PROF.DR.EROL MANİSALI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF.DR.EROL MANİSALI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2016 Cumartesi

PKK, IŞİD ve ‘ İMZACILAR ’ ÜÇGENİNDEKİ İKTİDAR



PKK, IŞİD ve ‘ İMZACILAR ’ ÜÇGENİNDEKİ  İKTİDAR,




Erol Manisalı

19 Ocak 2016 Salı
Daha üç yıl öncesinde AKP üçü ile de ılımlı ilişkiler içindeydi:  
PKK ile görüşüyordu, masaya oturuyor, kabulleniyordu. Kendi beyanları ile bütün bunları açık açık kamuoyu ile paylaşıyordu. 

IŞİD’le, en hafif deyimi ile “düşman ve karşıt değildi”. Türkiye’de tedavi ediliyorlar hatta IŞİD’e yakın örgütler toplantılar yapabiliyorlardı. 
Hükümeti (ve devleti) eleştiren imzacı akademisyenlerin önemli bir bölümü, daha dün AKP’ye var güçleri ile destek veren kişilerdi. 
Ve bugün iktidar her üçü ile kanlı bıçaklı hale geldi. Ankara, terör örgütü PKK ile savaş halinde. Çünkü örgüt devlete baş kaldırıyor, gerilla savaşı yapıyor. 
Ancak “dün” de üç aşağı beş yukarı aynı şey geçerliydi. PKK’nin ve destekçilerinin stratejilerinde hiçbir değişiklik olmadı. Ankara’nın (Dünkü) büyük yanlışları, işi bugün kalkışma noktasına getirdi.

IŞİD meselesi 

Dünkü “ılımlı” ilişkiler bugün topyekûn savaşa dönüştü. Çünkü IŞİD de en az PKK kadar vahşi ve insanlık dışı bir terör örgütüydü. Yöntemleri aynıydı. İnsanları canlı bomba gibi kullanıyorlardı. Biri kılıçla diğeri bomba ile kelle alıyordu. 
IŞİD ve PKK ile (dünkü) ılımlı ilişkiler ve hoşgörü, bugünkü vahşeti ve kaosu hazırladı. Her şey kanıtları ile ortada. 

IŞİD’den kimler yararlandı: 

•Suriye ve Irak’ı parçalamak isteyen iç ve dış odaklar IŞİD’i tepe tepe kullandılar ve hâlâ da kullanıyorlar. 
•Irak ve Suriye’de, Kürdistan bölgesini genişletmek isteyenler yararlandılar. 
•Türkiye’yi karıştırıp bölmek isteyen iç ve dış odaklar da IŞİD’den fazlasıyla yararlandılar. 
•Devletler olarak en kârlı çıkanlar ABD, Rusya ve İsrail oldu. 
•Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi, IŞİD’i en çok kullananlardan biridir. 
•Türkiye’de bazı radikal İslamcı çevreler de IŞİD’i kullanmaya kalktılar. Ancak hesap ters tepti; ülkeye kaos getiren terörün lokomotifi oldu ve olmaya devam ediyor.

Ve akademisyenler meselesi 

Oldukça geniş bir akademisyen grubu Güneydoğu’daki olaylarda AKP’yi (ve devleti) oldukça ağır bir dille eleştirdiler. Ve bildirinin arkasından gözaltılar başladı. 
Burada da elmalarla armutlar, doğrularla yanlışlar birbirine karıştı.. Ben olaylara şöyle bakıyorum: 

1) PKK bir terör örgütüdür ve devlete baş kaldırmaktadır. 
2) Devletin PKK ile mücadelesi meşrudur. 
3) Mücadelenin, sivil halka zarar vermemesi gerekir. 
4) PKK, “sivil halkla devleti karşı karşıya getirme yöntemleri uyguluyor”. 
5) Hükümetin (ve devletin) kullandığı yöntemler eleştirilebilir. Bu demokrasinin gereğidir. 
6) İmzacıların gözaltına alınmaları antidemokratik bir tutumdur. 
PKK ve IŞİD’in arkasındaki bölgesel ve küresel odakları masaya yatırmadan ne Kürt meselesi ne de dinci terör sorunu çözülebilir. 

Çözümü, büyük resmin içinde bulmak zorundayız. 
Akademisyenlerin de bu konuda kalem oynatmaları gerekir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/466148/PKK__ISiD_ve__imzacilar__ucgenindeki_iktidar.html




22 Ocak 2016 Cuma

Kürdistan Gerçekleşmeden Bölge Ülkelerine Rahat Yok mu?



Kürdistan Gerçekleşmeden Bölge Ülkelerine Rahat Yok mu?



Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
13 Ağustos 2012 Pazartesi 


- Kürt sorunu bir boyutu ile “insan hakları ve katılımcı demokrasi” ile ilgilidir. 

- Madalyonun diğer yüzünde ise Kürdistan’ın Batı tarafından kurdurularak kullanılması boyutu vardır.

Kürdistan’ı gerçekleştirmek isteyen küresel güçlerin bölgede, demokrasi ile bir ilgileri yoktur. Onlar için önemli olan yandaş ve kontrol edilebilir bir Kürdistan’ın Ortadoğu’da kullanılmasıdır. 

Kürdistan’ın gerçekleştirilmesi ABD, İsrail ve bazı Avrupa büyükleri için çok önemli. Sadece İran, Araplar ve Türkiye üzerindeki etkileri açısından değil, Çin ve Rusya’ya karşı bölgede kullanılması yönünden durum çok kritiktir. 

Dolayısıyla, Kürdistan’ın kurdurulması yalnız bölgesel değil küresel güç dengeleri açısından önem taşıyor.

 Zaten günümüzde küresel dinamikler ile Ortadoğu’nun bölgesel dinamikleri iç içe geçmiş bulunuyor. Küresel güçler açısından İslami boyut bile, Kürdistan’ın gerçekleştirilmesi için kullanılabilmektedir

1990 sonrası hızlandı 

Kürdistan konusu son yüzyıl içinde hep vardı ama 1990’dan sonra ivme kazandı. Bu Ortadoğu’yu denetim altına alma kavgası idi; 

- Batı (ve ABD) hem taraftı hem de kendi içinde ABD, AB, İsrail rekabeti bulunmaktadır. 

- Rusya ve Çin bölgeyi Batı’ya (ve ABD’ye) tamamen kaptırmak istemiyorlar. 

ABD, İsrail ve bazı AB büyükleri BOP adı altında bunu gerçekleştirmeye karar verdiklerinde Kürdistan ve İslami boyut koçbaşı görevini üstlendiler. 

- Kürdistan, “İran, Araplar ve Türklerin yanına bir dördüncü boyut getiriyor”. 

- Ilımlı İslam adı altında Batı politikalarına destek verecek ikinci boyut da ortaya çıkarılıyor. Müslüman Kardeşler Kürdistan’la birlikte oyuna dahil oluyorlar. 

Türkiye ve Kürdistan 

1980’li yıllardan itibaren Türkiye’deki yönetimler açıktan evet demeseler bile Kürdistan’a göz kırpmaya başladılar. 

- İlk adımı Özal attı; “ABD bunu dayatıyorsa, karşı çıkmanın anlamı yok, Türkiye de işin içinde olsun” zihniyeti yavaş yavaş örtülü bir biçimde yaygınlaştı. 

- Bazı siyasal partilerin ve TSK’nin karşı çıkışları rahatsızlık yaratıyordu; bu gibi engeller bertaraf edilmeliydiler. 

- Türkiye’de Cumhuriyetin değerlerine, Atatürkçülüğe ve Lozan’ın kazanımlarına arka çıkanlar ise yoldaki diğer engellerdi. 

1990’lı ve 2000’li yıllar, Kürdistan ve Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasının önündeki engellerin temizlenmesi ile geçti. 

Bugün gelinen noktada, Kürdistan’ın artık kaçınılmaz olduğuna inanan oldukça geniş bir kesim oluşturuldu. 

- Irak’ta ayrışma ve bölünme fiilen ortaya çıktı. 

- Suriye’deki gelişmeler, durumun Irak’takine benzer bir biçimde gittiğini gösteriyor. 

- Türkiye’de kamuoyunu hazırlama görevini üstlenenler oldukça ilerlemiş durumda. Ayrıca Güneydoğu’daki çatışmalar ve kimi açık siyasi talepler olağanlaşmış görünüyor. 

Sanki insanın, “Kürdistan gerçekleşmeden bölge insanlarına huzur yok” diyesi geliyor. Acaba durum gerçekten böyle mi? Kürdistan konusundaki fiili gelişmelerin, “kimi çevreler tarafından pek görülmek istenmemesi” bana ilginç geldi. Nedenini henüz anlamış değilim.

http://www.ilkehaber.com/yazi/kurdistan-gerceklesmeden-bolge-ulkelerine-rahat-yok-mu-5358.htm


..

Yeni Yetkiler, IŞİD ve Kürdistan



Yeni Yetkiler, IŞİD ve Kürdistan




Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
07 Temmuz 2014 Pazartesi 


- Hükümetin istediği yeni yetkilerin temelinde “AKP’ye dış destek sağlanması ve Güneydoğu’nun seçimlerdeki oy katkısı” için olduğu bilinen gerçek.

- Irak’ta (ve Kuzey Irak’ta) IŞİD, Barzani’nin ve Irak Sünnilerinin yolunu aça aça ilerliyor. Musul ve Kerkük’ün durumu ortada.

- Irak Kürdistanı, IŞİD’in açtığı “şeriat yolunda(!)”, egemenlik alanını genişlete genişlete ilerliyor. Türkmenlerin hali perişan.

- Maliki (ve Şiiler) IŞİD aracılığı ile sıkıştırılıyor, eziliyor. Irak’ın parçalanması sağlanıyor ve Şii yönetim adım adım geriletiliyor. Irak fiilen üçe bölünmüş durumda, aynen öngörüldüğü gibi.

- Bu arada Türkiye’de hükümet (ve Erdoğan) Kürdistan cephesi tarafından köşeye sıkıştırılmış; Kürdistan’ın altyapısını hazırlayacak federal yapıya doğru adım adım gidiliyor; hükümetin istediği yetki sınırları çok geniş, her şeyi içine alıyor; çuval hazır, içine doldurulacaklar da belli.

Erdoğan’ın oy desteğine ihtiyacı var, yapmak zorunda. Ayrıca kimi küresel faktörler de kendisini bağlamış bulunuyor. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması, Irak, Suriye ve Türkiye’yi de içine alacak şekilde adım adım yürüyor.

Buna “evet ya da hayır demek, var olmak ya da yok olmakla eşanlamlı hale gelmiş”.

IŞİD’in Suriye ve Irak operasyonları, yeni açılım yetkileri ve Türkiye’deki seçimler birbirine kenetlenmiş durumdalar.

Taliban’dan IŞİD’e, Afganistan’dan Irak’a kadar vahşi, saldırgan, terörist, insanlık tanımayan radikal dinci grupların nasıl kullanıldıklarını gördük, görüyoruz.

Sahnedeki baş aktörler IŞİD, Barzani, Esad, Maliki. Örtülü aktörler ise ABD, Çin, Avrupa, İsrail, S.Arabistan, İran ve Türkiye.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar Cezayir’den Afganistan’a potansiyel ve yarı aktif radikal İslamcı güçler uyandırılıyor, silahlandırılıyor, eğitiliyor ve planlı bir biçimde sahaya sürülüyorlar. Hem de demokrasinin petrol ve gaz bitinceye kadar adının anılamayacağı bir düzende.

Mezhep ve sınır kavgaları yaratılarak kaç milyon insanın birbirini öldürdüğü hesaplanamıyor. Çünkü bu coğrafyada insanlar deve ve koyunlardan ayırt edilemiyorlar. Kaç varil petrol aktığı ayrıntısına kadar biliniyor; bunun için kaç insanın öldürüldüğü “sayılamıyor”. Çünkü insanlar bu coğrafyada insandan sayılmıyorlar, küçük bir azınlık dışında.

Din ve Petrol karışırsa

Petrol için din bir silah gibi kullanılırsa; yerel nüfus petrolden (refahtan) soyutlanarak inanca ve öbür dünyaya bağımlı hale getirilirse ortaya “IŞİD’ler” çıkıveriyor, hem de şapkadan tavşan çıkarır gibi.

Postmodern teknolojinin ürettiği en ilkel ve en acımasız yaratıklar aniden sahneye çıkıveriyorlar.

Meclis’te yeni kanun tasarılarına el indirip kaldıran “milletvekillerinin” bu gerçeklerin farkında olmaları gerekir. Oy hesabı yaparak oy oy diye el kaldıranlar yarın Türkiye gemisinde “oy oy yandım” diyerek kollarını havaya kaldırmak zorunda kalabilirler.

Gelelim esas meselemize; hem küresel hem de yerel bazda iktidarı ellerinde bulunduranlar demokrasinin en büyük düşmanlarıdırlar. Çünkü demokrasi onların iktidarına son verecektir. Petrol ve gaz bitinceye kadar iktidardakiler ve yerli ortakları ellerinden geleni yapacaklardır.

IŞİD bunun son örneğidir. Düzenlenmiş, başlanmış, amaca doğru yönlendirilmiştir. Acaba IŞİD’in saldırılarından kimler yararlanıyor, kimler zarar görüyor? Sonuçlar, planlayanları ve destek verenleri de göstermiyor mu?



..

Türkiye, İran, İsrail ve ‘Kürdistan’





Türkiye, İran, İsrail ve ‘Kürdistan’



Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
01 Eylül 2014 Pazartesi 



1990 sonrası Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında en önemli bölge aktörleri İsrail ve İran oldular.

Türkiye de bu işe fazlasıyla soyunmasına karşın edilgen bir konumda kaldı. Bölge dışı esas aktör ABD’yi de kattığımızda, Türkiye özellikle 1991’den (Çekiç Güç’ten) başlayarak bugün ABD ve İsrail’in bölgedeki uzantısı durumuna geldi. Hem de Araplara (ve Sünnilere) aşırı yakın iktidara rağmen.

Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri ve ölçek olarak büyük ağırlığına karşın Ortadoğu’daki fiili gelişmelerde ülkesinin çıkarlarını İsrail ve İran gibi savunamamasında en önemli faktörler şunlar olmuştur:

- Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1990 sonrasında Türkiye’nin iç iktidar kavgaları, siyasal partilerin ve diğer etkili grupların “iktidar çatışmalarına düşmeleri”.

- NATO içindeki “uyumlu” TSK’nin 1990’lı yıllarda, kısmen de olsa inisiyatif kullanarak bölgede, “küresel planlara ve tertiplere karşı çıkmaya başlaması”; özellikle Kuzey Irak ve Karadeniz’de.

- Bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte elde edilen uluslararası statünün (Lozan’ın) Yalta Konferansı sonrasında, Türkiye’nin Batı kampına dahil edilmesiyle birlikte en baştan erozyona uğramaya başlaması da altyapıyı hazırlayan nedenlerden birisidir.

- Türkiye’yi “Avrupalı yapmakta olan” 1961 Anayasası’nın uygulamalarından rahatsız olan kimi iç gerici unsurlarla bazı küresel güçlerin Ortadoğu planlarının örtüşmemesi; içerdeki radikal dinci ve ırkçı kimi güçlerin desteklenerek Türkiye’nin 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine götürülmesi.

- 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile hazırlanan altyapının ülkeyi “Cumhuriyet’e, Atatürkçülüğe, gerçek demokrasiye yandaş olanlarla İslami bir şemsiye altında ülkeyi bir din devleti haline getirmek isteyenlerin karşı karşıya gelmeleri; işlerin 10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görülen” oy dağılımına kadar gelmesi.

- Irak’ta ve Suriye’de başlayan bölünme ve ayrışma sürecinin, “biçimsel demokrasi” şemsiyesi ile Türkiye’ye de yansıtılmış olması.

Bütün bu faktörler Türkiye’yi, Ortadoğu’daki yeniden yapılanma sürecinde, “kendi ulusal çıkarlarını gözetemeyecek edilgen bir konuma soktu”; Türkiye’yi bölgenin “potansiyel büyük aktörü olarak”, İsrail ve İran’ın çok gerisine itti.

Aracılık konusu

Edilgen konumdaki Türkiye bir yandan da başkalarının ürettiği projelerin en etkili aracısı ve uygulayıcı konumuna düştü; belki de gönüllü olarak geldi demek daha doğru olur.

- Arap Baharı’nda Suriye’den Libya’ya birçok Arap ülkesini darmadağın hale getiren ve bugünkü kaos ortamını yaratan bir uygulamanın yardımcısı olması. İç savaşlara taraf olarak Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinde kapatılamayacak yaralar açıldı.

- Bu gelişmeler Türkiye’yi hem siyasi hem de iktisadi olarak büyük kayıplara uğrattı.

- Hukuk dışı uygulamalarla ülke, uluslararası hukuk alanında suçlu duruma düştü.

İsrail ve İran’ın durumlarına baktığımız zaman, “onların yapmakta oldukları hatalar bile bölgedeki konumlarını güçlendirecek nitelik taşıyorlar”.

Her şey Kürdistan’a endeksli

Ortadoğu’daki yeniden yapılanma, büyük ölçüde Kürdistan’a endekslenmiş durumdadır.

Son haftalarda ABD’nin Irak’ta İran ile girdiği yakınlaşma (ve mutabakat), Kürdistan’ın İran ayağının şimdilik ertelendiği sinyalini vermektedir. Okkanın altına gidenler ise Irak, Suriye ve Türkiye oldu.

Irak ve Suriye’de en kanlı bir biçimde iç savaşlar yaratılarak sonuç alınan gelişmeler, Türkiye’de tereyağından kıl çeker gibi yumuşak, biçimsel demokrasi kuralları içinde (!) yürütülmekte.

Çatı adayı sorunu ile birlikte HDP’nin oylarının, seçimlerde barajı aşacak duruma gelmesi bunun en açık kanıtıdır.

İran, İsrail, Türkiye üçgeninde Kürdistan gelişmeleri üzerinden İsrail ve İran’ın konumlarını güçlendirmelerine karşın Türkiye bölünmenin eşiğine getirilmiş bulunuyor.

Aslında Türkiye üzerinde pek çok şey Kürdistan’ın oluşumuna endekslenmiş bulunuyor. Ergenekon ve Balyoz “komploları” bunun için düzenlendi. Ve AKP iktidarı da aynı endekslemeye bağlıdır.

Ankara’nın hesapları ise “iktidarda kalmaya odaklı olarak” bu endeksleme üzerinden yürütülüyor; her şey bir yana, iktidarda kalmak bir yana; sorun varlık yokluk kavgası haline dönüşmüştür. “Ya kalacaksın ya kalacaksın” veya “ya gideceksin ya gideceksin”...


..


Kürt ve İslam Açılımındaki Örtüşme



Kürt ve İslam Açılımındaki Örtüşme






Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
08 Eylül 2014 Pazartesi 


AKP iktidarı ile birlikte Ankara, “iki açılımı birlikte ve birbirlerini tamamlayan bir biçimde” yürütmeye başladı.

Oysa 1999’da PKK sorunu halledilmişti. Çözülemeyen ise “Kürt sorunu” idi. 1999’da PKK’yi içerde ve bölgede çözen Ankara esas mesele ile yüz yüze geldi.

AKP iktidarı ile birlikte Kürt açılımı (ve PKK açılımı) uygulamaya kondu. Çözülen PKK sorunu yavaş yavaş eski haline döndü ve “Kürdistan sorunu” ile birleşti.

PKK-Öcalan-Kürdistan boyutları birleştirilerek tek bir Kürt açılımı haline sokuldu. Ecevit 1999’da “Öcalan’ı niye bize teslim ettiler, anlamıyorum” derken Kürdistan açılımının ön hazırlıkları yapılıyordu.

2002 seçimlerinden sonra ise artık Kürt açılımı, Ankara’nın resmi politikası haline sokuluyordu. Ecevit’in 3 yıl sonraki U dönüşünü 1999’da görmesi oldukça zordu.

Bugün Kürt açılımının geldiği nokta Kasım 2002’nin hayal edilemeyecek kadar ilerisindedir; Kürdistan sorunu çözülmek üzeredir(!)

Gelelim ikinci boyuta

AKP’nin (ve Erdoğan’ın) Sünni İslami açılışı da Kürdistan açılımı ile eşzamanlı yürüdü.

AKP (ve Erdoğan) Müslüman Kardeşler üzerinden Sünni bir açılımı devreye soktu.

- Sünni Müslüman ülkeler farklı algılandı, öne çıkarıldılar.

- Türkiye’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu politikasında yeni derinleşmeler yaratılmaya çalışıldı.

- Avrupa (ve AB) ikinci plana itildi. ABD’ye “daha özel” bir önem verilmeye başlandı.

Peki ABD’nin Türkiye’deki İslamlaşmaya (ve Sünnileşmeye) bakışı ne oldu?

ABD (ve AB) Türkiye’nin “yeni bir Türkiye oluşumuna girmesini istiyorlar.” “Ilımlı İslam” adı altında eski Cumhuriyet yerine yenisini ikame edecek bir formül arandı.

İşte bu noktada AKP üst yönetimi ile ABD aynı noktada birleştiler; laik, Cumhuriyet devrimlerini korumaya çalışan “eski Türkiye” yerine her şeyi tersine çevirecek bir yapılanma ancak “İslamlaşma ile olabilecek diye düşündükleri” AKP’ye 2002’den itibaren büyük destek verdiler.

G. Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabı, eskisinin neden değişmesi gerektiğini anlatır!

Ortak noktalar

Kürdistan (Kürt) açılımı ile Sünni açılım arasında birbirini tamamlayan öğeler bulunuyor. Bunlar nelerdir:

1) Her ikisi de üniter devlete ve Lozan’a karşıdırlar.
2) Her ikisi de ülkede “değerler sisteminin bütünü ile değişmesini”savunurlar.
3) Her ikisi de ülkenin yerinin Batı Avrupa’da (ve Batı’da) değil, Ortadoğu’da olduğunu öne sürerler.
4) Her ikisi de Türk milleti kavramına ve Atatürk’e karşıdırlar.
5) Her ikisi de Batı’dan destek alır.

Çelişen yönleri

Buna karşılık çelişen yönleri de vardır:

1) Biri milliyetçi, diğeri ümmetçidir.
2) İslami (ve Sünni) açılım Batı tipi demokrasiyi reddetmesine karşın diğeri karşı çıkmaz.
3) Biri laikliği ve kadın-erkek eşitliğini reddeder, diğeri ise kabullenir.
4) Biri yaşam tarzı olarak Sünni dünyayı esas alır, diğeri Batı’ya sıcak bakar.
5) Birinin, “Batı’nın İslamofobisi ile yüz yüze olmasına karşın diğerinin böyle bir sorunu yoktur.”

Sonuç olarak Kürdistan açılımı ile Sünni (ve İslami) açılımlar 2002’den sonraki yıllarda birbirlerini tamamlayarak ilerlerken aralarındaki çelişkileri “şimdilik ertelediler.”

Sünni açılım dış ilişkilerde değilse bile içerdeki yeniden yapılanmada çok hızlı bir ilerleme gösterdi.

Kürt sorunu ya da Kürdistan meselesine gelince, “hukuki olarak değilse bile fiili olarak” bu konu son aşamasına gelmiş bulunuyor.

Yeni süreç

Oyunun birinci perdesi tamamlanmıştır. Ancak ikinci perdede iki açılım arasındaki çelişkiler ve çatışmalar şiddetli bir biçimde ortaya çıkacaktır.

Hele Davutoğlu’nun başbakanlığa getirilmesi durumun daha da vahim noktalara gelmekte olduğunun habercisidir. Ancak “Kürdistan işinin tamamlanması ile birlikte roller yeniden dağıtılacak.”

Son perdede tamamen farklı bir “oyun” izleyeceğiz, senaryo çoktan yazıldı bile. 


.. 

Kürt Koridoru ve Kıbrıs





Kürt Koridoru ve Kıbrıs



Erol Manisalı / Cumhuriyet
erolmanisa@yahoo.com
12 Ocak 2015 Pazartesi 


-Ortadoğu 2003’ten beri yeniden yapılandırılıyor.

-İlk fiili müdahaleler 1990’dabaşladı,sonuçlar bugün alınıyor!

-2003’te Irak’ın işgali, sonra Arap Baharı(!), Irak’ın, Libya’nın, Suriye’nin parça parça bölünmeleri ve iç savaşların durdurulamayacak bir biçimde düğümlenmeleri.

-Türkiye’den de bir parça kopartılarak Kürdistan’ın kuruluşu projesinin 2015’e kadar belli bir aşamaya getirilmesi!

Bütün bunlar Kıbrıs adasının stratejik önemini yeni bir düzeye getirmiştir. Kıbrıs’ta KKTC’nin kuruluşu ile başlayan süreç, 2000’lerde tersyüz edilmiştir.

-2004’te Rumların adayı temsilen AB’ye üye yapılması.

-Rumlar, AB üyesi olduktan sonra, zaten pamuk ipliğine bağlı olan Türkiye-AB kurumsal ilişkilerinin, “onların kedifare oyununa dönüştürülmesi”.

Adanın yeni önemi

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’in yeni misyonuna bağlı olarak stratejik öne-mini artırmıştır.

-Ortadoğu’nun değişmekte olan sınırlarında, Kürdistan’ın geleceğinde ve Kürt koridorunda Kıbrıs adası ve KKTC’nin AB, ABD ve İsrail tarafından algılanışında değişiklikler oldu.

-Kıbrıs Rum yönetimi, AB gözü ile, adanın bütününü temsilen AB üyesi yapılarak, “AB’nin ada üze-rindeki etkisi” derinleştirildi.

-ABD için ada, Ortadoğu’ya bir atlama tahtası idi. Özellikle de, “desteklenen Kürdistan projesinde Kuzey Irak petrolünün Akdeniz’e ulaşması için vazgeçilmezdi”.

Ayrıca 6. Filo’nun gereksinimleri buradan yürütülüyordu.

-Olaya, “Doğu Akdeniz’deki yeraltı kaynaklarının denetimini de katmak gerekir”. Bugün ABD, İsrail veKıbrısRumYönetimibu konuda girişimlerini belli bir noktaya getirmişlerdir. Anlaşmalar çoktan imzalandı.

-Adanın bir bölümü ve üsler “İngiliz toprağı” konumundadır.

Kısacası ada ve çevresinde Rum Yönetimi, ABD, AB ve İsrail egemenliği vardır.

KKTC’nin durumu

KKTC bağımsız bir devlet gibi görünmesine karşın Türkiye’den başka tanıyan yoktur. Ankara bile KKTC yerine “Kuzey Kıbrıs” deyimini yavaş yavaş yerleştirmeye başlamıştır.

KKTC ekonomik olarak, ambargo altındaki bir ülke durumuna sokulmuştur.

2003’te Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması için başlatılan fiili durum Kıbrıs’a da yansımıştır.

Erdoğan ne demişti?

Erdoğan 2003’te başbakan olduğunda ilk açıklamalarından biri KKTC içindi. Ne diyordu: “Bu iş Denktaş ile yürümez, 40 yıllık Kıbrıs politikamız değişecek”.

Ve değişti de. 2004’te Rumlar AB’ye alınırken Ankara da en üst düzeyde Yunanistan’da kutlamalara katıldı.

Annan planına “evet” diyen süreçte yeni ödünler dilim dilim verilmeye başlandı. Kısa bir süre önce Rum yönetimi, “Barbaros araştırma gemisi ada yakınlarına geldiği için 2008’den beri BM gözetiminde yapılmakta olan görüşmeleri kesti”.

Öte yandan Ankara-Brüksel ilişkileri, AB üyesi Rumların ipoteği altına sokulmuş durumda.

Bugün artık Kıbrıs adası (ve KKTC) Suriye, Irak ve Türkiye’de yürütülmekte olan yeniden yapılanma (!) uygulamalarının bağlı bir değişkeni durumuna gelmiştir.

BOP’tan Paris’e uzanan

Bu arada Ortadoğu’da küresel güçler tarafından yaratılan kaosun Paris’e uzanan yansımaları geçen hafta yaşandı.

Ortadoğu’daki bataklığın ürettiği aşırı dinci güçler Paris’te demokrasiye saldıran katliama giriştiler.

Ortadoğu bataklığının sızıntıları taa Paris’e kadar uzandı. Şimdi aklı başında kalanların iki kere düşünmesi gerek; bu bataklığı birlikte kurutacak mıyız? Yoksa sonuçlarına katlanmayı mı sürdüreceğiz?


http://www.ilkehaber.com/yazi/kurt-koridoru-ve-kibris-12599.htm




..