YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2017 Çarşamba

Dağ fare doğurdu karar yeterli değildir

Dağ fare doğurdu,  Karar yeterli değildir.


Anayasa Mahkemesi’ne yandaş medya saldırısı

Kimi üniversitelerde yuvalanmış, medyanın kimi köşelerine çöreklenmiş, iktidar tetikçiliği yapan militanların kimileri de bilimsel san taşıyor. Son zamanlarda radyo ve televizyonlarda boy gösteren bu tiplerin halkı aldattığını, ulusal yaşam andı saydığımız Anayasa konusunda doğru bilgi vermekten öte, tam anlamıyla yanıltıcı bilgiler verdiğini üzüntüyle izliyorum.

Anayasa, demin de söylediğim gibi ulusal yaşam andıdır. Herkesin klasik söylemde anlaştığı ulusal uzlaşma belgesi olmaktan öte de, bizim ulusal hukukumuzun kaynağıdır.

Dünyanın en güzel üç-dört anayasasından birisi olan 1961 Anayasası’nı bile kötüleyen sözde bilim adamlarının boy gösterdiği bu ortamda, bu Anayasa’nın çok kötü bir kopyası olan 1982 anayasasını, yargı organlarının seçili kılındıkları alanlarda ellerinden geldiğince düzeltmeleri, “içtihat” dediğimiz kararlarıyla güncelleştirip yenilemeleri de onların görevi sayılır.
Bunun için çıkmış bir fırsat Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri ağırlıklı 111 milletvekilinin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru ile ortaya çıktı.
Biliyorsunuz Anayasa değişiklikleri konusunda cumhurbaşkanı, başbakan ya da siyasal partiler ne teklif verebilirler, ne de Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilirler. Anayasa değişikliğini önerme hakkı 184 milletvekilinin imzasıyla olur, iptal istemi ise en az 111 milletvekilinin imzasıyla Anayasa Mahkemesi’ne yapılır.

Anayasa Mahkemesi’ne başvurulduğu andan başlayarak azgınlaşan bir iktidar yandaşı medya saldırısı oldu. Hem Anayasa Mahkemesi’ne, hem de Anayasa Mahkemesi’nin çok değerli bildiğim ve nitelikleriyle her zaman övdüğüm, tarafsızlığından hiç kuşku duymadığım üyesi Fulya Kantarcıoğlu’na, sonra da başkanvekili Osman Paksüt’e…

Açıkça belli oluyor ki, bu iki üyenin, bu kötü Anayasa değişikliği karşısında takınacağı tavır, onların alması olası dört oyu, karşı reyi azaltacaktı. Çünkü Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi’nde olumlu-olumsuz karara bağlanması için, daha doğrusu iptal edilebilmesi için 7 oy gerekiyor. Salt çoğunluk yetmiyor. 1995 Anayasa değişikliği ile siyasal güçler bunu da bozdular.
Bir kez, şöyle bir yoldan gidelim; tabii bir hazırlığım yok. Aslında Anayasa Mahkemesi’nin kararı yayınlanmadan, gerekçeleri görülmeden, kimlerin nasıl oy kullandığı, kimlerin hangi dayanaklar üzerinde durdukları belli olmadan değerlendirme yapmak yeterli olmayacaktır. O zaman Anayasa Mahkemesi’nde acaba siyasal bir yaklaşım mı oldu, “ne şiş yansın ne kebap” mı oldu, siyasal iktidarı gücendirmeyelim mi oldu, yoksa muhalefetten yana görünmeyelim özeni mi oldu, o alınan kararlardan belli olur.

“Öz” ve “biçim” yönünden inceleme tartışması,

İptal edilen maddeler hukuksal yönden bir düzeltme olsa da yeterli değil. 
Doyurucu değil. 
Önemli bir değişiklik getirecek değil. 
Aykırılıkları ortadan kaldırmış değil. 
Umutları karşılamış değil. 
Hukuk devleti bağlamında olası karanlıkları önleyici kapsamda değil.
Bütün bunlara karşın, hukuk devletini demokrasinin gerçek dayanağı bilerek korumak için Anayasa Mahkemesi’ne güvenecek, hukuka bağlılığımızdan ödün vermeyecek ve Mahkeme üyelerinin onurları ve kişiliklerine saygılı olacağız.



















Ancak ben mahkemenin yansızlığını esas alarak eleştirilerimi yapıyorum. Anayasa Mahkemesi kararlarını yorumlarken “laiklik din düşmanlığı değil” diyorlar, sanki laiklik din düşmanlığıymış gibi. “Anayasa Mahkemesi esas inceleme yapamaz” diyorlar, sanki esas inceleme yapıyormuş gibi.
Anayasa açık. Anayasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi öz yönünden denetleyemez. Biçim yönünden denetler, o da Anayasa’da yazan üç yüzeysel ve kaba koşulda olur. Nedir? 184 imzayla Anayasa değişikliği önerilmiş midir, iki kez görüşme zorunluluğuna uyulmuş mudur, bir de en az 330 imza var mıdır?
Anayasa değişikliğine ilişkin kabul oyu 367 imzayı aşarsa, cumhurbaşkanı isterse halkoyuna götürür. 367 oydan aşağı olursa otomatikman halkoyuna gider, engellemenin olanağı yoktur.

Şimdi “Anayasa Mahkemesi de öz yönünden denetleyemez, biçim yönünden denetler”e gelince... Bu saydığım üç maddeyi denetlemeyi, tutanak yazmanlar da yapar. Açacaksınız, bakacaksınız; 184 milletvekili imzalamış mı? Anayasa Mahkemesi’nin önüne götürmeye ne gerek var? İki kez görüşme olmuş mu? Tutanağa bakarsanız; hangi gün görüşülmüş, 48 saat geçince ikinci görüşme olmuş mu? Üçüncüsü; kaç oy alındığı kesinkes belli olmalı ki kabul edilmiş sayılsın. O zaman ne gerek var bunun Anayasa Mahkemesi’ne getirilmesine?
Anayasa’yı bu kadar eften püften bir denetimle Anayasa Mahkemesi’ne görev verdiği bir metin olarak görmek yanlıştır. O bakımdan biçim yönünden inceleme kapsamına, daha önceki Anayasa Mahkemesi kararlarında olduğu gibi, değiştirilmesi önerilemez değişiklikler önerilmişse, bu biçim yönünden Anayasa Mahkemesi’ne denetim hakkı verir. O bakımdan “Anayasa Mahkemesi -kimileri sömürdü- öz yönünden denetleyemez biçim yönünden denetler” diyerek sanki öz yönüne giriyormuş da bu uygun bulunmuyormuş gibi yansıtmaya çalıştılar, öyle değil.
Anayasa Mahkemesi’nin öz yönünden denetimi, demin de söylemeye çalıştığım gibi, saydığım kaba üç koşula bağlı değildir. Özünde ve temelinde Anayasa’nın değiştirilmesi önerilemez kurallarını değiştirmek varsa o da biçime girer. Biçim dediğimiz salt bir yöntem değildir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerini Anayasa’nın ikinci maddesindeki niteliklere dokunuyorsa, birinci maddesine dokunuyorsa, cumhuriyet biçimine, ikinci maddedeki niteliklere, üçüncü maddesindeki Başkent Ankara’ya, İstiklal Marşı ve Türk bayrağına, ülkenin ulusuyla bölünmez bütünlüğüne dokunuyorsa, Anayasa Mahkemesi bunları bal gibi inceler.
Bugün yapılan inceleme de budur. Bu inceleme öze girme değildir. İktidar yandaşları ve iktidar ilgilileri, dünden beri üzüntüyle izliyorum; “Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı çiğnemiştir” diyorlar. Hayır, bu öze girmek değildir. Anayasa Mahkemesi aslında Anayasa’nın özüne saldırıları, Anayasa’ya aykırı biçim yönünden denetimle önlemiştir. Bunu bilelim bir. İkincisi, Anayasa Mahkemesi’nin hep alıştığımız gibi yalnızca laiklik karşıtı eylemler konusunda duyarlılığı yok. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın dördüncü maddesi gereğince değiştirilmesi önerilemez 4 maddeye baktığı için, ki bunun içine demokratik, laik sosyal hukuk devleti de giriyor. O halde hukuk devleti ilkelerine aykırı bir durum varsa, Anayasa Mahkemesi’nin bunu iptal etmesi gerekir.
Sanıyorum-açıklanmamış olmakla birlikte-Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı da budur. Tabii biz başkaları gibi hukuk dışı yollara girip bilgi almaya çalışmadık, o nedenle ancak yorum yapabiliyoruz.
Biliyorsunuz; Ergenekon soruşturması gibi soruşturmalarla ilgili kimi konuşmalar hukuksal aykırılık konusu oldu. Gizli kalması gereken anlatım ve belgeler yandaş medyaya sızdırıldı. Bu kötülükler önlenmeli, ama önlenmiyor. İstense önlenebilir. İşte bizi de böyle bir suçlamayla karşı karşıya bırakmasınlar diye yakınlarımızla, tanıdıklarımızla bile bu konuları konuşmadık. Evimizdeki telefonu bile doğru dürüst kullanamıyoruz.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını, demin de söylemeye çalıştığım gibi gerekçesi yayınlanınca, verilen oylar ve onların dayanakları belli olunca eleştirmek daha doğru olur. Ama, halkımızın bilgilendirilmesi bakımından söyleyeceğim, bir; Anayasa Mahkemesi siyasal iktidarların gücünü Anayasaya uygun kullanma yönünden gerekli denetim görevini yapmak zorundadır. Anayasa Mahkemesi bu görevi için bu çalışmayı yapmıştır. İki; Anayasa Mahkemesi’ni ve üyelerini suçlamak bana göre akıl ve ahlak dışı bir tutumdur. Üç; eleştiri yapabilirsiniz, ama eleştirseniz de uymak zorundasınız. Uysanız da eleştirme hakkınız her zaman vardır. Ama bunun ölçülerini çiğnememek gerekir. Türkiye’mizde bu ölçülere, çok kimse, özellikle iktidar güvencesiyle uymuyor. Dört; Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini halk oylamasından önce görüşemeyeceği görüşünün sakatlığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Anayasa değişikliklerinin bir özelliği vardır. Anayasa değişiklikleri 330 oyla 367 oy arasında kalırsa otomatikman referanduma gider. Ama Resmi Gazetede yayımlanır. Yani yasa olarak gider. Referanduma giden yasadır. 367’den fazla oy alırsa cumhurbaşkanı isterse gönderir ama yine Resmi Gazete’de yayınlanır, yani yasadır. Bu bakımdan hem Anayasa’nın 177. maddesinde hem de Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasına ilişkin 3376 no’lu yasada bunların yasa olduğu yazılıdır. Bir koşul; bunlar yasalaşır, yürürlüğe girmesi halk oyuyla olur. Kabul edilirse yürürlüğe girer, edilmezse girmez. Halkoyuna sunulmazsa bu metinler, yahut reddedilirse, yürürlüğe girmediği için önceki Anayasa metinleri yürürlükte kalır.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı, yeterli değildir.

Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin bunu inceleyip incelemeyeceğine ilişkin kendi bilim adamı sananlarla, yalan yanlış anlatımlarla televizyon ekranlarına çıkan iktidar yandaşları, bir kez daha hukuksal yönden yanılgıya düşmüşlerdir. Halk oylamasından önce Anayasa Mahkemesi’nin yasalaşmış Anayasa değişikliklerini inceleme hakkı vardır. Bunu yapmıştır Anayasa Mahkemesi. Şimdi bu olumlu sonuçlardandır. Bir olumlu sonuç daha; öyle ya da böyle, bu incelemelerin sonunda hem Anayasa Mahkemesi ile ilgili hem de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili kurallarda birer ibare iptal edilmiştir.
Ama en son kanımı söyleyeyim; bana göre bu yeterli değildir. Madem hukuk devletine aykırılıkla siz biçim yönünden inceleme yapıyorsunuz, o zaman Anayasa Mahkemesi’nin 19961 Anayasası’nda üyelerini gönderen organların doğrudan seçmeleri geçerliydi de niye 1982 Anayasası’nın bunları geri götüren, her şeyi cumhurbaşkanı’nın eline veren düzenlemeyi iptal etmiyorsunuz. Hukuk devletine uygun mu bu? Anayasa’nın 6. maddesi gereğince zannediyorum cumhurbaşkanı aynı zamanda yönetimin başı. E, yönetimin başı yargının tüm üyelerini atarsa, özellikle cumhurbaşkanını görevlerine ilişkin suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayacak olan organın üyelerinin tümünü cumhurbaşkanı atarsa, böyle bir şeyin hukuka uygunluğu savunulabilir mi?
O bakımdan bana göre Anayasa Mahkemesi’nin bu verdiği iptallerin genelde hiçbir yararı yoktur. Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bu yapılandırılmasını getirilen anayasa değişikliği doğrultusunda değiştirmeyeceğine göre Türkiye’nin hukuksal geleceği kuranlıktır.
Yalnızca üyelerin kendi organları içinde nasıl seçileceğini, HSYK üyelerinin ya da Anayasa Mahkemesine üye gönderecek diğer organların yalnız biri için değil de boşalan diğer üyeler için üç aday göstermesi olanağı sağlamak hukuka uygunluğu sağlamak için yeterli değildir. Yapı duruyor. Yapının etkilenme durumu ortada duruyor. Yapı üzerindeki siyasal baskı duruyor. Yönetimin ağırlığı duruyor. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini atamakla, HSYK’nın üyelerini atamakla bir iş yapıldı zannediliyor.

Dağ, fare doğurmuştur.

Kaldı ki daha 1961’lerde daha doğmamış olan kimilerinin yaptığı anlatımlar var, biz işin içindeydik; Yüksek Hâkimler Kurulu üyelerinin 18’inin 6’sı birinci sınıf Hâkimler arasıdan seçilirdi. Hâkimlerin Meclis’te nasıl dolaştığını, nasıl bildiri gönderdiğini, nasıl istekte bulunduğunu, siyasetçilere nasıl yaklaştığını ve kurul üyesi olmak için nasıl çabaladığını Hâkim niteliklerine uymayan hangi yaklaşımlar içinde bulunduğunu biz üzüntüyle izledik. O nedenle 1971 değişikliğinde bu kalktı. Her şeyin iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da var. Ben demek istemiyorum ki; bu Anayasa’nın her tarafı kötü. Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yapısına ilişkin düzenlemeler dışındaki düzenlemelerin iyi yanları vardır. Ama hiç birisinin bizim yaşamımıza faydası yoktur. Bu yapılan değişikliklerin Anayasa Mahkemesi ve HSYK kanalıyla halkımızın adalet beklentilerine, haklarını elde etmesine, haksızlıkları gidermesine, güvenlik içinde yaşamasına hiçbir katkısı yoktur. Bana göre dağ fare doğurmuştur.

1983 yılına kadar Anayasa Mahkemesi kararları açıklanmıyordu. 1961 Anayasası’nda karar verildiği gibi yürürlüğe giriyordu. İktidarın hoşlanmadığı 71 değişikliği ile kararın Resmi Gazete’de yayımına bağladılar işi. 1982 Anayasası da iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanmaz dedi. Dikkat edin; red kararlarının açıklanmasına engel var mı? Yok.
Peki, bir örnek vereyim; Ceyhan Altınyelek isimli Tercüman gazetesi muhabiri Başkan Semih Bey’e sordu; o gün önemli bir konu vardı herhalde, “Sayın başkan, ne karar verdiniz” diye, Başkan, söylemem dedi. Bunun üzerine muhabir gitti, iptal edilmiştir diye yazdı. Söylemiyor ya. Halbuki reddedilmişti. Karar açıklanınca da yayının yanlışlığı ortaya çıktı.
Şimdi halkı yanıltmamak, iktidarlara olanak tanımak, bir an önce yanlışlardan kurtulmak ve sakıncalı işlemler varsa alıkoymak için, sonuç bildirme anlamında bilgilendiriyor. Çünkü karar açıklaması demek karşı oylarla birlikte kimin ne oy verdiğini açıklamak demektir. Dün Anayasa Mahkemesi Başkanı da sonuç bildirdi. Sonuç bildirdiğini anlatmaya çalıştı ama “açıklama” kelimesini kullandı. Bilgi vermek dedi. Mahkeme Başkanı bilgi vermek zorunda değil. “Açıklama” sözü zaten doğru değil. Sonuç bildirmek, demin anlatmaya çalıştığım, dört beş maddede sıralamaya çalıştığım yararlar için önemli bir katkıdır. Bu bakımdan “kararlar açıklanamaz” demeleri yanlış. Çünkü karar yoktur, yalnız sonuç bildirilmiştir. Karar, karşı oy sahipleriyle, imza sahipleriyle birlikte açıklanır. Bu bakımdan iktidar yandaşları istismar edip Anayasa Mahkemesi’ne saldırı için bahane aramaktadırlar. Bunu da yeri gelmişken söylemiş olayım.

HSYK ve YARSAV’ın açıklamalarına katılıyorum

HSYK ve YARSAV’ın açıklamalarına da katılıyorum çünkü orada yönetimde bulunan hukukçuların ne kadar yansız, ne kadar gerçekçi ve bilgi bakımından ne kadar donanımlı olduklarını biliyorum. O nedenle açıklamaları zaten haklılıklarının dayanağıdır.

Adalet bakanının ağırlığı yerinde oldukça, cumhurbaşkanının çoğunluğu seçme olanağı elinde oldukça, ister sekretarya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda olsun, ister yazmanlık olsun, ister kurul raporu hazırlasın, herkes bildiğini okuyacak olduktan sonra…Ben yazsam HSYK’nın gündemini ne olacak. Oradaki üyeler iktidar yandaşı olduktan sonra neye yarayacak.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları üzerine çıkan “ne kadarı iptal edildi” tartışmasına gelince; Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği kısımlar çıkarılacak ve kalanlar halk oylamasına sunulacaktır. Yani metinden iptal edilen ibareler çıkarılacak ve kalan kısım halk oyuna götürülecektir.
Çıkarılan metin kuralın varlığını bozsaydı kuralı iptal ederlerdi. Çıkarılan tümce ya da sözcükler kuralın öbür yapısını bozmuyor ki. O nedenle yalnızca bunları iptal ettiler.
Bana göre aslı gibi geçmiştir. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya üye seçiminde üyeler bir kişi seçeceklerdi, şimdi üç kişi seçecekler, ne fark eder yani. Tek kişiyle kendi adamlarını seçtirme olanağı azalacak ama, gene üç kişiden birini cumhurbaşkanı seçeceğine göre, hiçbir şey olmayacak.

Referandum tarihinde ince bir oyun var

Ancak referandumun gününü insanların özellikle Ankara, İstanbul gibi şehirlerde yaşayanların kent dışında olduğu aylarla rastlayan, Ramazan Bayramı’nın hemen ertesi ve okulların henüz açılmadığı bir döneme denk getirdiler. Bunların hepsinde ince bir hesap var. Mümkün mertebe, aydınlar ve aklı eren kesimler oyunu kullanamasın, “hayır” diyemesin diye çok hesaplı bir savaş var.
Son olarak iptal edilen maddeler hukuksal yönden bir düzeltme olsa da yeterli değil. Doyurucu değil. Önemli bir değişiklik getirecek değil. Aykırılıkları ortadan kaldırmış değil. Umutları karşılamış değil. Hukuk devleti bağlamında olası karanlıkları önleyici kapsamda değil.
Bütün bunlara karşın, hukuk devletini demokrasinin gerçek dayanağı bilerek korumak için Anayasa Mahkemesi’ne güvenecek, hukuka bağlılığımızdan ödün vermeyecek ve Mahkeme üyelerinin onurları ve kişiliklerine saygılı olacağız.

http://www.turksolu.com.tr/290/ozden290.htm


...

26 Ocak 2016 Salı

Çok Yönlü Saldırı



Çok Yönlü Saldırı



Yekta Güngör  Özden
Ağustos 17, 2013


Anayasa suçlusu ve hükümlüsü iktidar, tüm kanatlarıyla topluma karşı saldırıya geçti. 12 Eylül 2010 Halkoylamasıyla gerçekleşen Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu istedikleri gibi oluşturuldu. Yargıtay ve Danıştay’ı yeniden yapılandırıp mahkemelere de amaçlarına uygun atamaları kolaylıkla sağladılar. Yapay (çoğu siyasal) dâvalarla halka, hukuka, bilime, basına, gençliğe saldırdılar. Büyük ve yaygın bir sindirme, yıldırma, korkutma, dışlama ve yıka fırtınası estirildi, estiriliyor.

Yalaka- yağcı medya kesiminin allayıp pulladığı sözcüleri, yaşından-başından, konumundan ve öğreniminden beklenmeyen uluorta, saçma sapan konuşmalarıyla toplumdaki gerginliği ve ayrışmayı her gün körüklüyor. Bölücü- yıkıcı sapkınlar, maşalar, kuklalar, uydular, uşaklar, nankörler sahne alma yarışına girişti. Arsız ve yüzsüzler horon tepiyor, siyasal papağanlarla yandaşlıktan utanmayan kalemler, karalamalarını ve dalkavukluklarını sürdürüyor.

Kentleşme adıyla yürütülen karmaşa, Başbakanlık Sarayı ve öbür devlet yapıları başta, bozulmayan ve oynanmayan bir şey bırakmadılar. Doğayı, hukuku, siyaseti, dili, inancı, eğitimi, giyim-kuşamı, üniversiteyi, sanatı, sporu, yargıyı, her şeyi. Yürürlükteki kurallar değil, iktidar yetkilileri ile adamlarının istemleri geçerli oldu. Abdullah Gül ile RTE’ ın Silivri yargılamalarına ilişkin değerlendirmeleri, dudaklar ısırılarak saklanmaya çalışılan sevincin gülüşüne benziyor. Geçiştirici, savuşturucu. Sözde tepkileri dindirici bir siyasal ılıklık. Bilinen uzun yolları göstererek halkı oyalıyorlar. Dayanışmalarının belirginliği her bağlamda anlaşılıyor.

Bölücü ve yıkıcılara sınırsız hoşgörü yanında Türk Silâhlı Kuvvetleri’ nin unutulmaz komutanlarına yönelik sertlik ABD kaynaklı, AB destekli Ortadoğu Operasyonu’nun bir perdesidir. Açılım süreci, tehdit ve dayatmalar, PKK-KCK-BDP-PYD kesimiyle, ortaklık sayılacak çabalara karşın öğrenci ve gençlere, muhalefete baskı, gözdağı, değişik türde işkence nitelikli uygulamalar, iftiralar, inanç sömürüleri, Ramazan gösterileri, “76 milyonu kucaklama” aldatmacası tüm hızıyla seçim kulvarında. Bakalım nereye kadar gidilecek?



..

HAYRET..!!!



HAYRET..!!!


Yekta Güngör Özden
13 Temmuz  2013 

Siyasal yaşamdaki yetersizlik ve bozuklukların neden olduğu şaşırtıcı durumlar birbirine eklenerek sürmektedir. “ Barış süreci ” adıyla yürütülen görüşmeler ve izlenen uygulamalar değişik olumsuzlukları içermekte, hukuk devletinde yaşanması olanaksız aykırılıkları kapsamaktadır. 

Onbinlerce yurttaşın kanına girmiş bir örgütün elebaşına “ Sayın ” diyerek onun buyruklarını yerine getirmeyi ilke edinmiş kimileri yasama organında üye olarak bulunmakta, terör örgütünün istem ve dayatmalarını savunmakta, baskı ve tehditlerle devlet karşısında devlet gibi durmaktan çekinmemektedir. 

Öte yandan, yurt içindeki terör örgütü üyeleri silah bırakmadan, istediği gibi çekildiğini söylemekte ya da çekilme görüntüsü altında yandaşların yansıttığı görüntüleri vermekte, devletin yetkili güçlerinin ve birimlerinin anlamsız hoşgörüsüyle haftalar süren yolculuğu omuzlarındaki ve ellerindeki silahlarla yapmakta, bu hukuksuzluğa kimse sesini çıkarmamakta, bir işlem yapmamakta dır. Üstelik, dayatmaları Anayasa değişikliğinde ve yasalarla güvenceye alınmazsa “ Geri dönecekleri ”  Tehdidinden de çekinmemektedirler. İktidarın Sempati kazanması için Devletin âciz, güçsüz, hukuksuz duruma düşürülmesi yeğlenmiştir. Terör örgütü, İmralı görüşmeleri ile devletin muhatabı yapılmıştır. Öyle­ki yabancılar bile sürecin sonuçlanması için örgüt elebaşının serbest kalmasını önermektedirler. 

Tutuklamaları cezaya dönüşen askerleri, bilim adamlarını, gazetecileri gündeme getiren pek az kimse vardır. Tüm çabalar ve Meclis tatile girmeden çıkarılması istenen yasalar PKK’lılarla KCK’lılar içindir. Asya’nın kapısı Türkiye, AB ve ABD için yolgeçen hanı yapılmak istenmektedir. PKK terörünü Türkiye üzerinde bir baskı aracı türünde kullanmak için kollayan ABD’nin Ortadoğu Projesi’ni gündemden kaldırdığına ilişkin bir belirti yoktur. Arada sırada özgürlükler konusunda uyarı niteliğinde açıklamalar yapsalar da Büyükelçi aracılığıyla “ Türkiye demokrasisine güvendiklerini ” de söylemektedirler. 

Bugünkü yapının adından başka neresi demokrasi ise.   AB üyelerini hukuk dışı dinleyen ABD için Türkiye “ Çantada keklik ” tir.

Yalnız bunlar mı?

Gezi Parkı ve Beşiktaş Çarşı Grubu eylemcilerini camiye ayakkabılarıyla girmekle ve camide bira içmekle suçlayan Başbakan’ın olayları tersine çevirerek
“ Faiz lobisi, yabancılar etkisi, illegal gruplar ” yakıştırması, polisin şiddetini savunup güçlendirme sözleri yanında eylemcileri yakıp yıkmakla eleştirmesi de şaşkınlık yaratmıştır. Kitap okuma, dik durma, karanfil dağıtma ve birarada olmayı suç sayarak müdahale bahaneleri yaratmakta da usta yöneticiler devlete olan güveni sarsmışlardır. 

Asıl Şaşırtıcı durum, Bilinen belli yargılamalar dır. 

Yakınmaların ne ölçüde haklı olup olmadığı temyiz incelemesiyle ortaya çıkacaktır. Yargı büyük bir sınav aşamasındadır. Yazılıp duyurulan, izlenen yakınma konusu hukuksuzlukların nasıl denetlenip değerlendirileceği görülecektir. 

Balyoz Davası’nın binlerce sayfalık dosyasının kısa sürede Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca okunup bitirilerek tebliğ name düzenlemesinin ne ölçüde inanılır 
ve güvenilir olduğu da ilgili Daire’nin incelemesiyle belli olacaktır. 

ABD Merkez Bankası’nın açıklamasıyla başlayan Ekonomik çalkantının Türkiye dalgalarına nasıl karşı konulacağı, “ Güçlü Ekonomi ” nin nasıl dayanacağı, yaklaşan Yüksek Askeri Şûra toplantıları sırasında ve sonrasında ayrılmalarla tartışılan Türk Silahlı Kuvvetleri ’nin nasıl biçimlenip yönetildiği de önümüzdeki süreçte daha iyi anlaşılacaktır. 

Şaşkınlıklar ve Meraklar sanırız giderilecektir. 

Ethem SARISÜLÜK’­ü öldüren polisin cumhuriyet savcılığınca istenen tutuklanmasına ilişkin red gerekçesinin ( Polisin silahının atılan taşla yön değiştirdiği, korunma savunması, bedenine 37 taş atıldığı savı, linç edilmek istendiği, kaskının alındığı vd. hususlar ) değerlendirilmesi de ilginç olacaktır. Başbakan’ ın polisleri “ Destan yazan kahraman ” ilan etmesi de.



Yekta Güngör Özden
13 Temmuz  2013 

..


Aldatmak



Aldatmak



Yekta Güngör Özden
Temmuz 8, 2013

Siyasal iktidar devlet yönetimini geçici bir süre için üstlenen, ayrılırken de hesap veren bir güçtür. İktidar devlet değildir. 
Ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devlet, her yurttaşına eşit yaklaşan, yurttaşlarına hizmet yarışında önde giden, ayrımlara, ayrışmalara, ayrılıklara neden olmadan, ayrıcalıklara ödün vermeden toplumsal barışı, kalkınmayı ve sonsuza değin bağımsız yaşama gereklerini en iyi biçimde ve en üst düzeyde sağlamakla görevlidir. Yürürlükteki Anayasa’ nın 5. Maddesinde öngörülen temel amaç ve görevleri yerine getirdikçe güçlü ve saygın olur. 
Bunu da yöneticiler gerçekleştirir.

Günümüz iktidarının giderek daha çok belirginleşen “ Tek Adam ” yönetimi tüm çarpıklıklarıyla izlenmektedir. Günümüz Başbakanı’ nın ve adamlarının konuşmaları değişik çelişkiler, aykırılıklar ve bozukluklar içermekte, olumsuzluk­lar yansıtmaktadır. Bu durumlara ilişkin önceki milletvekillerimizden deneyimli bir kalemin görüşlerini paylaşıyoruz. Aldatmaya ve aldanmaya karşı yararlı bir uyarı:

Doç. Dr. Burhanettin Tatar’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı yayını olan ‘İslam’a Giriş’ adlı kitabın 211’inci sayfasında, ‘İman Ahlak İlişkisi’ni irdeleyen çok çarpıcı tespit ve analizleri var. Biraz sadeleştirerek ve somuta indirip özetleyerek ifade edersek sayın yazar şunu savunuyor: 

‘İman’ ve ‘İnanç’ aynı şey değildir. Zira, ‘İman’ kutsal metinlerin ifadeleri doğrultusunda şekillenirken ‘İnanç’ inanan kişilerin kendi perspektiflerini yansıtır.  Bu nedenle ‘ İnanç ahlak ilişkisi ’ ile ‘ İman ahlak ilişkisi ’ aynı anlama gelmez. Sayın Başbakan’ı, değerli bilim adamının ‘iman-inanç’ ilişkilerinin merceği altında değerlendirirsek, siyasal hayatımızda benzeri bulunmayan, kendine özgü bir kimlik ve kişilik olduğu sonucuna varırız. Siyaset dünyamızın, toplumun ve özellikle de Başbakanın karşısında muhalefet yapanların ya da yapıyormuş gibi davrananların, artık bilmesi gereken gerçek debudur. Sayın Başbakan’ın devleti yeniden biçimlendirmeye yönelik tasarrufları, hitabet ve söylem tarzı ile siyasi ve sosyal vakıalara yaklaşım yöntemi açılarından göz önüne aldığımızda, Başbakan’ı, imanının değil,inancının yönlendirdiğini görüyoruz. 

Bu ikisi arasındaki fark, fevkalade önemlidir. Çünkü imandan beslenen ahlak kavramı ile Başbakan’ın devlet ve siyaset anlayışı asla bağdaşmaz. 
Ama ‘inanç’ kişinin kendi perspektifini yansıttığı, imanın kutsal kontrolünden de bağımsız kaldığı için Başbakan, çok rahat gerçek dışı konuşabiliyor, toplumu bölebiliyor, kişileri ve kurumları aşağılayabiliyor, herkese hakareti hakkı gibi görebiliyor, devlet mallarının talanına göz yumabiliyor ve Cumhuriyet’in yıkılmasını ‘ kutsal cihadının ’ nihai hedef olarak planlıyor. Nasıl ki, ormanların tartışmasız kralı aslan ise ‘ Türkiye’nin kralı da benim’ diyor. Parlamentoyu, yargıyı, yürütmeyi ve medyayı pençesine almış olması bile onu tatmin etmiyor, her or­tamda esiyor, gürlüyor. ‘Gezi Parkı’ ile başlayan masum bir kıpırdanmanın, nasıl ve niçin toplumsal refleksi ve vicdanı ayağa kaldırdığını anlayamıyor. Zira, inancını besleyen kaynaklar ona, sevgi değil nefret, barış değil kavga, hak değil güç telkin ediyor.

Başta anamuhalefet olmak üzere Başbakan ve partisi karşısında muhalefet yapanların, AKP iktidarının 11. yılına girdiği bu süreçte artık şunu anlamaları lazım: 

Başbakan’ın ve AKP önde gelenlerinin siyasal, toplumsal, hatta dini kimliklerini biçimlendiren dinamikler açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti  ‘' Kafir devlet ’' olduğu içinbu devleti yerlere sermek adına yalan söylemek caiz, beytülmali (halkın hazinesini) yağmalamak sevap ve ‘ganimet’. Anıtkabir’i tuvalet yapmak ‘ameli salih’ sayılsa da, tüm dünya ülkelerinin de gündemine oturan halkın diriliş refleksi, yolun sonuna yaklaşılmış ve hesap verme korkusu Başbakan’ın bağrına bağdaş kurmuştur. Devletin çok acımasız bir işgal hırsıyla kuşatıldığını, örneğin, 900 ilçe kaymakamlığından tek birine bile arkasında tarikat ve AKP desteği olmayan birisinin atanmış olmayacağını artık halk görmüştür. 

Bu nedenle de diline pelesenk ettiği ‘' 74 milyonun tümüne eşit mesafedeyiz, yaratılanı severiz yaratandan ötürü…’'  
Sözlerini artık kimse yutmayacaktır.

'' Gani AŞIK ”

Madımak kıyımı nedeniyle Av. Şinasi ÖZDENOĞLU’nun yazdığı şiiri de haftasında bilginize sunuyoruz.

YAKIN ŞAİRLERİ

Sanki yanmamış gibi ateşinde sevdanın
Sanki yanmamış gibi özlemi ile barışın
Şimdi de, haydi siz yakın
Kapatıp Madımak Oteli’ne
Tüm umutları ve güzellikleri
Yakın şairleri!

* * *

Yakın şairleri!
Söndürün güneşi tepemizde
Kararsın yolları çocuklarımızın
Ki ölümsüz uygarlıklara çıkan…
Yakın ki, mum ışığında bulasınız yolunu
Ortaçağların…

* * *

Yakın şairleri ve yazarları
Karanlığın yavrularını ak sütüyle emziren
Bütün çeşmeler kurusun…
Yakın şairleri ve yazarları ki
Uyanmamış topraklarda
Uyanmamış insanlarım
Daha da uyusun…

* * *

Yakın şairleri ve yazar­ları ki
Destanların kaynadığı yüksek fırınlarda
Ölümsüz barışın ve kardeşliğin
Yeni dünyası kurulsun!

Şinasi ÖZDENOĞLU

http://www.sozcu.com.tr/2013/yazarlar/yekta-gungor-ozden/aldatmak-2-330630/


.

Adalet Yoksa




Adalet Yoksa



Yekta Güngör Özden
5 Ağustos , 2013



İnsan haklarından kaynaklanan “ Adalet ”, hakka uygunluk, hukuka bağlılık, dürüstlükdoğruluk, gerçeğe saygı olarak tanımlanabilir. Bireylere hakkını vermek, haksızlıkları önlemek, suçları yaptırımla karşılayıp suçluları topluma kazandırmak, yansızlıkla sonuca vararak gerçeği saptamaktır. 

Sık sık söylenen “Adalet Devl­tin Temelidir ” sözünü “ Adalet Dünyanın Temelidir ” biçiminde yinelemek tüm insanlık değerleri ve ilişkileri için soylu bir yaklaşım 
açıklamasıdır.

Ulusal bağlamda Adalet devletin, savunma da adaletin temelidir. 

Adaletin gerçekleşmesi sorunu bir devlet için en öncelikli, en önemli, en büyük görevdir. Bu sorumluluğu kurulmasından örgütlenmesine değin özenle yerine getirmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde hukuk devleti niteliği konusunda büyük uğraşlar vermiştir. 

(İsmet İNÖNÜ, Ankara Barosu Dergisi Cumhuriyetin 50. Yıl Özel sayısı). 

Büyük ATATÜRK’ ün Adalet ve Hukuk konularındaki özdeyiş nitelikli unutulmaz sözleri bilinmektedir.


* * *

Adalet, barışın, erincin, esenliğin, özgürlüğün, eşitlik ve toplumsal yaşamın kaynağıdır, dayanağıdır. Adalet olmazsa hiçbir şey yoktur. Hak da yoktur, özgürlük de yoktur, eşitlik de yoktur, barış da yoktur, namus da yoktur, insanlık da yoktur, güvenlik hiç yoktur, yoktur.. yoktur.. İstenmeyen olayların, saldırıların, dâvaların çoğu adaletsizlik yakınmasının sonucudur. Demokrasinin güvencesi de adalettir. Adaletin güvencesi ise hukuka uygun yasal düzenlemeler le yurttaşların bağlılık ve saygısı, eğitimle güçlendirdikleri nitelikleridir.

İktidar gücü için hukuku siyasallaştırmak adalete yönelik en büyük kötülüktür. Hukuku siyasetin aracı, adaleti de gücü olarak kullanmak adaletsizliktir. Biçimsel yetkiyi kötüye kullanarak, adaleti silâh kılarak devlet gücüyle kabadayılık yapmak adalete ihanettir. 

Adalet, yurttaşlar için, toplum için en önemli güvencedir. 
Onurdur, yüceliktir, soyluluktur. 
Adaletsizlik işkencedir, zulümdür. 
Adaletsizler zalimdir.
Aç kalmaktan değil, adaletsiz kalmaktan korkulmalıdır. 
Adalet, insanlık ve yaşam güneşidir. 


Adalet alanında görev yapanlar kişilikleri, onurları, ahlâk ve bilgileriyle sorumluluklarına yaraşır olduklarını işlem ve kararlarıyla kanıtlayıp belgelerler. 
Duygusal, yanlı, koşullanmış ve önyargılı davrananlar adaletsizlik lekesiyle yalnız kendilerini değil, yakınlarını da sonsuza değin karalar ve lekeler.

İran, Irak-Barzani, İsrail, Suriye, Mısır politikalarını kendi dinsel anlayışıyla düzenleyip yürüten iktidarın maskesi, Gezi Parkı olayları, Mısır’la Libya uygulamaları, PKK’nın Suriye kolu PYD temsilcisinin açıkladığı görüşme içerikleriyle iyice düşmüş, gerçek yüzü daha iyi açığa çıkmıştır. Tüm olumsuzlukların nedeni, adalet duygusunun zayıflığıdır.

Kendisinden çok şey öğrendiğimiz Ord. Prof. Dr. Vasfi Raşit SEVİĞ’in “Adalet, hakikate ve hukuka saygıdır” sözünü anımsatan değerli arkadaşımız Turgut ÖZAKMA­N’ın örnek ilgisine teşekkür ederken iktidarın adaletsizliklerine, bu dönemdeki hukuksuzluklara ses çıkarmayan kimi yandaşların adaletle ilgili yazılarına ne anlam verilmesi gerektiğini okurlarımızın değerlendirmesine bırakıyoruz. Çankaya’nın olağan onamalarının anlamını da…

* * *

Ülkemizde adaletin ne duruma geldiğini, getirildiğini önümüzdeki günlerde daha iyi belirleyecek, anlamına ve amacına uygun değerinin korunup korunmadığını 
saptayacağız. Erkler (kuvvetler) ayrılığının sözde kaldığı gerçeğine çok az değiniliyor. İktidar her şeye, yargıya, bilime, sanata, spora, özel yaşama bile el atıyor. 

Yurttaşların birbirini ihbar etmes­ni, fişleme düzenini getirmeye çalışıyor. İktidarcılar Gezi’den ve Tahrir’den o kadar çekindiler ki tenceretava kafalarına 
inmişçesine tepki verdiler. Başbakan, doğal oluşumları ve birliktelikleri kurgu ve komploya bağlıyor ama Dr. Y. Mimar. Müh. Eriş ÜLGER’in gönderdiğini öğrendiğimiz mektuplarına yanıt veremiyor.

Ne muhalefet partileri birbirine karşı anlayış, ne de Atatürkçü kişi ve kuruluşlar dayanışma içindeler. Dağınıklık her sorunun önünde. 

Özveriyle çalışmadıkça bu iktidardan Kurtulunmaz.

Yekta Güngör Özden
Ağustos 5, 2013


..

TERBİYE.!


TERBİYE.!




Yekta Güngör Özden
Haziran 10, 2013













Davranış düzenini, dil uygunluğunu kapsayan eğitim ve görgü düzeyini tanımlayan " Terbiye " Sözcüğü, genelde kişilik niteliğini ortaya koyan bir göstergedir. 
Çevresinde olumlu izlenimler bırakan, kiminle nasıl konuşacağını, nerede nasıl davranacağını, nelerden kaçınıp nelere, nelere değer vereceğini, neleri gözeteceğini bilen, yaşamı ve eylemleriyle beğeni toplayan kimselere “ Terbiyeli insan ” denilir. 

Terbiye bir eğitim kazanımıdır. 

Öyle ki hayvanların eğitilmesi de “ Terbiye edilmek ” olarak değerlendirilir.
Toplumumuzda terbiyeye önem verenleri üzen terbiyesizlikler, aldırışsızlık, umursamazlık, saygısızlık, çirkin söylem ve eylemlerle giderek yayılmaktadır. 
Yanlış bir demokrasi anlayışı kendini bilmeyenler için ölçüsüzlük, gelişigüzellik ve başı­ boşluk olarak algılanmaya yol açmıştır. İş yerinde, görevde, eğitim ve sağlık 
kurumlarında, taşıtlarda, alış verişte nasıl konuşulacağını, büyüklerle ve küçüklerle nasıl iletişim kuracağını bilmemek, eğitim ve görgü yoksunluğuna bağlanacak zayıflıklar dır.
Yasama organındaki tartışmalardan kimileri kötü örnekler olarak karşılanmaktadır. Milletvekillerinin birbirilerine sataşmaları, saldırıları, kavgaya dönüşen tartışmaları üzücü durumlardır. 
Töre cinayetleri, kan davaları da eğitim ve görgü boşluklarının ağırlık verdiği olumsuzluklardır. Günümüzde daha tepki toplayanı medyadaki kışkırtmalar, hedef göstermeler, eleştiri sınırını aşan saldırılar, yakıştırmalar, yalanlar abartıla dır.

Muhatap Saymak Yakışmaz

Zaman zaman eşindostun bilgilendirmesiyle kimi gazete ve dergilerde bizimle ilgili yazılar olduğunu öğreniyoruz. Niçin yanıt vermediğimiz soruluyor. 
Tüm yayınları izlemek olanağımız bulunmadığı gibi çoğunu da okumayı gerekli ve yararlı bulmuyoruz. Kimi yazarları ve konuşmacıları öyle kullanıyorlar ki okumak,  dinlemek sağlığı bozacak ölçüde tiksinti veriyor. Birer tetikçi, birer militan gibi saldırgan olanları karşıya almak (muhatap saymak) bize yakışmıyor. Onlarla aynı düzeye inmek küçülme, alçalma oluyor.

Kimi gerçeği aramadan sormadan, duyduğuna inanarak, kimi de kendisi gibi düşünmediğimiz için karalamak amacıyla yalana başvurarak, basın ahlâkını hiçe sayarak çala kalem yazıyor. Hele hukuktan anlayanların uyduluk ve uşaklığa soyunarak muhbirlik yapması kişiliksizliklerinin dışa vurumu oluyor. 

Utanma, sıkılma nedir bilmeyen çocukların patronlarına ve iktidara yaranmak için yanlarına yaklaşamayacakları kişilere saldırıları insanlık adına üzüyor.
Yaptığı her işin hesabını rahatlıkla verecek, vicdanını yastık yapıp yatan, alnı açık, yüzü ak insanlar olarak gocunacak, çekinecek, korkacak, kaçınacak hiçbir şeyimiz yok. 

Hukuksuzluk ortamında, yargıda yandaşlığın belirginletiği bir zamanda bile rahatız, yürekliyiz, kendimizle barışık bir ruhsal ve beyinsel aydınlık içindeyiz.

Niteliklerine yaraşır olduğu sözleri dilimize yakıştıramadığımız, kalemimize almadığımız bilgisiz ve terbiyesiz medya muhabirleri, kötü siyasetin, aşağılık çıkarcıların  zavallı kuyrukları dır. Genel ve yuvarlak sözlerle değil olayları ve belgeleri ortaya koyarak konuşup yazma yürekliliği gösteremeyen küçüklere acıyarak bakıyoruz.

Yakınlarının görüşmek için ısrar edip pastayla ziyarete geldikleri kimseleri bundan daha önceki zamanlara uzanıp suçlamak işgüzarlığı, hiçbir kanıta dayanmadan haklarında işlem istemek çarpıklığı, sağlıklı kafaların ve yüreklerin işi değildir.

Bu tür kişilerle karşılaşmamak, yüzlerini görmemek, ellerini sıkmamak için kimi yerlere gitmiyor, kimi çağrılara ilgisiz kalıyor, kimi zaman yolumuzu değiştiriyoruz. 

Dinlememek için aygıtları kapatıyor, yazdıkları gazete ve dergileri almıyoruz. İçimiz kararmasın, huzurumuz bozulmasın, bulantı duymayalım diye.


Yekta Güngör Özden
Haziran 10, 2013


..

Şamata



Şamata


Yekta Güngör Özden
15.05.2006



Dünyanın karışık olmayan yeri yok gibi. Irak’ta bomba yüklü araçlarla saldırılarda onlarca kişi ölürken, kimi yerde deprem, kimi yerde ayaklanma, kimi yerde kavga, kimi yerde beklenmedik seçim sonuçları birbirini izliyor. Ülkemizde siyasetçilerin sergilediği tutarsızlık, ilkesizlik, partizanlık ve kişisel düzeysizliklerle bozukluklar düşündürüyor ve üzüyor. Dağınıklığın ilerici kesimdeki olumsuz belirtileri gün geçtikçe daha belirginleşiyor. Lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni dinci düzene dönüştürmek çabaları aymazların hoşgörüsüyle, kimi ödünlerle, tepkisizlik ve ilgisizlikle sürüyor. Bencilliği, büyüklenmesi, kimi duygusallıklarıyla bozgunculuğu saptananlar birleşme çağrıları yapıyor. Birlikteliği olanaksız kimileri de karşıtlıklarını saklayarak toplantılar düzenleyip çözümler arıyor. Kendini öne çıkarmak isteyen kimilerinin desteğiyle gruplar oluşuyor. Anlatmak, eleştirmek, önermek kolay. Peki, ne yapılacak? Kimlerle yapılacak, nasıl yapılacak? Ortada eylemli somut olumlu bir gelişme yok. Siyaset birkaç partinin, birkaç parti liderinin şovu biçiminde, yurttaş bıkkınlığını arttırarak, yerinde sayıyor. Bu da geriye gitmek demektir.

Dışarıya bakış

Günümüz iktidarının ödüncü, çelişkili, yumuşakbaşlı tutumu ermeni çabalarının etkin olmasına yarıyor. Yıllardır gerekin yanıtların verilmemesi, belgelerin dillendirilmemesi, etkin bir izlencenin yaşama geçirilmemesi sözde ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi güç durumda bırakıyor. Kanada Başbakanı Stephan Harper’in ermenilere destek vermesi, Arjantin Senatosu’nun özel bir oturum gerçekleştirmesi, Fransa’nın yeni anıtları ve soykırım olmadığına ilişkin sözleri cezalandırma hazırlığı, ABD’nin “trajedi” sözüyle sevinenleri düşündürmelidir. Danimarka’dan sonra İsveç’te PKK yanlısı TV’nun açılması bu ülkeye giden TBMM Başkanı’nın dikkatinden kaçtı. İsveç’te Müslümanlar Konseyi’nin siyasal partilere mektup yazarak müslümanlar için özel yasalar ve değişiklikler istemesi, gerici tırmanmanın yurtdışı örneğidir.

Irak’ın kuzeyindeki kürt yöneticilerin birleşmesi Türkiye’nin dikkatle izlemesi gereken bir olgudur. Katılan konukları da.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı, Hollanda milletvekili Jost Lagendijk “PKK terörüne de askerî operasyona da karşıyız” diyerek saldırıyı önleme ve savunma çabalarına karşı çıkarken terörün nasıl durdurulup PKK’nın nasıl etkisiz duruma getirileceğine ilişkin tek söz etmemiştir. PKK destekçileriyle görüşüp “Cesur kürt arıyorum” demesinin anlamı da karışıktır.

Başbakanın yurtdışı gezileri, toplantılarda yaptığı ikili görüşmeler de yarar sağlamamaktadır. İran Cumhurbaşkanı’yla görüşmesinin İran inadını hiç mi hiç etkilemediği ortadadır.

Yunanistan’da Türkiye karşıtı yeni anıt iktidardan tepki almazken sanatçı İlham Gencer’in Fransa’dan aldığı nişanı geri vermesi büyük beğeni topladı.

İçeriye bakış

Nereye baksak karanlık. Her alanda düş kırıcı, umut kırıcı, karamsarlık nedeni olaylar yaşanıyor. İktidar partisinin il genel kuruluna ilkokul öğrencileri katılıyor. Bu durum yetkililerin çocukça savunmalarıyla geçiştiriliyor. Çağdışı görünüm ve giysilerle dolaşan tarikatçılar at koşturuyor. Hakkâri’de öğrencileri evine götüren taşıt saldırıya uğruyor (birkaç gün sonra halk sokaklara dökülüp PKK’yı kınıyor da yüreklere biraz su serpiliyor). 21 kişinin yaralandığı bu çirkin olay kent içindeki bölücülerin katkısı olmadan gerçekleşemezken etkin bir önlem ve saldırganlara ilişkin bilgi alınamıyor.

Beri yandan Terörle Mücadele Yasası’nda tartışmalara neden olan 6. madde konusunda iktidar direniyor. Adalet Bakanı’nın sözü önemlidir, ama hiçbir geçerliği yoktur. Yasanın uygulanmasında, özellikle Anayasa aykırılığı savı gündeme geldiğinde, Bakanın, Başbakanın sözlerine, gerekçesine bile bakılmaz. TBMM’nin tefsir yetkisi 1961 Anayasası’ndan beri kalktı. Artık yasaların uygunluğu konusunda son sözü Anayasa’yı yorumlayarak Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Siyasetçilerin sözleri bu çalışmada hiçbir değer taşımamaktadır. Metinler önemlidir. Mahkemeler de Başbakana ya da Adalet Bakanına göre karar verecek değillerdir. Siyasetçilerin kendilerini ve yandaşlarını kurtarma çabasıyla kurallarla oynamaları, çelişkili, umulmadık uygulamaları gündeme getirmiştir. Fethullah Gülen’in aklanması da böyle olmuştur. Bu arada kurallar açıklanmadan terörün önlenmesi önerilerine karşı çıkanların kimler olduğu yaşadığımız sorunların kişisel ve kurumsal nedenlerinden birini de açıklamaktadır. Demokrasiyle terörü bağdaştırmak olanaksızdır.

Kutlu doğum ayına dönüşen hafta kapsamındaki etkinliklerde çocukların gerici giysilerle gösterileri, TBMM’ndeki 23 Nisan konuşması gibi, büyük bir olumsuz örnektir. Adana’da hadisli kartlarla yapılan kutlama gibi siyasal iktidar dinciliği kışkırtmakta ve desteklemektedir. Gaziantep İslahiye ilçesinin AKP’li Atatürk Alanı’nı Atatürk büstünü kaldırarak otoparka dönüştürmüştür. Atatürk Mahallesi’nin adının değiştirilmesi için önerge verildiği de basına yansımıştır. Bu kötülükler kime ve neye güvenerek yapılmaktadır? Elbette iktidara. Cumhuriyetin unutulmaz Millî Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati’nin evinin, değerinin çok altında, çok küçük bir bedelle amaçdışı kiralanması da kınanacak bir çirkinliktir.

TRT’nin izlenceleri, konuşmacıları ve haber bültenleriyle giderek iktidar güdümüne girmesi yurttaşları derinden üzmektedir. Türkiyemizin yaşadığı sorunların çoğunda payı bulunan 9. Cumhurbaşkanının sıkmabaşlara ilişkin haklı sözlerine yakışıksız biçimde karşı çıkan AKP liderinin konuşmalarını destekleyici alkışlarla veren TRT’nin bindiği dalı kesmekte olduğu söylenmektedir. Dini içerikli yayınların yoğunluğu TRT’nin kimliğine, yasal yükümlülüğüne tümüyle aykırıdır. Ulusal yapısından yakınarak yayınların din doğrultusunda yapılmasını öneren kimsenin yönetimde, görevde bulunması sorumluluğu ağırlaştırmaktadır. TRT özerkliğini ödünsüz savunan Adnan Öztrak unutulamaz.

Kimi devlet ve vakıf üniversitelerinde sıkmabaşa olur verildiği yazılmaktadır. Denetimsiz demokrasinin ne tür yıkımlara yolaçacağı ibretle izlenmektedir. Sivas Prof. Dr. Necati Erşen Lisesi’nde irtica propagandası yapıldığı yakınmaları da basında yer almıştır. Üniversite öğretim üyesi olan yazar, “Sakızla yaklaşılan heykel” anlatımıyla çelenk koyarken sakız çiğneyeni koruyucu biçimde alaylı, aşağılayıcı, terbiye dışı yazılar kaleme alırsa neler olmaz ki.

Gerici ve bağnaz kesimlerin ilgi ve desteğini korumak ve sağlamak amacıyla yapılan gelişigüzel konuşmaların neden olduğu toplumsal yıkım bellidir. Kimi konuşmalar ve yazılar silâhtan da tehlikelidir. Silâhsız örgütlerin suç ve ceza tanımından uzaklaştırılması çabaları yarınlarda değişik sorunlar getirebilir. Cumhuriyetle demokrasiyi birbirinden ayırmak, Atatürk’ün cumhuriyetin demokrasiyi amaçladığı sözlerini unutmak, bilgisizlik ve amaçlı biçimde değerlendirmeler yaparak karışıklık yaratmak bağışlanamaz. Gelişigüzel yasalar, amaçlı aflar kanıttır.

Tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı, yeterli bilinçten yoksun amaçlı kişilerce yozlaştırılmak istenmiştir. Bayramların yakıp yıkmakla, yaralayıp öldürmekle ne ilgisi var? Provokasyon, anarşi, ideolojik saplantı sırıtan gösteriler, topluma zarar verici eylemler kimseye yarar getirmez. Bayram kutlamasını bilmeyen, bayrama yaraşır olduğunu savunamaz. Tıpkı sıkmabaşçıların “Başörtüsü-türban” yalanıyla inanç sömürüsü yapıp bunu “din ve vicdan özgürlüğü” diye savunmaları gibi. Özel okul öğrencilerine yardım, yemek yardımı gibi açılımlar gösteriyor ki, seçim nedeniyle yalnız militanların değil, kesenin ağzı da açılıyor.

Sakıncalı kalkışmaların en tehlikelisini AKP lideri yapmış, Anayasa’nın asla değiştirilemeyecek 4.maddesini amaçlayarak “kuralların birbirine üstünlüğüne son verileceğini” söylemiştir. Anayasa kuralları birbirine eşittir. Ancak kimilerinin yaşamsal önemi ve özelliği vardır. Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliklerinin önerilemeyeceğini ve olamayacağını başta Başbakan, herkes bilmeli ve öğrenmelidir. Günümüz iktidarı kadar Anayasa’ya aykırı davranan iktidar olmamıştır. Herkese örnek bir tutumla Anayasa’ya bağlılık, hukuka saygı, yargıya güvenden sözetmek, değiştirilip iyileştirilmesi gereken kurallar konusunda ulusal uzlaşmaya çalışacak yerde, çoğunlukta olmamasına karşı tersine savlarla gerginlik yaratmak iktidarın kendi geçerliğini tartışmaya açması demektir. Yineliyorum: Türkiye’mize böyle iktidarlar yakışmamaktadır.

Yalnız bunlar mı?

Marketlerde mescit açma istemi. Parti kongreleri ve kimi etkinliklerde kadınlarla erkekleri ayrı ayrı oturtmak, araya görülmeyi engelleyen nesneler koymak. Sonra da bu çağdışılıkları özgürlük, bağımsızlık ve kişisel istemlere bağlayıp gruplaşmaları unutmak.

Medyada ve üniversitedeki karıştırıcılar hemen “Vicdanî Red” konusundaki yargı kararını kendi görüşleri doğrultusunda karalamaya başladılar. Bilimsel görüşle katkı verecek yerde, ülke düzenini altüst edecek ayrılıkçı savlarla yarışıyorlar.

Millî Eğitim Bakanı, Anayasa Mahkemesi’nin yeni üniversitelere iktidarın önereceği üç kişi arasından Cumhurbaşkanı’nın Rektör atamasına ilişkin kararını “siyasal karar olarak” nitelemiş ve yeni düzenleme yapacaklarını söylemiş. Karara katılalım-katılmayalım uymak zorundayız. Aynı kişilerin hep aynı doğrultuda oy kullanmasını geçip, onların görüşüne dayanmak yanlıştır. Gerçek hukuk devletinde Anayasa Mahkemesi kararına karşı düzenleme yapılmaz, direnme olmaz. Bir boşluk ya da düzen bozucu durum varsa Mahkeme zaten süre verir. Gerekçe açıklanmadan hemen yeni düzenleme yaparak kendi bildiklerini okuyacaklarını açıklamak bir Bakana yaraşan tutum değildir.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de Güney Kore’nin başkenti Seul’de Türkiye’mizi camili afişlerle tanıtmış. Başka değerlerimiz yokmuş gibi dinciliği öne çıkarmak yanlıştır. Şeriat ülkesi kanısı uyandırmak başarı değildir.

Selânik’teki Atatürk Evi’nde özel deftere yapıştırılmış metni önce yarısına kadar yırtıp sonra çıkartıp almak da bir Başbakan’dan beklenen tutum olamaz. Yurttaşlarımızın haklı tepkilerine uygar yanıtlar, gerçekçi çözümler, demokratik hoşgörü günümüzün özlenen olgularıdır. Bunlar bırakılıyor, Anayasa’nın 2.maddesindeki herşeyimiz cumhuriyetin nitelikleri eylemli biçimde budanıyor. Sosyal güvenlikteki çöküş belirtileri, lâiklik, demokratlık, hukuksallık düşüşleri açık.

TBMM Başkanı’nın lâiklikle ilgili gereksiz, anlamsız ama kendileri için amaçlı üzerine kitap yazılır. Ama onun anlayıp algılama, yorumlayıp değerlendirme, bilimsel yaklaşım yeteneklerinin yakınında olmadığım için yanlışında direneceğini kestirerek geçiyorum. Ancak, 5 Mayıs 2006 günü yaptığı konuşma Cumhurbaşkanlığı hevesini açıklamaktadır. Başbakanla bir Çankaya kavgası olası görülmektedir. Hem “Halkımız lâiklikle barışıktır, bu yönde sorun yoktur” denilecek, hem de lâikliği yozlaştırıp kaldırmak için elden gelen yapılacak. Acaba herkesi kendileri gibi mi sanıyorlar? Siyasal gürlemeler gürültü olmaktan öteye gidemez. Gümbürtüde sahibi de yara alır. Çankaya’yı ele geçirmek hizmet için değil, dinci düzeni gerçekleştirmek için düşünülüyor kanısı yaygınlaşmaktadır. TBMM Başkanı ödeneğine yapılan kıyak eleştiriliyor.

Hep gösteriş. Ciddî bir açılım, eleştiri, öneri, yanıt, karşıtlık ya da destek yok. Kabadayılık, gözdağı, kaba, kinci sözler, yakışıksız tutum ve davranışlar. Toplumsal yaşamın özlenen barışçı anlayışlı, karşılıklı sevgi, saygı ve güvenle örülen renkli güzellikleri giderek azalıyor.

Yargıçların aylıkları konusunda yeni girişimleri duyunca yıllar önce Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak “Başkanıyla üyesi arasında ayrım olmaz. Bizi kuruluş evresinde olduğumuz gibi yine kendi yasamızda birleştiriniz. Öbür yüksek yargı organlarına, hattâ yargı organı olmayan kuruluşa ne verirseniz veriniz, bunlara karışmayız. İsterseniz bize daha az aylık veriniz ama Başbakan ve üye aylıklarını eşitleyiniz. Bunu yapamazsanız benim aylığımı üyelerin aylığı düzeyine indiriniz” diye Hükûmete, Meclis’e ve Cumhurbaşkanlığına resmî yazıyla yaptığım başvuruyu anımsadım. Bu iyi niyetli girişimi bile tersine çevirenler, gerçekdışı yansıtanlar oldu.

Akşehir’de İstiklâl Marşı söylenirken ayağa kalkmayanlar, Adana Yüreğir’de Atatürk büstüne boyalı-küfürlü saldırı yurtseverleri üzüyor. İktidarın bu tür bağnazlıklara karşı çıkarak hakkındaki olumsuz kanıları değiştirmesi gerekmez mi?

“Jakoben tortulardan kurtulup liberalleşme” öğüdünde bulunan lâiklik karıştırıcıları önce kendi kafalarındaki küfü, pası ve tozu temizlesinler. Lâiklik, lâikliktir. Laiklik, lâisizmden gelir. Ayrı bir yanı yoktur. Kimseye de zararı yoktur. Nedenini, amacını, savunanların kimler olduğunu, siyasal simge durumuna getirildiğini bile bile özgürlükle bağdaştırıp sıkmabaşı savunan yazarlar, tehlikelerin ayırdında değiller. Hukuk varsa sıkmabaş yasağı kalkmaz ve kaldırılamaz. Siyaseti soygunun, yolsuzluğun, aykırılığın, arsızlığın, yüzsüzlüğün örtüsü yapmak çabalarıyla din ve inanç sömürüsüne girenler ülkeye kıyıyorlar. İlerici, demokrat, özgürlükçü görünerek Atatürkçü geçinen, maskeli Atatürk düşmanları da bunlardandır. Ne acıdır ki sızmadıkları yer kalmamış gibidir.

TBMM Başkanı, yargı konusunda da değişiklikler önerilirse dokunulmazlık konusunu da bu kapsamda ele alabileceklerini söyleyerek bir kurnazlık sergiliyor. Anayasa’ya aykırı 23 Nisan konuşması başka ülkede olsaydı böyle konuşan kimse orada oturamazdı. Yasama nasıl ve ne ölçüde ulusal egemenlik yetkisini kullanıyorsa yargı da yargılama yetkisini öyle kullanıyor. Kaynak ve dayanak aynı. Bunu bilmeyen Meclis Başkanı olamaz, buna katlanamayan o görevde kalamaz. Yargının elini kolunu iyice bağlamak, Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası’nda olduğu gibi yetkilerini kısıtlamak, yürürlüğü durdurma kararlarını kaldırmak için ağızlarının sulandığı anlaşılmaktadır. Şapırtı sesleri duyulmaktadır. Başkana ve yoldaşlarına sormalı “Devlet millet için var olacaksa, bugün kimin için vardır? Egemenlik duvarda ise, sizler çadırda mısınız? Meclis’e nasıl geldiniz? Yetkiniz yoksa oralarda ne işiniz var?” biraz da sevinmek gerekir sanıyorum. Egemenlikten yanalar(!). Hiç değilse “Ümmet” demiyorlar. Adını anmasalar da “millet” diyorlar. Aslında olduğu gibi “millet”i din anlamında kullanıyorlarsa o ayrı. Şimdiye kadar, hele son dört yılda, egemenlik nerede idi, kim ya da kimler kullanıyordu? Daha neler sorulabilir, ne eleştiriler yapılabilir?

Bu olumsuzlukları, kötü örnekleri bırakalım.

Üç yılda 40 milyar dolarlık artışla dış borç 130 milyar 206 milyon dolardan 170 milyar 62 milyon dolara çıkmış. Artış oranı %30. Açıklar ayrı. İktidarın ekonomik başarısına nasıl inanılır?

Danıştay Başkanlığı’na hepsi yaraşır olan adaylardan bir Atatürk kızı seçildi. Bayanlarımızın başarılarından kıvanç duymalıyız. Onların önemli ve etkin yerlerde başarıları, aydınlığın artması demektir. Danıştay’ın yeni Başkanını ve Danıştay’ımızın 10 Mayıs’ta töreni yapılan 138.kuruluş yıldönümünü kutluyor, başarılarının giderek artmasını, yönetim hukukumuzun güçlenmesini diliyorum. Tören konuşmasını alkışlıyorum.

Kendi devletinden, organlarından, özellikle yargı kuruluşlarından yakınan bir Başbakan olabilir mi? Danıştay’ın kararları nedeniyle, Danıştay’ı eleştiren bir iktidar düşünülemez. İktidarı yanlışlıklardan alıkoyan yargı, gerçekte iktidarların güvencesidir. Siyaseti yozlaştıranlar eleştiriye, uyarıya katlanamazlar. İktidarları ahlâk sınırında tutarak sorumluluktan kurtaran yargının kararlarıdır.

Evlere kadar yemek dağıtan iktidarın giderek nelere girişeceği kestirilemez. İktidar, içindeki kürtçülerle şeriat beklentisindeki seçmenlerini avutup oyalayacak söylemleri başladı. Bu durum seçim sürecine girildiğinin bir belirtisidir. Seçime kadar daha neler söyleyeceklerdir. Hele seçimlerde. Bir de kazanırlarsa, bakın neler yapacaklar, neler olacaktır. Yandaşları bile eleştiriye başladı. Sporu da siyasete araç kılıyorlar. Üstelik muhalefet de buna öncülük ediyor. Sıkmabaşı yaygınlaştırma sözünü veren muhalefet partileri de var.

İktidar terörle mücadele edemez. Bu iktidar dönemine bu konudaki gerileme, gevşeme belirginleştiği gibi dinci teröre bakış açılarındaki tutarsızlık da açık. Köktendincileri gücendirmek ve ürkütmek işlerine gelmez. Köktendinciler ve kürtçüler terörden vazgeçmez. Zaten teröristler dışardan çok içerde. Mayınları döşeyenler bu işi yapıp dışarıya kaçmıyor, dışardan gelip yine geri gitmiyor. İçerdekiler bunu yapıyor.

İktidar, özerliğin ne olduğunu, özellikle üniversite özerkliğinin ne olduğunu bilmiyor. Hakkında dâva açılmayan önceki yasalar yeni yasalar için örnek oluşturmaz, onlara dayanılamaz. Dine dayalı düşünce başka şeye bakmıyor.

Cumhuriyet gazetesine saldırı Atatürk ilkelerine düşmanlığın ve koyu bağnazlığın yeni bir kalkışmasıdır. Şimdiki sahibinin, kimi yöneticilerinin, kimi yazarlarının kimi tutumları uygun bulunmasa bile Cumhuriyet gazetesinin Türkiye sevdalılarının gönlünde özgün bir yeri vardır. Saldırıyı kınıyor, aymazların, sapkınların, satılıkların, döneklerin amaçlarına ulaşamayacakları kanısını yineliyoruz. Cumhuriyet, ulusundur.

Bağnazlığa-yobazlığa, yalana-dolana, yağmaya-soyguna, ayırmaya-kayırmaya, anarşiye-teröre, adaletsizliğe-ahlâksızlığa, nankörlüğe-vefasızlığa, dalkavukluğa-terbiyesizliğe, ikiyüzlülüğe-dönekliğe, her tür sömürüye ve alçaklığa karşı Atatürkçü bir yurtsever olarak ilişkilerimi, yazılarımı, yaşamımı düzenliyorum.

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının önderi olduğu Türk Mucizesi’nin başlangıç günü 19 Mayıs’ın 87. yıldönümünün nasıl kutlanacağını göreceğiz. Önceki yıl kulaklarına fısıldanan kimi çocuklar karşı çıkmışlardı. Dinci, köktendinci yönetimin lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni yozlaştırıp kendi diktalarını kurma oyunları neler getirecek izleyeceğiz. “Ne mutlu Türk’üm!” diyen yurtseverlerin Gençlik ve Spor Bayramı’nı en iyi dileklerle kutluyor, Atatürk ve arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/107/ozgun107.htm

Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,





Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,




Yekta Güngör Özden,
01.05.2006



Zamanın şaşırtıcı akışı değişmeden sürerken olaylar da olumlu ya da olumsuz birbirine eklenerek hızlanıyor. Seçim hazırlığını yoğunlaştıran iktidar birbirine ters uygulamalarla oylarını nasıl toplayacağını, kafasındaki düzeni gerçekleştirme olanaklarına nasıl kavuşacağını düşünüyor. Şimdiden Çankaya için yanıp tutuşanlar sayısal çoğunluğu kendi yanına çekmek çabasıyla olmadık ataklara kalkışıyor. Gerici medyanın varlığını borçlu olduğu lâik cumhuriyet karşıtlığı düşmanca tutumla giderek büyüyor. Korumasız bırakılan cumhuriyet siyasetçilerin atışmalarıyla biraz daha sarsılıyor.

Olanlar Türkiye’mize oluyor. Tarihin kanlı ve karanlık sayfalarını iyi okumayanlar, din savaşlarının, mezhep kavgalarının, tarikat oyunlarının yaşattığı acıları unutanlar, kişisel egemenliklerini herşeyin üstünde tutanlar demokratik değerlere sırtını çeviriyor, takiyyelerle, yalan-dolanlarla bir erdem olan cumhuriyeti, kurucularıyla birlikte karalıyor. Kişisel çıkarlarına ve aşağılık duygusuna yenik düşenler iktidar yalakalığıyla gerçekleri yadsıyıp halkı aldatıyor. Ödünler ve seçmen dalkavukluğuyla düşlerindeki günün geleceğini söyleyen karşıtlar, ellerine geçirdikleri yönetim gücüyle gözdağı verip karanlık çağrılarıyla zamanı dolduruyorlar.

Türkiye’nin iç durumunu yakından izleyen dış güçler bastırdıkça bastırıyor. ABD Dışişleri Bakanı Bn. Rice olası İran saldırısına destek arayışında bile PKK için gereken sözü veremiyor. İstihbarat yardımıyla sınırlı katkıları Irak Hükûmeti’nin kurulması bahanesiyle sözde kalıyor. Zaten, birlikleri kaydırma ve konuşlandırma haberleriyle yer değiştiren, kaçan, saklanan, halkın içinde yiten teröristler yarınlarda dinlenmiş olarak saldırabilecek rahatlığı bulmuşlardır.

Başbakan istese 23 Nisan törenine katılabilirdi. Özveri gerekmez miydi? Dayanma gücü hiç mi yoktu? Bir gün sonra nasıl ayaktaydı?

Uygulanan Sevr’dir

Tutumlarıyla Türkiye karşıtlıklarını açıklayan batılılar gereken tepkiyi görmediklerinden, cılız, hattâ sessiz kınamalara aldırış etmediklerinden her yola başvuruyorlar. Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus “Türkiye AB’den daha lâik” diyerek okşarken Fransa’da yeni ermeni anıtları dikilmekte, ABD Başkanı’nın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı” sözünü etmemesi başarı sayılarak ermeni olaylarına ilişkin sözü gözardı edilmekte, Fransa’nın “Ermeni soykırımının gerçekleşmediğini söyleyenlere ceza verilmesi”ni öngören yasa hazırlığı unutulmaktadır. Peygamber Muhammed Mustafa karikatürlerini basın özgürlüğü savunmasıyla uygun bulan Avrupa, Papa’nın çizgi filmlerini aykırı bularak büyük tepkiyle yasaklamıştır. Irak’taki Türkmenler türlü kötülüklerle, haksızlıklarla karşı karşıya iken, Kıbrıs’ta verilen sözler tutulmazken, Yunanistan Ege’de yeni oyunlar ve tuzaklar peşindeyken, ermeniler ve rumlar için ödünler Türkiye’den istenmekte ve beklenmektedir. İktidar hiçbir güçlü çıkış yapamamaktadır. Uluslararası ilişkilerde donukluk, zayıflık, çekingenlik, her istenileni yerine getirme, ödün verme olağanlaşmıştır. Yabancılar bir şey almaya geliyor, bizimkiler bir şeyler vermeye gidiyor. Çarpıklık açık.

Gereksiz kalkışmalar

Türkiye aydınlanmasına büyük katkısı olacak Köy Enstitülerinin 3803 no.lu yasayla 1910’da kurulup 1954’de tümüyle kapatılması unutulmaz bir geriye gidiştir. Tersine dönüşün başlangıcı 1950’lerde olanlar bugünleri hazırlamıştır. 80 yılda kendini güvenceye almamanın sancılarını çeken Türkiye Cumhuriyeti eğitimdeki boşluk ve bozukluğun sakıncalarını yaşamaktadır. TBMM Başkanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önem verdiği, cumhuriyetin beşiği olan ulusal egemenliği kutlama etkinliklerinde lâikliğin tanımını isteyebilmiş, Meclis-i Mebusan’la Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bir tutarak amaçladıkları düzen için cumhuriyeti değersiz gösterebilmiştir. Her şeyiyle yepyeni cumhuriyetin Osmanlı yönetimiyle, ümmet düzeniyle hiçbir ilgisi olmadığını, lâikliğin ne olması gerektiğini bilmesi gereken Başkan köktendinci bir düzene geçiş özlemiyle yeniden tanım istemekle yetinmemiş, uygulamalarla cezaevi ortamı yakınmasınada bulunmuştur. Bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin kaynağı; hukuksal, siyasal, ve ulusal birliğin dayanağı; insanlığın, eşitliğin, akılcılığın, bilimselliğin, dostluğun en güzel iklimi; dinlerin olduğu yerde bulunan, olmadığı yerde söz konusu olmayan lâiklikten kim ne zarar görmüş ki dinsel hiçbir zorunluluğu bulunmayan sıkmabaş için and içtikleri Anayasa’ya aykırı istemlerle ortaya çıkıyorlar. Yasamadaki çoğunluğu ülkede çoğunluk gibi göstermeleri de ayrı. Lâiklik din ve vicdana özgürlüğünün güvencesi, aklın özgürlüğü, devletin dinden bağımsızlığı olarak uygulanması ve çağdaş bir düzenin koşulu sayılması idi görüşleri bilinen kişiler yönetime gelebilir, partileri iktidara çıkabilir miydi?

23 Nisan 1920’nin 86. yıldönümünde siyasetçilerin söyleyip yazdıkları inandırıcı olmaktan uzaktır. “Atatürk’ün mirasını duyarlıkla uygun çağdaş eğitim seferberliği, Atatürk’ün mirasını duyarlıkla korumak” böyle mi olur? ABD devrimini anlamamış lâiklik paranoyası yazarlarla kolkola ancak safsata yapılır. Hukuktan, lâiklikten, akıl ve inançtan, bilim ve dinden, gerçek ve varsayımdan anlamayan Atatürk karşıtları toplumsal dinamizmi dine bağlıyor. Olanların ayırdına varmasına karşın katı bir gericilikle dindar çevrelerde çoğulculaşma, sekülerleşme yaşandığını ileri süren bilgiç (!)ler çıkıyor. Ulus devleti suçlayıp kişisel ve partisel aykırılıkları ona yükleyen aymazlar ve sapkınlar birbirine dayanıyor. Atatürk’ü yeterince anlamayanlar emperyalistlere övgüler diziyor. Hem komünizm hem kapitalizme karşı olan Kemalizm-Atatürkçülük mandacıları ürkütüyor. Yeni şeriatçıların çoğu eski komünist ve eski faşistler görülmektedir. devletin sosyal niteliği giderek yitirilmektedir. Millî eğitimin “millî” niteliği gibi. Bu gidişle “Millî savunma”nın başındaki sözcük de tehlike çizgisine yaklaşmaktadır. IMF’nin “Dünyanın Ekonomik Görünümü” raporunda Türkiye’nin giderek artan cari açığı için yapılan uyarı içimizdeki işbirlikçileri uyandıramamaktadır. “Ümmî”liği yeğleyenler, yurttaşlık bilinci ve onurundan yoksun olanlardır. Ulusal egemenliğe yaraşmayanlardır.

Toplumsal barışa, ulusal dayanışmaya en çok gereksinim duyulan günlerde sorumsuzluk örneği kalkışmalar, konuşmalar, yazılar ve görsel yayınlar asla bağışlanamaz. Çorlu’da ilköğretim öğrencilerinin karaçarşaflı geçişleri, İstanbul’da Yûşa tepesindeki türbeye gezi düzenlenmesi, 23 Nisan törenlerini kendi amaçlarına araç kılmaları, kökü bir olan siyasetçilerin partileri ayrı olsa da birbirlerini desteklemeleri tehlikenin boyutuna kanıttır. Yeni bir lâiklik tanımı yani AKP lâikliği irticadan başka bir şey olamaz. Dünyada müslüman çoğunluklu ülkeler içinde islâmiyeti Türkiye’deki kadar özgür, mutlu yaşatanı yoktur. Lâiklikten kimse zarar görmemiştir. Ama unutulmaz acılar bırakan gericilik olayları çoktur. İstanbul Eyüp Belediyesi’nin okullara dağıttığı “Örtünmeyen günahkârdır” broşürde “Başörtüsü (sıkmabaş olacak) yasağı, islâmı hatırlatan her şeye düşmanlıktır” satırları nedir? Okulların Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılması da eğitimdeki yozlaşmanın belirtilerinden biridir. Lise son sınıfları eylemli biçimde ortadan kaldıran raporlu sınav hazırlığı nerden nereye gelindiğini göstermektedir.

Üzücü-düşündürücü

Üniversitelerde satırlı, bıçaklı saldırganlar asla milliyetçi olamaz. Olsa olsa maşa olurlar. Gericilere destek vermeyi dindarlık sayanlar dinden anlamayanlar, inanç sömürüsüne katılanlardır. Ümmetçilerin milliyetçi olması, yurt-vatan kavramını özümsemeleri ciddiye alınamaz.

“Ekonomik ve siyasal dönüşümün mimarlarından..” diye tanıtılıp anılan Turgut Özal’ın birçok olumsuzlukların kaynağı olduğu unutulmaktadır. Tıpkı demokrasiye kıyanların “demokrasi şehidi, gösterilmeleri gibi. Kanımca, Özal’ın el atıp da bozmadığı bir şey yoktur. Yinelemek sayılmazsa şunları belirtmek yeter sanıyorum: Kürt federasyonu, Anadolu Cumhuriyeti, yabancılara toprak satımı, Yüce Divan’ı kaldırma, ne olursa olsun özelleştirme, annesini tarikat şeyhinin yakınına gömdürme, Maliye Bakanını görevden alma, Genelkurmay Başkanlığı atamasına karışma, üç yıl eksik süresine karşın Anayasa Mahkemesi’ne YÖK’ün gösterdiği öğretim üyesini atama, bu geri çevrilince “Öyle birisini göndereceğim ki bin kere pişman olacaklar” demesi yanında “Kanımda kürt kanı var, Anayasa’yı bir kez delmekle bir şey olmaz, benim memurum işini bilir, ben zenginleri severim” sözleri ve askerî birliği şortla selâmlaması ve nice benzerleri. Telefon konuşmaları ve köşk yemekleriyle kimi medya ilgilileriyle ilişkileri.

Demokratik Toplum Partisi eşbaşkanı Ahmet Türk’ün “PKK ile DTP’nin tabanı ortak” sözü üzerinde önemle durulmalıdır. Kimi yetkili ve sorumluların sözden ileri gitmeyen tutumları, gerekenleri ne zaman yapacaklar sorusunu gündemde tutmaktadır.

Kitaplar

Aldıklarını bildirmeyen, teşekkür etmeyen ilgisizlerin yanında kitap gönderme inceliğiyle insanlıklarına beğeni duyulanlar da var. Ali Baransel’in Bıçak Sırtında, Bülent Akkurt’un Yerinde Yeller Esen Bab-ı Âli, Vural Savaş’ın Dip Dalgası, Erdal Sarızeybek’in Şemdinli’de Sınırı Aşmak, Mine Özman’ın Yaşandı mı Acaba?, Akın Beşiroğlu’nun Yenilenmiş Fikir Hukuku Dersleri adlı kitapları düşün dünyamızı zenginleştirmekte, zamanımızı süslemektedir. Yazarlarına teşekkürle okuyucularımıza salık veriyorum.

Milletvekillerinin kendilerine “kıyak” sayılan akçalı ekleri sağlama alışkanlığı halkın haklı tepkisini çekerken 19 Mayıs güneşinin aydınlığında esenlik özlemiyle.

http://www.turksolu.com.tr/106/ozgun106.htm


..