Laf ve Gaf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Laf ve Gaf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2016 Salı

Laf ve Gaf



Laf ve Gaf


Yekta Güngör Özden,
03.04.2006

Son on beş gün Şemdinli olaylarına ilişkin İddianame’yle ilgili gelişmeler, kadrolaşma amaçlı atama Kararnameleri, sıkmabaş çığırtkanlığı ve bölücü örgüt kalkışmaları tartışmalarıyla geçti. Yurtdışı olaylardan ABD yayılmaları, AB dayatmaları, Filistin’de hükûmet kurma, doğu Avrupa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemin önde gelen konularıydı. Kimsenin insan ve insan haklarına yönelik olumlu bir yaklaşım sorunu yokmuş gibi uğraşların hepsi siyasal idi. Sağlık, çalışma-işsizlik, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, gençliğin yetişmesi, tarım ve hayvancılık, vergi yitikleri, gelir dağılımı adaletsizliği, kültür, sanat, medyanın durumu sanki unutulmuştu. Okullarda ölümle sonuçlanan öğrenci olayları bile gereken duyarlıkla ele alınmıyor. İktidar medyayı suçlamakla üzerine düşeni yaptığını sanıyor. Hukuksallık, bilimsellik, ahlâklılık, yansızlık, uygunluk ve gerçekçilik yine gözardı ediliyor. Değişen bir şey yok. Kimilerinin, duyulan derlenip toparlanma, anlaşıp birleşme, güçlenip ağırlık koyma çabalarının seçimlere değin sonuç vereceği beklenmiyor. Aydın geçinenlerden çoğunun bilinen ve bıkkınlık veren tutumları iktidara yaramaktadır. Ayrıntıyı bırakıp ilkelerde birliktelik sağlayamayanların, değişmeyen, kendini yenilemeyen kalıpçı eskilerin, çekemezliği, yalanı, iftirayı, kavgayı beceri sayanların demokratik aydınlığı gerçekleştirecekleri kuşkuludur. Atatürkçülerin, gerçek ilericilerin dağınıklığı Türkiye'nin karanlığıdır.

Batı amaçlı ve kararlı

Terör konusundaki uluslararası etkinlik için Ankara’ya gelen ABD Kurmay Başkanı’nın PKK’yla ilgili sorulara yanıtındaki açık kaçamaklar, Irak fiyaskosuyla başları dertte iken bir de PKK ile uğraşmaktan uzak durmaları Türkiye'ye çok iyi düşündürmelidir. ABD, Irak bozgununu kürt devletiyle karşılamak istediğinden Barzani ve Talabani’ye ters düşecek PKK yönelişinden kaçınmaktadır. Türkiye’den toprak isteyen PKK saldırılarını sürdürmekte, iktidarın dokunmaktan çekindiği adamları nedeniyle adımlarını sıklaştırmaktadır. İktidar, kendi içindeki kürtçüler, kimi kürt kökenliler ve sayı endişesiyle sorunların üzerine gidememektedir. Nevruz gösterileri bunun açık kanıtıdır. ABD de kaytarmaktadır.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Jeost Lagendijk bir panelde yaptığı konuşmada Türkiye’de din üzerinde devlet baskısının sürdüğünü savlayarak üniversitelerde sıkmabaşın serbest bırakılmasını istemiştir. Dış yıkımcıdır.

Talât Paşa’nın öldürülmesinin 85. yılında Ermenistan’ın Başkenti Erivan’da suikastçı Soghomon Tehliryan için yapılan anıt törenle açılmıştır.

Batılıların tutumu konusunda bir gösterge de eski Yugoslavya Devlet Başkanı, Sırp Kasabı olarak anılan Miloşeviç’in Lahey’de yargılanırken tutulduğu hücreden alınan cesedinin Belgrad’da Parlamento önünde 50 bin kişinin selâmlamasından sonra doğum yeri Pozorevaç’ta 18.3.2006’da eşinin, oğlunun, kızının katılmadığı törenle toprağa verilmesidir.

Ek Protokol uygulamasının Kıbrıslı rumlar yararına yavaş yavaş başlatıldığı söylentileri de gazete sayfalarına çıkmaktadır.

İsrail parlamento seçimleri de barış özlemlerine rengini katacaktır. Hamas’ın terörden vazgeçmemesi bölgenin duyarlığını ağırlaştırmaktadır. Vahşetin doruğundaki Irak kan çölü oldu. Mezhep çatışmaları içsavaş tehlikesi boyutunda. Belarus ve Ukrayna seçimleri beklenen sonuçları verdi. 18. Arap Birliği Zirve Toplantısı’nda RTE “Medeniyetler İttifakı” konusunda konuştu. AB için de “Medeniyetler Diyaloğu” konulu konferans verdi. Yeni takiyye açılımları…

Ne batılı ne doğulu

Behçet Kemal Çağlar bir söyleşisinde “Kafam batılı, yüreğim doğulu” demişti. İktidarın iki yan için de açık bir yakınlıktan söz etmesi olanaksız. Batıya özenirken doğunun, doğulularca da bırakılmış, ilkelliklerine dayanması en belirgin çelişki. Siyaset yoluyla dinciliği gerçekleştirmek, dincilik için siyaset, siyaset için de dincilik yapmak. Kadrolaşma çabaları Çankaya’dan dönüyor. Kadrolaşma ne demek, devleti ele geçirmek açık-seçik amaçları. Çıkar bağlantıları da böyle. Yalakalıktan utanmayanlar da gericilik ve kadrolaşmaya, çıkarcılık ve kayırmacılığa engel olmaya “statükoculuk” diyor. Her şey ortada. Uyarma görevini taşıyanların suskunluğunu destek biçiminde algılayanlar bildiklerini okuyorlar. Seçmen uyanmadıkça iktidarlar uyarılamaz. Oy namus bilinerek verilmedikçe üç aşağı beş yukarı aynı durum sürer. Demokrasi eğitim, kültür kazanımıdır. Toplumsal, siyasal ve kültürel düzey gözardı edilerek sonuç alınamaz. Çoğunluk diktası (gerçekte azlık) giderek güçlenirken, tek adam yönetimi ağırlığını duyururken Cumhurbaşkanını halkın seçmesi padişah-halife yönetimine geçişi kolaylaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Seçimlerde öyle değişik etkiler var ki. Doyumsuzlar “Başkanlık sistemi”nden aşağı kalmayan Başbakanlık uygulamasını, aşırı yetkilerle donatılmış sorumsuz Cumhurbaşkanlığını az buluyorlar. Bugünkü sorumsuzlukla halkın seçtiği Cumhurbaşkanını, bir de bunun yönü ve yolu belli AKP’lilerden olacağını düşünmek yeter.

Çelişkiler - Aykırılıklar

“Yargının siyasallaşması değil, siyasetin hukuksallaşması” önerimizi yıllardır yineleyip duruyoruz. Aldırışsızlıkla karşılayanlar şimdilerde yakınmaya başladılar.

27 Mayıs 1960 için yeterli bilgiden, değerlendirme yeteneğinden ve iyi niyetle yansızlık duygusundan yoksun kimilerinin yazıları yanıltıcıdır. Kimileri kendi saplantı ve yanılgılarını eleştirmeye katlanamayınca ilericiliği kötülemektedir. O kadar ki bir yargı kararıyla karşıoyu birbirinden ayıramamakta, karıştırıp karşıoyu “karar” diye vermekte, üstelik fetvaya yakınlıklarından olacak özgür düşünceyi “fetva” nitelemesiyle suçlamaya kalkışmaktadır.

Ne kin.. ne kin.. ve ne kini. Öğrenim birliğinin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için önemini, uluslaşma yönünden yararını, önceki bozuklukları bilmeden kötülemek, özel okullara günümüzün yönelişini ve imam hatip ayrıcalıklarını övmek. Bunlar medyanın köşetaşları şimdi. Atatürk dönemini kötülemek için her yola başvuruyorlar.

Evlilikdışı birleşmelere özendiren yazılar çekinilmeden yayımlanmakta, sözde aşka övgü yapılarak geçersiz neseplerden çekinilmemesi önerilmektedir. Medyanın boyalı gazete ve dergileri toplumsal değerleri kendi yanlış özgürlük anlayışlarıyla yıkmaktadır. Dindar geçinenler bu tür ahlâka aykırı durumlara karşı çıkacak yere gerçekte köktendinci olduklarından imam nikâhına yakınlıkları nedeniyle ses çıkarmamaktadırlar. Köktendinciler işlerine gelirse kutsak kitapları bile tersine çevirirler. Yöresel ve töresel koşullar, güçlükler ve zorunluluklar söz konusu olmayan, uygar-yasal nikâh yapıp evliliği geçerli kılma olanakları bulunan kimseleri nikahsız birleşmeye ve çocuk yapmaya çağırmak, bozuklukların yayılma alanları yönünden ürkütücüdür. Gazetecilik de kamusal bir görevdir. Duyarlı ve özenli olmaları gerekenler terbiyedışı eleştirirler ama kendilerine dokunmaya asla katlanamazlar. Tatlısu demokratları. Herşeyin Başbakana bağlı olduğu düzenimize uyuyorlar. Böyle demokrasi olur mu? Devlet, Başbakanın babasının malı, çiftliği mi? “Bal gibi istediğimi getiririm” sözünün anlamı nedir?

Çokeşlilik, nikâhsız birliktelikler, öbür ahlâka aykırı yaşam biçimlerinin köktendinciler(şeriatçılar)ce savunulan kapılarına uzanır. Said-i Kürdî toplantıları ile Atatürk karşıtlıkları bunun belirtileridir.

Siyasal parti liderlerinin konuşmalarının içeriğine, ses ölçülerine, duruşlarına bakınız. Demokrasiden yararlananların demokrasiye katkıları kanısını veriyor mu? Örnekler olumlu değilse kötü izleyiciler çıkıyor. Şemdinli olaylarında adı geçen muhbir, zamanın siyasal yöneticilerine yaranmak için olacak bana da sataşmış, saldırılarını içeren yazısı için açtığım ceza dâvasında Ankara 2. Asliye Ceza Mahkeme’sinin 23.3.1998 günlü, Esas 1997/1032, Karar 1968/161 sayılı kararıyla da iki milyar manevî tazminatla, avukatlık ücreti ve yargılama giderlerini ödemeye mahkûm olmuştu. Emekliye ayrıldığım 1.1.1998’den sonraki bu durumu, sorunları aydınlatmaya ve ilgilileri tanıtmaya yararı olması için açıklıyorum.

AKP Grup Başkanvekili “Ordunun ve yargının yedeği yoktur” diyen Adalet Bakanı’na karşılık “Parlamentonun da yedeği yok” demiş. Bunu kendilerinin düşünmesi gerekir, tersini söyleyen yok.

Önceki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu yıllardır vurgulanan yargı bağımsızlığını savunurken, tersine uygulamalardan biri olarak Meclis Araştırma Komisyonu’nun yargı konusu olaylara elatmasını göstermiş. Doğruyu kınamak doğru değildir. Sayın Kanadoğlu’nun basında yer alan eleştirisi yerindedir. Özellikle olay yargıya iletilince TBMM Komisyonu’nun çalışmasını durdurması gerekir.

Ülkemizin tanınmış, güvenilir, yansız ekonomi bilginleri özelleştirme uygulamalarını eleştirirken kimi yazarlar aykırılıklara karşın özelleştirmeyi inatla savunuyor. Doğrular inatla değil, iz’anla bulunur.

Ülkemizin kimi yöresinde etkinlikler düzenleniyor. Gerçekleri söyleyenler değil, kendi görüşlerini doğrulayacak konuşmacılar çağrılıyor. Bunlardan biri “Türkiye’de Avrupa’daki gibi lâiklik uygulaması olmadığını, devletin bireylerden korktuğunu” söylemiş. İki kere iki her yerde dörttür. Uluslararası ölçüler (saat, gün-yıl, metre)de aynıdır. Notalar da aynı olmasına karşı orkestralar ayrı olunca ayrı yorumlanır. Kimi bilimsel kurumlar ve kavramlar da ayrı değerlendirilip ayrı anlam taşırlar. Avrupa 300 yıl bekleyip 300 milyon ölü verdikten sonra lâikliğe kavuştu. 17. yüzyılda Bodin’in “Yedi Vaız” adlı yapıtında savunduğu durum çok sonra gerçekleşmeye başladı. Avrupalıların dinleri ayrı, Türklerin dini ayrı. Ortam ayrı, koşullar ayrı, sorunlar ayrı, insanlar ayrı. Ulusal birliğin harcı, siyasal ve hukuksal birliğin dayanağı lâikliği kötülemenin ne anlamı var? Kimlere yaranacaksınız? Bir yazı ve bir konuşma suç öğesi taşıyamaz mı? İnsanları etkileme gücü yoksa niçin konuşulup yazılıyor? Sınırsız özgürlük, ilkelliktir. Sınırsızlık içeriği, niteliği ve amacı gözetilmeden her eyleme özgürlük getirir. Ceza yaptırımları geçersiz kalır. Yalnız bedensel zararlara karşı değil özgürlüklere, haklara, kişiliklere karşı saldırılara da neden olunur. Sıkmabaşın ne için kullanıldığını, niçin yaygınlaştırılmak istendiğini, bir devlet kurumu olan üniversiteler yoluyla her yere taşınmak istendiğini bilmeyen kalmazken yargı kararlarını da gözardı edip sıkmabaşı özgürlük ve demokrasi adına, insan hakları adına savunmak, bu kavramlardan uzaklığın ve koşullanmışlığın belirtisidir.

Zorunlu yineleme

Kökendincilerin “Başörtüsü” ve “Türban” yalanıyla koşturdukları sıkmabaş gerçekte bir kapandır. Yandaşları için şifre, anahtar, parola ne derseniz deyiniz, birleştikleri lâik cumhuriyet karşıtlığının üniforma parçasıdır. Anlaşmaları, dayanışmaları, iş bulmaları, çıkar sağlamaları, bir yere gelmeleri, bir yerlerde olmaları için kullanılan araçtır. Aslında başı açmak saygı ve güvendir. Hem kendine hem karşısındakine. Kapalı bir yere girince baş açılır. Dışarıda, belli görevdekilerin şapka kullanması doğal. Geleneksel, alışılmış, temiz başörtüsünü yaşlıların kullanması anlaşılır. Komşu ve uzak müslüman çoğunluklu ülkelerin kadınları-kızlarının en üst katlarda bile başı açık. Seçmenlerini, yandaşlarını tutacak başka şeyi olmayanlar inanç sömürüsüyle oy toplayıp iktidara gelmek ve iktidarda kalmak istiyorlar. Sıkmabaşın asıl gerekçesi bu.

Liyakat lâf, zenci-beyaz benzetmesi gaf. İktidarın temelini oluşturan öğelerden biri sıkmabaş. Kimi toplum etkinliklerinde kolluk güçlerinden kimilerinin sıkmabaşlılara “Geç bacım!” deyip başı açıkları nasıl copladığı görülmekte, duyulmaktadır. Üstdüzey bürokratların eşlerinin hepsinin sıkmabaşını gösteren fotoğraflar ortada iken iktidarın yeteneklileri göreve getirme savını inandırıcı bulmak olanaksızdır. İktidar, yeteneğe değil dinciliğe bakmaktadır. Onun için ölçü de sıkmabaştır. Bunun da dinsel zorunluluğu yoktur.

Liselere laiklik karşıtı kitaplar gönderen AKP’li Bağcılar Belediyesi için ne işlem yapılacağını göreceğiz. Kamu çalışanlarına ek ödeme düzenlemesi içinde ayrıcalık güdülmüştür. Polislere ve imamlara verilen zamların öbür görevlilere verilmemesi doğru olmamıştır.

Yöresel dil değil, yöre halkından kimilerinin konuştuğu dil vardır. Medyada kürtçe yayın ayrıcalığı da yanlıştır. Vatandaşı olduğu devletin dilini öğrenmeyenlerle, dilini öğretmeyen devlet de kusurludur. Dar alanlı, yanlı, amaçlı, etkili, yönlendirici sormacalar(anketler) toplumu karıştırıyor, ilgililer susuyor

Okul kapılarını yalnız okul yöneticileri ve öğretmenler değil, aileler ve tüm yurttaşlar gözetmelidir. Çocuklarımıza vereceğimiz değer varlığımızın güvencesidir. Suça eğilimleri, itilmeleri önlemek hepimizin sorumluluğudur.

İnsan kaç tür ekonomi olduğu sorusunu sormak zorunda kalıyor. Devlet adına yapılan açıklamalar her şeyin yolunda olduğunu gösterirken yurttaşlar yakınıyor. Kapkaç, gasp, hırsızlık, yolsuzluk olayları giderek artıyor. Gereksinim içinde kıvrandıklarını söyleyenler çoğalıyor. Resmî ekonomi, özel ekonomi, iş ekonomisi, ev ekonomisi, tatil ekonomisi vs. ayrımlar mı yapılacak? Yurttaşın, işçi, memur ve emeklinin güçlüklerine çözüm aramak yerine sürekli milletvekili ödenek ve yolluklarından mı söz edilecek?

Amacı, doğrultusu, katkısı, getirisi-götürüsü düşünülmeyen yabancı sermaye yandaşlığı da aldı yürüdü. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı 2005’de 8 milyar doları aşmış. Yurtdışındakilerin tahvil alımları ve öbür taşınır değer yatırımlarıyla birlikte 14 milyar dolara yaklaşmış. Yurtdışından alınan krediler 16 milyar doları geçmiş. Şimdilerde 67 milyar doları bulan yabancı para acaba sağlıklı bir ekonominin kanıtı mıdır? Eğitimde, sağlıkta, bayındırlıkta, çalışma yaşamında durum nedir? Bu ana sorunlara yeterince eğilmeyenlerin siyasal naralarıyla ulusal yaşam ufkumuz çınlamaktadır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi birçok yönden önemlidir.

Anayasa Mahkemesi’nin gecekondu affına iptal kararıyla yürürlüğü durdurma kararlarının nasıl yerine getirileceği de tartışılmaktadır. Yargı fireninden hoşlanmayan iktidarların sorumluluğu kesindir.

Duyarsız ve özensiz gidiş

Kuruluşların bağımsızlığına önem vermeyen, geldikleri yerden ayrılmak istemeyen, yenileşmeyi ve gençleşmeyi düşünmeyen gösterişçiler, çıkarcılar, etiket düşkünleri AB parasıyla amaçlarına ulaşmaya çalışmaları bir yana AB yalakalığına soyunmaktadırlar. AB Proje Katkıları adı altında uzatılan oltalara, yemlere kapılanların bağımsızlık, ulusallık, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, kadın-erkek eşitliği, lâikliğin önemi, dürüst yönetim terör kıskacı gibi konulara eğilmeleri yoktur. Sosyal hukuk devleti sorunları, öğrenim birliği sorunları da yoktur. Feodal yapı, tarikat oyunları da böyle. Daha hukuksal, daha güçlü, daha Atatürkçü bir yapı, daha çağdaş ve gerçekçi yönelişler, daha yararlı etkinlikler, toplumsal yaşama daha önemli katkılar için yarışılacak yerde para kapma, iktidarla uyuşma, akıntıya kürek tutumu izlenmektedir. Beceremeyenler, başaramayanlar kuruluşlarına zarar verip ilkeleri yozlaştıracaklarına ayrılmayı yeğlemelidir. Üyeler, kuruluşlarına sahip çıkmalıdır. Başka bir kuruluşun, bir gazete ya da derginin korumasına girip “Varoluşunu hızlandırmak” söylemine gerek duyulmalıdır. Varlığı ayrı, güçlenmesi ayrıdır. Adına yaraşır olgunlukla düşünce ve ilke ağırlığı yeğlenmelidir. Adamın adamı değil, ilke adamı olunmalıdır.

Bir zamanların Cumhurbaşkanı PKK için “Bir avuç eşkiya” demişti. Küçümseyerek büyüttüğü belâ artık devlete kafa tutmaktadır. Yine aynı kişinin “Kanımda kürt kanı var” sözü şimdilerde kimi siyaset ve sanat adamının “kürt olma” sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde sorunların kaynağı daha iyi anlaşılır. Nevruz bahanesiyle alanlara dökülen kürtçülerin Türk bayraklarını, kolluk güçlerini taşlaması, taşıtlara, işyerlerine zarar vermesi, yaralama olayları, Belediye Başkanlarının teröristbaşının resmi altında ve onu öven sloganlar eşliğinde oynaması, üzerinde önemle durulacak durumlardır. Basında “15 Mart Formulü” olarak nitelenen terör zirvesinde alındığı söylenen kararlar doğruysa terör örgütüne teslim olunduğu kuşkusu doğmaktadır. Onlara hiç dokunmamakla olaysız Nevruz geçtiği başarı sayılıyorsa yanılma açıktır. Bölücülerin yukarda sayılan sakıncalı eylemleri yapmamak koşuluyla onlara dokunulmaması sözkonusu olsa idi başarı idi. Ama bölücüler her sakıncalı eylemi yapmışlar, onlara dokunulmayarak olaylar beklenenden az olmuşsa bu başarı sayılamaz. Terör örgütü ve bölücüler istediklerini yapmışlar, yol almışlar, devlet seyirci kalmıştır. Bölücülerin safsataları sürmektedir. Nerde, neyde eşit olunmadığı belirsizdir. Devlet aşağılanırsa nasıl rahat uyunur? Daha neler olması bekleniyordu? Bölücüler, hedeflerine, amaçlarına ulaşmışlar, istediklerini yapmamışlar mıdır? Neyin kavgası var ki barış oluyor, neyin zaferi iki parmakla anlatılmak isteniyor. Kime ve kimlere karşı zafer? Türkiye Cumhuriyeti’ni bu durumlarda bırakmak, bu durumlara düşürmek kimsenin haddi değildir. Son Diyarbakır ayaklanma provaları azgınlığın ve aldırışsızlığın acı örneklerlerindendir.

Kim ve ne olduğu biline biline yurtdışındaki bir tarikat liderinin peşine takılanlar, onun çizgisine geçenler, ona övgü yağdıranlar artıyor ve açığa çıkıyor. Ele geçirdiği yerler, etkin olduğu katlar belli. Değişik boyları, soyları vurgulayarak sözde milliyetçilikle ırkçılık yapanlar da az değil. Atatürkçülüğe karşı çıkılarak Türk milliyetçiliği olamaz, Atatürk’ü yadsıyan Türk milliyetçisi olamaz. Gerçek yurtseverlere "Ne mutlu Türk’üm diyene!" özdeyişinin kıvancı yeter. Başka hiçbir bağa gereksinim duyulmaz, ayrıntıya dayanılmaz. Türklükle övünmek her şeye değer. Milliyetçilik köktendincilikle bağdaşmaz. Şeriatçılara destek verenin sıkışınca bayrak taşıması inandırıcı olmaz. Şeriatçılık ümmetçiliktir, milliyetçilikle birleşmez. Her tür şoven milliyetçiliğin karşısındayız. Tertemiz Atatürk milliyetçiliği çağdaş Türk milliyetçiliğinin adıdır. Bundan korkulmaz, kıvanç duyulur. Cumhuriyetin zencileri olduğunu ileri sürenler cumhuriyet karşıtlarıyla kimi aymazlardır. Biz Atatürk’ü kimseyle karşılaştırmaz ve tartışmayız. Bunu Anayasa Mahkemesi’nin 31. yıldönümü töreninde 1993’de açıkça belirtmiştim.

Gazete sütünlarını dolduran iktidar tutarsızlıklarıyla bunlara yönelik eleştiriler, İstiklâl Marşı’mızı söylettiği için görevinden alınan danışman, Başbakanla tartışan çiftçi hakkında açılan soruşturma, santralların özel sektöre devri, okullara “Peygambere mektup” çağrısı, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına getirilmek istenen birinin İran uygulamasını övüp lâikliği kötülediği yapıtı, Başbakanlık Müsteşarının Şemdinli olayları ve başka oluşumlarla ilgisi söylentileri aralıklarla yinelenmektedir. Bu arada Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri’ndeki konuşması da Şemdinli İddianamesi nedenli Genelkurmay açıklaması gibi ilgi çekmiştir. İddianame açıklamasına karşı çıkanların dayanışması açıktır. Tıpkı önceki Türk Ceza Yasası’nın 141-142. ve 163. maddelerinin kaldırılması için karşılıklı ödün veren ilericilerle gericilerin dayanışması gibi şimdi de demokrasi ve özgürlükten sözederek haklı açıklamaya karşı çıkılmıştır. Ancak Başkanın kişisel konuşması kimilerince hararetle desteklenmiştir. Oysa asıl her yana çekilebilir bu konuşma irdelenmeli idi. Başkanı otoriter bir edâ ile eleştirenlere kimler, donanımları, uzmanlıkları nedir diye sormak gerekir. Ağız değiştiren arslan demokratlar görev yerine göre görevlilere yaklaşmaktadır. Genelkurmay açıklamasının muhataplarını belirlemekte güçlük çekenler, sonraki konuşmaya sarılmışlardır. Duruşa alışanlar, bundan hoşlananlar doğrulara katlanamıyorlar. Kendilerini mutlu kılacak sözler edilince her şeyi unutuyorlar. Lâikliğin tehdit altında olduğunu söyleyen ABD Güvenlik Politikası Merkez Başkan Yardımcısı ve Pentagon Danışmanı Alex Alexiev’in sözleri geçiştirildi. Hilmi Özkök’ün kimi gereksiz ve sakıncalı tartışmaların katılığı ve gerçekdışılığı belirgin iken “Tartışma özgürlüğünden korkmayın”; Atatürk’le ölçülü biçimde başlayan dışa açılma şimdilerde sömürge düzeyinde bağımlılığa dönüşmüşken “İçine kapanık Türkiye olmaz”; Atatürkçülüğe, kurtuluş ve kuruluş felsefemize yönelik iç ve dış saldırılar artarken “Geçmişe saplanmayın”; Batılılar Lozan’ı geçersiz kılıp Sevr’i yeniden dayatmaya çalışırken hiçbir koşul gözetmeden “Türkiye’nin yeri batıdır”; bölücülük, yıkıcılık yurttaşlığı dışlama terörle dayatılır ve türlü sapkınlıklar birbirine eklenirken bunları düşünce açıklaması gibi karşılayıp “Farklı fikirleri vatan hainliğiyle suçlamayın” sözleri tartışılmaz mı? Hainlik yok mu? Sevinip övenlere bakınca duraksanıyor.

Sözde soykırımı savıyla düşmanlıklarını sürdüren, dış görevdeki Türklere kıyan ermenilerle destekçisi ve yandaşlarını ağır biçimde kınamak varken Atatürk’ün karşı olduğu İttihatçıların liderini gereksiz övgülerle gündeme getirmek yalancı, ikiyüzlü, dönek, sapkın ve terbiyesizlerin bile tepkisini aldı. İyi düşünmeden yola çıkılmamalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/104/ozgun104.htm


..