25 Ocak 2016 Pazartesi

Umudun Anahtarı




Umudun Anahtarı





Yekta Güngör Özden
10.07.2006


Dünya aykırılıklar ve bozukluklarla çalkalanıyor. Bağımsızlık ve özgürlük için canlarını adayarak uğraş veren toplumlar yabancı güçlerin pençesinde kıvranıyor. Kan gölüne dönen ülkelerde aydınlık ve esenlikten yoksun insanlar savaşa, hastalıklara, açlığa karşı direniyor. Emperyalist güçler kendi çıkarları için sıraladıkları yalanlarla herkesi oyalayıp kandırmakta, tantanalı tutumlarını hiçbir çekinme duymadan sürdürmektedir. Siyasetin çirkin yüzü, insan hakları ve demokrasi sömürüsüyle vahşetini dayatmaktadır. Barışın özlenen aydınlığı tüm insanlığı kucaklamadıkça yakınmaların bitmesi olanaksızdır. Güçlerine güvenen devletlerin baskıcı davranışları umutları tüketmektedir. Oysa, uygarlığın güncel olanaklarıyla her ülkenin donatılması güç olsa bile insanların yaşama hakkına saygının kökleşmesi sağlanabilir. Kendi tutkularının esiri olan liderlerin, saldırganlığı geçerli sayan anlayış bozuklukları karanlığı artırmakta savunma zorunluluğuyla toplumları çatışma ortamına sürüklemektedir. Türkiye Cumhuriyeti barışla geçen yılların değerini bilmeyen yönetimlerin tutarsızlığı nedeniyle dış ilişkilerde yaraşır olduğu konumdan uzaktadır. Günlük siyasal amaçlarla giderek zayıflayan dış ilişkiler, içerdeki köktendinci açılımlar yüzünden iyice sarsıntı geçirmektedir. Samsun’da katolik kilisesi rahibi Pierre Burinissen’in bıçaklı saldırıya uğraması dinsel bağımlılığı belirgin kimi batı ülkelerine AB üyeliğine karşıtlıkları konusunda yeni bahane verdi. Dinsel amaçlı saldırıları kabûl etmemekte direnen iktidar, irtica kalkışmalarını yüreklendirmektedir. Af yasalarına güvenen suçlular duraksamadan eyleme girişebilmektedir.

Dış ilişkilerin son dönemeci, ABD ile imzalanan Ortak Vizyon Belgesi’dir. PKK için bir iki cılız sözü içeren metin, Türkiye yönünden önemli bir dayanak gibi sunulmaktadır. ABD’nin etkinliğini pekiştirmekten ötede perçinleyen belge, Ortadoğu açılımlarında Türkiye’nin yükünü ağırlaştırmakta, yararı kuşkulu lâstikli sözcüklerle ABD bağımlılığı yoğunlaşmaktadır. İktidarın geleceği için ABD desteği zorunlu sayıldığından, ABD’ne yaranmak için her önerileri benimsenmekte, sakıncaları gözardı edilerek uzatılan metin imzalanmaktadır. PKK ve Kerkük konuları bir ölçü olarak yakında gerçeği ortaya koyacaktır.

Hamas’lı Halid Meşal’in Ankara ziyaretini düzenleyen Ahmet Davutoğlu’nun son olanlar nedeniyle Şam’a gönderilmesi, Esad’la görüşmelerine Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi’nin alınmaması, İsrail’le ilişkilerde kuşku yaratan yanlışlıklardır.

İsrail’in saldırıları tepki toplarken, Filistinlilerin kaçırdığı bir onbaşıya karşılık tutuklanıp götürülenler Türkiye için bir örnek oluşturmalıdır. Generallerin, değişik rütbedeki seçkin subayların, erbaşların, erlerin şehit edilmelerinde düzenlenen cenaze törenleriyle yurttaşların yinelediği sloganlar dışında caydırıcı, etkin bir girişim olmaması düşündürücüdür. İktidarın içindeki bağımsızlık, vatan, ulus kavramlarını önemsemeyen, dincilikten başka amacı olmayan kimselerin varlığı Türkiye’yi tutuk bırakmakta, siyasal irade yoksunluğu savunmayı bile olumsuz etkilemektedir. Devletin onuru her şeyin üstündedir. Askerlerimizin başına çuval geçirilmesinden PKK’nın hain saldırılarına değin yaşanan ağır ve acı olaylar gözetildiğinde İsrail’in onbaşısı için yaptıklarını karalamakta güçlük duyulmakta, tersine yerindeliği vurgulanmaktadır.

Dış güçlerin Türkiye oyunları değişik ortamlarda sürmektedir. Trabzon’daki rahip cinayeti, Samsun’daki rahip bıçaklanması Vatikan’ın da “Türkiye AB’ye alınmasın” tepkisini çekti. Papalık, Kardinal Walter Kasper ağzıyla dişlerini gösterdi. Tüm Ermeniler Başpatriği II. Karekin ülkemize geldi. Rum Ortodoks patriği Bartholomeos bir toplantıda gözlerimizin içine baka baka “ekümenlikten vazgeçmeyeceklerini” İstanbul’da yineledi (30/06/2006).

Fransa’nın başvuruyu incelememesini Sözleşmeye aykırı bulmakla birlikte terörist Çakal Carlos’un 1994-2002 yıllarında tecrit hücresinde tutulmasını uygun gören AİHM yakında Türkiye’nin milletvekili seçimlerinde %10 ülke barajını görüşecek. Bu konudaki istemi önce reddeden mahkemenin bu kez duruşma günü vermesi düşündürücüdür. Çevre barajını Anayasa Mahkemesi kaldırmıştı (1995).

AB, görüşmelerde Gümrük Birliği bölümünü erteledi.

Irak Başbakanı verdiği sözleri yerine getirebilir mi? Türkiye’nin uyarıları ve önerileri bu sorunun alınacak yanıtıyla önem kazanacaktır.

Durumlar ve tutumlar

Köktendincilerin belirgin amaçlı saldırılarını başkalarının üzerine yıkarak kendi dinciliklerine yönelik eleştirilerden kurtulmak isteyen iktidarla yandaşlarının ortaya attıkları komplolar tutmadı. Durum yeterince aydınlanmadı. Dinci saldırıları, saplantılı ve sapkın gericileri güçlü biçimde kınayamayan iktidar, atamalarla gerici kadrolaşmayı yaygınlaştırıp hızlandırma çabalarını sürdürmektedir.

AİHM’nin alevî yurttaşların başvurularına ilişkin yargısı iktidarın tepkisini almıştır. Millî Eğitim Bakanlığı kesiminin “Müslüman olmadığını bildiren din dersine girmesin” önerisini devlet ciddiyeti, lâik devlet anlayışı, yansızlık ve mantıkla bağdaştırmak olanaksızdır. Bu öneri, uygulamanın sünnî mezhep ağırlıklı olduğunun, din kültürü ve ahlâk bilgisiyle sınırlı kalmadığının da itirafı anlamındadır. Bu iktidarın dincilikten başka önem verdiği kavram, kurum ve değer olmadığı her gün daha iyi anlaşılmaktadır.

Başbakanın değişmediğini, değişemeyeceğini yazmıştık. Kendisi de bunu açıkladı. Bu da takiyyenin doğrulanmasıdır.

Ekonomik krizin sonbaharda kendisini daha iyi duyuracağı anlaşılmaktadır. Zam yağmuru, artan fiyatlar, hastahanelerin içine düşürüldüğü güçlükleri belgeleyen Maliye Bakanlığı Tebliği (Resmî Gazete, 1 Temmuz 2006), sıcak paraya yenilen iktidarın yabancılara ayrıcalık tanıyan, yurttaşlarından esirgediği indirimlerle yabancı sermaye yakarışı ilgi çekmektedir. Dış borçları artıran, kimi dışsatımcıyı sevindiren dolar kurundaki artış açıkları ve yitikleri büyütmüştür. Çalışanların ve emeklilerin güçlüğü de ağırlaşmıştır. Faizin inişini de binişini de alkışlayanlara kimse inanamaz.

Emperyalist dayatmaların sonucu yaşanan özelleştirmelerin sakıncası elektrik kısıntılarına uzanan tepki uygulamalarıyla iyice açığa çıkmıştır. Bankaların yarıya yakını yabancıların denetimine geçmiş, stratejik önemi yadsınamaz kuruluşların geleceği korkutmaya başlamıştır.

AB Komiseri Kreşmer, Şemdinli dâvasına ilişkin Van kararına dayanarak silâhlı kuvvetlere yönelik beklentisini kışkırtma biçiminde, çekinmeden açıkladı. Eski terörist, Filistin yetiştirmesi sözde yazarlar da komutanların yargılanmasını isteyecek ölçüde yüzsüzlüklerini ve terbiyesizliklerini eklediler. İktidara yaranmak için ne yapacaklarını şaşıranlar gün geçtikçe artmaktadır. Sıkmabaşla bohçabaşın, çuval giysilerin artması gibi. Gerici yayınlar da böyle. İktidar göz yummasa irtica yayınları hiçbir kural tanımadan yapılabilir mi? Akıl değil, inanç öne çıkarılıyor. Diyarbakır müftülüğü 1200 Kur’an kursu daha açıyor. Cami ve mescit sayısı da en çok Türkiye’de.

Önceki yazımda “Ummuyorum” sözcüğünün yanlışlıkla “Umuyorum” olarak dizilmesiyle gündeme getirdiğim partilerarası görüşmeler için kestirmemiz doğru çıktı. Dağ, fare bile doğurmadı. Hiçbir şey olmadı. Kalkışma yanlıştı, yöntem yanlıştı, amaç yetersizdi, rolleri yanlış kişiler yüklenmişti. İttifak, birleşmeyle bağdaşmazdı. Yasal olanaklar sınırlıydı. Kuşku ve kuruntu birbirine karışmıştı. Gerçekçilik ve yapıcılık yoktu, bencillik egemendi. Siyasal partiler düzeni düzelmeden, Türkiye siyaseti düzelemez. Umudun anahtarı yurttaşların elindedir. Seçimlere katılıp oyu kullanmanın başlıca görev olduğu bilinci yerleşmedikçe, ayrılıklardan dönülüp birleşme ve en az kötü olanda yoğunlaşıp oradaki anlayış ve yöntem ile sahipleri uzaklaştırılmadıkça, partiler kendilerini değil, ülkeyi düşünmedikçe karanlıktan ve kargaşadan kurtulmak güçtür. Anlaşmak için anlayışlı olmak gerekir.

Karanlık Köşeler

Medyanın durumu ortada. Büyük kesimi ulusal değerlere sırt çeviriyor. Hukuk yandaşları, hukuk karşıtlarından az. PKK yandaşları PKK karşıtlarından çok. Kürtçü, şeriatçı, ırkçı-faşist, eski tüfek birlikteliği ve dayanışması giderek koyulaşıyor. Türk aydını karanlık üretmekte birebir. Konuşmuyor, tartışmıyor, incelemiyor, çalışmıyor, karşılaştırmıyor, işin kolayına kaçıp tembellik ediyor. Bu da yetmiyormuş gibi kavgayı, abartıyı, çıkarı, saldırıyı yeğliyor. Aşağılık duygularını bastıramayanlar herkesi ve herşeyi suçluyor, kendini dışarda ve yukarda görüyor. Sanki bunlardan akıllısı, yurtseveri, bunlardan demokratı ve ilericisi, bunlardan ulusalcısı ve solcusu yokmuş gibi. Tıpkı inanç sömürücüleri gibi bağnazlığa düşüyorlar.

İnönü’ye ve Şevket Süreyya Aydemir’e çatan uçuk-kaçık şeriatçılar cirit atıyor. Ahmakça ve aptalca tutumlar olağan karşılanıyor. Basın Bayramı’nın yaklaştığı günlerde sorumluluk duygusundan yoksun olanların tutarsızlıkları izleniyor. Lâiklik paranoyasına yakalandığı için irticayı tehlike saymayan, kötü uygulamaları görmesine karşın özelleştirmeleri övüp Atatürkçülüğün ekonomi anlayışını “Atatürkçülükte ekonomi” diye çarpıtıp saptıran, özgürlükleri sömürerek soygunları, hortumları, laçkalıkları, pislikleri “liberal açılım” nitelemesiyle savunan, bilgi ve meslek ahlâkı yoksunu, eski faşist, yeni şeriatçı iktidar şakşakçıları yalanlarıyla sırıtıyor.

Emeklilik öncesi etkin kat ve kurullarda suspus kalanlar, şimdilerde konuşup yazarak açıkladıkları görüşlerini zamanında gündeme getirselerdi belki bir aykırılık ve sakıncayı önlemeye yardımcı olurlardı. 12 Eylûl’ü alkışlayanların şimdi karşı oldukları yalanına kim inanır? Yeşil renge sığınan, yeşili dinsel ilgi sayan kafalardan ülkeye yarar gelir mi?

Fethullah Gülen olayı yargının elatmasıyla çözümlenmelidir. Gerçekler doyurucu biçimde ortaya çıkarılmalıdır. Olanaklarını, Ahmet Hakan’ın bile sözünü ettiği trilyonların kaynaklarını (Hürriyet, 29/6/2006), değirmenin suyunu devlet saptamalıdır. Yandaşlarının her organa, her yere sızdığı, yerleştiği yakınması duyarlıkla ele alınmalıdır. Ona dokundurtmayan, ona övgüler dizen, ondan medet uman, lâik hukuk devletine yakışmayan şeyhlik ve tarikat liderliği yapısına katkı veren yetkililer, sorumlular, görevliler utanmalıdır.

Kimi aydın geçinen, aydın sanılanlar “Resmî tarih” suçlamalarıyla “Gayrı resmî tarih”leri meşrûlaştırmaktadır. Kim tarih yazmış da engel olunmuş? Eksik yazılan, ayrıntılara girmeyen bölümler nedeniyle suçlama yanlıştır. Devlet neyi resmî tarih olarak dayatmıştır? Okullarda okutulanlar zamanın olanakları ölçüsünde verilen bilgilerdir. Cumhuriyeti ve kurucularını suçlamak için ölçüyü kaçıranlar neler yazdıklarını bilmez durumdadır.

Tuhaflıklar vitrinine dönüştürülmek istenen Türkiyemize yazık oluyor. Çocuklara konulan kürtçe adlar, yabancı sözcüklü tabelalar, ermeni, rum, kürt, arap yandaşlığı aldı başını gidiyor. Türklüğü ve Türkleri kötüleme ve suçlamalar, yakıştırmalar, yalanlar sınır tanımıyor. Lâikliğe ve Atatürk’le arkadaşlarına saldırı, uydurma olaylar, kurgular, saygısızlık, toplumsal doku bozukluğunun belirtileridir. Yaralama, öldürme, soygun ayrı. Piknik ve sigara ateşiyle orman yangınları birbirini izliyor. Başıbozukluk aldı yürüdü. İstanbul’da düzenlenen “Birarada Yaşamı Savunalım Mitingi”nde “Türk’üm” demekten kaçınanlar “Türkiyeliyim” yazılı tişörtlerle yürüdü. Başka bağımlılıklarını açıklamaktan çekinmeyenler, Türk olduklarını söyleyemediler. Yurttaşlık bilinci taşımayanlar bu yurdun hangi değerini koruyabilirler?

1 Temmuz’da kutlanan Kabotaj Bayramı gelecek yıl Denizcilik Bayramı olarak kutlanacak. Atatürk’ün Kabotaj Yasası’nın 5. maddesine “…cüret edecek yabancı gemiler…” sözlerini yazması günümüz yöneticilerine örnek olmalıdır.

2 Temmuz 1993 Sivas kıyımının yıldönümünde yüreklerimiz o günün acısını yeniden duydu. Suçluların yasal indirimlerden yararlanma başvuruları kimler olduğunu, neler yaptıklarını, nasıl korunduklarını ortaya koymakta, dincilerin zararlarını ve geleceğe yönelik çabalarını açıklamaktadır.

Yargıçlar ve Savcılar Birliği ” adıyla yeni bir kurumlaşma hukuk alanı için güçlü bir dayanak oluşturabilir. Ancak, yargıçlar ve savcılarla birlikte avukatları, noterleri, öğretim üyelerini, tüm hukukçuları çatısı altında toplayan “ Türk Hukukçular Birliği ” yönetimini ele alıp orada yoğunlaşmak, birleşmek, bütünleşmek, kaynaşmak, çoğalmak ve güçlenmek varken yeni bir yapılanmaya gidilmesi zaman ve emek yitimi, bir değişik bölünme ve ayrılık değil midir?

Umut ışığı

Kişisel amaçlar, ideolojik saplantılar, siyasal yandaşlıklar, aşağılık duyguları, çıkar güdüleri, gösteriş, unvan tutkuları kuruluşları yıpratan ve yıkan sakıncalı tutum ve davranışların başlıcalarıdır. Bağımsızlığı sözde bırakan, bir partinin kanatları altına girme görünümü veren girişimler kuruluşları ilgisiz ve etkisiz bırakan yaklaşımlardır. Hukuk tanımazlık, disiplinsizlik, başına buyrukluk, gençleşmeye ve yenilenmeye direnme, kuruluşu özel işletmesiymiş gibi ve de siyasete atlama tahtası olarak kullanma, yöneticilerin kimilerinin kurtulamadığı hastalıktır. İlkelerde birlikteliğin yuvası olan derneklerde birbirini kıyasıya kötüleyen üyelerin varlığı, değerbilmezlik ve sahteciliğe varan genel kurul oyunları, oralarda bulunmayı gereksiz kılan, kınanacak durumlardır. Battı ve bitti durumuna gelen kuruluşlarda görev alarak düzey kazandırmak özveri gerektirmektedir. 

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin son olağan genel kurulundaki seçimler sonucunda göreve gelen yeni Genel Başkan ve yakın çalışma arkadaşları umut ışığı olarak karşılanmıştır. Derneği içine düştüğü çıkmazlardan, yaşanan olumsuzluklardan kurtarmak olanağı gerçek Atatürkçüleri sevindirmiştir. Önceki çelişki ve aykırılıklarla kötülüklerin yinelenmeyeceği inancı, kişiliklerine duyulan güven, katkı, destek ve yardıma özendirmektedir. Hiçbir unvan, görev adı, sıfat, yeni bir bağ beklemeden ve almadan üyelik gereklerini yerine getirmekte herkes yarışmalıdır. Tüzük değişikliği ve yapı yenilenmesiyle adına ve onuruna yaraşır duruma getirilecek dernek, içtenlikli üyelerini ve yandaşlarını mutlu kılacak, gönendirecektir. Göreve gelenleri kutluyor, başarılar diliyoruz.

Ayrılıkçı Kürtçülerin PKK ilişkilerini yansıtan “Demokratik siyasal mücadele ile halk arasına mesafe konulamaz. PKK’yı dışlayan barış süreci olamaz” sözlerinin kovuşturulmasıyla Osman Baydemir hakkında kamu davaları açılması, yeterli uyarı olabilir umudu yaratmıştır. Eveleyip geveleyerek ayrı devlet isteklerini söylemekten şimdilik çekinenlerin dolaylı sözleri, bölücülüğü tüm çıplaklığıyla gündeme getirmektedir. Ne var ki iktidar, gereken işlemleri etkin biçimde yapmaya yakın durmamaktadır. Seçim hazırlıkları daha ne gibi ödünler getirecek, çıkar muslukları kimlere nasıl ve ne kadar açılacak yaşadıkça göreceğiz.

Kitaplar

İleri Yayınları’nın tümüyle Prof. Dr. Zafer Gören’in “Anayasa Hukuku” (Seçkin Yayınları), emekli diplomat Alparslan Yücesoy’un “Bir Baştan Bir Sona Kıbrıs Romanı”(Doğan Kitap)nı okuyucularımıza salık veriyorum.

http://www.turksolu.com.tr/111/ozden111.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder