25 Ocak 2016 Pazartesi

Toplumsal duyarlık…




Toplumsal duyarlık…














Yekta Güngör Özden 

Düşünmekten kendimi alamıyorum: Değişmeler olumlu mu, olumsuz mu? Gençlerin tutum ve davranışlarından TV izlencelerine, gazetecilerin yazdıklarından siyasetçilerin düzeylerine değin kişisel ve kurumsal her alanı gözden geçirince neler kazanıp neler yitirdiğimiz daha iyi anlaşılıyor. Toplumsal barışı güçlendirecek, sorunlarımızın çözümlenmesinde etkisine gereksinim duyulacak en değerli öğe toplumsal duyarlıktır. Özbenliği, özseverliği aşan ölçüsüz kendini düşünmek bencilliktir. İnsanımız giderek çıkarına daha düşkün duruma geldi. Parasal yönden olduğu kadar kendini öne çıkarma, yararlanma, ün ve san sağlama, bir yerlere gelme, yükselme gibi güdülerine tutsak duruma düştü. Bir yurttaşımızın karşılaştığı olumsuzlukla ilgilenmek insanlık gereği olmasına karşın kendisine dokunulmadıkça kimse ilgilenmiyor. Toplumu etkilemekle birlikte kendine doğrudan yönelik değilse aykırılık ya da saldırı olsun çok kimse umursamıyor. Üstelik uyarıcı olması gereken kimi oluşumlara karşın. Örneğin, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez Savaşı’na katılma görüşüne karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın görevi bırakması kimseyi uyandırmadı. AKP iktidara gelince Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı’nın ayrılmaları kimseye bir şey anlatmadı. Duyarlığını yitiren bireyler gibi toplum da tepki göstermezse sakıncaların ve kötülüklerin önünü almanın olanağı yoktur. Tüpraş önceki Genel Müdürlerinden Dr. M. Kemal Işık karşılaştığı bir olay nedeniyle hukuk savaşımı veriyor, kitap yazıyor, anlatıyor, medyamıza bakınız, nelere yer veriliyor ama bu tür uğraşları halkın gözünden kaçırıyor. TESK’e ve Genel Başkanı Derviş Günday’a karşı iktidarın saldırı nitelikli çabaları gereken tepkiyi görmüyor. Başkalarına yapılan kötülüklere ilgisiz kalanlar yarın kötülüklerle karşılaştıklarında başvuracak, dayanacak, yardım isteyecek hiçbir şey bulamazlar. 3 Temmuz 1984 günlü Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasında yayımlanan “En Tehlikeli Toplumsal Hastalık: Umursamazlık” başlıklı yazımı anımsadım. Duyarlık, öncelikle bir kişilik, eğitim, uygarlık sorunudur.
Açlıkla, hastalıklarla, savaşla, suçlarla ne ölçüde ilgileniyor ki kadınlarımızın yaşamlarıyla, yaşadıklarıyla, haklarıyla ilgilenilsin? Yasama organlarındaki kadın temsilci sayısına, öbür ülkelerle karşılaştırarak, başlangıçtan bugüne eğildiğimizde mutluluk duyabiliyor muyuz? Son altı yılda 1129 töre cinayetine karşın toplumsal ve hukuksal hangi önlem alındı? Berdel, başlık parası, kan dâvaları için ne yapılıyor? Aşiret-tarikat düğümleri çözülebiliyor mu? Feodal yapı, şeyhlik, reislik sürmüyor mu? Köklü bir önlem alındığını, alınacağını söylemek güçtür.

Yanlışlıklar

İktidar, Cumhurbaşkanının bir kez daha görüşülmek üzere yasama organına geri gönderdiği yasaları düzeltecek yerde direnme yolunu yeğliyor. Oysa, hukuksallaşma yönünde kendisine bir olanak, bir fırsat tanınmış oluyor.

Öteden beri sözünü ettiğimiz seçim muslukları açılıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için “sürpriz”den sözeden yazgıcı kesim anlamadığı görülen Anayasa kurallarını işine geldiği gibi yorumlayarak kaosa yol açıyor.

23 Nisan’da toplanacak 4. Türkiye Öğrenci Meclisi’ne yine yaşlı bir imam hatip öğrencisi seçiliyor.

Her organı, her birimi ele geçirmek, amaçladığı düzeni bir an önce olmasa bile mutlaka gerçekleştirmek isteyen iktidar, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçimi engellemekten ötede önlemeye çalışıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin bu sorunu aşmaları bekleniyor.

Bu yöndeki olumsuz çabaları yetmiyormuş gibi yargı bağımsızlığına tümüyle aykırılık oluşturan bir yapı peşinde koşan iktidar, yargıç ve savcıları zorunlu üyelikle siyasal sayılacak bir yapı altında toplamak, YARSAV’ı güçsüz ve geçersiz kılmak istiyor. Olacak şey değil.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü yine sıkmabaş mesajlarıyla geçti. TBMM dinleyici bölümüne şapkalı kadınların alınmayıp sıkmabaşlıların doldurulması nerelere götürülmek istendiğimizin kanıtlarından biridir.

Ümmetçi siyasal partiyi milliyetçi gösteren sormacalar yayımlanıyor. Bu etkileme büyük bir dayatma, büyük bir yanılgıdır. Bir kez bizim için gerçek milliyetçilik, çağdaş milliyetçilik olan Atatürk milliyetçiliğidir. Atatürk milliyetçiliğinden söz etmeyip, ırkçı eğilimlere, özendirici söylemlere, kimi ilkel özentilere bakıp “yıkıcı şoven milliyetçiliği-militarizm...” ya da “bölücü milliyetçilik” sözlerini kullanmak çok yanlış. Bu durumları milliyetçilik kapsamında göstermeden, milliyetçilikle birlikte anmadan eleştirip kınamak gerekir. Atatürk milliyetçiliği bu sakıncalı eğilimlerin hiçbirisiyle bağdaşmaz. Bunlar milliyetçilik değil, tutuculuk, hattâ gericiliktir. “Halklar” sözü ulus yapısı içinde “kardeşler” sözüyle anılarak yumuşatılmaya çalışılan bir bölücülüğü yansıtıyor. Gerçek temiz anlamından soyutlanıp bir ayrılıkçı vurgulama aracı oluyor. Yurttaşlık ve ulus kavramları yeğlenmiyor, itiliyor. Ümmetçiler zaten bu onurlu kavramları benimsemiyor, kürtçülere, ermenicilere, azınlıkçılara, neoliberallere benimsetmek de güç.

Milliyetçilik düşmanlığı dışlar. Örneğin, Almanların, İngilizlerin, Amerikalıların, Yunanlıların, Arapların, Fransızların, İsveçlilerin, Danimarkalıların vs. karşısındayım. Tutumlarına katılmıyorum, kınıyorum ama asla düşmanları değilim. Kişiliğime yönelik terbiyesizlikleri, saldırıları belirgin onursuz, soysuz, ahlâksız, ilkel, sapık ve sapkın kimseleri kınarım, eleştiririm, paylarım, yaptırımlarla hukuk içinde karşılanmalarını isterim ama asla düşmanlık gütmem, yıkılmalarını, yok olmalarını düşünmem. Kürtlere değil, Kürtçülüğe; Ermenilere değil, Ermenicilere, Rumlara değil, Rumculuğa karşıyım. İnanca değil, din sahtekârlarına karşıyım. Sahte Atatürkçülere karşıyım. Türlü ve değişik milliyetçilik olmaz. Kimilerinin milliyetçiliği yanlış algılaması, yanlış yorumlaması, milliyetçiliğin yükselmesini sakıncalı göstermesi, milliyetçiliğin değerini ve önemini azaltmaz, anlamını ve niteliğini bozmaz. Milliyetçilik, milliyetçiliktir. Bilmeyen öğrenmelidir. Atatürk ilkelerinden biridir. Milliyetçiliğimizi “ırkçılık-turancılık, Türk-İslâm sentezi, Türk-Kürt sentezi, Kürt-İslâm sentezi” gibi bozukluklarla birlikte göstermek yabancılaşan karşıtların oyunudur.

Nerden nereye

Atatürk ilkelerini, lâikliği, demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini, yargı bağımsızlığını, hukuk devletini, gençliği, bilimselliği savunup eleştiri ve önerilerimle çağdaşlık koşusunu vurguladığım zaman beni “çok konuşmakla” suçlayanlardan kimileri şimdilerde “alışılmışın dışına çıkmak”tan söz ediyor. Yazarlar da “hukuku görmek” istiyor. Geçmişi unutmak ne kadar kolay, biraz da anımsasalar ya.

Yine ABD

ABD, İran’ın Irak sınırları içinde operasyon yapmasına, Kerkük’ün Kürtlerle doldurulmasına, PKK’nın Türkiye’ye saldırılarına bir şey demiyor, Türkiye’nin PKK saldırılarını önleme operasyonunu istemediğini söyleyip karşı çıkıyor. Kendi işgâlini unutuyor. Sen Irak mısın? Irak senin mi? Sınır ve toprak senin malın mı? Türkiye senin yaptıklarını yapmayacak, işgâl etmeyecek, mikropları temizleyecek.

Fazlası zarar

Ankara’da protokol için cami yaptırılacakmış. Çok yönden sakıncalı dinsel sömürü örneği sayılır.

Toplumsal Duyarlık


Değişken ve hızlı geçişinin verdiği kanıksama mıdır, nedir olaylar karşısında duyarsız ve tepkisiz kalıştan yakınılmaktadır. Toplumsal belleğin kişisel bellekler gibi unutma özürlü olması düşünülemeyeceğinden durgunluk, suskunluk ve ilgisizlik eleştirilmektedir. Gününü gün etme, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı, adam sendecilik giderek yaygınlaşma üzüntüsünü verirken Gezi Parkı olaylarının yurda yayılması umut ışığı olarak algılanmıştır. Ancak, bu yeterli değildir.
Hakkını kullanmak, özgürlüğünü yaşamak her insanın en doğal yaşam kazanımıdır. Kendine karşı yapılmasını istemediklerini başkalarına karşı yapmamak, başkalarının uğradığı haksızlık ve kötülüklerin kendine ulaşmaması için çaba göstermek, uygar ve nitelikli insanın özelliğidir. Demokrasinin gerçek güvencesi de budur.
İnsanı tanımayan, okumayan, izlemeyen, aldırışsız, halk diliyle “Etliye sütlüye karışmayan, kokmaz- bulaşmaz”, bencil kişilerin toplumsal barış, dayanışma, uyum uzlaşma ve birlikte yaşama gerekleriyle yararlarından yoksun olması kaçınılmazdır. Olayları ve durumları amaç, anlam ve nitelikleriyle kavrayıp değerlendirerek ilgilenmek duyarlıktır. Bilinci oluşturan ve dokuyan da bu yaklaşımdır. Bireyler duyarlı olmazsa hiçbir özlem gerçekleşmez. AKP döneminde Müsteşar, Diyanet İşleri Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları istifa etti. Algılandı mı? Toplum tepki verdi, değerlendirdi mi? Yargı kararları genelde nasıl karşılandı?
Sorunlarla ilgilenmek, çözümlerine katkıda bulunmak yaşam biçimine ve düzenine aykırı değildir. Yurttaşlık bilincinin gereği ve uygar kişiliğin koşuludur. Varlıklıların çoğu toplum içinde ama toplumcu değildir. Gösterişli, abartılı, eski dille “debdebeli ve şâşâalı” yaşantı kişisel çıkıştan öteye geçemez. Vergi vermekle övünmek de toplumsal görevleri yerine getirmenin tek kanıtı olamaz. İktidara yaranma çabasıyla kendi insanlarının sorunlarıyla ilgilenmeyen, dudak büküp sırtını dönen, hastalara, kimsesizlere, yoksullara, haksızlığa uğrayanlara karşı ilgisiz kalan, eleştiriden, öneriden, yardım, destek ve katkıdan uzak kalan kimsenin kendini savunması boştur. Toplumun duyarlı olmadığı yerde demokrasi olamaz.
Ulusal yaşam aydınlığı bir kesim için değil herkes için varsa değerli, hattâ kutsaldır. 

Güne Uygun bir Alıntı ;


(Büyük Saatli Maarif Takvimi, 19/7/2013): Allah’ın hoşlanmadığı insan, düşmanlıkta ileri gidip fazla şiddet gösteren kimsedir. -Hazreti Muhammed.



http://www.turksolu.com.tr/131/ozden131.htm



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder