26 Ocak 2016 Salı

Şamata



Şamata


Yekta Güngör Özden
15.05.2006



Dünyanın karışık olmayan yeri yok gibi. Irak’ta bomba yüklü araçlarla saldırılarda onlarca kişi ölürken, kimi yerde deprem, kimi yerde ayaklanma, kimi yerde kavga, kimi yerde beklenmedik seçim sonuçları birbirini izliyor. Ülkemizde siyasetçilerin sergilediği tutarsızlık, ilkesizlik, partizanlık ve kişisel düzeysizliklerle bozukluklar düşündürüyor ve üzüyor. Dağınıklığın ilerici kesimdeki olumsuz belirtileri gün geçtikçe daha belirginleşiyor. Lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni dinci düzene dönüştürmek çabaları aymazların hoşgörüsüyle, kimi ödünlerle, tepkisizlik ve ilgisizlikle sürüyor. Bencilliği, büyüklenmesi, kimi duygusallıklarıyla bozgunculuğu saptananlar birleşme çağrıları yapıyor. Birlikteliği olanaksız kimileri de karşıtlıklarını saklayarak toplantılar düzenleyip çözümler arıyor. Kendini öne çıkarmak isteyen kimilerinin desteğiyle gruplar oluşuyor. Anlatmak, eleştirmek, önermek kolay. Peki, ne yapılacak? Kimlerle yapılacak, nasıl yapılacak? Ortada eylemli somut olumlu bir gelişme yok. Siyaset birkaç partinin, birkaç parti liderinin şovu biçiminde, yurttaş bıkkınlığını arttırarak, yerinde sayıyor. Bu da geriye gitmek demektir.

Dışarıya bakış

Günümüz iktidarının ödüncü, çelişkili, yumuşakbaşlı tutumu ermeni çabalarının etkin olmasına yarıyor. Yıllardır gerekin yanıtların verilmemesi, belgelerin dillendirilmemesi, etkin bir izlencenin yaşama geçirilmemesi sözde ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi güç durumda bırakıyor. Kanada Başbakanı Stephan Harper’in ermenilere destek vermesi, Arjantin Senatosu’nun özel bir oturum gerçekleştirmesi, Fransa’nın yeni anıtları ve soykırım olmadığına ilişkin sözleri cezalandırma hazırlığı, ABD’nin “trajedi” sözüyle sevinenleri düşündürmelidir. Danimarka’dan sonra İsveç’te PKK yanlısı TV’nun açılması bu ülkeye giden TBMM Başkanı’nın dikkatinden kaçtı. İsveç’te Müslümanlar Konseyi’nin siyasal partilere mektup yazarak müslümanlar için özel yasalar ve değişiklikler istemesi, gerici tırmanmanın yurtdışı örneğidir.

Irak’ın kuzeyindeki kürt yöneticilerin birleşmesi Türkiye’nin dikkatle izlemesi gereken bir olgudur. Katılan konukları da.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı, Hollanda milletvekili Jost Lagendijk “PKK terörüne de askerî operasyona da karşıyız” diyerek saldırıyı önleme ve savunma çabalarına karşı çıkarken terörün nasıl durdurulup PKK’nın nasıl etkisiz duruma getirileceğine ilişkin tek söz etmemiştir. PKK destekçileriyle görüşüp “Cesur kürt arıyorum” demesinin anlamı da karışıktır.

Başbakanın yurtdışı gezileri, toplantılarda yaptığı ikili görüşmeler de yarar sağlamamaktadır. İran Cumhurbaşkanı’yla görüşmesinin İran inadını hiç mi hiç etkilemediği ortadadır.

Yunanistan’da Türkiye karşıtı yeni anıt iktidardan tepki almazken sanatçı İlham Gencer’in Fransa’dan aldığı nişanı geri vermesi büyük beğeni topladı.

İçeriye bakış

Nereye baksak karanlık. Her alanda düş kırıcı, umut kırıcı, karamsarlık nedeni olaylar yaşanıyor. İktidar partisinin il genel kuruluna ilkokul öğrencileri katılıyor. Bu durum yetkililerin çocukça savunmalarıyla geçiştiriliyor. Çağdışı görünüm ve giysilerle dolaşan tarikatçılar at koşturuyor. Hakkâri’de öğrencileri evine götüren taşıt saldırıya uğruyor (birkaç gün sonra halk sokaklara dökülüp PKK’yı kınıyor da yüreklere biraz su serpiliyor). 21 kişinin yaralandığı bu çirkin olay kent içindeki bölücülerin katkısı olmadan gerçekleşemezken etkin bir önlem ve saldırganlara ilişkin bilgi alınamıyor.

Beri yandan Terörle Mücadele Yasası’nda tartışmalara neden olan 6. madde konusunda iktidar direniyor. Adalet Bakanı’nın sözü önemlidir, ama hiçbir geçerliği yoktur. Yasanın uygulanmasında, özellikle Anayasa aykırılığı savı gündeme geldiğinde, Bakanın, Başbakanın sözlerine, gerekçesine bile bakılmaz. TBMM’nin tefsir yetkisi 1961 Anayasası’ndan beri kalktı. Artık yasaların uygunluğu konusunda son sözü Anayasa’yı yorumlayarak Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Siyasetçilerin sözleri bu çalışmada hiçbir değer taşımamaktadır. Metinler önemlidir. Mahkemeler de Başbakana ya da Adalet Bakanına göre karar verecek değillerdir. Siyasetçilerin kendilerini ve yandaşlarını kurtarma çabasıyla kurallarla oynamaları, çelişkili, umulmadık uygulamaları gündeme getirmiştir. Fethullah Gülen’in aklanması da böyle olmuştur. Bu arada kurallar açıklanmadan terörün önlenmesi önerilerine karşı çıkanların kimler olduğu yaşadığımız sorunların kişisel ve kurumsal nedenlerinden birini de açıklamaktadır. Demokrasiyle terörü bağdaştırmak olanaksızdır.

Kutlu doğum ayına dönüşen hafta kapsamındaki etkinliklerde çocukların gerici giysilerle gösterileri, TBMM’ndeki 23 Nisan konuşması gibi, büyük bir olumsuz örnektir. Adana’da hadisli kartlarla yapılan kutlama gibi siyasal iktidar dinciliği kışkırtmakta ve desteklemektedir. Gaziantep İslahiye ilçesinin AKP’li Atatürk Alanı’nı Atatürk büstünü kaldırarak otoparka dönüştürmüştür. Atatürk Mahallesi’nin adının değiştirilmesi için önerge verildiği de basına yansımıştır. Bu kötülükler kime ve neye güvenerek yapılmaktadır? Elbette iktidara. Cumhuriyetin unutulmaz Millî Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati’nin evinin, değerinin çok altında, çok küçük bir bedelle amaçdışı kiralanması da kınanacak bir çirkinliktir.

TRT’nin izlenceleri, konuşmacıları ve haber bültenleriyle giderek iktidar güdümüne girmesi yurttaşları derinden üzmektedir. Türkiyemizin yaşadığı sorunların çoğunda payı bulunan 9. Cumhurbaşkanının sıkmabaşlara ilişkin haklı sözlerine yakışıksız biçimde karşı çıkan AKP liderinin konuşmalarını destekleyici alkışlarla veren TRT’nin bindiği dalı kesmekte olduğu söylenmektedir. Dini içerikli yayınların yoğunluğu TRT’nin kimliğine, yasal yükümlülüğüne tümüyle aykırıdır. Ulusal yapısından yakınarak yayınların din doğrultusunda yapılmasını öneren kimsenin yönetimde, görevde bulunması sorumluluğu ağırlaştırmaktadır. TRT özerkliğini ödünsüz savunan Adnan Öztrak unutulamaz.

Kimi devlet ve vakıf üniversitelerinde sıkmabaşa olur verildiği yazılmaktadır. Denetimsiz demokrasinin ne tür yıkımlara yolaçacağı ibretle izlenmektedir. Sivas Prof. Dr. Necati Erşen Lisesi’nde irtica propagandası yapıldığı yakınmaları da basında yer almıştır. Üniversite öğretim üyesi olan yazar, “Sakızla yaklaşılan heykel” anlatımıyla çelenk koyarken sakız çiğneyeni koruyucu biçimde alaylı, aşağılayıcı, terbiye dışı yazılar kaleme alırsa neler olmaz ki.

Gerici ve bağnaz kesimlerin ilgi ve desteğini korumak ve sağlamak amacıyla yapılan gelişigüzel konuşmaların neden olduğu toplumsal yıkım bellidir. Kimi konuşmalar ve yazılar silâhtan da tehlikelidir. Silâhsız örgütlerin suç ve ceza tanımından uzaklaştırılması çabaları yarınlarda değişik sorunlar getirebilir. Cumhuriyetle demokrasiyi birbirinden ayırmak, Atatürk’ün cumhuriyetin demokrasiyi amaçladığı sözlerini unutmak, bilgisizlik ve amaçlı biçimde değerlendirmeler yaparak karışıklık yaratmak bağışlanamaz. Gelişigüzel yasalar, amaçlı aflar kanıttır.

Tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı, yeterli bilinçten yoksun amaçlı kişilerce yozlaştırılmak istenmiştir. Bayramların yakıp yıkmakla, yaralayıp öldürmekle ne ilgisi var? Provokasyon, anarşi, ideolojik saplantı sırıtan gösteriler, topluma zarar verici eylemler kimseye yarar getirmez. Bayram kutlamasını bilmeyen, bayrama yaraşır olduğunu savunamaz. Tıpkı sıkmabaşçıların “Başörtüsü-türban” yalanıyla inanç sömürüsü yapıp bunu “din ve vicdan özgürlüğü” diye savunmaları gibi. Özel okul öğrencilerine yardım, yemek yardımı gibi açılımlar gösteriyor ki, seçim nedeniyle yalnız militanların değil, kesenin ağzı da açılıyor.

Sakıncalı kalkışmaların en tehlikelisini AKP lideri yapmış, Anayasa’nın asla değiştirilemeyecek 4.maddesini amaçlayarak “kuralların birbirine üstünlüğüne son verileceğini” söylemiştir. Anayasa kuralları birbirine eşittir. Ancak kimilerinin yaşamsal önemi ve özelliği vardır. Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliklerinin önerilemeyeceğini ve olamayacağını başta Başbakan, herkes bilmeli ve öğrenmelidir. Günümüz iktidarı kadar Anayasa’ya aykırı davranan iktidar olmamıştır. Herkese örnek bir tutumla Anayasa’ya bağlılık, hukuka saygı, yargıya güvenden sözetmek, değiştirilip iyileştirilmesi gereken kurallar konusunda ulusal uzlaşmaya çalışacak yerde, çoğunlukta olmamasına karşı tersine savlarla gerginlik yaratmak iktidarın kendi geçerliğini tartışmaya açması demektir. Yineliyorum: Türkiye’mize böyle iktidarlar yakışmamaktadır.

Yalnız bunlar mı?

Marketlerde mescit açma istemi. Parti kongreleri ve kimi etkinliklerde kadınlarla erkekleri ayrı ayrı oturtmak, araya görülmeyi engelleyen nesneler koymak. Sonra da bu çağdışılıkları özgürlük, bağımsızlık ve kişisel istemlere bağlayıp gruplaşmaları unutmak.

Medyada ve üniversitedeki karıştırıcılar hemen “Vicdanî Red” konusundaki yargı kararını kendi görüşleri doğrultusunda karalamaya başladılar. Bilimsel görüşle katkı verecek yerde, ülke düzenini altüst edecek ayrılıkçı savlarla yarışıyorlar.

Millî Eğitim Bakanı, Anayasa Mahkemesi’nin yeni üniversitelere iktidarın önereceği üç kişi arasından Cumhurbaşkanı’nın Rektör atamasına ilişkin kararını “siyasal karar olarak” nitelemiş ve yeni düzenleme yapacaklarını söylemiş. Karara katılalım-katılmayalım uymak zorundayız. Aynı kişilerin hep aynı doğrultuda oy kullanmasını geçip, onların görüşüne dayanmak yanlıştır. Gerçek hukuk devletinde Anayasa Mahkemesi kararına karşı düzenleme yapılmaz, direnme olmaz. Bir boşluk ya da düzen bozucu durum varsa Mahkeme zaten süre verir. Gerekçe açıklanmadan hemen yeni düzenleme yaparak kendi bildiklerini okuyacaklarını açıklamak bir Bakana yaraşan tutum değildir.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de Güney Kore’nin başkenti Seul’de Türkiye’mizi camili afişlerle tanıtmış. Başka değerlerimiz yokmuş gibi dinciliği öne çıkarmak yanlıştır. Şeriat ülkesi kanısı uyandırmak başarı değildir.

Selânik’teki Atatürk Evi’nde özel deftere yapıştırılmış metni önce yarısına kadar yırtıp sonra çıkartıp almak da bir Başbakan’dan beklenen tutum olamaz. Yurttaşlarımızın haklı tepkilerine uygar yanıtlar, gerçekçi çözümler, demokratik hoşgörü günümüzün özlenen olgularıdır. Bunlar bırakılıyor, Anayasa’nın 2.maddesindeki herşeyimiz cumhuriyetin nitelikleri eylemli biçimde budanıyor. Sosyal güvenlikteki çöküş belirtileri, lâiklik, demokratlık, hukuksallık düşüşleri açık.

TBMM Başkanı’nın lâiklikle ilgili gereksiz, anlamsız ama kendileri için amaçlı üzerine kitap yazılır. Ama onun anlayıp algılama, yorumlayıp değerlendirme, bilimsel yaklaşım yeteneklerinin yakınında olmadığım için yanlışında direneceğini kestirerek geçiyorum. Ancak, 5 Mayıs 2006 günü yaptığı konuşma Cumhurbaşkanlığı hevesini açıklamaktadır. Başbakanla bir Çankaya kavgası olası görülmektedir. Hem “Halkımız lâiklikle barışıktır, bu yönde sorun yoktur” denilecek, hem de lâikliği yozlaştırıp kaldırmak için elden gelen yapılacak. Acaba herkesi kendileri gibi mi sanıyorlar? Siyasal gürlemeler gürültü olmaktan öteye gidemez. Gümbürtüde sahibi de yara alır. Çankaya’yı ele geçirmek hizmet için değil, dinci düzeni gerçekleştirmek için düşünülüyor kanısı yaygınlaşmaktadır. TBMM Başkanı ödeneğine yapılan kıyak eleştiriliyor.

Hep gösteriş. Ciddî bir açılım, eleştiri, öneri, yanıt, karşıtlık ya da destek yok. Kabadayılık, gözdağı, kaba, kinci sözler, yakışıksız tutum ve davranışlar. Toplumsal yaşamın özlenen barışçı anlayışlı, karşılıklı sevgi, saygı ve güvenle örülen renkli güzellikleri giderek azalıyor.

Yargıçların aylıkları konusunda yeni girişimleri duyunca yıllar önce Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak “Başkanıyla üyesi arasında ayrım olmaz. Bizi kuruluş evresinde olduğumuz gibi yine kendi yasamızda birleştiriniz. Öbür yüksek yargı organlarına, hattâ yargı organı olmayan kuruluşa ne verirseniz veriniz, bunlara karışmayız. İsterseniz bize daha az aylık veriniz ama Başbakan ve üye aylıklarını eşitleyiniz. Bunu yapamazsanız benim aylığımı üyelerin aylığı düzeyine indiriniz” diye Hükûmete, Meclis’e ve Cumhurbaşkanlığına resmî yazıyla yaptığım başvuruyu anımsadım. Bu iyi niyetli girişimi bile tersine çevirenler, gerçekdışı yansıtanlar oldu.

Akşehir’de İstiklâl Marşı söylenirken ayağa kalkmayanlar, Adana Yüreğir’de Atatürk büstüne boyalı-küfürlü saldırı yurtseverleri üzüyor. İktidarın bu tür bağnazlıklara karşı çıkarak hakkındaki olumsuz kanıları değiştirmesi gerekmez mi?

“Jakoben tortulardan kurtulup liberalleşme” öğüdünde bulunan lâiklik karıştırıcıları önce kendi kafalarındaki küfü, pası ve tozu temizlesinler. Lâiklik, lâikliktir. Laiklik, lâisizmden gelir. Ayrı bir yanı yoktur. Kimseye de zararı yoktur. Nedenini, amacını, savunanların kimler olduğunu, siyasal simge durumuna getirildiğini bile bile özgürlükle bağdaştırıp sıkmabaşı savunan yazarlar, tehlikelerin ayırdında değiller. Hukuk varsa sıkmabaş yasağı kalkmaz ve kaldırılamaz. Siyaseti soygunun, yolsuzluğun, aykırılığın, arsızlığın, yüzsüzlüğün örtüsü yapmak çabalarıyla din ve inanç sömürüsüne girenler ülkeye kıyıyorlar. İlerici, demokrat, özgürlükçü görünerek Atatürkçü geçinen, maskeli Atatürk düşmanları da bunlardandır. Ne acıdır ki sızmadıkları yer kalmamış gibidir.

TBMM Başkanı, yargı konusunda da değişiklikler önerilirse dokunulmazlık konusunu da bu kapsamda ele alabileceklerini söyleyerek bir kurnazlık sergiliyor. Anayasa’ya aykırı 23 Nisan konuşması başka ülkede olsaydı böyle konuşan kimse orada oturamazdı. Yasama nasıl ve ne ölçüde ulusal egemenlik yetkisini kullanıyorsa yargı da yargılama yetkisini öyle kullanıyor. Kaynak ve dayanak aynı. Bunu bilmeyen Meclis Başkanı olamaz, buna katlanamayan o görevde kalamaz. Yargının elini kolunu iyice bağlamak, Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası’nda olduğu gibi yetkilerini kısıtlamak, yürürlüğü durdurma kararlarını kaldırmak için ağızlarının sulandığı anlaşılmaktadır. Şapırtı sesleri duyulmaktadır. Başkana ve yoldaşlarına sormalı “Devlet millet için var olacaksa, bugün kimin için vardır? Egemenlik duvarda ise, sizler çadırda mısınız? Meclis’e nasıl geldiniz? Yetkiniz yoksa oralarda ne işiniz var?” biraz da sevinmek gerekir sanıyorum. Egemenlikten yanalar(!). Hiç değilse “Ümmet” demiyorlar. Adını anmasalar da “millet” diyorlar. Aslında olduğu gibi “millet”i din anlamında kullanıyorlarsa o ayrı. Şimdiye kadar, hele son dört yılda, egemenlik nerede idi, kim ya da kimler kullanıyordu? Daha neler sorulabilir, ne eleştiriler yapılabilir?

Bu olumsuzlukları, kötü örnekleri bırakalım.

Üç yılda 40 milyar dolarlık artışla dış borç 130 milyar 206 milyon dolardan 170 milyar 62 milyon dolara çıkmış. Artış oranı %30. Açıklar ayrı. İktidarın ekonomik başarısına nasıl inanılır?

Danıştay Başkanlığı’na hepsi yaraşır olan adaylardan bir Atatürk kızı seçildi. Bayanlarımızın başarılarından kıvanç duymalıyız. Onların önemli ve etkin yerlerde başarıları, aydınlığın artması demektir. Danıştay’ın yeni Başkanını ve Danıştay’ımızın 10 Mayıs’ta töreni yapılan 138.kuruluş yıldönümünü kutluyor, başarılarının giderek artmasını, yönetim hukukumuzun güçlenmesini diliyorum. Tören konuşmasını alkışlıyorum.

Kendi devletinden, organlarından, özellikle yargı kuruluşlarından yakınan bir Başbakan olabilir mi? Danıştay’ın kararları nedeniyle, Danıştay’ı eleştiren bir iktidar düşünülemez. İktidarı yanlışlıklardan alıkoyan yargı, gerçekte iktidarların güvencesidir. Siyaseti yozlaştıranlar eleştiriye, uyarıya katlanamazlar. İktidarları ahlâk sınırında tutarak sorumluluktan kurtaran yargının kararlarıdır.

Evlere kadar yemek dağıtan iktidarın giderek nelere girişeceği kestirilemez. İktidar, içindeki kürtçülerle şeriat beklentisindeki seçmenlerini avutup oyalayacak söylemleri başladı. Bu durum seçim sürecine girildiğinin bir belirtisidir. Seçime kadar daha neler söyleyeceklerdir. Hele seçimlerde. Bir de kazanırlarsa, bakın neler yapacaklar, neler olacaktır. Yandaşları bile eleştiriye başladı. Sporu da siyasete araç kılıyorlar. Üstelik muhalefet de buna öncülük ediyor. Sıkmabaşı yaygınlaştırma sözünü veren muhalefet partileri de var.

İktidar terörle mücadele edemez. Bu iktidar dönemine bu konudaki gerileme, gevşeme belirginleştiği gibi dinci teröre bakış açılarındaki tutarsızlık da açık. Köktendincileri gücendirmek ve ürkütmek işlerine gelmez. Köktendinciler ve kürtçüler terörden vazgeçmez. Zaten teröristler dışardan çok içerde. Mayınları döşeyenler bu işi yapıp dışarıya kaçmıyor, dışardan gelip yine geri gitmiyor. İçerdekiler bunu yapıyor.

İktidar, özerliğin ne olduğunu, özellikle üniversite özerkliğinin ne olduğunu bilmiyor. Hakkında dâva açılmayan önceki yasalar yeni yasalar için örnek oluşturmaz, onlara dayanılamaz. Dine dayalı düşünce başka şeye bakmıyor.

Cumhuriyet gazetesine saldırı Atatürk ilkelerine düşmanlığın ve koyu bağnazlığın yeni bir kalkışmasıdır. Şimdiki sahibinin, kimi yöneticilerinin, kimi yazarlarının kimi tutumları uygun bulunmasa bile Cumhuriyet gazetesinin Türkiye sevdalılarının gönlünde özgün bir yeri vardır. Saldırıyı kınıyor, aymazların, sapkınların, satılıkların, döneklerin amaçlarına ulaşamayacakları kanısını yineliyoruz. Cumhuriyet, ulusundur.

Bağnazlığa-yobazlığa, yalana-dolana, yağmaya-soyguna, ayırmaya-kayırmaya, anarşiye-teröre, adaletsizliğe-ahlâksızlığa, nankörlüğe-vefasızlığa, dalkavukluğa-terbiyesizliğe, ikiyüzlülüğe-dönekliğe, her tür sömürüye ve alçaklığa karşı Atatürkçü bir yurtsever olarak ilişkilerimi, yazılarımı, yaşamımı düzenliyorum.

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının önderi olduğu Türk Mucizesi’nin başlangıç günü 19 Mayıs’ın 87. yıldönümünün nasıl kutlanacağını göreceğiz. Önceki yıl kulaklarına fısıldanan kimi çocuklar karşı çıkmışlardı. Dinci, köktendinci yönetimin lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni yozlaştırıp kendi diktalarını kurma oyunları neler getirecek izleyeceğiz. “Ne mutlu Türk’üm!” diyen yurtseverlerin Gençlik ve Spor Bayramı’nı en iyi dileklerle kutluyor, Atatürk ve arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/107/ozgun107.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder