Türkiye'nin IMF ile anlaşması, Katolik talebidir.
Çünkü bugün IMF Başkanı Christine Lagarde, Katolik'tir.
Evangelistler'i de sevmez.


*PENTAGON'UN DA KATOLİK **OLDUĞUNU UNUTMAMAK **ŞART!*


Türkiye'nin Merkez Bankası'na müdahalesini engellemek isteyenler ise
Evangelistler'le Yahudiler'dir.
Yine Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasından rahatsız olanlar, S-400
anlaşmasına tepki gösterip NATO darbesi için adımlar atanlar ise
Katolikler'dir.
Van ve Hakkari'ye yeni NATO üsleri isteyen de dolayısıyla Katolikler'dir.
Doğu ve Güneydoğu illerine özerklik verilmesini isteyenler de ABD'deki
Yahudiler'dir.
Aynı şekilde Ankara'nın Akdeniz'deki petrolden pay istemesini engellemek
isteyenler de Yahudiler'dir.
Aynı Yahudiler, Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasını, NATO'dan ayrılmasını
da talep etmektedir.
*Şimdi Türkiye böylesine güçlü* *bloklarla mücadele etmektedir...*
Silah lobisinin etkin olduğu ABD'de Katolikler, yıl sonu gelmeden
Türkiye'nin IMF ile anlaşmasını istiyor. Hiç ortada yokken IMF'nin
*"Türkiye'nin* *IMF ile anlaşmasını* *gerektirecek bir* *durumu yok" *resmi
açıklaması, akıllarda *"Evet IMF ile* *anlaşma yakın"* algısı için yapıldı.
Adresi gösterdiler yani!
Katolikler'le Evangelistler'in Türkiye karşıtlığında birleşmelerinin en
önemli nedeni ise Ankara-Moskova, Ankara-Tahran ve Ankara-Pekin'in kendi
para birimleriyle ticaret hamleleri oldu.
Bu bölgede dolarla ilgili ilk ve önemli bir başkaldırı olarak algılandı.
Türkiye'nin atacağı güçlü adımlar *DOLAR'*ı en azından *ENERJİNİN* *DOLAŞTIĞI
YERLERDE* bitirebilir ya da kısıtlayabilirdi.
*RAHATSIZ OLDULAR*.

Bir de görmemiz gereken önemli bir detay daha vardı!
Türkiye, ABD ile ciddi bir mücadele içindeydi ama 60'tan fazla *MÜSLÜMAN *ülke
bu duruma uzak kaldı.
Yanımızda olanı görmedik.
Gelmediler de...
Mesela *KÖRFEZ'*den bir destek gelse *DOLAR *sadece burada değil dünyada
değer kaybederdi. Ama herkes *WASHINGTON *ile yan yana... Mesela Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri destek olsa iklim değişirdi.
İçeri baktığımızda *DOLAR *borcu olanların 

*ÖZEL ŞİRKETLER* *OLDUĞUNU
GÖRÜYORUZ.*

Bu baskı sürerse şirketlerin değer kaybı devam eder, işsizlik baş gösterir,
enflasyon iyice canlanır...
Buna oynuyorlar zaten!
Borcu olanların *YÜZDE **80'*i şahıslar, özel sektör yani...
Ancak gözden kaçırdığımız önemli bir ayrıntı vardı! Nedense kimse bunu
konuşmuyor. Yazan çizen de yok!
Nedenini bilmiyorum ama olanları biliyorum!
Garip şeyler oldu çünkü! Gözden kaçtı, görülmedi, gösterilmedi ve bir hamle
yapılmadı!
*DOLAR OPERASYONU **GELMEDEN ÖNCE * ABD'nin bazı özel adamları *TÜRKİYE' deki bazı büyük özel isimleri uyardı. *DOLAR* fırtınasından haberdar etti.
2017'nin ilk günlerinde Türkiye'nin önemli şirketlerine bu konuda ne
yapmaları gerektiği tek tek anlatıldı! Onlar da gizli tedbirlerini aldı.
Arkasından *YAPILANDIRMA TALEPLERİ **GÖRMEYE BAŞLADIK...*
Krizi tetiklemek için mi yapılıyordu, gerçekten ihtiyaç olduğu için mi!
Bilmiyorum. Bilenlerin olduğunu düşünmek istiyorum!
Ancak *DAHA DIŞARIDAN* *"İFLAS ETTİK" *açıklamasını yapın emri gelmedi.
Yakında bunun gelmesi beklenmekte...
Türkiye'ye karşı yapılan saldırının açıkça yıkıcı ve kalıcı hasar bırakması
için bu adımın atılacağı söylenmekte...
Fısıltılar bu! Yani *"İFLAS* *ETTİK" *çığlıklarıyla erozyonu büyütecekler...
*AĞIR FATURA ÇIKARMAK **İÇİN, TÜRKİYE'NİN **KONTROLÜNÜ ELE **GEÇİRMEK İÇİN *
*GELİYORLAR... *İçeride konuştukları 12-13 aile...
Anlamadığım bunu kontrol etmek bu kadar zor mu?
Sonuçlara bakılınca zormuş demek!
Üzerimize yürüyen ittifak her an *TRUMP'*ı bile indirebilir. *BÜYÜK*
*ANLAŞMA *için eller kenetlenmiş gibi. Trump'ın *PENTAGON'*u mutlu edecek
mesajlarına bakmayın!
Ayakta kalmak için mecbur.
Kavga büyük...
Daha pekçok gelişme göreceğiz...

* Ergün Diler*

*https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/08/11/dolar-savasi
<https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/08/11/dolar-savasi>*

BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLININ YÜZ KARASI SEVR, YENİDEN...

BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLININ YÜZ KARASI SEVR, YENİDEN... 



10 Ağustos 1920 -10 Ağustos 2018 (KURAMSAL AKTARIM & METİN AYDOĞAN) 


-İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış, Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla durumuna getirilmişti.


BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLI'NIN YÜZ KARASI
SEVR, YENİDEN... 











(10 Ağustos 1920 -10 Ağustos 2018)
KURAMSAL AKTARIM & METİN AYDOĞAN
Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan Devletler, 10 Ağustos 1920’de Paris’in banliyölerinden porselen fabrikasıyla ünlü Sévres’de, bir araya geldiler.
Osmanlı Devleti’ne, kendi varlığına son veren bir barış anlaşması imzalatılacak ve toprakları nüfuz bölgelerine ayrılarak paylaşacaklardı.
Hindistan ve Çin’e ulaşan ana ulaşım yolu üzerindeki Mezopotamya, Filistin ve Suriye ele geçirilecek, kapitülasyonlar (yabancılara verilen ayrıcalıklar) genişletilecek ve Boğazlar denetim altına alınacaktı.
Osmanlı İmparatorluğu savaşın en değerli ganimetiydi.
Stratejik konumu dışında; el değmemiş petrol yataklarına, bakır, gümüş, demir başta olmak üzere bilinen hemen tüm değerli madenlere ve “hidroteknik mühendislerinin yardımıyla muazzam ölçüde ürün verebilecek, olağanüstü verimli tarım arazilerine”1 sahipti.
Amerikalı tarihçi Prof. Paul C.Helmreich, Paris’ten Sevr’e (From Paris to Sévres) adlı yapıtında, Sevr Antlaşması için, “19.yüzyıl sömürgeciliğini izleyen, mükemmel bir emperyalist çözüm” der ve o günlerdeki Türkiye için şu değerlendirmeyi yapar:
“Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu.
Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan ‘uyutma antlaşmaları süreci’, yerini açık olarak yürütülen ‘nefret’ tutumuna bırakmıştı.
‘Barbar bir ulus’ olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı.
Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş; Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu.
Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu.
Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi.
Çünkü; Türkiye, doğası gereği zengin ve emperyalizm oburdu”.2

Galip devletler, Osmanlı topraklarını savaştan hemen sonra işgal etmiş, eylemsel olarak aralarında paylaşmışlardı.
İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış, Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla durumuna getirilmişti.
Toprak paylaşımının biçim ve miktarı, savaş içinde gizli-açık 9 uluslararası antlaşmayla önceden belirlenmişti.3

Yemen’den Balkanlar’a, Kafkasya’dan Ege adalarına dek büyük bir coğrafyada sınırlar yeniden çizilmişti.
Rusya’nın devrim nedeniyle paylaşım dışı kalması üzerine, San Remo’da gözden geçirilen yeni düzenleme, şimdi Sévres’de uluslararası bir antlaşmaya dönüştürülecek ve uygulanacaktı..
Sevr Anlaşması’nda; Kars, Erzurum dahil, ülkenin Doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere veriliyor (88-94.Madde), Fırat Nehri’nin doğusundaki topraklar Özerk Kürt Ülkesi yapılıyordu. (62-64. Madde)
Suriye’den sonra İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın Kuzeyi’ne dek uzanıyordu (Ek Protokol).
Antalya merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseri’ye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyi’nde kalan tüm Güneybatı Anadolu ve Onikiada, İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).

Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dahil, tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (84-87.Madde).
İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden arındırılıyor, İtilaf Devletleri’nin denetimine veriliyordu.4

Türklere, ‘ekonomik değeri ve gelişme olasılığı bulunmayan’5 topraklar olarak kabul ettikleri, Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu.
Ordu dağıtılıyor, yerine 50-700 kişiyle sınırlandırılan ve subay kadrosu içinde 1500 yabancı denetmenin görev yapacağı bir jandarma örgütü kuruluyordu.
Askerlik yükümlülüğü kaldırılarak, ordunun silah donanımı İtilaf Devletleri’ne devrediliyor; silah üretim ve dışalımı yasaklanıyor; deniz birliklerindeki gemi sayısı, 6 torpido ve 7 hücumbot ile sınırlanıyordu.6
Ekonomik, siyasi ve hukuki ayrıcalıklardan oluşan kapitülasyonlar, sınırları genişletilerek yeniden düzenleniyor,Garanti Sistemi adıyla yeni ayrıcalıklar getiriliyordu (261.Madde).
Demiryolları, limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu. (Madde 328 -360).7
Devlet bütçesi; İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan bir kurul tarafından düzenlenecekti.
Kurula katılan Türk temsilcinin oy hakkı bulunmayacak, yalnızca danışma niteliğinde görüş bildirecekti.
Türk Hükümeti, kurulun onaylamadığı herhangi bir mali düzenlemede bulunamayacak, Gümrükler Genel Müdürü, bu kurul tarafından atanacak ya da görevden alınacaktı.
Türk Devleti’nin para politikası, Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye İdaresi ile birlikte çalışacak bir Mali Komisyon tarafından belirlenecekti.
Komisyon, devletin gelirleri ile önce işgal güçlerinin giderlerini ve savaş tazminatı ödeyecek, sonra geri dönen azınlıkların giderlerini karşılayacak, kalanını Türk halkının gereksinimleri için kullanacaktı (Madde 231-266).8

Büyük devletlere tanınmış olan kapitülasyon ayrıcalıklarından, Yunanistan ve kurulacak olan Ermenistan yurttaşları da yararlanacak, herhangi bir ticari kısıtlamaya bağlı olmadan ülkenin her yerinde çalışabileceklerdi.
Yabancı kargo ve posta kuruluşları yeniden açılacaktı.
Konsolosluk Mahkemeleri, gelişkin yetkilerle yeniden kurulacak, Türk Mahkemeleri yabancıları yargılayamayacaktı.9

Sevr; azınlıklar, dinsel özgürlükler ve demokratik haklar konusunda, özellikle Rum ve Ermeniler’e, Türkler’in yararlanamayacağı geniş haklar getiriyordu.
Savaş nedeniyle yerlerinden ayrılan azınlıklar, hiçbir koşula bağlı olmaksızın geri dönebilecekler ve komisyona bildirdikleri maddi zararları, Türk maliyesinden alabileceklerdi.
Azınlıklar; okul, kimsesizler yurdu, hastane, kilise, havra gibi toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede tümüyle özgür olacaklar, hiçbir denetime bağlı kalmayacaklardı.10

Anadolu’daki Türk egemenliğini kesin biçimde sona erdiren Sevr, onu imzalayanlar için “sonsuz bir utanç belgesiydi”.11

En küçük ayrıntıya dek yüzlerce maddeyle belirlenen parçalama girişimi, birkaç sözcükle özetlenirse, ortaya çıkan somut gerçek şuydu:
“Osmanlı Padişahı ve bütün İslamların Halifesi olan Sultan Mehmet Vahdettin”12, dedelerininSelçuklulardan devralarak büyük bir imparatorluğun ana yurdu yaptığı Anadolu’yu, hiç direnmeden, üstelik direnenlere karşı direnerek elden çıkarıyordu.
İşin acı yanı, “mahvolmak istemeyen ve anavatanını her türlü fedakarlığa katlanarak savunmaya karar veren Türk milletine, tutsaklık ve utanç zincirini takmak için, büyük devletler ve Yunanlılarla birlikte saldırıyor, bu saldırıda silah dahil, her şeyi kullanıyordu”.13

Yabancılar, bugün Türkiye’de Türk yurttaşlarının ödediği; kira geliri, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz geliri, serbest meslek kazancı, banka faiz geliri, ücret kazancı ve repo geliri gibi kazançlarda vergi ödemiyor.
1838 Türk-İngiliz Serbest Anlaşması’nda (Baltalamaya Anlaşması) bile, Türk tüccarlar yüzde 12 vergi öderken, yabancılar yüzde 5 vergi ödüyordu.
Sevr’deki “Mali Komisyon”, savaş tazminatları ve borç ödemelerine öncelik vermişti.
Bugün dış borç ödemelerine kaynak ayırmak için, Kemal Derviş’in çıkarttığı Merkez Bankası Yasasıkullanılıyor ve “faiz dışı fazla” peşinde koşuluyor.
Dış borç bulmak için Hazine altınları rehin veriliyor, devlet işletmeleri Varlık Fonu adını verilerek borç garantisi olarak kullanıyor.

Sevr’de, Demiryolları, limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu.
Bugün, bunların büyük bölümü devlet yönetiminden çıkmıştır.
Limanlar satılmış, akarsular HES’lerle doldurulmuş durumdadır.
Sevr’de, azınlıklar; okul, kimsesizler yurdu, hastane, kilise, havra gibi toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede denetim dışına çıkarılmışlardı.
Sevr’in bu maddeleri, bugün hükümet, uygulaması haline gelmiştir.
Patrikhane ve azınlık kuruluşları, eski mülklerine kavuşmuş, çalışmalarını denetimsiz biçimde sürdürmektedir.

Sevr’de, yabancılar kendi nüfuz alanlarında, maden arama ve işletmede serbesttiler.
Şimdi Türkiye’nin büyük bölümünde, kiralamalar ya da satın almalarla arama ve işletme haklarına sahipler.

Duyunu Umumiye’nin reji idaresinden alınıp devlet tekeli haline getirilen tütün üretim ve işletmeciliği, bugün yeniden yabancı sigara şirketlerinin tekeline verilmiştir.
Pancarın yerini, yabancı kaynaklı mısır ve yapay tatlandırıcılar almıştır.
Tütün ve pancarın ekim alanları sınırlandırılmıştır.
Milli bankaların yerini, büyük oranda uluslararası bankalar almıştır.
Sevr’de, Anadolu Avrupa devletlerinin nüfuz bölgelerine ayrılmıştı, şimdi Türkiye’nin tümü yabancıların açık pazarı durumunda.
Sevr’de, ordu tasfiye edilmişti.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra çıkarılan kararnamelerle; ordu polis gücüne dönüştürüldü, okulları kapatıldı, hastaneleri ve mahkemeleri elinden alındı.

DİPNOTLAR

1 “Woodrew Wilson, Dünya Savaşı, Versailles Barışı” R.S.Becker, sf.96; ak.A.M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.39
2 "Sevr Entrikaları” P. C.Helmreich, Sabah Kit., İstanbul-1996, sf.22
3 Ana Britannica, 27.Cilt, Ana Yay. A.Ş. İstanbul-1994, sf.361
4 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.192
5 a.g.e. sf.192
6 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.241
7 “Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156-157
8 "Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195-196
9 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.242
10 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, sf.10403
11 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.64
12 a.g.e. sf.65
13 a.g.e. sf.65

ADD "GENEL MERKEZ" YÖNETİM KURULU

KİMSE BÜYÜK ATATÜRK'Ü VE TÜRK KURTULUŞ TARİHİNİ UNUTTURMAYACAKTIR!..

Büyük Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu'nun şimdiki Başkanı medyaya yansıyan açıklamasında "Okul kitaplarında Sevr'i antlaşma değil belge olarak alınması " yönünde girişimde bulunacaklarını İfade ederek, "Çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun kafası karışıyor "demiştir.

Kafası karışık ve kafa karıştırmaya çalışarak, gündemi değiştirme çabasında olanlara bir kez daha SEVR Antlaşmasının 98. yıldönümünde diyoruz ki:
1. Sevr, Padişah Vahdettin'in bizzat görevlendirdiği Reşat Halis, Rıza Tevfik ve Hadi Paşa'larca 10 Ağustos 1920 de imzalanmış bir ANTLAŞMA' dır.
2. Sevr, Türk Milleti'nin idam fermanıdır. Sevr'i hafifletme çabaları asla kabul edilmeyecektir. Bu çabalar traji komik ve basit bir girişimden öteye geçemeyecektir.
3. Sevr'i "Antlaşma değil", " Belge" olarak sunmak Türk Kurtuluş Tarihini açıkça çarptırmaktır, tarihimize ihanettir...

4. Sevr imzalanmadı savsatasıyla Osmanlı Yönetimi aklanmaya Mustafa Kemal ATATÜRK ve mücadelesi de küçümsenmeye çalışılmaktadır. Türk Milleti bu zavallı oyunun farkındadır.

5. Sevr, bir kefen olarak Türk Milletine giydirilmeye çalışılmıştır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK liderliğinde Türk Milleti bu kefeni parçalayıp, tarihin çöplüğüne atmıştır. Unutulmamalıdır ki ADD olarak tarihin tekerrür etmesine asla izin vermeyeceğiz. Çünkü bizler Mustafa Kemal'in manevi askerleriyiz.

6. Lozan'la Milli Kurtuluş Savaşımızı taçlandırdık. Ulusal Onurumuzu, geleceğimizi ve vatanımızı güvence altına aldık. Lozan'a laf edenler Sevr'i "antlaşma değil" "belge" olarak sunanlar, unutmasınlar ki Atatürk’ün eşsiz liderliğini ve milletimizin kahramanlığını hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir koşulda unutturmayacak tır.
Aziz Milletimize diyoruz ki;

Sevr'i imzalayanları aklamaya çalışanları, Lozan'a laf edenleri ve ülkemizi kuruluş felsefesinden uzaklaştıranları Tarih, Cumhuriyet ve ATATÜRK adına yakın takipteyiz. Fırsat vermeyeceğiz.

ADD Genel Merkez Yönetim Kurulu




İran’da Gelişmeler.,

İran’da Gelişmeler.,





01 Kasım 2003
Yazan; 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü


İran zor günler geçiriyor. Bu zor günlere sadece ABD’nin Irak’a gelmesi neden olmadı. Zor dönem daha önce başladı ve devam ediyor. İran’ın içinde bulunduğu durumu anlatan şifre ise “Hicap Harap”. Hicap, İran’da örtünmede kullanılan kara çarşafa denir.,
Harap ise tükenmek. Hicap harap ise İran'da devrimin tükendiğini anlatıyor. Gerçekten de İran İslam devrimi artık gerileme ve ilerleme değil, varlık mücadelesi içine girmiş durumda. Rejimin reformu gerçekleştirememesi her geçen gün İran İslam Devrimini varlığını tehlikeye atıyor.
ABD'nin Orta Doğu'ya gelişi sadece bir çarpan etkisi yaptı. İran'da rejimin yaşadığı zorlukların altında Cumhurbaşkanı Hatemi'nin temsil ettiği reformist hareketin halkın reform taleplerini karşılayabilecek bir çizgiden uzaklaşması. İktidara ilk geldiği dönemde İran halkının büyük bir bölümünü oluşturan reformistler için ümit olan Hatemi Cumhurbaşkanlığının ilk dört yılında köklü değişikliklere neden olamasa da yeni bir ruhu ve duruşu temsil ediyordu. Bunun için halk, içindeki şüpheye rağmen Hatemi'yi ikinci kez seçerken, ilk dönemde yapmadıklarını bu kez gerçekleştireceğini düşünüyordu.
Ancak, Hatemi ikinci Cumhurbaşkanlığı döneminde daha da muhafazakar bir çizgiye kayarken reform talepleri daha da radikalleşti. Belki de Hatemi'nin politik duruşu ve reform anlayışı hiç değişmemişti ama reformist talepler daha da radikalleşince yerinde duran Hatemi muhafazakar bir niteliğe kavuşmuştur. Hatemi, böylece muhafazakarlara yaklaşırken, reform bir anlamda ruhunu yitirmiştir. Ancak, ilginç bir şekilde reformun politik ruhunu temsil eden Hatemi'nin etkinliğini yitirmesi, reformist sürecin toplumsal etkinliğini ortadan kaldırmamıştır.
Ancak, mevcut durum, reformist taleplerin diğer bir ifade ile İran İslam Cumhuriyeti'ni muhafaza ederek reformun, yeniden şekillendirilmesi imkanının ortadan kalktığını yada azaldığını göstermektedir. Çünkü, Hatemi her ne kadar reform talep etse de netice itibarı ile İran İslam Devrimini gerçekleştiren kadronun önemli bir üyesidir ve amacı İran İslam Devletini bazı özgürlük alanları yaratarak ancak özünü muhafaza ederek sürdürmek, hatta güçlendirerek sürdürmektedir.
Hatemi'nin başarısızlığı ve halkın reform için artık sistemin içinden değil ama sistemin dışında bulunan bir politik lider veya politik gücün arayışı içine girmesi anlamına gelmektedir. Eğer İran İslam Devrimini gerçekleştiren siyasal kadro içinde Hatemi'den daha radikal eylem-söylem bütünlüğüne sahip bir lider çıkarıp reform talep eden kitlelerin önderliğini üstlenmez ise halkla-rejim arasındaki bağ tamamen kopacaktır. Bu açıdan bakıldığında Hatemi rejim için bir şanstı ve rejim bu şansı yeterince iyi kullanamayarak kendisini tehdit edecek bir sürecin önünü açmıştır.
Daha açık bir ifade ile önümüzdeki yıllarda İran'da reformist muhalefet devrimci bir çizgiye kayarak, sistem dışı muhalefet unsurları ile birleşecektir. Bunun sonucunda İran'da rejime karşı çok daha sert bir direniş başlayacaktır. İran halkı Şahı devirebildiğini bilen bir halktır ve devrim, siyasal şiddet ile iktidarın tasfiyesi geleneğine sahiptir.Şahı devirebildiğini bilen halk İslami rejimi devirmenin de mümkün olduğunu düşünmek konusunda çok zorlanmayacaktır.
İran'da bugün rejim dışı muhalefetin bel kemiğini etnik nitelikli muhalefet oluşturmaktadır. Bu muhalefetin etkin bir konuma gelmesi İran'da sadece rejimin geleceğini değil, aynı zamanda İran devletinin bir devlet olarak varlığını tehdit edecektir. Daha açık bir ifade ile İran'daki mevcut demografik yapı İran'da toprak bütünlüğünün tehdit altında olması, ülkenin sadece bir parçasının ülkenin geri kalanında ayrılması değil, ülkenin dağılarak çok parçaya ayrılması anlamına gelmektedir.
Tahran'da mevcut siyasal muhafazakarlık reforma karşı çıktığı sürece kendi mezarını kazan bir adama benzemektedir. ABD'nin Orta Doğu'da bulunmasının değil de bulunduğu süreçte uygulayacağı politikaların niteliği İran'daki rejimin geleceği üzerinde değişik sonuçlar ortaya çıkarabilir. İran'a yönelik açık bir baskı ve düşmanlık politikası Tahran'da muhafazakar yapıyı sadece güçlendirir. Eleştirisel bir yaklaşım, demokrasiye teşvik ve demokrat unsurlarla ilişkiler ise Tahran'ı daha zor durumda bırakacaktır.


***









 























İran’da Neler Oluyor?

İran’da Neler Oluyor?



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü 
25 Haziran 2003

İran’da öğrenci gösterileri alışmadığımız şeyler değil. Dini bir diktatörlük olmasına rağmen siyasal ve sosyal yaşamın toplumsal dinamiklerin ve siyasal kültürün etkisi ile en demokratik olduğu Orta Doğu ülkelerinden birisi İran.
Örneğin, Arab ülkeleri ile karşılaştırıldığında İran çok daha demokratik bir yapıya sahip. Şii İslam Devrimi'nin büyük bir başarısızlığa doğru kaymaya başlaması ile Hatemi önderliğindeki reformistler rejimi onarmak için bir atılıma geçmişlerdi. Çünkü, hatemi çevresinde toplanan reformistlere göre İslami rejimin yaşayabilmesi ancak köklü bir reform geçirerek halkın taleplerini karşılar hale gelmesine bağlı idi. Ancak, bu konuda Hatemi ve çevresi Muhafazakarları ikna etmeyi başaramadılar. Böylece, reformizmin ortaya çıkardığı toplumsal sinerji kısır bir iç politik çatışmada eridi gitti.
Bu süreçte İran'da ortaya yeni şeylerde çıkmadı değil.Reformistlerin açtığı kapıdan giren halk muhafazakar politikaları belirli ölçülerde de olsa geriletmeyi başardı. Artık, Kum ile Tahran birbirine hiç benzemiyor. Hatta, Tahran'daki küçük detayları kaldırırsanız bu kentin bir zamanlar Humeyni Devrimine merkez olduğuna inanmak bile çok zor. Ancak,reformistlerin beklediği değişiklikleri yapmadığını gören geniş kitleler onlardan da ümitlerini keserek sistem-dışı seçeneklere yönelik bir arayış içine girdiler.
Bu arayışta merkezi etnik merkezli çözümler oluşturuyor. Çünkü, İslam devriminin başarısızlığı sadece bir sistemin başarısızlığı değil onun ötesinde İran kimliğini bir arada tutan şii İslam inancınında başarsızlığı oldu. Böylece, çözülen sadece İran'da rejim değil, rejimin ötesinde özellikle İran'da Fars kökenlilerle Türk kökenlileri bir arada tutan, İranlılık kimliğini ortaya çıkaran şii İslam inancı. Böylece, bugün İran'da en büyük sorun İranlılık kimliğinin çok büyük bir hızla tahrip olması şeklinde izah edilebilir. Sunni olan Kürtlerle suni Türklerin zaten bu kimliği tamamen benimsediklerini söylemek mümkün değil.
Bir yandan Kuzey Azerbaycan'da bağımsız bir Azerbaycan'ın kurulması ve Elçibey'in gündeme taşıdığı Türk milliyetçiliğinin Güney Azerbaycan üzerinde zaman içinde oluşan etkisi öte yandan Türkiye ile İran arasındaki yoğun ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerle Türk televizyonlarının İran üzerindeki İran'da şii İslam Devrimi'nin başarısızlığı ile birleşince ortaya güçlü bir Azeri milliyetçiliğinin çıkması kaçınılmaz oldu. Azeri milliyetçiliğinin programında iki ayrı yaklaşım var. Bir kanad Azeri milliyetçisi İran'dan ayrılacak olan Güney Azerbaycan'ın Kuzey Azerbaycan ile birleşmesini ortaya büyük Azerbaycan'ın çıkmasını istiyor. Şu anda daha büyük bir gücü oluşturan diğer kanad ise İran'dan ayrılmamız söz konusu olamaz, biz 1000 seneden buyana İran'dayız, ayrılırsak Tahran'da yaşayan yedi milyon Azeri ne olacak diyorlar.
Bu çerçevede İran'da İranlık kimliği hızla erirken ABD'nin İran'da siyasal sistemi çözmek için bir dizi psikolojik operasyon başlattığını görüyoruz. Washington bu süreçte son günlerde üniverste öğrencilerinin başlattığı gösterilere destek veriyor. Tahran rejimine karşı aynı günlerde Halkın Mücahitlerinin Avruap'da başlattığı gösterilerin de gündeme geldiğini görüyoruz. Sanki, Tahran Humeyni Devriminden önceki günleri yaşıyormuş gibi atmosfer verilmeye çalışılıyor.
Oysa, rejimin etnik temellerinin büyük ölçüde sarsıntı geçirdiği bu günlerde Tahran'da ve diğer kentlerde başlayan gösterilerin rejimi tehdit eden bir niteliği yok. Çünkü, gösteriler halka sıçramamış, yerel nitelikli, lidersiz, gösterimi eğlencemi olduğu belli olmayan, daha çok öğrenci hakları ve üniverstelerde öğrencilerin durumlarının düzeltilmesine yönelik çalışmalar talepleri ile ortaya çıkmış durumda. Bu anlamı ile batı basınında gösterilmeye çalışıldığının aksine henüz bir tehdit değil. Zaten yönetimde üniversteleri bir ay tatil ederek, gösterilerin üzerine bir örtü çekmeyi hedeflemiş durumda.
Eğer İran'da rejimi tehdit eden bir gelişme bekleniyor ise iki yere bakmak gerekiyor. Bunlar Tahran Pazarı ve Tebriz. İran'da bir değiş var:"Tebriz istemeden hiçbir şey değişmez" Tahran Pazarı ise Azeri esnafın hakim olduğu bir Pazar. Özetle, İran'da bundan sonra gerçekleşecek gelişmeler hangi söylemi benimser ise benimsesin İranlılık kimliği üzerine oturması zor görünüyor. Ya da bu kimliğin tamamen baştan tanımlanması gerekiyor. Bu konuya yarın devm edeceğim. Ancak, Kerkük'ü unutmayalım. Kerkük'de ilginç gelişmeler oluyor. Türkmen direnişi gelişiyor.
İran'da şii İslam rejiminin büyük bir iflas içinde olduğu, muhafazakarı ve reformcusu ile sistemin unsurlarının geri çekiliş içinde oldukları şüphe götürmez. Ancak, büyük bir entelektüel birikime sahip olan ve şii-İslami rejim döneminde de dünya ile etkileşimi sürdüren İranlı aydınlar, ve aydın bürokratlar ciddi bir arayış içinde yeni çözümler üretmeye çalışıyorlar. Ama artık İslami rejimin gelecek on yılı köklü bir değişim geçirmez ve bazı Fars yetkililerin ileri sürdüğü gibi "İslami laiklik" formulünü yaşama geçiremez ise çıkartamayacağı görünüyor.
Bugün için sistem dışı muhalefet niteliği taşıyan muhalefetlerin hiç birisi bütün "İranlılığı" kapsayan bir muhalefet olma niteliği taşımıyor. İslami rejim Fars renkli İranlılık kavramını tamamen tahrip etmiş durumda. Rejime karşı muhalefet şimdi Fars muhalefeti, Türk (onlar Azeri demediklerine göre bizim de demememiz gerek) muhalefeti, Arap ve Kürt muhalefeti şeklinde özetlenebilir. Muhalefetin bu tür bir nitelik taşıması İran'da rejimin çökmesi ile birlikte İran'ın parçalanması riskini beraberinde getiriyor.
Sovyetler Birliğinde komunist rejim ülkeyi bir arada tutan unsurdu o çökünce devlette parçalandı.Şimdi aynı tehlikeyi İran yaşıyor, çünkü İranlılığın değeri ancak Sovyet insanı kavramı kadardah fazla değil. Ancak, ABD2nin İran'ın parçalanmasını istediği söylenemez. Irak ile ilgili yazılan bölüme senaryolarının aksine bu konuda şimdiye değin Amerikan araştırmacılarının hiçbir şey yazmamış olmaları dikkat çekicidir.
İran'ı bir süre önce terk eden ve önce Baku ve sonra Ankara'ya gelen Türk lider Mahmudeli Çehergani yani ( Mahmud Ali Çehresi kanlı) şimdi Washington^da buluyor ve Amerikalı yetkililerle görüşüyor. Çehresikanlı ile Ankara'da birkaç kez görüştüm. Bir Türk milliyetçisi ve demokrat bir insan. Tahran'daki rejim kendisine çok baskı yapmış ve işknence görmüş. Onun için hala yürürken aksıyor. Tebriz'den milletvekili seçildiği halde milletvekilliği iptal edilmiş.
Ancak Washington'da Çehresi kanlı Azeri Türk milliyetçiliği konusunda desteklenmiyor. Aksine kendisine yeni bir Iranlılık temelli muhalefet hareketi inşa etmesi öneriliyor. Muhalefetin için Farsları, Kürtleri ve Arapları da alması isteniyor. Çehresi kanlı'nın buna nasıl cevap verdiğini bilmek zor. Ancak, Çehresi kanlı'nın bazı açıklamalarında Türk milliyetçiliği bazı açıklamalarında ise demokratik temelli muhalefet yaklaşımı daha fazla önplana çıkıyor.
Washington ne yaparsa yapsın İran'da rejimin temeli oydunuz mu pandoranın kutusunu açarsınız ve yeniden kurulacak İran asla Pehlevilerle kurulan Fars nitelikli İran olmayacaktır. Hatta, İran'ı aynı sınır yapısı içinde oluşturup oluşturulamayacağı dahi şüphelidir. Bundan dolayı, Washington Irak'da içine grimiş olduğu büyük bunalımı göz önünde tutarak Tahran politikasını önümüzdeki günlerde ciddi bir şekilde gözden geçirebilir.Zaten Powell'ın yaptığı son açıklamalarda ABD'nin İran politiasında bir yumuşamanın izleri hissedilmektedir. Powell, tahran'ın atom silahı üretmekten vazgeçmesi durumunda Tahran^'daki mevcut rejim ile birlikte yaşayabileceklerini ifade etmiştir.
Washington' un bildiği bir gerçekte eğer Tahran'ın üzerine giderse Tahran'ın da kendisini savunmak için ABD'ye karşı ilk direniş hatlarını Irak ve Orta Doğu Barış süreci içine kurarak ABD'yi bir yıpranma savaşı içine sokacağı dır. ABD, İran'ın bu iki konuda desteğini veya en azından geri çekilmesini temin eder, Tahran atom reaktörünü uluslar arası kontorla açarsa taraflar uzlaşabilirler.
Böyle bir gelişme kısa bir süre için şii rejimi rahatlatsa bile İslami rejimin yaşamının çok uzun olmadığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Türkiye, her halukar da İran'da demokratik bir süreci ve gelişmiş bir Pazar ekonomisini desteklemeli, bu ülke ile ilişkilerimiz geliştirilmelidir. İran'ın iç dinamikleri bu ülkeyi dönüştürerek demokratikleştirmekte dir. Türkiye, İran'daki büyük dönüşüme gelecek on yıl içinde hazır olmalıdır. Tahran'daki rejim sorunlu bir rejim olabilir ancak Türk ve İran'daki halklar arasında tarihsel mirasdan gelen büyük bir kardeşilik vardır. Batı Türkleri'nin nerede isetamamı Anadolu ve Balkanlara İran üzerinden gelmişlerdir. Rejimler değişir, dönüşür, gelişr ancak esas olan kültürler ve halklardır.

BOR CEVHERİ ve UYGULANAN POLİTİKALAR

BOR CEVHERİ ve UYGULANAN POLİTİKALAR

     
Muhittin Ziya Gözler 
02 Ocak 2014
 1455 yılına kadar doğu ve batıda bilim ve teknolojide küçük ama zamanın yapısına ve ruhuna uygun gelişmeler kaydediliyor, doğuda Türk-İslam âlimlerinin ortaya koyduğu fikirler ışığında önemli değişiklikler yaşanıyor ve özellikle de bilim ve mimaride önemli eserler vücuda getiriliyordu. 1455 yılına, matbaada ilk kitabın basılmasına dek dünya üzerinde 30 bin adet kitap olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten sonra geçen yarım asırlık zaman içinde bilim, felsefe, edebiyat, sanat ve din alanında sayıları 10 milyona yaklaşan kitabın basıldığı ileri sürülmektedir. Batılılar, 15-17.yüzyıllar arasında bilim, felsefe, sanat ve dinde gerçekleştirdikleri ıslahat hareketlerinden sonra dünyaya açılmaya başlamışlar, coğrafi keşiflerle de kaynak arayışını hızlandırarak kendi topraklarından uzaklardaki ülkeleri işgal ederek o ülkelerin kaynaklarını kullanmak için sömürgeler ve dominyonlar kurmaya başlamışlardır. 1565’de kurşun kalem, 1643’de barometre, 1663’de teleskop, 1671’de basit bir hesap makinesi, 1752’de paratoner, 1852’de elektromıknatıs, 1866’da dinamit, 1876’da telefon icat edilmiştir. 1299-1699 yılları arasında cihan hâkimiyeti ülküsü ile güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu batının değişen bu fikri, ilmi, teknik ve dini gelişmelerinden bihaber olarak ayakta durmaya çalışırken batı bu fırsatı kaçırmamış bu ’’ Muhteşem İmparatorluğu ’’ yıkmak için sürekli fırsat kollamaya başlamış, nihayet içerden ve dışarıdan giriştiği sosyal, kültürel ve iktisadi faaliyetler neticesinde hepimiz için hazin olan son gerçekleşmiştir. 1839 Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı sanayini ortadan kaldırmayı ve de ülkeyi batının bir açık pazarı haline dönüştürmeyi amaçlıyordu. Gelişen ve değişen şartlar karşısında batı, Osmanlı’nın madenlerine gözünü çeviriyor ve sömürü düzeni böylece başlamış oluyordu. 1850’li yıllarda Batı Anadolu’da alçıtaşı işletmeciliği yapan Polonya’lı bir göçmen Desmazures adlı bir Fransız mühendise hediye olarak bir biblo gönderir. Mühendis gelen bibloyu tetkik eder ve bu malzemenin bor olduğunu tespit eder. Hemen ilgili kişiyle temasa geçer ve Türkiye’ye gelir, malzemenin yerini bulurlar. Burası Balıkesir ili, Susurluk ilçesindeki Sultançayır ve Aziziye Köyleri civarıdır. Cevher, pandermit adı verilen kalsiyum borattır. Uzun uğraşlardan sonra 1865’de Companie Industrielle Des Mazures adlı bir şirket kurulur ve 1865’de padişahtan izin alınarak bor cevheri işletilmeye başlanır. Ancak işletilen madenin alçıtaşı olduğu söylenerek ve de ucuz ücretler ödenerek bor cevheri yurt dışına kaçırılmaya başlanır. Bu arada Paris yakınlarında bir bor rafine tesisi de kurulmuştur. 1887’de Londra’da kurulan The Borax Company Şirketi 1898’de Fransız şirketini satın alarak Sultançayır’daki bor işletmesini tekeline alır. Ancak bu hileli durumun farkına varan Sultan Abdülhamit Han mevcut faaliyetin durdurulması emrini verir. Ancak 1889’da Borax Consolidated Limited (BCL) şirketi kurulur ve bu şirket 1954 yılına kadar borları işletmeye devam eder. Etibank ilk kez 1958 yılında Emet’te bor cevheri üretimin gerçekleştirerek dünya bor piyasasına BCL’den sonra giren ikinci şirket olur. Etibank 1964’de ilk rafine ürün işletmesini devreye alır. 1968’deki Bakanlar Kurulu kararı ile de bütün şirketlerin imtiyazları devlete devredilerek, bor madenleri Etibank ve bazı yerli şirketler tarafından işletilmeye başlanır. 1978’de çıkarılan 2172 ve 1983’deki 2840 sayılı kanunlarla da bor madenleri ile ilgili bütün faaliyetler devlet kontrolüne bırakılır. 20.03. 2012 tarihinde TBMM’ne 2840 sayılı kanunda bir değişiklik yapılması önerisi götürülmüştür. 1998-2002 yılları arasında medyanın akıl almaz kampanyası ile bor meselesi kamuoyunu meşgul eden önemli meselelerden biri haline gelmişti. Akademisyenlerden gazetecilere, siyasilerden sivil toplum kuruluşlarına ve hatta sokakta simit satan vatandaşa kadar hemen herkes bor konusunda adeta otorite haline gelmişti. Hatta bir sivil toplum yöneticisi de bir yıl içinde ülkeye bor ile çalışan bir otomobil getireceğini anlatıyor, yazıyor ve çiziyordu. Aradan 14 yıl geçti…2003’ten bu yana borlarla ilgili yayın taarruzuna rastlamıyoruz. Bu çok önemli bir neticedir. Zira çalışan ve üreten insanlar bir de bu dedikodularla uğraşmamaktadırlar. Şimdi bor cevherinin serüvenini öz ama akılda kalıcı bir biçimde anlatmaya çalışalım.
       B2O3 bazında 1970 yılında dünya bor üretimi 768 bin ton, bunun %16’sı olan 122 bin ton, 1998’de 1.511.000 ton olan dünya üretiminin %31’i olan 475 bin ton, 2002 yılında 1.536.000 ton olan dünya üretiminin %32’si olan 491 bin ton ve 2012’de 1.8 milyon ton olan dünya fiili bor üretiminin yaklaşık %42’si 756 bin ton Türkiye tarafından üretilmiştir. Türkiye’de bor üretiminde artış olduğu takdirde dünyada da bor artışının olacağı bir vakıadır. Eti Maden İşletmeleri’nin verdiği bilgilere göre Eti’nin 2012 yılı bor üretim kapasitesi 973 bin ton olup, dünya fiili bor üretimiB2O3 bazında 1.8 (3.8) milyon ton olup bunun yaklaşık %42’sini Türkiye, %29’unu ABD, %15’ini G.Amerika, %14’ünü de Asya gerçekleştirmektedir. Ayrıca dünya bor talebinin de %46’sını Eti karşılamaktadır. 2002 yılında 1.890.000 ton cevher ve 717 bin (100 bin tonluk borik asit hariç) rafine ürün kapasitesi varken, 2012’de bu değerler rafine üründe 1.425.000 tona, eş değer ürünlerle birlikte kapasite 2.125.000 tona yükselmiştir. Diğer taraftan 1998-2002 yılları arasında bor ürünleri ihracat değerleri miktar olarak 400-763 bin ton, değer olarak da 200-237 milyon dolar seviyelerindeyken, 2009-2012 arasında miktar olarak 500-800 bin ton, değer olarak da 500-800 milyon dolarlar seviyesine çıkmıştır. Bu artışın önemli iki sebebi bulunmaktadır: 1.Bulunan yeni rezervler ve Eti’nin yatırımlara ağırlık vermesi ham bor yerine rafine ürün satışının artması (2002 yılına göre pazarlanabilir ürün kapasitesi yaklaşık %100 artmıştır), pazara daha çok hâkim olması, 2. B2O3 bazında 2002 yılına göre fiyatların 250-300 dolarlardan 350-735 dolarlara yükselmesi. Türkiye’de bor konusunda 1964-1996 arasında geçen 32 yıllık zaman içinde yapılması gerekenler ne yazık ki, bildiğimiz ve bilemediğimiz birçok sebepten ötürü yapılamamıştır. Ancak 1997’den itibaren başlayan ve zaman zaman yöneticileri zor durumda bırakan yatırım hamlelerinin giderek artan bir şekilde devam etmesi sevinilecek bir neticedir. 2000-2012 yılları arasında konsantre bor ürünlerinde satış miktarı %47’lerden %5’lere düşmüş, bor kimyasallarında da %53’lerden %95’lere çıkmıştır. Bu yatırımların dünya bor tüketimi de dikkate alınarak ve herhangi bir engele takılmadan yapılması, ayrıca yatırımların rafine ve eş değer ürünlerin de ötesine geçip özel bor ürünlerini de kapsayacak şekilde yapılmasına da dikkat edilmesi şarttır.
    

 (Türkiye’de bor cevherinin çıkarıldığı yerler. Kaynak:www.coğrafyatutkudur.com)
  Tabiatta 230’un üzerinde bor minerali bulunmaktadır. Ancak ticari manada önemli olan bor mineralleri kolemanit, tinkal, üleksit, kernit, datolit, probertit ve hidroborasittir. Ülkemizde yaygın olarak tinkal (sodyumlu), kolemanit (kalsiyumlu) ve üleksit (kalsiyum+sodyum) mevcuttur. Ülkemizde bor cevheri Balıkesir Bigadiç, Eskişehir Kırka, Kütahya Emet, Bursa Kestelek’de bulunmaktadır. Dünya bor rezervleri toplam 1.290.800.000 ton olup dağılımı şöyledir: (Kaynak- Eti Maden / B2O3 bin ton /2012)
  ’’Türkiye 935.800  % 72,5 / A.B.D 80.000   %6,2 / Rusya 100.000 % 7,7
   Çin 47.000  %3,6 / Arjantin 9.000  %0,7 / Bolivya 19.000  %1,5
   Şili 41.000 % 3,2 / Peru 22.000 % 1,7 / Kazakistan 15.000 % 1,2 / Sırbistan 22.000 % 1,7
  Ülkelerin 2012 yılı bor üretim kapasiteleri ise şöyledir (Bin ton B2O3) : Türkiye 973, ABD 673, G.Amerika 340, Asya 312.Toplam 2.298.000’’ 
    Böylesine büyük rezervlere ve üretim kapasitesine sahip olmamıza rağmen bor ürünlerinin kullanımı günümüzde petrol, doğalgaz, kömür, demir-çelik,  çimento ve diğer sanayi ürünlerinde olduğu kadar fazla miktarda değildir. 2000 yılında 3,1 milyon ton olan dünya bor tüketimi (1.536.000 B2O3), 2012 yılında 3,8 milyon ton (1,8 milyon B2O3 ) olmuştur. Görüldüğü gibi bor kullanım oranı yıllık % 2 civarındadır. Ancak ekonomik krizler ve bor tüketiminin azaldığı durumlarda bu oran daha da düşmektedir. Bor ürünlerinin %54’ü cam (borosilikat, yalıtım tipi cam elyafı, tekstil tipi cam elyafı), % 13’ü seramik, emaye, sır, % 3’ü deterjan ve % 12’ si tarım sektöründe ve alev geciktiriciler, sağlık, çimento, metalürji ve enerji sektöründe de % 18’i kullanılmaktadır. Bor mineralleri ilk önce fiziksel işleme tabi tutularak zenginleştirilir ve konsantre bor elde edilir. Elde edilen bu ürün bazı kimyasal işlemlerden geçirilerek rafine ürünler elde edilir. Bor ürünlerini gösteren şema aşağıdadır.
   

  (Kaynak: Boren)
  Dışarıya yıllardır sattığımız ve ülkemizde halen de çok az miktarda kullanılan bor ürünlerinin nerelerde kullanıldığına da kısaca değinelim: Cam ve cam seramiklerinde; kolemanit, tinkal, üleksit, boraks penta ve deka hidrat, susuz boraks ve borik asit, emaye, sır ve fritte; boraks penta ve deka, susuz boraks, borik asit, temizleme ve ağartmada; sodyum perborat, zirai uygulamalarda; boraks deka, penta, borik asit bor oksit, meta borat kullanıldığı bilinmektedir. Ergimiş halde bulunan cam ara ürününe bor ilave edildiğinde malzemenin akışkanlığını artırmakta ve nihai ürünün yüzey sertliğini ve dayanıklılığını artırmaktadır. Seramiğe bor ilavesi onu çizmeye karşı korumaktadır. Deterjan ve sabunlarda mikrop öldürücü, beyazlatıcı ve suyu yumuşatıcılığını artırmak için kullanılmaktadır. Sebze ve meyvelerde hücredeki şeker geçişini, gelişimini, hücre bölünmesini ve fotosentez metabolizmasının düzenlendiği için kullanılmaktadır. Alev geciktirici olarak yanan malzemelerin üzerine sürüldüğünde (çinko borat) oksijenle olan teması kesmekte ve yanmayı önlemektedir. Metalürjide yüksek sıcaklıkta koruyucu özelliğinde dolayı demir dışı metal sanayinde curuf oluşturucu ve ergitmeyi hızlandırıcı madde olarak kullanılmaktadır. Ayrıca fiber optik kablolar da üretilmektedir. Sodyum bor hidrür, kâğıt hamurunun ağartılmasında, atık sulardan ağır metallerin uzaklaştırılmasında kullanılmaktadır. Bu ürün aynı zamanda çok iyi bir hidrojen taşıyıcısı ve depolayıcısı olduğunda hidrojenin enerjide kullanılmaya başlamasından sonra önemli bir noktaya gelecektir. Atom reaktörlerinde borlu çelikler, bor karbürler ve titan bor alaşımlar kullanılmaktadır. Füze yakıtlarında, uçak ve havacılık sanayinde yüksek ısıya dayanıklı gövde yapımında ve düşük ağırlık ve diğer bazı uygulamalarda kullanıldığı bilinmektedir. Bor nitrür, elektronikte, nükleer uygulamalarda, vakum ergitme potalarında, bujiler, rulman yatakları, askeri zırh malzemelerinde, matkap uçlarında değerlendirilmektedir. Titanyum diborür, balistik silah üretimi, ergimiş motor potalarında ve kesme aletlerin yapımında kullanılmaktadır. Bor halojenürler, ilaç, katalizörler ve bor elyafı üretiminde kullanılmaktadır. Enerji alanında, hidrojen taşıyıcısı, araçlarda doğruda yakıt olarak ve de enerjinin taşınması, depolanması ve tasarrufunda da değerlendirilmektedir. Böylesine öneme haiz bir maden varlığının yıllarca ham, konsantre ve hatta rafine ürün olarak satılması toplumun akıllı ve sürekli yol gösteren adamları tarafından hiç değerlendirilmemiş sadece ve sadece aman borlar emperyalistlere peşkeş çekilmesin nidalarıyla toplum avutulmaya çalışılmıştır. Doğru olan, yapılması ve yol gösterilmesi gereken husus, sanayinin hemen her yerinde kullanılan ürünlere ait tesislerin kurulması için devletin ve özel sektörün teşvik edilmesi olmalıydı. Aslında Eti’nin sattığı ürünlerin nerelerde kullanıldığı ABD’de 2000 yılında bir şirket kuruluna dek de bilinmiyordu. Bor minerallerinden elde edilen borik asit, bor oksit, boraks dekahidrat ve pentahidrat, susuz boraks, amonyum pentaborat, sodyum metaborat, potasyum penta ve tetraboratlar, bor karbür, bor nitrür, titanyum diborür, ferro bor, bor halojenürler, boranlar ve diğer bor özel kimyasalları bilinenlerin dışında nerelerde hangi amaçlar için kullanılıyordu? Uzay çalışmalarında mı? Hızlı tren yapımında mı? Yeni nesil uçak üretiminde mi? Yakıt veya elektrik enerjisi üretiminde mi? Sağlık alanında mı? Görüldüğü gibi buraya kadar anlatılanlardan şu açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye bor cevherini halen rafine ve eşdeğer bor cevheri şeklinde satmaktadır. Eti’nin bazı uç ürünlerdeki çabalarını, ortaya koyduğu sonuçları daha ötelere taşıması için ya devletin bu girişimleri sonuna dek desteklemesi ya da özel sektörün bu konuya iştiraki gerekmektedir. Eti’nin özel sektörle yapacağı ortaklıklardan da iyi neticeler alınabilir (tronada olduğu gibi). Uzun yıllardır yöneticilerin bu çabaları her nedense baltalanmış ve günümüzde de bu ileri teknoloji çalışmalarında yapılanlara pek destek çıkılmadığı görülmektedir. Amerika, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Belçika, Hollanda’dan birileri gelip ülkemizin borlarını alacak, ülkelerinde yatırımlar yapacaklar, ama benim ülkemde milli sermaye yani özel sektör bor konusunda kılını kıpırdatamayacak! Devlet kuruluşumuz Eti’nin yaptığı çalışmalarla da çekince olduğu için kimse ilgilenmeyecek. Bu nasıl bir anlayıştır? Ya da daha ötesi acaba bu bir özel sektör düşmanlığı mıdır? Sakın ha, borlardan uzak durun… Eti’nin dışında kurulmuş olan Bor Enstitüsünün de çalışmalarının pek netice alıcı olduğu söylenemez. Bu kurum Eti’nin bünyesine katılmalı ve daha neticeye yönelik AR-GE faaliyeti yapan bir güç haline getirilmelidir. Diğer taraftan Eti, üretim yapısı, teknik ve tesis özellikleri, çalışma şekli ve ticari kapsamı itibariyle bir madencilik kuruluşundan daha çok bir kimya kuruluşuna dönüşmüştür. Eti’nin liderliğinde kurulacak kompleks bir kimya sektörü yukarıda anlatılmaya çalışılan bütün üretimleri yapar hale gelecektir. Ancak böylesine güçlü bir yapı sonrası Eti dünya bor sektörünün gerçek patronu olabilir. Günümüzde 1,8 milyon ton civarında kullanılan dünya bor ürünlerinin önümüzdeki 10-15 yıl içinde 8-10 kat artması mümkün olabilir. Ülke bor kaynaklarının dünya pazarındaki zenginliğe eşdeğer bir gücü yakalayabilmesi için katma değeri yüksek bor bileşikleri üretimine geçilmesi şarttır. Yani, borla ilgili AR-GE faaliyetlerine önem verilmeli, sanayide ve yüksek teknolojide kullanılan bor fabrikalar yapılmalıdır. Kısacası fabrika yapan fabrikalar kurulmalıdır. 1978’de 83 milyon, 1999’da 237 milyon ve 2012’de 800 milyon dolar bor ihracatı yapan ve tesisler kurarak üretim gücünü artıran Eti’nin önüne, neredeyse birçok hasletimizden vazgeçerek girmeye can attığımız AB ülkeleri çok ciddi engeller çıkartmaktadırlar. 2000’li yıllarda başlayan bu engellerin halen devam ettiğini düşünmekteyim. Bu engellerin neler olduğuna gelince: 1.Borun insan hayatı ve çevre üzerinde tahribat yaptığını iddia etmektedirler. Bu sebeple de bor torbalarının üzerine kuru kafa işaretleri koydurarak bor kullanımından vazgeçilmesini istemektedirler. Bor cevherinin ne tabii hali ne de rafine ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. 2. Deterjan sanayinde kullanılan bor (perborat) yerine daha ucuz olan perkarbonat (hammaddesi soda) kullanılması gündeme getirilmiş, çalışmalar neticesinde şirketler perborat fabrikalarını perkarbonata dönüştürmeye başlamışlardır. Böylece bu proje yaygınlaştığı takdirde 500.000 ton civarında bor kullanılmayacak ve bu netice Eti’nin perborat fabrikalarından vazgeçmesini gündeme getirebilecektir. 3.Cam sanayinde kullanılan bor yerine de Adventex (borun kullanılmadığı ve E-camını ikame eden bir fiberglas türüdür) denilen bir madde üretilmiş ve ticari anlamda çalışmalar ABD’deki şirketler tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir. Yurt dışına konsantre ve rafine bor ürünler satılarak yabancı ülkelerde bor sanayinin kurulmasını desteklenmesinin önüne geçilmesi için meri kanunda değişiklik yapılarak Türk sanayicisinin bor konusunda yatırım yapmasının önü açılmalıdır. Bu konuda Eti’nin yaptığı çalışmalara önem verilmeli ve toplumun bu konudaki hassasiyetleri de dikkate alınarak Eti ile müşterek yatırımlar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada 2840 sayılı kanunun Danıştay tarafından incelenmesi sonrası 01.05.2000 tarih ve 2000/67 sayılı kararı doğrultusunda hareket edilmesi doğru olur kanaatini taşımaktayım (bu kararın dikkatli okunması gerekmektedir). Devlet ve milli sermayenin bu konuda yapacağı yatırımların çok başarılı olacağı Beypazarı Trona yatırımında açıkça görülmüştür
       Netice itibariyle: 1.Uzun yıllar madencilik faaliyetlerini yürüten Eti, son yıllarda yapılan özelleştirmeler sonrası ciddi bir şekilde zarar eden (dünyadaki maden fiyatlarının ani iniş, çıkışlar göstermesi sebebiyle) alüminyum, bakır, krom, gümüş, fosfat işletmelerinin bünyeden ayrılmasından sonra bor cevheri ile baş başa kalmıştır. Yaklaşık dokuz yıldır bütün yatırımlar bor üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple Eti kimya sektörünün bir parçası olmuştur. Kurulacak entegre tesislerle ülkemizde güçlü bir bor kompleksi oluşturulabilir. Daha önceleri Alüminyum ve Mazıdağ Fosfat Tesisleri’nde yapılması düşünülen ve bir türlü hayata geçirilemeyen böylesi devasa projelere ülkenin ihtiyacının olduğu unutulmamalıdır (petro-kimya tesislerine benzeyen bir sistem kurulabilir). 2. Eti mevcut yatırımlarına ara vermeden devam etmeli dünya pazarındaki payını artıracak her türlü yatırımı yaparken AR-GE faaliyetlerini de sürdürmelidir. 3. Eti’nin güçlü bir teknik, pazarlama ve idari yapısı varken, Boren adlı bir başka teşkilatın kurulması Eti’nin yapmak istediklerini hayata geçirmede ciddi bir engel gibi görülmektedir. En azından dışarıdan böyle değerlendirilmektedir. Bu sebeple Boren’in Eti’nin idari yapısı içinde yer alması daha doğru olacaktır. 4. 2000 yılında 23.539 ton olan yurt içi satışlar 2012 yılında 22.234 ton olmuştur. 2000 yılında Türk özel sektörü bor ürünlerinden dibor trioksit, metaborik asit, orto borik asit, bor oksitleri, disodyum tetraborat anhidrit, disodyum tetraborat pentahidrat, amonyum boratlar ve diğer boratlardan yaklaşık 22 bin ton ithalat yapmıştır İhracatın 800.000 ton olduğu bir dönemde yurt içinde bor kullanımının bu denli az olması ülkemizde bora ilginin ne kadar az olduğunu göstermektedir. Bu ilgi azlığının en önemli sebebi Türk özel sektörü, yapılan menfi propagandalardan ötürü çekinmekte ve belki de bora yatırım yapmaya korkmaktadır. Diğer taraftan rafine ürünleri kullanacak fabrikalarımız bulunmamaktadır. Bu fabrikaları devlet imalat sanayinden çekildim diye uzun yıllardır yaptırmıyor, özel sektör yani milli sermaye kanunlar engel diye bor yatırımlarına uzak duruyor (yurt dışındaki sanayiciye engel yoktur. O sanayici ham veya konsantre bor alarak rafine ürünler de üretmektedir. Hatta ham bor alarak öğütüp satmaktadır). Birileri hala borları emperyalizme peşleş çektirmeyelim derken biz kendi ellerimizle borları emperyalistlere satmıyor muyuz? 19. yüzyılda bizi kandırarak borlarımızı çalan batıya, 21. yüzyılda biz kendi ellerimizle borlarımızı (yaklaşık kırk beş yıldır) satıyoruz. Gelin görün ki, bu ülke insanının borlara ilgi duyması yıllarca engellenmiştir. Bunun sebebi acaba nedir? İşte bu kısır döngüyü aşacak yeni bir anlayışın hâkim olması için bor politikasında da ciddi değişikler yapılmalıdır (merak edilmesin ülkenin varlılarını peşkeş çekenler halk ve devlet tarafından engellenirler). Bu sebeplerden ötürü 20.03.2012 tarihinde TBMM’ne sevk edilmiş olan ve 2840 sayılı kanunda değişiklik yapılması öngörülen metnin aceleye getirilmeden, özel sektörün henüz bor politikaları konusunda uluslararası hiçbir tecrübesinin olmamasından dolayı, Eti’nin kontrolünde ve onun gücünü azaltmadan, ruhsatların Eti’nin hâkimiyetinde kalması, yapılacak yatırımlarda Eti’nin altın hisse (imtiyazlı hisse) hakkı olması kaydıyla ve de Eti’nin üretim ve pazarlama politikaları çerçevesinde düzenlenmesi bor yatırımlarının hızlanmasında önemli rol oynayabilir. Şayet yine de özel sektör bor yatırımlarına bigâne kalırsa devlet Eti’nin önündeki bütün engelleri kaldırarak bor kimyasalları entegre tesislerini kurulmasına ön ayak olmalıdır.