Gereksiz ve Sakıncalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gereksiz ve Sakıncalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2016 Salı

Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,





Gereksiz ve Sakıncalı Kalkışmalar,




Yekta Güngör Özden,
01.05.2006



Zamanın şaşırtıcı akışı değişmeden sürerken olaylar da olumlu ya da olumsuz birbirine eklenerek hızlanıyor. Seçim hazırlığını yoğunlaştıran iktidar birbirine ters uygulamalarla oylarını nasıl toplayacağını, kafasındaki düzeni gerçekleştirme olanaklarına nasıl kavuşacağını düşünüyor. Şimdiden Çankaya için yanıp tutuşanlar sayısal çoğunluğu kendi yanına çekmek çabasıyla olmadık ataklara kalkışıyor. Gerici medyanın varlığını borçlu olduğu lâik cumhuriyet karşıtlığı düşmanca tutumla giderek büyüyor. Korumasız bırakılan cumhuriyet siyasetçilerin atışmalarıyla biraz daha sarsılıyor.

Olanlar Türkiye’mize oluyor. Tarihin kanlı ve karanlık sayfalarını iyi okumayanlar, din savaşlarının, mezhep kavgalarının, tarikat oyunlarının yaşattığı acıları unutanlar, kişisel egemenliklerini herşeyin üstünde tutanlar demokratik değerlere sırtını çeviriyor, takiyyelerle, yalan-dolanlarla bir erdem olan cumhuriyeti, kurucularıyla birlikte karalıyor. Kişisel çıkarlarına ve aşağılık duygusuna yenik düşenler iktidar yalakalığıyla gerçekleri yadsıyıp halkı aldatıyor. Ödünler ve seçmen dalkavukluğuyla düşlerindeki günün geleceğini söyleyen karşıtlar, ellerine geçirdikleri yönetim gücüyle gözdağı verip karanlık çağrılarıyla zamanı dolduruyorlar.

Türkiye’nin iç durumunu yakından izleyen dış güçler bastırdıkça bastırıyor. ABD Dışişleri Bakanı Bn. Rice olası İran saldırısına destek arayışında bile PKK için gereken sözü veremiyor. İstihbarat yardımıyla sınırlı katkıları Irak Hükûmeti’nin kurulması bahanesiyle sözde kalıyor. Zaten, birlikleri kaydırma ve konuşlandırma haberleriyle yer değiştiren, kaçan, saklanan, halkın içinde yiten teröristler yarınlarda dinlenmiş olarak saldırabilecek rahatlığı bulmuşlardır.

Başbakan istese 23 Nisan törenine katılabilirdi. Özveri gerekmez miydi? Dayanma gücü hiç mi yoktu? Bir gün sonra nasıl ayaktaydı?

Uygulanan Sevr’dir

Tutumlarıyla Türkiye karşıtlıklarını açıklayan batılılar gereken tepkiyi görmediklerinden, cılız, hattâ sessiz kınamalara aldırış etmediklerinden her yola başvuruyorlar. Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus “Türkiye AB’den daha lâik” diyerek okşarken Fransa’da yeni ermeni anıtları dikilmekte, ABD Başkanı’nın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı” sözünü etmemesi başarı sayılarak ermeni olaylarına ilişkin sözü gözardı edilmekte, Fransa’nın “Ermeni soykırımının gerçekleşmediğini söyleyenlere ceza verilmesi”ni öngören yasa hazırlığı unutulmaktadır. Peygamber Muhammed Mustafa karikatürlerini basın özgürlüğü savunmasıyla uygun bulan Avrupa, Papa’nın çizgi filmlerini aykırı bularak büyük tepkiyle yasaklamıştır. Irak’taki Türkmenler türlü kötülüklerle, haksızlıklarla karşı karşıya iken, Kıbrıs’ta verilen sözler tutulmazken, Yunanistan Ege’de yeni oyunlar ve tuzaklar peşindeyken, ermeniler ve rumlar için ödünler Türkiye’den istenmekte ve beklenmektedir. İktidar hiçbir güçlü çıkış yapamamaktadır. Uluslararası ilişkilerde donukluk, zayıflık, çekingenlik, her istenileni yerine getirme, ödün verme olağanlaşmıştır. Yabancılar bir şey almaya geliyor, bizimkiler bir şeyler vermeye gidiyor. Çarpıklık açık.

Gereksiz kalkışmalar

Türkiye aydınlanmasına büyük katkısı olacak Köy Enstitülerinin 3803 no.lu yasayla 1910’da kurulup 1954’de tümüyle kapatılması unutulmaz bir geriye gidiştir. Tersine dönüşün başlangıcı 1950’lerde olanlar bugünleri hazırlamıştır. 80 yılda kendini güvenceye almamanın sancılarını çeken Türkiye Cumhuriyeti eğitimdeki boşluk ve bozukluğun sakıncalarını yaşamaktadır. TBMM Başkanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önem verdiği, cumhuriyetin beşiği olan ulusal egemenliği kutlama etkinliklerinde lâikliğin tanımını isteyebilmiş, Meclis-i Mebusan’la Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bir tutarak amaçladıkları düzen için cumhuriyeti değersiz gösterebilmiştir. Her şeyiyle yepyeni cumhuriyetin Osmanlı yönetimiyle, ümmet düzeniyle hiçbir ilgisi olmadığını, lâikliğin ne olması gerektiğini bilmesi gereken Başkan köktendinci bir düzene geçiş özlemiyle yeniden tanım istemekle yetinmemiş, uygulamalarla cezaevi ortamı yakınmasınada bulunmuştur. Bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin kaynağı; hukuksal, siyasal, ve ulusal birliğin dayanağı; insanlığın, eşitliğin, akılcılığın, bilimselliğin, dostluğun en güzel iklimi; dinlerin olduğu yerde bulunan, olmadığı yerde söz konusu olmayan lâiklikten kim ne zarar görmüş ki dinsel hiçbir zorunluluğu bulunmayan sıkmabaş için and içtikleri Anayasa’ya aykırı istemlerle ortaya çıkıyorlar. Yasamadaki çoğunluğu ülkede çoğunluk gibi göstermeleri de ayrı. Lâiklik din ve vicdana özgürlüğünün güvencesi, aklın özgürlüğü, devletin dinden bağımsızlığı olarak uygulanması ve çağdaş bir düzenin koşulu sayılması idi görüşleri bilinen kişiler yönetime gelebilir, partileri iktidara çıkabilir miydi?

23 Nisan 1920’nin 86. yıldönümünde siyasetçilerin söyleyip yazdıkları inandırıcı olmaktan uzaktır. “Atatürk’ün mirasını duyarlıkla uygun çağdaş eğitim seferberliği, Atatürk’ün mirasını duyarlıkla korumak” böyle mi olur? ABD devrimini anlamamış lâiklik paranoyası yazarlarla kolkola ancak safsata yapılır. Hukuktan, lâiklikten, akıl ve inançtan, bilim ve dinden, gerçek ve varsayımdan anlamayan Atatürk karşıtları toplumsal dinamizmi dine bağlıyor. Olanların ayırdına varmasına karşın katı bir gericilikle dindar çevrelerde çoğulculaşma, sekülerleşme yaşandığını ileri süren bilgiç (!)ler çıkıyor. Ulus devleti suçlayıp kişisel ve partisel aykırılıkları ona yükleyen aymazlar ve sapkınlar birbirine dayanıyor. Atatürk’ü yeterince anlamayanlar emperyalistlere övgüler diziyor. Hem komünizm hem kapitalizme karşı olan Kemalizm-Atatürkçülük mandacıları ürkütüyor. Yeni şeriatçıların çoğu eski komünist ve eski faşistler görülmektedir. devletin sosyal niteliği giderek yitirilmektedir. Millî eğitimin “millî” niteliği gibi. Bu gidişle “Millî savunma”nın başındaki sözcük de tehlike çizgisine yaklaşmaktadır. IMF’nin “Dünyanın Ekonomik Görünümü” raporunda Türkiye’nin giderek artan cari açığı için yapılan uyarı içimizdeki işbirlikçileri uyandıramamaktadır. “Ümmî”liği yeğleyenler, yurttaşlık bilinci ve onurundan yoksun olanlardır. Ulusal egemenliğe yaraşmayanlardır.

Toplumsal barışa, ulusal dayanışmaya en çok gereksinim duyulan günlerde sorumsuzluk örneği kalkışmalar, konuşmalar, yazılar ve görsel yayınlar asla bağışlanamaz. Çorlu’da ilköğretim öğrencilerinin karaçarşaflı geçişleri, İstanbul’da Yûşa tepesindeki türbeye gezi düzenlenmesi, 23 Nisan törenlerini kendi amaçlarına araç kılmaları, kökü bir olan siyasetçilerin partileri ayrı olsa da birbirlerini desteklemeleri tehlikenin boyutuna kanıttır. Yeni bir lâiklik tanımı yani AKP lâikliği irticadan başka bir şey olamaz. Dünyada müslüman çoğunluklu ülkeler içinde islâmiyeti Türkiye’deki kadar özgür, mutlu yaşatanı yoktur. Lâiklikten kimse zarar görmemiştir. Ama unutulmaz acılar bırakan gericilik olayları çoktur. İstanbul Eyüp Belediyesi’nin okullara dağıttığı “Örtünmeyen günahkârdır” broşürde “Başörtüsü (sıkmabaş olacak) yasağı, islâmı hatırlatan her şeye düşmanlıktır” satırları nedir? Okulların Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılması da eğitimdeki yozlaşmanın belirtilerinden biridir. Lise son sınıfları eylemli biçimde ortadan kaldıran raporlu sınav hazırlığı nerden nereye gelindiğini göstermektedir.

Üzücü-düşündürücü

Üniversitelerde satırlı, bıçaklı saldırganlar asla milliyetçi olamaz. Olsa olsa maşa olurlar. Gericilere destek vermeyi dindarlık sayanlar dinden anlamayanlar, inanç sömürüsüne katılanlardır. Ümmetçilerin milliyetçi olması, yurt-vatan kavramını özümsemeleri ciddiye alınamaz.

“Ekonomik ve siyasal dönüşümün mimarlarından..” diye tanıtılıp anılan Turgut Özal’ın birçok olumsuzlukların kaynağı olduğu unutulmaktadır. Tıpkı demokrasiye kıyanların “demokrasi şehidi, gösterilmeleri gibi. Kanımca, Özal’ın el atıp da bozmadığı bir şey yoktur. Yinelemek sayılmazsa şunları belirtmek yeter sanıyorum: Kürt federasyonu, Anadolu Cumhuriyeti, yabancılara toprak satımı, Yüce Divan’ı kaldırma, ne olursa olsun özelleştirme, annesini tarikat şeyhinin yakınına gömdürme, Maliye Bakanını görevden alma, Genelkurmay Başkanlığı atamasına karışma, üç yıl eksik süresine karşın Anayasa Mahkemesi’ne YÖK’ün gösterdiği öğretim üyesini atama, bu geri çevrilince “Öyle birisini göndereceğim ki bin kere pişman olacaklar” demesi yanında “Kanımda kürt kanı var, Anayasa’yı bir kez delmekle bir şey olmaz, benim memurum işini bilir, ben zenginleri severim” sözleri ve askerî birliği şortla selâmlaması ve nice benzerleri. Telefon konuşmaları ve köşk yemekleriyle kimi medya ilgilileriyle ilişkileri.

Demokratik Toplum Partisi eşbaşkanı Ahmet Türk’ün “PKK ile DTP’nin tabanı ortak” sözü üzerinde önemle durulmalıdır. Kimi yetkili ve sorumluların sözden ileri gitmeyen tutumları, gerekenleri ne zaman yapacaklar sorusunu gündemde tutmaktadır.

Kitaplar

Aldıklarını bildirmeyen, teşekkür etmeyen ilgisizlerin yanında kitap gönderme inceliğiyle insanlıklarına beğeni duyulanlar da var. Ali Baransel’in Bıçak Sırtında, Bülent Akkurt’un Yerinde Yeller Esen Bab-ı Âli, Vural Savaş’ın Dip Dalgası, Erdal Sarızeybek’in Şemdinli’de Sınırı Aşmak, Mine Özman’ın Yaşandı mı Acaba?, Akın Beşiroğlu’nun Yenilenmiş Fikir Hukuku Dersleri adlı kitapları düşün dünyamızı zenginleştirmekte, zamanımızı süslemektedir. Yazarlarına teşekkürle okuyucularımıza salık veriyorum.

Milletvekillerinin kendilerine “kıyak” sayılan akçalı ekleri sağlama alışkanlığı halkın haklı tepkisini çekerken 19 Mayıs güneşinin aydınlığında esenlik özlemiyle.

http://www.turksolu.com.tr/106/ozgun106.htm


..