25 Ocak 2016 Pazartesi

Siyasal ve Ekonomik Çalkantı



Siyasal ve Ekonomik Çalkantı


Yekta Güngör Özden,
26.06.2006



Hava koşullarındaki mevsimsiz değişiklikler siyasal yaşamda da izleniyor. Dış sorunlarla iç sorunlar kimi gün birbirine sarılarak, kimi gün ters biçimde ve karışıklıkla sürüyor. Kendi amacı doğrultusunda bilinçli biçimde çalışan iktidarın karşısında sloganları yinelemekten başka hiçbir şey yapamayan muhalefet var. Toplantılarla zaman yitirenler, somut bir sonuç için umut vermekten uzak söz yarıştıranlar, akıntıya kürek çekenler de arkalarında. Herkes karşısındakinden, birbirinden bir şey bekliyor. Elini taşın altına sokup ülke yararı için, gerçek demokrasi için özveriyle ortaya çıkan yok. Birleşme, anlaşma, dayanışma yok. Aydın kesimin dağınıklığı ve güçsüzlüğü lâik cumhuriyet karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor.

Tanrı

Tanrı kavramının insan beynine düştüğü günden bu yana bu bağlamda tanrılığını ileri süren, tanrılaştırılan, tanrılar için tanımsız ve sayısız kötülükler yapan, tanrı sömürüsüyle kendine yol açıp yer yapmaya çalışan nice insanlar çıktı. Günümüzde sorgulanması gereken inanç-din değerini gerçek yerine oturtmadıkça tanrı ve inanç konusunda çekilecek sıkıntıların sonu gelmeyecektir. Papa’nın nazi zulmünü kınamak için “Tanrım neredeydin?” sözü, ülkemizde bir müze yakınında “Tanrının olmadığı yer” yazısıyla yakınlık taşımaktadır. Ahlâkın olmadığı yerde adalet olamayacağı gibi, insanlığın olmadığı yerde inancın kaynağı Tanrı’dan da söz edilemez. Kötülüklerin ortamında iyiliklerin simgesi Tanrı elbet yok sayılır. “Müslüman olmak için önce insan olmak gerekir” sözümü yineleyerek din adına işlenen kötülüklerin Batı-Doğu ayrımı olmadan dünyanın her yerinde en büyük suçu oluşturduğunu belirtmek istiyorum. Günümüzdeki yalanların en çok kullanılan malzemesi, aracı da din olmaktadır. Irak vahşetinin Afganistan olaylarının ayrıntılı ve özenli incelemesi bir yana, dinci rejimlerin durumları bu gerçeği ortaya koymaktadır. Aydınlık getirmesi gereken dinler, karanlık yığmaktadır. Nedeni ve sorumluları, dini kullanan, inancı sömüren insanlardır.

AB süreci

AB’nin hazırladığı “Ortak Pozisyon Belgesi”ni Türkiye imzaladı. Daha önceki benimseyişlerde olduğu gibi bu kez de sanki Türkiye’nin istekleri kabûl ettirilmiş gibi caka satılıp durum Türk kamuoyuna çarpıtılarak yansıtıldı. 17 Aralık 2005’de de bayram havası böyle boş yere yaratılmıştı. Belge, Türkiye’nin müktesebat saymadığı AB’nin Kıbrıs konusundaki karşı deklarasyonunu müktesebat olarak kesinleştirdi. Önceki uyarı ve önerilerden daha ağırlarını içeren belge, Türkiye’yi daha güç durumlara sürüklemektedir. Nitekim, zamanında gereken tepkileri göstermeyen iktidar kesimi, durum daha iyi anlaşıldıkça dönüş belirtileri veren sözlü açıklamalar yapmaktadır. Başbakanın “Müzakereler durursa durur” sözü bunlardan biridir. Ancak, AB üyesi ülkelerin liderleri bu söze tepkilerini hemen vererek üyeliğin tehlikeye düşeceği gözdağını değişik konulara bağlayarak sıralamışlardır. Başlangıçta verilmemesi gereken ödünleri vererek açılımlarını AB üyelerine bırakan iktidar, gelecekteki vetolardan önce limanlar, hava alanları açma yükümlülüğüne uymayınca ilişkiler soğuyacaktır. Verilen altı aylık sürenin sonunda, durum açıklık kazanacaktır. İktidar, Kıbrıs için verdikleri sözü tutmayan, kısıntıları kaldırmayan AB karşısında hiçbir şey almadan limanları ve alanları açacaktır. “İzolasyon kalkmadıkça…” koşulu havada kalacaktır. Tersine sonuç alınırsa bir adım atılmış olur. Kabadayıları göreceğiz.

Dış ilişkilerdeki bulanıklık sürerken ABD’nin Avrupa Avrasya’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried de AB yetkilileri gibi liman ve alanları Kıbrıs bandıralı gemi uçaklara açmaya isterken Kıbrıs’ı tek devlet olarak gördüğünü söyledi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs sorununun çözümünde rumları üye alan AB’ni suçlaması yanında Türkiye’ye koşul sürülmesini uygun bulmayan ABD açıklaması umutlanmaya yetmiyor.

Irak’ta kan gövdeyi götürüyor. Kukla yönetimler halkın hiçbir sorununu çözemez. Irak’a giden Türklerden bir sürücü daha yitirildi. Kerkük ve Irak’ın kuzeyi ile ölenler için etkin bir çaba yok.

Kıbrıs için yeni çözüm plânı hazırladıklarını söyleyip iyi komşuluk ilişkilerine değinen Yunanistan Dışişleri Bakanı Bn. Bakoyannis’in son Pozisyon Belgesi nedeniyle ikili oynadığı görülmüştür. Yunanistan’ın yaptıklarını unutup unutturmak, Türkiye’yi özür dileyen durumda göstermek rumları şımartmaktadır.

Olanlar-Olacaklar

Yineliyorum: Olanlar Türkiye’ye oluyor. Bağnazlar, yobazlar, dönekler, sapkınlar, bölücü-yıkıcılar, lâik cumhuriyet ve Atatürk karşıtları her tür çirkinliği sergilemekten kaçınmıyorlar. Medyadaki az sayıda yurtsever dışında çıkarcı ve gösterişçiler kötülüklerine sınır tanımadan ellerinden geleni yapmaya çalışıyor.

Gerçekdışı olaylarla okuyucu aldatıp yönlendiren yayınlar, iktidar şakşakçılığını giderek artıran yazılar, tanımlamakta güçlük çekilen olaylar, oluşumlar.

Erken seçim istemleri yoğunlaşırken iktidarın aykırılıkları açık yasalara hız vermesi ilginçtir. İktidar, cumhurbaşkanlığı seçiminde ağırlığını kullanmak için erken seçim yapmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle ortaya atılan kimi öneriler hukuksal dayanaktan, ülke gerçeklerine uygunluktan yoksundur. Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesi, rejim değişikliğiyle birlikte devletin yeniden yapılanmasını gerektirir. Salt, devlet başkanı seçimi değildir. Toplumumuzu kültürel ve siyasal düzeyi gözetilmezse sonuç daha kötü olur. Şimdilerde doğrudan halkın seçeceği cumhurbaşkanı tek adam yönetimine, diktatörlüğe kadar gidebilir, organlararası düzenleme, denetim gücü belirlenmeden yapılırsa. Cumhurbaşkanının çoğunluk partisinden olması ya da olmaması ayrı sorunlar yaratabilir, bunları önleyecek öbür düzenlemeler yapılmazsa. Daha söylenecek çok şey var. Konunun erken ortaya atılması eleştirisi, konumun önemi nedeniyle pek halkı görülmemektedir. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken sorun, Başbakanın yapmaya çalıştığı cumhurbaşkanı tanımıdır. Erken olan budur. Başbakanın kendini tanımladığı savı ona yaraşmak çabasında olanların yalakalığına verilmelidir. Genelde amacı ve tutumu cumhurbaşkanlığı olduğundan ona bağlanıyor, o da öyle görünmek istiyor ama hiçbir ilgisi yok. Sözünü ettiği niteliklerin hiçbiri RTE’da bulunmamaktadır. Adamlar azaldıkça numara verilir.

Kimi araştırma-sormaca (anket) ülkemiz için gösterge sayılmaktadır. Hangi bilim kuruluşu ya da bilim adamı-adamları yapmış olursa olsun gerçeği yansıttığı kanısında değilim. Kimi belirtiler, eğitimdeki boşluk ve bozuklukla siyasal partilerdeki ve medyadaki çöküntünün yurttaşlarımızı nerelere getirdiğini göstermektedir.

TESEV raporunda “Silâhlı Kuvvetler AKP’ni lâiklik için dolaylı tehdit görüyor” deniliyormuş. Ne insaflı yaklaşım. Açık, doğrudan tehdit iktidar yandaşlığıyla mı yumuşatılıyor?

Tıpkı “Faizsiz bankacılık, kâr payı aldatmacası gibi. Neyin, ne zamanın kârı? Bal gibi faiz. Tıpkı, tarikatçıların lâik düzeni yıkmak için yetiştirecekleri güçlerin yuvalarını okullar olarak hazırlamaları gibi. İran’a giremeyen, alınmayan Fethullahçıların her yerde boy vermesi iyi gözetilmelidir. Öven ve desteleyen koca adamlara yazıklar olsun.

Üniversite sınavına katılacak gençlerin türbelere yığılması toplum yönelişindeki tehlikenin bir başka belirtisidir. Takiyyelerle yol kazanmaya çalışan iktidar ve yandaşlarının dinci yayınları dağıttırması, gerici giysilerinin okul temsillerinde, törenlerde ve tarikatçıları anma toplantılarında yaygınlaşması gibi. Başbakan’ın İstanbul’da Wharton Üniversitesi Mezunları Forumu’nda “Köktendincilerin Türkiye’de ağırlıklı bir esintisi yok. Olay düşünce bazındaysa, buna tüm insanlığın katlanması lâzım” sözleri ikilemli takiyyeci, yanıltıcı eğilimi açıklamaktadır. Söz kimi zaman en etkin silâhtır. Sözle her tür suça özendirme, ortam hazırlama, terör olanaklıdır. Bunları, özellikle işlenen cinayetleri, yapılan kötülükleri, uğranılan zararları gözardı edip salt düşünceymiş gibi göstermek gerçekte bu suçlara kaynaklık ve yataklık yapmaktır. “Silâhsız terör örgütü” ayrımı da böyledir.

Çözüm bekleyen, tartışılacak nice sorun, ele alınacak nice konu varken bunları unutturmak amacıyla gereksiz, zamansız tartışmalar açılıp çözüm üretmek yerine sorun yaratılıyor.

Terörle Mücadele Yasası değişikliği, polise aşırı yetkiler veren değişiklik, ekonomik durum gözardı ediliyor. Gereken ilgiyi görmüyor. Ombusdmanlık Yasası’yla Cumhurbaşkanı’nın bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ne geri çevirdiği yasaları, özellikle sosyal güvenlik kurumlarına ilişkin Yasa’nın yeniden, olduğu gibi yürürlüğe konulması üzerinde durulmuyor.

Fethullah Gülen’in aklanmasına ilişkin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında kimi ilginç yönler içerdiği, yayımlandıktan sonra bunların karar taslağındaki değişik gerekçeler olduğu, kararın tamamlanmadığı duyuruldu. Anadolu Ajansı’nın taslağa nasıl ulaştığı, bu tür değişik gerekçelerin nasıl kaleme alındığı incelenmelidir. Karar, belli gerekçe üzerinde çoğunluk sağlanarak verilir, yazımı buna göre olur. Basına yansıyan ilginç gerekçe taslak da olsa açıklanma olayı doyurucu biçimde saptanıp kamuoyu bilgilendirilmelidir.

Genç Ulusal Grekoromen Güreş Millî Takımı’nın Elmadağ Kampı’ndaki kavga olayı da böyledir. İçki nedeniyle güreşçiler saldırdığı için mi olay çıkmıştır, gençlerle tartışma mı kavgaya dönüşmüş, güreşçiler tehdit mi edilmiştir? Kamuoyu bu konularda aydınlatılmalıdır. Terörün neden önlenemediği de.

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin geleneksel İnek Bayramı ortamı kendileri için kullanmak isteyen aşırıların girişimleri nedeniyle sönük geçmiş. Diyarbakır’dan kürtçe konserler verecek ekibin getirtilmek istenmesi, PKK yandaşlıların gövde gösterisine yeltenmesi, Dekan’ın bu oyunları etkin biçimde önlemesinin eleştirilmesi, Cebeci Kampüsü’nde büyük çoğunluğun baskı altında tutuk kalması, devletin ilgisizliği, üzüntülü, kaygılı biçimde konuşulmaktadır.

Ekonomide çalkantı

Merkez Bankası’nın faiz artırımıyla gündeme gelen ekonomi tartışmaları olumlu ve olumsuz değerlendirmelerle sürmektedir. Merkez Bankası’nın döviz satarak piyasaya el atması 2001’de dalgalı kura geçişten sonra 4. satışıdır. 2000-2006 döneminde 15 kez de alım yoluyla piyasaya elatılmıştı. Bugün kur yine de düşük bulunmaktadır. Bu durumun yararından çok zararı olduğu ileri sürülmektedir. Gereksiz, hattâ sakıncalı IMF tutkusunun tutsaklığa dönüştüğü savları yaygındır. Gerçekte, gizlenen günümüz krizinin nedeni cari açığın yükselmesi, dış ticaret açığının büyümesi olarak görülmektedir. Merkez Bankası’nın ucuz döviz satımı dalgalı kur rejiminin nitelik değiştirmesi ve ilgisizliğinin bedelini ödemesi sayılmaktadır.

Mayıs sonundaki ekonomi çıkmazı, gerçek dalgalanma malî piyasaların çalkantısıdır. Finansal çözülme diye adlandırılan bu durum faizlerin ve döviz kurlarının reel fiyatlarında rastlanan uyarıcı bir tırmanma yokken finansal değerlerin azalması ve şirket bilânçolarıyla varlıklarında düşüşler biçiminde yaşanmaktadır. Çözülmelerin enflâsyonist yansımasının sonucu olarak rastlanan bu olumsuzluklar dışalım maliyetini artırmakta, reel ücretleri azaltmakta, işsizliği büyütmektedir. Çalışanların alım gücü daha yetersiz olmakta, işsizlik kangrene dönüşmektedir. İktidarın göstermek istediği tablonun oldukça uzağındayız. Sonuçta kârları azalan, kârlılık oranları düşen bankaların karşılaştıkları öbür güçlükler (sermaye, likidite, yabancı para pozisyonları, yabancı sermaye payları, özelleştirme ve yabancılara geçiş vb.) durumlar gözetilerek sistem etkin biçimde gözden geçirilmeli, gereken önlemler ivedi biçimde alınmalıdır.

Genel görünüm

Yasamada, yönetimde, yargıda kimi olumsuzluklar giderilecek yere artmaktadır. Eğitimde, sağlıkta, sporda, ekonomide başarılması gereken sorunlarda birleşmek, güçlü olmak, olumlu sonuçlar sağlamak için siyasal yaşamda devrim sayılacak atılımlara gereksinim vardır. Devletin niteliklerinde çözülmekten öte bozulma sayılacak gerileme belirtileri sosyallik, hukuksallık, demokratlık ve lâiklik konusunda artan yakınmalara neden olmakta, giderilmesi ve onarılması güç durumların yaşanmaması dilenmektedir. Okullardan sonra müzeler ve kütüphaneler tehlikededir.

Karşıtlar, karşıdevrimciler boş durmuyor. Yargıda görevli kimilerine uzanan çengel atmalar sonuç veriyor olmalı ki bir mârifet sayılarak kimi saçmalıklar bilinen karşıtların önsözüyle yayımlanıyor. Dağıtılan ödüllerin kimlere ve niçin verildiğine kimlerin bu nedenle söylediklerine bakılınca gerçek tüm acılığıyla sırıtıyor. Dincilik ve tarikatçılık aldı başını gidiyor. Liderler de bunlardan oy umuyor, oy bekliyor.

Şemdinli Olayları ” adıyla ünlenen, kitabevinde patlayan bombanın neden olduğu ölümle ilgili dâva geçen hafta başında karara bağlandı. Kürtçülerle karşıtlarının karşılıklı değerlendirmeleri kuşku artırıyor. Devlete, Silâhlı Kuvvetlere yönelik eleştiri ve suçlamalar giderek ağırlığını yükseltmektedir. İzleyenlere ve ilgilenenlere eğildikçe kimi bölücülerin yaptıklarını devlete yükleme, kimi kusurluları aklama, kimi kurum ve yetkililere karşı böbürlenme ve direnme görünümü sezilmektedir. Yargının kesin kararı herhalde gerçeği ortaya koyacaktır.

30 Ağustos Yüksek Askerî Şûra kararları yaklaştıkça askerlere ilişkin komplo teorileri üretilmektedir. Siyasetin silâhlı kuvvetleri çizgisinden saptıracağı düşleri hiçbir zaman gerçekleşemez. Güçlü yapı, siyasal sarsıntılarla yıkılamaz. Kimilerinin tutumu ve duruşu böyle bir olasılığı düşündürüyorsa da bu kişisel davranışlara aldanmamalıdır. Atatürk ocağı karartılamaz, söndürülemez.

İktidarın yıktıklarını onarmak, daha fazla yıkımı önlemek ve lâik Atatürk cumhuriyetini kurtuluş ve kuruluş felsefesi doğrultusunda yükseltmek için soldaki muhalefet partilerinin birlikte çalışma çağrıları gün geçtikçe destek bulmaktadır. Birliktelik başka, birleşme başkadır. Bilinen bölücü ve ayrımcılarla ardıllarının dayanışma sağlayabileceklerini umuyorum. Keşke kişiselliği, partizanlığı, duygusallığı, büyüklenmeyi, bencilliği bıraksalar da iktidara karşı yasal olanaklar içinde güçbirliği yapsalar. Solcu olduğunu söyleyen, solcu sanılan partilerin bu niteliği tartışılsa da güçbirliği özlenen bir durumdur. Lâfçı, rozetçi, kavgacı kimilerini tanımanın verdiği umutsuzluğun sevince dönüşmesini dileriz.

Bu yazının yayımlandığı zaman Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin olağan genel kurulu tamamlanmış olacaktır. Denenmişler dışındakilerin çoğunluğu sağladığı bir genel yönetim kurulu yoluyla yönetime gelip özlü hiçbir şey yapmamasına karşın ayrılmak istemeyen yöneticileri dışlayıp herkesi kucaklayan yeni bir yapı oluşmadıkça; gerçekçi bir tüzük değişikliğiyle şube sayısı iller ve belli nüfuslu büyük ilçeler sayısında, en çok 100’le sınırlanmadıkça ad ve unvan düşkünleri, rozetçiler, lâfçılar, tembeller, ödenti vermeyenler, çalışmaya katılmayanlar, karışık ve karanlık kimilerinin ilişkisi kesilmedikçe; Atatürk ilkeleriyle Türk Devrimi doğrultusunda ulusa güven duyuran, kıvanç veren çalışmalarla atılımlar yapılmadıkça; Derneğin adına ve onuruna uygun etkinliklerle çabalar sürdürülmedikçe; halka inilmedikçe; gençlerle hanımların sayısı artırılmadıkça; Genel Kurullarda önemli kararlar alacak ortam yaratılmadıkça kargaşadan kurtulmak olanaksızdır. Adına yaraşır çalışmalara genel kurullarda tanık olmak güçtür. Seçim gürültüleri içinde zaman eriyip gitmektedir. Ankara, İstanbul ve İzmir il şubelerinin bu kentlerimizde çevresinde birleşilecek bir başkanı yoktur. Etkin adlar dışardadır. İktidarın köktendinci ve Atatürkçülük karşıtı kalkışmaları etkin karşılık bulamamaktadır. Gençleşme ve yenilenme istenmemektedir. Derneğin birkaç kişinin gösteri yeri, atlama tahtası durumuna düşürülmesine olur verilirse yazık olur.

RTE’nın değişmediğini ve değişemeyeceğini söylemiştim. Haklı çıktım. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’nin 87. Soyadı Yasası’nın 72. yıldönümünü özlediğimiz gibi kutlayamadığımız için üzgünüm.

http://www.turksolu.com.tr/110/ozden110.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder