Petrol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Petrol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2019 Pazartesi

BOR CEVHERİ ve UYGULANAN POLİTİKALAR

BOR CEVHERİ ve UYGULANAN POLİTİKALAR

     
Muhittin Ziya Gözler 
02 Ocak 2014
 1455 yılına kadar doğu ve batıda bilim ve teknolojide küçük ama zamanın yapısına ve ruhuna uygun gelişmeler kaydediliyor, doğuda Türk-İslam âlimlerinin ortaya koyduğu fikirler ışığında önemli değişiklikler yaşanıyor ve özellikle de bilim ve mimaride önemli eserler vücuda getiriliyordu. 1455 yılına, matbaada ilk kitabın basılmasına dek dünya üzerinde 30 bin adet kitap olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten sonra geçen yarım asırlık zaman içinde bilim, felsefe, edebiyat, sanat ve din alanında sayıları 10 milyona yaklaşan kitabın basıldığı ileri sürülmektedir. Batılılar, 15-17.yüzyıllar arasında bilim, felsefe, sanat ve dinde gerçekleştirdikleri ıslahat hareketlerinden sonra dünyaya açılmaya başlamışlar, coğrafi keşiflerle de kaynak arayışını hızlandırarak kendi topraklarından uzaklardaki ülkeleri işgal ederek o ülkelerin kaynaklarını kullanmak için sömürgeler ve dominyonlar kurmaya başlamışlardır. 1565’de kurşun kalem, 1643’de barometre, 1663’de teleskop, 1671’de basit bir hesap makinesi, 1752’de paratoner, 1852’de elektromıknatıs, 1866’da dinamit, 1876’da telefon icat edilmiştir. 1299-1699 yılları arasında cihan hâkimiyeti ülküsü ile güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu batının değişen bu fikri, ilmi, teknik ve dini gelişmelerinden bihaber olarak ayakta durmaya çalışırken batı bu fırsatı kaçırmamış bu ’’ Muhteşem İmparatorluğu ’’ yıkmak için sürekli fırsat kollamaya başlamış, nihayet içerden ve dışarıdan giriştiği sosyal, kültürel ve iktisadi faaliyetler neticesinde hepimiz için hazin olan son gerçekleşmiştir. 1839 Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı sanayini ortadan kaldırmayı ve de ülkeyi batının bir açık pazarı haline dönüştürmeyi amaçlıyordu. Gelişen ve değişen şartlar karşısında batı, Osmanlı’nın madenlerine gözünü çeviriyor ve sömürü düzeni böylece başlamış oluyordu. 1850’li yıllarda Batı Anadolu’da alçıtaşı işletmeciliği yapan Polonya’lı bir göçmen Desmazures adlı bir Fransız mühendise hediye olarak bir biblo gönderir. Mühendis gelen bibloyu tetkik eder ve bu malzemenin bor olduğunu tespit eder. Hemen ilgili kişiyle temasa geçer ve Türkiye’ye gelir, malzemenin yerini bulurlar. Burası Balıkesir ili, Susurluk ilçesindeki Sultançayır ve Aziziye Köyleri civarıdır. Cevher, pandermit adı verilen kalsiyum borattır. Uzun uğraşlardan sonra 1865’de Companie Industrielle Des Mazures adlı bir şirket kurulur ve 1865’de padişahtan izin alınarak bor cevheri işletilmeye başlanır. Ancak işletilen madenin alçıtaşı olduğu söylenerek ve de ucuz ücretler ödenerek bor cevheri yurt dışına kaçırılmaya başlanır. Bu arada Paris yakınlarında bir bor rafine tesisi de kurulmuştur. 1887’de Londra’da kurulan The Borax Company Şirketi 1898’de Fransız şirketini satın alarak Sultançayır’daki bor işletmesini tekeline alır. Ancak bu hileli durumun farkına varan Sultan Abdülhamit Han mevcut faaliyetin durdurulması emrini verir. Ancak 1889’da Borax Consolidated Limited (BCL) şirketi kurulur ve bu şirket 1954 yılına kadar borları işletmeye devam eder. Etibank ilk kez 1958 yılında Emet’te bor cevheri üretimin gerçekleştirerek dünya bor piyasasına BCL’den sonra giren ikinci şirket olur. Etibank 1964’de ilk rafine ürün işletmesini devreye alır. 1968’deki Bakanlar Kurulu kararı ile de bütün şirketlerin imtiyazları devlete devredilerek, bor madenleri Etibank ve bazı yerli şirketler tarafından işletilmeye başlanır. 1978’de çıkarılan 2172 ve 1983’deki 2840 sayılı kanunlarla da bor madenleri ile ilgili bütün faaliyetler devlet kontrolüne bırakılır. 20.03. 2012 tarihinde TBMM’ne 2840 sayılı kanunda bir değişiklik yapılması önerisi götürülmüştür. 1998-2002 yılları arasında medyanın akıl almaz kampanyası ile bor meselesi kamuoyunu meşgul eden önemli meselelerden biri haline gelmişti. Akademisyenlerden gazetecilere, siyasilerden sivil toplum kuruluşlarına ve hatta sokakta simit satan vatandaşa kadar hemen herkes bor konusunda adeta otorite haline gelmişti. Hatta bir sivil toplum yöneticisi de bir yıl içinde ülkeye bor ile çalışan bir otomobil getireceğini anlatıyor, yazıyor ve çiziyordu. Aradan 14 yıl geçti…2003’ten bu yana borlarla ilgili yayın taarruzuna rastlamıyoruz. Bu çok önemli bir neticedir. Zira çalışan ve üreten insanlar bir de bu dedikodularla uğraşmamaktadırlar. Şimdi bor cevherinin serüvenini öz ama akılda kalıcı bir biçimde anlatmaya çalışalım.
       B2O3 bazında 1970 yılında dünya bor üretimi 768 bin ton, bunun %16’sı olan 122 bin ton, 1998’de 1.511.000 ton olan dünya üretiminin %31’i olan 475 bin ton, 2002 yılında 1.536.000 ton olan dünya üretiminin %32’si olan 491 bin ton ve 2012’de 1.8 milyon ton olan dünya fiili bor üretiminin yaklaşık %42’si 756 bin ton Türkiye tarafından üretilmiştir. Türkiye’de bor üretiminde artış olduğu takdirde dünyada da bor artışının olacağı bir vakıadır. Eti Maden İşletmeleri’nin verdiği bilgilere göre Eti’nin 2012 yılı bor üretim kapasitesi 973 bin ton olup, dünya fiili bor üretimiB2O3 bazında 1.8 (3.8) milyon ton olup bunun yaklaşık %42’sini Türkiye, %29’unu ABD, %15’ini G.Amerika, %14’ünü de Asya gerçekleştirmektedir. Ayrıca dünya bor talebinin de %46’sını Eti karşılamaktadır. 2002 yılında 1.890.000 ton cevher ve 717 bin (100 bin tonluk borik asit hariç) rafine ürün kapasitesi varken, 2012’de bu değerler rafine üründe 1.425.000 tona, eş değer ürünlerle birlikte kapasite 2.125.000 tona yükselmiştir. Diğer taraftan 1998-2002 yılları arasında bor ürünleri ihracat değerleri miktar olarak 400-763 bin ton, değer olarak da 200-237 milyon dolar seviyelerindeyken, 2009-2012 arasında miktar olarak 500-800 bin ton, değer olarak da 500-800 milyon dolarlar seviyesine çıkmıştır. Bu artışın önemli iki sebebi bulunmaktadır: 1.Bulunan yeni rezervler ve Eti’nin yatırımlara ağırlık vermesi ham bor yerine rafine ürün satışının artması (2002 yılına göre pazarlanabilir ürün kapasitesi yaklaşık %100 artmıştır), pazara daha çok hâkim olması, 2. B2O3 bazında 2002 yılına göre fiyatların 250-300 dolarlardan 350-735 dolarlara yükselmesi. Türkiye’de bor konusunda 1964-1996 arasında geçen 32 yıllık zaman içinde yapılması gerekenler ne yazık ki, bildiğimiz ve bilemediğimiz birçok sebepten ötürü yapılamamıştır. Ancak 1997’den itibaren başlayan ve zaman zaman yöneticileri zor durumda bırakan yatırım hamlelerinin giderek artan bir şekilde devam etmesi sevinilecek bir neticedir. 2000-2012 yılları arasında konsantre bor ürünlerinde satış miktarı %47’lerden %5’lere düşmüş, bor kimyasallarında da %53’lerden %95’lere çıkmıştır. Bu yatırımların dünya bor tüketimi de dikkate alınarak ve herhangi bir engele takılmadan yapılması, ayrıca yatırımların rafine ve eş değer ürünlerin de ötesine geçip özel bor ürünlerini de kapsayacak şekilde yapılmasına da dikkat edilmesi şarttır.
    

 (Türkiye’de bor cevherinin çıkarıldığı yerler. Kaynak:www.coğrafyatutkudur.com)
  Tabiatta 230’un üzerinde bor minerali bulunmaktadır. Ancak ticari manada önemli olan bor mineralleri kolemanit, tinkal, üleksit, kernit, datolit, probertit ve hidroborasittir. Ülkemizde yaygın olarak tinkal (sodyumlu), kolemanit (kalsiyumlu) ve üleksit (kalsiyum+sodyum) mevcuttur. Ülkemizde bor cevheri Balıkesir Bigadiç, Eskişehir Kırka, Kütahya Emet, Bursa Kestelek’de bulunmaktadır. Dünya bor rezervleri toplam 1.290.800.000 ton olup dağılımı şöyledir: (Kaynak- Eti Maden / B2O3 bin ton /2012)
  ’’Türkiye 935.800  % 72,5 / A.B.D 80.000   %6,2 / Rusya 100.000 % 7,7
   Çin 47.000  %3,6 / Arjantin 9.000  %0,7 / Bolivya 19.000  %1,5
   Şili 41.000 % 3,2 / Peru 22.000 % 1,7 / Kazakistan 15.000 % 1,2 / Sırbistan 22.000 % 1,7
  Ülkelerin 2012 yılı bor üretim kapasiteleri ise şöyledir (Bin ton B2O3) : Türkiye 973, ABD 673, G.Amerika 340, Asya 312.Toplam 2.298.000’’ 
    Böylesine büyük rezervlere ve üretim kapasitesine sahip olmamıza rağmen bor ürünlerinin kullanımı günümüzde petrol, doğalgaz, kömür, demir-çelik,  çimento ve diğer sanayi ürünlerinde olduğu kadar fazla miktarda değildir. 2000 yılında 3,1 milyon ton olan dünya bor tüketimi (1.536.000 B2O3), 2012 yılında 3,8 milyon ton (1,8 milyon B2O3 ) olmuştur. Görüldüğü gibi bor kullanım oranı yıllık % 2 civarındadır. Ancak ekonomik krizler ve bor tüketiminin azaldığı durumlarda bu oran daha da düşmektedir. Bor ürünlerinin %54’ü cam (borosilikat, yalıtım tipi cam elyafı, tekstil tipi cam elyafı), % 13’ü seramik, emaye, sır, % 3’ü deterjan ve % 12’ si tarım sektöründe ve alev geciktiriciler, sağlık, çimento, metalürji ve enerji sektöründe de % 18’i kullanılmaktadır. Bor mineralleri ilk önce fiziksel işleme tabi tutularak zenginleştirilir ve konsantre bor elde edilir. Elde edilen bu ürün bazı kimyasal işlemlerden geçirilerek rafine ürünler elde edilir. Bor ürünlerini gösteren şema aşağıdadır.
   

  (Kaynak: Boren)
  Dışarıya yıllardır sattığımız ve ülkemizde halen de çok az miktarda kullanılan bor ürünlerinin nerelerde kullanıldığına da kısaca değinelim: Cam ve cam seramiklerinde; kolemanit, tinkal, üleksit, boraks penta ve deka hidrat, susuz boraks ve borik asit, emaye, sır ve fritte; boraks penta ve deka, susuz boraks, borik asit, temizleme ve ağartmada; sodyum perborat, zirai uygulamalarda; boraks deka, penta, borik asit bor oksit, meta borat kullanıldığı bilinmektedir. Ergimiş halde bulunan cam ara ürününe bor ilave edildiğinde malzemenin akışkanlığını artırmakta ve nihai ürünün yüzey sertliğini ve dayanıklılığını artırmaktadır. Seramiğe bor ilavesi onu çizmeye karşı korumaktadır. Deterjan ve sabunlarda mikrop öldürücü, beyazlatıcı ve suyu yumuşatıcılığını artırmak için kullanılmaktadır. Sebze ve meyvelerde hücredeki şeker geçişini, gelişimini, hücre bölünmesini ve fotosentez metabolizmasının düzenlendiği için kullanılmaktadır. Alev geciktirici olarak yanan malzemelerin üzerine sürüldüğünde (çinko borat) oksijenle olan teması kesmekte ve yanmayı önlemektedir. Metalürjide yüksek sıcaklıkta koruyucu özelliğinde dolayı demir dışı metal sanayinde curuf oluşturucu ve ergitmeyi hızlandırıcı madde olarak kullanılmaktadır. Ayrıca fiber optik kablolar da üretilmektedir. Sodyum bor hidrür, kâğıt hamurunun ağartılmasında, atık sulardan ağır metallerin uzaklaştırılmasında kullanılmaktadır. Bu ürün aynı zamanda çok iyi bir hidrojen taşıyıcısı ve depolayıcısı olduğunda hidrojenin enerjide kullanılmaya başlamasından sonra önemli bir noktaya gelecektir. Atom reaktörlerinde borlu çelikler, bor karbürler ve titan bor alaşımlar kullanılmaktadır. Füze yakıtlarında, uçak ve havacılık sanayinde yüksek ısıya dayanıklı gövde yapımında ve düşük ağırlık ve diğer bazı uygulamalarda kullanıldığı bilinmektedir. Bor nitrür, elektronikte, nükleer uygulamalarda, vakum ergitme potalarında, bujiler, rulman yatakları, askeri zırh malzemelerinde, matkap uçlarında değerlendirilmektedir. Titanyum diborür, balistik silah üretimi, ergimiş motor potalarında ve kesme aletlerin yapımında kullanılmaktadır. Bor halojenürler, ilaç, katalizörler ve bor elyafı üretiminde kullanılmaktadır. Enerji alanında, hidrojen taşıyıcısı, araçlarda doğruda yakıt olarak ve de enerjinin taşınması, depolanması ve tasarrufunda da değerlendirilmektedir. Böylesine öneme haiz bir maden varlığının yıllarca ham, konsantre ve hatta rafine ürün olarak satılması toplumun akıllı ve sürekli yol gösteren adamları tarafından hiç değerlendirilmemiş sadece ve sadece aman borlar emperyalistlere peşkeş çekilmesin nidalarıyla toplum avutulmaya çalışılmıştır. Doğru olan, yapılması ve yol gösterilmesi gereken husus, sanayinin hemen her yerinde kullanılan ürünlere ait tesislerin kurulması için devletin ve özel sektörün teşvik edilmesi olmalıydı. Aslında Eti’nin sattığı ürünlerin nerelerde kullanıldığı ABD’de 2000 yılında bir şirket kuruluna dek de bilinmiyordu. Bor minerallerinden elde edilen borik asit, bor oksit, boraks dekahidrat ve pentahidrat, susuz boraks, amonyum pentaborat, sodyum metaborat, potasyum penta ve tetraboratlar, bor karbür, bor nitrür, titanyum diborür, ferro bor, bor halojenürler, boranlar ve diğer bor özel kimyasalları bilinenlerin dışında nerelerde hangi amaçlar için kullanılıyordu? Uzay çalışmalarında mı? Hızlı tren yapımında mı? Yeni nesil uçak üretiminde mi? Yakıt veya elektrik enerjisi üretiminde mi? Sağlık alanında mı? Görüldüğü gibi buraya kadar anlatılanlardan şu açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye bor cevherini halen rafine ve eşdeğer bor cevheri şeklinde satmaktadır. Eti’nin bazı uç ürünlerdeki çabalarını, ortaya koyduğu sonuçları daha ötelere taşıması için ya devletin bu girişimleri sonuna dek desteklemesi ya da özel sektörün bu konuya iştiraki gerekmektedir. Eti’nin özel sektörle yapacağı ortaklıklardan da iyi neticeler alınabilir (tronada olduğu gibi). Uzun yıllardır yöneticilerin bu çabaları her nedense baltalanmış ve günümüzde de bu ileri teknoloji çalışmalarında yapılanlara pek destek çıkılmadığı görülmektedir. Amerika, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Belçika, Hollanda’dan birileri gelip ülkemizin borlarını alacak, ülkelerinde yatırımlar yapacaklar, ama benim ülkemde milli sermaye yani özel sektör bor konusunda kılını kıpırdatamayacak! Devlet kuruluşumuz Eti’nin yaptığı çalışmalarla da çekince olduğu için kimse ilgilenmeyecek. Bu nasıl bir anlayıştır? Ya da daha ötesi acaba bu bir özel sektör düşmanlığı mıdır? Sakın ha, borlardan uzak durun… Eti’nin dışında kurulmuş olan Bor Enstitüsünün de çalışmalarının pek netice alıcı olduğu söylenemez. Bu kurum Eti’nin bünyesine katılmalı ve daha neticeye yönelik AR-GE faaliyeti yapan bir güç haline getirilmelidir. Diğer taraftan Eti, üretim yapısı, teknik ve tesis özellikleri, çalışma şekli ve ticari kapsamı itibariyle bir madencilik kuruluşundan daha çok bir kimya kuruluşuna dönüşmüştür. Eti’nin liderliğinde kurulacak kompleks bir kimya sektörü yukarıda anlatılmaya çalışılan bütün üretimleri yapar hale gelecektir. Ancak böylesine güçlü bir yapı sonrası Eti dünya bor sektörünün gerçek patronu olabilir. Günümüzde 1,8 milyon ton civarında kullanılan dünya bor ürünlerinin önümüzdeki 10-15 yıl içinde 8-10 kat artması mümkün olabilir. Ülke bor kaynaklarının dünya pazarındaki zenginliğe eşdeğer bir gücü yakalayabilmesi için katma değeri yüksek bor bileşikleri üretimine geçilmesi şarttır. Yani, borla ilgili AR-GE faaliyetlerine önem verilmeli, sanayide ve yüksek teknolojide kullanılan bor fabrikalar yapılmalıdır. Kısacası fabrika yapan fabrikalar kurulmalıdır. 1978’de 83 milyon, 1999’da 237 milyon ve 2012’de 800 milyon dolar bor ihracatı yapan ve tesisler kurarak üretim gücünü artıran Eti’nin önüne, neredeyse birçok hasletimizden vazgeçerek girmeye can attığımız AB ülkeleri çok ciddi engeller çıkartmaktadırlar. 2000’li yıllarda başlayan bu engellerin halen devam ettiğini düşünmekteyim. Bu engellerin neler olduğuna gelince: 1.Borun insan hayatı ve çevre üzerinde tahribat yaptığını iddia etmektedirler. Bu sebeple de bor torbalarının üzerine kuru kafa işaretleri koydurarak bor kullanımından vazgeçilmesini istemektedirler. Bor cevherinin ne tabii hali ne de rafine ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. 2. Deterjan sanayinde kullanılan bor (perborat) yerine daha ucuz olan perkarbonat (hammaddesi soda) kullanılması gündeme getirilmiş, çalışmalar neticesinde şirketler perborat fabrikalarını perkarbonata dönüştürmeye başlamışlardır. Böylece bu proje yaygınlaştığı takdirde 500.000 ton civarında bor kullanılmayacak ve bu netice Eti’nin perborat fabrikalarından vazgeçmesini gündeme getirebilecektir. 3.Cam sanayinde kullanılan bor yerine de Adventex (borun kullanılmadığı ve E-camını ikame eden bir fiberglas türüdür) denilen bir madde üretilmiş ve ticari anlamda çalışmalar ABD’deki şirketler tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir. Yurt dışına konsantre ve rafine bor ürünler satılarak yabancı ülkelerde bor sanayinin kurulmasını desteklenmesinin önüne geçilmesi için meri kanunda değişiklik yapılarak Türk sanayicisinin bor konusunda yatırım yapmasının önü açılmalıdır. Bu konuda Eti’nin yaptığı çalışmalara önem verilmeli ve toplumun bu konudaki hassasiyetleri de dikkate alınarak Eti ile müşterek yatırımlar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada 2840 sayılı kanunun Danıştay tarafından incelenmesi sonrası 01.05.2000 tarih ve 2000/67 sayılı kararı doğrultusunda hareket edilmesi doğru olur kanaatini taşımaktayım (bu kararın dikkatli okunması gerekmektedir). Devlet ve milli sermayenin bu konuda yapacağı yatırımların çok başarılı olacağı Beypazarı Trona yatırımında açıkça görülmüştür
       Netice itibariyle: 1.Uzun yıllar madencilik faaliyetlerini yürüten Eti, son yıllarda yapılan özelleştirmeler sonrası ciddi bir şekilde zarar eden (dünyadaki maden fiyatlarının ani iniş, çıkışlar göstermesi sebebiyle) alüminyum, bakır, krom, gümüş, fosfat işletmelerinin bünyeden ayrılmasından sonra bor cevheri ile baş başa kalmıştır. Yaklaşık dokuz yıldır bütün yatırımlar bor üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple Eti kimya sektörünün bir parçası olmuştur. Kurulacak entegre tesislerle ülkemizde güçlü bir bor kompleksi oluşturulabilir. Daha önceleri Alüminyum ve Mazıdağ Fosfat Tesisleri’nde yapılması düşünülen ve bir türlü hayata geçirilemeyen böylesi devasa projelere ülkenin ihtiyacının olduğu unutulmamalıdır (petro-kimya tesislerine benzeyen bir sistem kurulabilir). 2. Eti mevcut yatırımlarına ara vermeden devam etmeli dünya pazarındaki payını artıracak her türlü yatırımı yaparken AR-GE faaliyetlerini de sürdürmelidir. 3. Eti’nin güçlü bir teknik, pazarlama ve idari yapısı varken, Boren adlı bir başka teşkilatın kurulması Eti’nin yapmak istediklerini hayata geçirmede ciddi bir engel gibi görülmektedir. En azından dışarıdan böyle değerlendirilmektedir. Bu sebeple Boren’in Eti’nin idari yapısı içinde yer alması daha doğru olacaktır. 4. 2000 yılında 23.539 ton olan yurt içi satışlar 2012 yılında 22.234 ton olmuştur. 2000 yılında Türk özel sektörü bor ürünlerinden dibor trioksit, metaborik asit, orto borik asit, bor oksitleri, disodyum tetraborat anhidrit, disodyum tetraborat pentahidrat, amonyum boratlar ve diğer boratlardan yaklaşık 22 bin ton ithalat yapmıştır İhracatın 800.000 ton olduğu bir dönemde yurt içinde bor kullanımının bu denli az olması ülkemizde bora ilginin ne kadar az olduğunu göstermektedir. Bu ilgi azlığının en önemli sebebi Türk özel sektörü, yapılan menfi propagandalardan ötürü çekinmekte ve belki de bora yatırım yapmaya korkmaktadır. Diğer taraftan rafine ürünleri kullanacak fabrikalarımız bulunmamaktadır. Bu fabrikaları devlet imalat sanayinden çekildim diye uzun yıllardır yaptırmıyor, özel sektör yani milli sermaye kanunlar engel diye bor yatırımlarına uzak duruyor (yurt dışındaki sanayiciye engel yoktur. O sanayici ham veya konsantre bor alarak rafine ürünler de üretmektedir. Hatta ham bor alarak öğütüp satmaktadır). Birileri hala borları emperyalizme peşleş çektirmeyelim derken biz kendi ellerimizle borları emperyalistlere satmıyor muyuz? 19. yüzyılda bizi kandırarak borlarımızı çalan batıya, 21. yüzyılda biz kendi ellerimizle borlarımızı (yaklaşık kırk beş yıldır) satıyoruz. Gelin görün ki, bu ülke insanının borlara ilgi duyması yıllarca engellenmiştir. Bunun sebebi acaba nedir? İşte bu kısır döngüyü aşacak yeni bir anlayışın hâkim olması için bor politikasında da ciddi değişikler yapılmalıdır (merak edilmesin ülkenin varlılarını peşkeş çekenler halk ve devlet tarafından engellenirler). Bu sebeplerden ötürü 20.03.2012 tarihinde TBMM’ne sevk edilmiş olan ve 2840 sayılı kanunda değişiklik yapılması öngörülen metnin aceleye getirilmeden, özel sektörün henüz bor politikaları konusunda uluslararası hiçbir tecrübesinin olmamasından dolayı, Eti’nin kontrolünde ve onun gücünü azaltmadan, ruhsatların Eti’nin hâkimiyetinde kalması, yapılacak yatırımlarda Eti’nin altın hisse (imtiyazlı hisse) hakkı olması kaydıyla ve de Eti’nin üretim ve pazarlama politikaları çerçevesinde düzenlenmesi bor yatırımlarının hızlanmasında önemli rol oynayabilir. Şayet yine de özel sektör bor yatırımlarına bigâne kalırsa devlet Eti’nin önündeki bütün engelleri kaldırarak bor kimyasalları entegre tesislerini kurulmasına ön ayak olmalıdır.         

28 Ekim 2019 Pazartesi

ABD’nin Suriye için yeni Arayışları; DEYRİZOR PLANI; ..

ABD’nin Suriye için yeni Arayışları; DEYRİZOR PLANI; ..





Prof.Dr.Sait Yılmaz
27 Ekim 2019


    Türkiyenin Barış Pınarı Harekâtı, YPG/PKK.yı bertaraf etmekten çok Suriye.nin kuzeyinde bir Arap Hilali oluşturma gayretinden öteye gidemedi. Aslında Suriye.de olacaklar

konusunda örtülü bir ABD-Rusya planı var ve bu Soçi Mutabakatı.na da yansıdı. Soçi Mutabakatı.nda yazılı olmayan bir (gayriresmi) uzlaşma ile İdlib bölgesinde gelişmeler
bekleniyor1. Soçi Mutakatı, Rusya.nın Suriye sahnesindeki stratejisinin önünü açtı. YPG/PKK.yı kontrollerine almak için adımlar atıyorlar. Bu arada işin ABD cephesinde ilginç
gelişmeler yaşanıyor. Önce Trump, “Petrolü garanti altına aldık” dediğinde ciddiye almadık;

    “Suriye’deki petrol işlerine yaramaz, öyle olsa idi oraya çoktan bir Amerikan şirketi gelirdi” diye düşündük. Ama ABD içinde özellikle Kongre ve Dış İşleri Bakanlığı arasındaki
tartışmaları izlerken yeni bilgiler öğrendik. Bir de aşağıdaki haritayı görünce bu olasılığı sorgulamaya karar verdik. Ama önce ABD.deki dış politika anlayışındaki değişim ve Kürtlere
nasıl baktıkları ile işe başlayalım.

Trump’ın Muhafazakar Milliyetçiliği..

ABD dış politika ile anlayışında Trump ile başlayan bir değişim yaşanıyor. Amerikan dış politikacı kurucuları sayılan Washington, Jefferson, Hamilton gibi
başkanların geliştirdiği bir tür “milliyetçilik” esasına dayanır. Kurucuların devlet yönetiminde dayandığı temel esaslar şunlardı; hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlük,
serbest teşebbüs, eşitlik ve sınırlı devlet. Dış politika devletin çıkarlarını sağlamalıydı ve Amerika, (dünyayı düzenleme rolü olan) “istisnai ülke” idi. Bu tüm ABD devlet
başkanlarının aynı dış politikayı izlediği anlamına gelmiyor. Diğerleri bu temellere bağlı kalmışlardır ama konjonktüre uygun bir dış politika izlemişlerdir. Ülkenin kurucusu
George Washington, o dönemde Avrupa.nın güç çekişmeleri karşısında “yalnızcılık” politikasına başvurmuş, ittifaklara girmemiştir. William McKinley, emperyalizme
başvurmuş ve Asya.daki çıkarları için Pasifikte.ki Filipinleri işgal etmişti. Woodrow Wilson ile büyük bir kırılma yaşandı; Birinci dünya Savaşı ile birlikte ulus-devlet
batıyordu, çare “uluslararasıcılık” olmalıydı.

Trumpın uyguladığı dış politika da “Muhafazakâr Milliyetçilik” ya da sadece “Milliyetçilik” esasına dayanmaktadır2. Trump, ne savaş ne de yalnızcılık yanlısıdır.
Trump.ın oyun planı; şartlar istediği duruma gelene kadar ya baskı yapmak ya da gerginliği azaltmaktır. Öncelikle ABD.nin çıkarını korumakta kararlı olduğunu
göstermekte, eğer karşı tarafla bir ortak noktada buluşursa anlaşmaktadır. Trumpın anladığı dış politika da budur; büyük jeopolitik rekabetin olduğu ortamda baskı ve işbirliği
karışımı bir formül uygulamak3. ABD.nin Türkiye ile ilgili dış politikası da buna benzerdir.

Her seferinde yaptırım tehdidi ile gelmekte, alabileceklerini görmekte, daha fazla gidemediği yerde geri çekilmektedir. Diğer ülkelere uygulanacak yaptırımlar, tarihsel
olarak ABD Maliye ve Hazine Bakanlıklarının en önemli projesidir ve bunlar özellikle kurgulanır. Örneğin İran ile nükleer program anlaşması yapıldığında Obama yönetimi,
İranın ülke dışındaki paralarını bloke etme kabiliyetlerini caydırıcılık için yeterli görüyordu.

ABD İÇİN ARTIK İTTİFAKLAR YOK.., VEKİLLER VAR.,

İttifak kurmak, 19. yüzyıl Avrupa.sından kalma bir gelenektir. Artık NATO gibi sağlam resmi ittifaklar bile çalışmıyor. Strateji oyununun kendi tarafında artık „müttefikler,  değil, „rica edenler. ve „vekil güçler. var4. Çünkü dostları korumak çok pahalı, vekil güçler için ise parasını öde, işin bitince sırtını dön yeterli. Önemli olan vekil güçlerin bunu bilmesidir. ABD, zaten Suriye.de sonsuza değin kalamayacaktı.


 Şekil: SDG’nin Suriye’deki Yapılanması


Bunu sadece YPG/PKK değil, diğer Kürtler de biliyordu ama kendilerini buna mecbur hissettiler. YPG/PKK.nin Esat ve Rusya tarafına geçiş süreci yani „özgürlük savaşçısı. iken Esat ve Rusya tarafına
katılmaları bir hafta bile sürmedi. Ama Esat biliyor ki, ihanet genetik bir alışkanlıktır.
İttifaklar konusuna dönecek olursak; bu yeni mantıkla ABD; Güney Kore, Japonya, Filipinler ve Suudi Arabistan ile ilgili yükümlüklerinden kurtulmaya çalışıyor. ABD.ye rica eden veya
yalvaranlar karşılığını ödemeli ve bu sonsuza değin sürmemeli yani yakın bir çıkış zamanı olmalı.

ABD için, Kuzeye karşı Güney Kore, Rusya.ya karşı Polonya, Çin.e karşı Filipinler ve Türkiye.ye karşı PKK tek taraflı bir rica-yalvaran ilişkisidir. Strateji üretmek bakımından
tembel olan Avrupa ise hala romantizmle yaşıyor. Ama yukarıda anlattıklarımızdan en çok ders alması gereken hala ABD.nin kuklası olmakla hayatta kaldığını sanan Arap ülkeleri ve
nihayet Orta Doğu.yu tek başına yönettiğini sanan İsrail dir. Artık Amerikalılar, daha önce Afganistan ve Irak.ta yaptıkları gibi, uzun zaman alacak zaferler yerine kolay çıkışı olan
başarıları seçecekler. Gerçekçi sonuçlar için maddi çıkar sağlayacak, sınırlı savaşlar tercih edilecek. Aksi takdirde Amerikan kanının akması ve para kaybı söz konusudur. Bunları
sağlamanın yani Amerikan kanı akmamasının ve de ucuza getirmenin yolu ise fantezi peşindeki vekil güçleri kendi yerine kullanmaktır5. Müttefiklik ise dostluğu çağrıştıran eski
bir romantik söylemdir.

ABD’nin Kürtlere Bakışı..

ABD.de Kürt hayranları; Kürtlerin hala devlet kuramamış, mazlum bir millet olduğu hikâyesi ile işe başlıyor. Orta Doğu.da yaşayan 30 milyon Kürt.ün yaklaşık yarısı
Türkiye.de yaşıyormuş. CIA.ya göre Türkiye.de 14.5 milyon, İran.da 6 milyon, Irak.ta 5-6 milyon, Suriye.de ise 2 milyondan az Kürt yaşamaktadır. 1.2 milyon civarında Kürt.ün iç
savaş esnasında Suriye.yi terk ettiği tahmin ediliyor. Dört ülkedeki Kürtler homojen değildir; Irak dakiler Sorani, Türkiye deki Kurmanji lehçesi konuşur ve tercüman olmadan
anlaşamazlar. Hepsinin derdi kendisinin lider olduğu kendi devletini kurmak olduğundan aralarında anlaşamazlar. Büyük Kürdistan sadece eşkıya başı Apo.nun hayalidir ama bu
sadece PKK.nın söylemi olarak kalmıştır.

Suriye.deki YPG/PKK.yı savunan Amerikalılar Suriye.nin kuzeyinde kurdukları Suriye Demokratik Güçleri.nin (SGD) tamamının YPG/PKK olmadığını iddia ediyorlar.
PKK.dan türeyen YPG.nin monolitik bir yapı olmadığını, ilerici ve ılımlı olduğunu, PKK nın Soğuk Savaş.tan kalma Marksizmini paylaşmadığını söylüyorlar. Üstelik 70 bin
kişinin katili PKK, uzun zamandır sivillere saldırmıyormuş6. Bu mantığa göre, El Kaide, Amerikan askerlerini öldürdüğü zaman terörist olmuyor. Bombalamaları yapan Özgürlük
Şahinleri denen grup, aslında PKK.dan kopan bir grupmuş, onların Suriye.de bir kolu yokmuş. Ne yazık ki Suriye, Irak, İran ve Türkiye.de yaşayan Kürtler, bu ülkelerin meşru
rejimlerini hedef alan büyük devletlerin kuklası oldular ve İran senaryosu için de onları gene sahada kanları akıtılacak. Yeni bir vekil güç görevi onları bekliyor.

ABD ve YPG/PKK İlişkileri..

ABD Özel Kuvvetleri ve CIA, Suriye.nin kuzeyindeki Kürt yoğunluklu bölgede 2012 yılında çalışmaya başladı. 2014 yılında ise IŞİD ile mücadele görüntüsü altında bu yapılar
açıktan faaliyet göstermeye yöneldi. ABD, Suriye topraklarında asker bulundurmak için IŞİD ile mücadele bahanesi ile YPG/PKK.yı vekil güç seçti ve İsrail ile birlikte yarı özerk bir Kürt
bölgesi oluşturdu. SDG, ABD Özel Kuvvetleri tarafından eğitildi, donatıldı ve maaşları ödendi. Bu yapının içinde sözde IŞİD.in uyuyan hücrelerini yok etmek için özel anti-terör
birimleri (Kürtçesi; Yekîneyên Antî Teror ) kuruldu7. İsrail, 3.84 milyar dolar değer değerinde petrol satın alarak, Kürt bölgesini finanse etti8. İşin ilginç yanı, 2015 yılında Irak.ın kuzeyinde
Barzani.nin çaldığı petrol Türkiye üzerinden Ceyhan Limanı yolu ile denizden İsrail.e gidiyordu. ABD.nin YPG/PKK.ya sağladığı silah, araç ve diğer askeri teçhizat konusunda
uzun bir liste var.

Barış Pınarı Harekâtı öncesi ABD Dış İşleri Bakanlığı ve PYD arasında görüşmelerle ilgili önemli bilgilere vakıf oluyoruz. Örneğin görüşmelerde ABD tarafının PYD.yi
Türkiye.nin desteklediği gruplarla işbirliğine zorladığı, ABD.nin İslamcı savaşçı kartına yeniden sarılmak istediği anlaşılıyor. ABD, PYD.yi Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki
Suriye Görüşmeler Komisyonu ve muhaliflerin olduğu bölgelerde faaliyet gösteren sivil savunma örgütü Beyaz Helmetler ile temas kurmaya zorluyor. Jeffrey.in büyük ölçüde
YPG/PKK.dan oluşan SDG yapısının Arap kısmı ile ile ilgili İran karşı bir güç oluşturmak için çeşitli planlar üzerinde çalıştığı ortaya çıkıyor9. Nitekim Kürt kartını Rusya.nın elinde
almak için Mazlum Kobani (Gerçek adı; Ferhat Abdi10), Washington.a davet edildi.

 James Jeffrey, Trump.ın IŞİD ile mücadeleden sorumlu büyükelçisi olarak, son gelişmeler üzerine eleştirilmeye başlanmıştı. Eleştirilerden en önemlisi öncesinde Türkiye.nin
harekâtını küçümsemesi ve Suriyeli Kürtlere çekilmeleri konusunda yanlış mesaj verdiği üzerine idi. Washington.a giden PYD heyetinin başı ise kendilerine “IŞİD yenilgiye
uğratılana ve Suriye’de siyasi çözüme ulaşana kadar ABD’nin Suriye’den çıkmayacağı” sözü verdildiğini söyledi. Hatta “Türkiye’nin harekâtının başlamasına bir gün kala bile hava
sahasının Türklere kapalı olacağını sanıyorduk” dediler. Jeffrey ise Kongre Dış İlişkiler Komitesin.de yaptığı tanıklık görüşmesi esnasında Türkiye.nin harekâtı esnasında
YPG/PKK.ya koruma söz vermediklerini söyledi. Jefrrey, Türkiye.nin ABD askerlerini caydırıcı görmediklerini, zaten onların görevinin de Kürtleri korumak olmadığını açıkladı.
PYD tarafı ise çekilmelerini Türkiye.nin harekât yapmaması şartı ile kabul etmiş olduklarını öne sürüyor.

DEYRİZOR PLANINA NASIL GELİNDİ.,?

ABD nin Suriye deki gelişmeler konusunda hem Türkiye hem de Suriyeli Kürtler ile yaptığı görüşmelerin merkezinde eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey var. Jeffrey, geçen
Aralık ayında ABD-Türkiye Çalışma Grubu içinde iken de ABD.nin Kürtlerle ilişkisinin “taktiksel ve geçici” olduğunu söylemişti. Belki de en doğru cümleleri Bush dönemi
danışmanlarından Michael Doran söyledi11; “Rus ve İranlıların kullandığı vekil gücü ödünç aldık, stratejik olarak aptallık, herkes biliyor ki biz eninde sonunda oradan ayrılacağız
ama Türkler hep orada kalacak.” Ancak, ABD.deki savaş meraklısı danışman timleri Suriyede kalmak istiyor. Ortada bir Deyrizor Planı var. Bu işi kotarmak için hem Güney
Suriye.de özel bir üs olan ve PYD kontrolü dışındaki El-Tanf seçildi ve kuzeydeki Amerikan askerleri buraya çekiliyor. James Jeffrey, Kongre.de yaptığı tanıklık
görüşmesinde; ABD.nin Suriye.den İran.ı çıkarma görevinin devam ettiğini, Trump yönetiminin PYD kontrolündeki alanda Suriyeli Kürtlerden ayrı bir İran karşıtı güç hazırlama
planları yaptığını açıkladı12.

ABD.nin ürettiği, yaşattığı ve kontrol ettiği IŞİD, askeri operasyonlarının da terörle mücadele görüntüsü için korkuluğu olmaya devam edecek. Savunma Bakanlığı.nın Suriye.nin
güneyinde Irak ve Ürdün sınırlarına yakın bölgeleri işgal hazırlığı yaptığı konuşuluyor13.

Üstelik kuzeyden tüm Amerikan askerlerini çekilmediği Pentagon.un hava üssünde bazılarının kaldığı biliniyor14. ABD uçakları, taarruz helikopterleri ve silahlı drone.ları
Türkiye sınırı dâhil Suriye hava sahasında uçmaya, İsrail.e de hedef göstermeye devam ediyor. El-Tanf her ne kadar Ürdün.e yakın olsa da Deyrizor üzerinden Irak ve Rmelian
askeri hava üssüne bağlantı kurulabilir. Ancak asıl destek bölgesi Türkiye.nin güvenli bölgedeki varlığı ile kurulabilir. Deyrizor tamamen bir Arap bölgesi, bu bölge yöneticileri
Esat ve İranlılardan çok çektiğini iddia ederek ABD.ye sıcak mesajlar veriyor.

DEYRİZOR PLANI Uygulanabilir mi?..

Söz konusu plan için Jeffrey.in ekibinin uzun zamandır çalıştığı belirtiliyor. Merak edilen bu yapının YPG/PKK olmadan nasıl teşkil edileceği. Eski Özel Temsilci Brett
McGurk, bu gücü ikmal etmenin zorluğundan bahsetti. Akla gelen çözüm ise Arap muhaliflerin bu bölgeye uzanması için bir kordidor açılması ya da Irak ve Ürdün üzerinden
destek sağlanması. Jeffrey, SDG.nin Arap kolundan hem Esat hem IŞİD karşıtı bir güç oluşturma planı yapıyor15. Plana göreİ ABD, Deyrizor.daki petrol bölgesini Kürtler değil
Arap muhaliflerle kontrol edecek. Buradaki Arapları savaşçıya dönüştürmek için eğitilmiş

YPG/PKK elemanlarının kullanılması bile düşünülüyor. Trump, 23 Ekim.de YPG/PKK.nın başı Mazlum Abdi ile görüştükten sonra, “Belki Kürtlerin ‘Petrol Bölgesi’ne doğru ilerlemeye
başlama zamanıdır” açıklaması yaptı. Böylece, petrol sahaları ile Kürtleri memnun edilmesi ve IŞİD tehlikesinin kullanılması amaçlanıyor.


Harita: DEYRİZOR PLANI

   Trump, Suriye den çekilme ile ilgili olarak “ Petrol Nerede ise orada küçük bir  Amerikan Unsuru Kalacak ” demişti.

   Trump.ın petrolü garanti altına aldık ve IŞİD ile mücadeleye devam açıklaması bunun örtüsü ama buradaki petrol ve doğal gazın fazla bir ekonomik değeri olmadığı biliniyor. Öte yandan, Suriye devleti kendi servetinin bu şekilde gasp edilmesini sineye çekmeyecektir. Suriye ordusunun bölgeye intikali sürüyor. Amerikan güçlerine ikmal hattı olarak çalışan Semelka (Fiş Habur) sınırının Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi halinde petrol sahasındaki askerlerin lojistik sorunu da başlayacaktır16.

   Uzun süre hava ikmaline bel bağlayarak orada kalamazlar. Türkiye de epey zamandır Irak.ın kuzeyi ve Suriye arasındaki geçişleri kapatacak bir koridor peşinde. Türkiye için Küetlerin petrol gelirine sahip olması terörün finansmanıdır.
   
ABD nin Irak tan Suriye yi vurması ise bu Ülkeyi de karıştırabilir.

Sonuç; ABD’nin İran Senaryosu yaklaşıyor..
Trump, sonsuz savaşlara son vermek isterken, İran karşıtı cephe Suriye.nin güneydoğusunda uzun süreli bir kalış planlıyor. ABD.de hala Cumhuriyetçilerin çoğunluğu ve pek çok Demokrat, Suriye.de Esat.ın gitmesini ve rejim değişikliğini, Amerikan kuklası bir yönetimin gelmesini destekliyor. Aynı şey İran için masadan sahaya iniyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı.ndan beri gündemi sürekli savaş olan bir güvenlik ekibinin danışmanlığında yönetiliyor. ABD.nin Türkiye ile çıkarları söz konusu olduğunda Kürt devleti fantezisi ile
kandırdığı PYD.yi bırakıp, Suriye.den çıkması kaçınılmazdı, mesele bunun ne zaman olacağı idi. ABD, Kürtlerden ümidi kesip İran.a karşı da savaştırmak üzere bölgedeki muhalif

Arap cihatçı unsurlarla da yoluna devam edebilir. Belki de buna Esat.ı düşürmekten ve Arap muhaliflerden vazgeçmeyen Türkiye ile beraber karar verildi.

Görünen o ki, Barışa yaklaştık denilirken, Başka planların gereği olarak, yeni Bataklıklara Çekileceğiz.

DİPNOTLAR;

1 Nauman Sadiq, Why Did Trump Give the Green Light to Turkish Intervention in Northern Syria? Framed by Russia? Global Research, (October 23, 2019).
2 Colin Dueck, Age of Iron: On Conservative Nationalism, Oxford University Press, (2019).
3 James Jay Carafona, Trump Prepares America for a Great-Power Competition, Heritage Foundation, (October 24, 2019).
4 Salvatore, The United States Has Supplicants, Not Allies, National Interest, (October 26, 2019).
5 Gil Barndollar, America Was Always Going to Dump the Kurds, RealClearDefense, (October 23, 2019).
6 Michael Rubin, Turkey's Syria Policy Could Lead to Its Own Destruction, American Enterprise Institute (October 21, 2019).
7 Joseph Fitsanakis, US Special Forces’ Secrets Fall into Hands of Russians as Kurds Side with Syria, True Republica, (October 25, 2019).
8 Sarah Abed, The Kurds: Washington’s Weapon of Mass Destabilization in the Middle East, The Rabbit Hole, (October 23, 2019).
9 Matthew Petti, Exclusive: Inside the State Department's Meltdown with the Kurds, National Interest, (October 22, 2019).
10 Mazlum Kobani haricinde Mazlum Abdi, Şahin Çilo gibi pek çok kod ismi kullanmakta, ancak gerçek isminin Mustafa olduğu bilinmektedir.
11 Michael Rubin, Turkey Is No Ally of the United States, American Enterprise Institute, (October 23, 2019).
12 Matthew Petti, Trump Team Member James Jeffrey Spars With Kurdish Diplomat, Reason, (October 23, 2019).
13 Gordon Lubold, U.S. Weighs Leaving More Troops, Sending Battle Tanks to Syria, Wall Street Journal, (October 25, 2019).
14 Stephen Lendman, US Reoccupation of Northern Syria? Turkish Aggression Halted? CRG, (October 25, 2019).
15 Matthew Petti, Inside the Iran Hawks' Hijacking of Trump's Syria Withdrawal Plan, National Interest, (October 21, 2019).
16 Fehim Taştekin, Kürtlere petrol görevi mi? Ne sefillik! Gazete Duvar, (25 Ekim, 2019).


***

22 Ocak 2016 Cuma

Yeni Yetkiler, IŞİD ve Kürdistan



Yeni Yetkiler, IŞİD ve Kürdistan




Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
07 Temmuz 2014 Pazartesi 


- Hükümetin istediği yeni yetkilerin temelinde “AKP’ye dış destek sağlanması ve Güneydoğu’nun seçimlerdeki oy katkısı” için olduğu bilinen gerçek.

- Irak’ta (ve Kuzey Irak’ta) IŞİD, Barzani’nin ve Irak Sünnilerinin yolunu aça aça ilerliyor. Musul ve Kerkük’ün durumu ortada.

- Irak Kürdistanı, IŞİD’in açtığı “şeriat yolunda(!)”, egemenlik alanını genişlete genişlete ilerliyor. Türkmenlerin hali perişan.

- Maliki (ve Şiiler) IŞİD aracılığı ile sıkıştırılıyor, eziliyor. Irak’ın parçalanması sağlanıyor ve Şii yönetim adım adım geriletiliyor. Irak fiilen üçe bölünmüş durumda, aynen öngörüldüğü gibi.

- Bu arada Türkiye’de hükümet (ve Erdoğan) Kürdistan cephesi tarafından köşeye sıkıştırılmış; Kürdistan’ın altyapısını hazırlayacak federal yapıya doğru adım adım gidiliyor; hükümetin istediği yetki sınırları çok geniş, her şeyi içine alıyor; çuval hazır, içine doldurulacaklar da belli.

Erdoğan’ın oy desteğine ihtiyacı var, yapmak zorunda. Ayrıca kimi küresel faktörler de kendisini bağlamış bulunuyor. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması, Irak, Suriye ve Türkiye’yi de içine alacak şekilde adım adım yürüyor.

Buna “evet ya da hayır demek, var olmak ya da yok olmakla eşanlamlı hale gelmiş”.

IŞİD’in Suriye ve Irak operasyonları, yeni açılım yetkileri ve Türkiye’deki seçimler birbirine kenetlenmiş durumdalar.

Taliban’dan IŞİD’e, Afganistan’dan Irak’a kadar vahşi, saldırgan, terörist, insanlık tanımayan radikal dinci grupların nasıl kullanıldıklarını gördük, görüyoruz.

Sahnedeki baş aktörler IŞİD, Barzani, Esad, Maliki. Örtülü aktörler ise ABD, Çin, Avrupa, İsrail, S.Arabistan, İran ve Türkiye.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar Cezayir’den Afganistan’a potansiyel ve yarı aktif radikal İslamcı güçler uyandırılıyor, silahlandırılıyor, eğitiliyor ve planlı bir biçimde sahaya sürülüyorlar. Hem de demokrasinin petrol ve gaz bitinceye kadar adının anılamayacağı bir düzende.

Mezhep ve sınır kavgaları yaratılarak kaç milyon insanın birbirini öldürdüğü hesaplanamıyor. Çünkü bu coğrafyada insanlar deve ve koyunlardan ayırt edilemiyorlar. Kaç varil petrol aktığı ayrıntısına kadar biliniyor; bunun için kaç insanın öldürüldüğü “sayılamıyor”. Çünkü insanlar bu coğrafyada insandan sayılmıyorlar, küçük bir azınlık dışında.

Din ve Petrol karışırsa

Petrol için din bir silah gibi kullanılırsa; yerel nüfus petrolden (refahtan) soyutlanarak inanca ve öbür dünyaya bağımlı hale getirilirse ortaya “IŞİD’ler” çıkıveriyor, hem de şapkadan tavşan çıkarır gibi.

Postmodern teknolojinin ürettiği en ilkel ve en acımasız yaratıklar aniden sahneye çıkıveriyorlar.

Meclis’te yeni kanun tasarılarına el indirip kaldıran “milletvekillerinin” bu gerçeklerin farkında olmaları gerekir. Oy hesabı yaparak oy oy diye el kaldıranlar yarın Türkiye gemisinde “oy oy yandım” diyerek kollarını havaya kaldırmak zorunda kalabilirler.

Gelelim esas meselemize; hem küresel hem de yerel bazda iktidarı ellerinde bulunduranlar demokrasinin en büyük düşmanlarıdırlar. Çünkü demokrasi onların iktidarına son verecektir. Petrol ve gaz bitinceye kadar iktidardakiler ve yerli ortakları ellerinden geleni yapacaklardır.

IŞİD bunun son örneğidir. Düzenlenmiş, başlanmış, amaca doğru yönlendirilmiştir. Acaba IŞİD’in saldırılarından kimler yararlanıyor, kimler zarar görüyor? Sonuçlar, planlayanları ve destek verenleri de göstermiyor mu?



..