SERDAR ANT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SERDAR ANT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2016 Cumartesi

MENDERES, ÖZAL, ERBAKAN VE “EKMEK İÇİN EKMEL BEY”…





MENDERES, ÖZAL, ERBAKAN VE “EKMEK İÇİN EKMEL BEY”…



Serdar Ant
 27.7.2014

Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP Genel Başkanları’nın “çatı adayı” olarak piyasaya sürülen Ekmeleddin İhsanoğlu, bugüne kadar bir miting yaparak halkın karşısına çıkmaya cesaret edemedi, ama hazret mezar ziyaretlerine çok düşkün… O mezar senin, bu mezar benim dolanıp duruyor. Ziyaret ettiği mezarlar da Cumhuriyet Devrimi’ne en büyük darbeyi vurmuş, Türkiye’de yıllarca gericliğin ve emperyalizm işbirlikçiliğinin sembolü haline gelmiş siyasetçilerin mezarları…  

Örneğin 27 Mayıs Müdahalesi’nden sonra idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın anıt mezarları başında dua edip bu üçlüyü “onlar canları pahasına demokrasiyi kurdular” diye kutsayan İhsanoğlu, sonra şunları söylüyor:

"Bu ziyaretler bir vefa borcu. Türkiye 'de demokratik süreçte belirli bir noktaya geldiyesek, milletimizin verdiği bu şehitler sayesinde olmuştur. Adnan Menderes ve arkadaşları olmasaydı, Türkiye hiçbir zaman mutlakiyetten, diktatöryadan ve totaliter rejimlerden kurtulamazdı. Onların sayesinde demokrasi mücadelesi veriyoruz. Onları her zaman rahmetle ve minnetle anmamız lazım"

Böylece Atatürk ve İnönü dönemleri, İhsanoğlu’na göre “mutlakiyet, diktatorya ve totaliter rejim” oluyor! 1950’den 60’a kadar, on yıl boyunca milletin ensesinde boza pişiren Menderes dönemi ise “demokrasi dönemi”!

Daha sonra Turgut Özal'ın mezarı başına giden İhsanoğlu burada da yine dua ediyor ve Özal'ı parlatıyor. Özal’ın “Türkiye'nin yetiştiği en büyük insanlardan birisi” olduğunu söyleyen İhsnaoğlu, Tonton’u da şöyle tanımlıyor:

"Türkiye'nin en sevilen cumhurbaşkanı, en başarılı başbakanı. Türkiye'nin ekonomisini, sosyal yapısını değiştiren, Türkiye'de ceberruta, kibre karşı mücadele veren, 4 eğilimi birleştiren ve Türkiye'yi dikta rejiminin tasallutundan kurtaran adamdı"  

“Benim memurum işini bilir” diyerek rüşvet ve yolsuzluğu meşrulaştıran, “Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” diyerek hukuksuzluğu sıradanlaştıran, 12 Eylül rejiminin siyasi yasaklarını savunan, hanedanlarla, papatyalarla yoılsuzluğun kurumlaşmasında kilometre taşı rolü oynayan, dinciliğin devlet içinde örgütlenmesi için kapıları sonuna kadar açan, ABD’nin bir dediğini ikiletmeyen, faşist 12 Eylül darbesinin hizmetkârı Özal, böylece  “ Türkiye'de ceberruta, kibre karşı mücadele veren ” ve “ Türkiye'yi dikta rejiminin tasallutundan kurtaran adam ” oluyor!  

“ Kambersiz düğün olmaz ” derler. O zaman Erbakan Hocanın mezarı ziyaret edilmeden de olmaz! En sonunda Necmettin Erbakan'ın Merkezefendi'de bulunan mezarını da ziyaret eden İhsanoğlu, çıkışta yaptığı konuşmada Erbakan hakkında da şunları söylüyor:

"Rahmetli Erbakan Türkiye'de ezilmiş kitlenin, Anadolu'da kimselerin ilgilenmediği kitlelerle ilgilenmiş, onlara umut vermiş ve onları aktif siyasete katmıştır. Son kurduğu Refah Partisi'nden ayrılanlar da bugün 12 yıldır iktidara devam ediyorlar. Demek ki Erbakan hocanın Türk siyasetindeki etkisi halen devam ediyor. Bazıları inkar etmiştir ama Türk milleti vefakardır"

İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimindeki rakibi Hoca’nın öğrencilerinden Recep Tayyip Erdoğan... İhsanoğlu’nun sözleriyle Hoca’nın kurduğu  “ Refah Partisi’nden ayrılan ” Erdoğanlar  “12 yıldır iktidara devam ediyorlar.”  Böylece “ Erbakan hocanın Türk siyasetindeki etkisi de halen devam ediyor. ” Çünkü, İhsanoğlu’na göre “Bazıları inkar etmiştir ama Türk milleti vefakardır.”

İhsanoğlu Erbakanı mı övüyor, yoksa Recep Tayyip Erdoğan’ı mı, anlayan beri gelsin!

Cumhuriyeti kuran ve kökleştiren Atatürk ve İnönü dönemleri için “mutlakiyet, diktatorya ve totaliter rejim” nitelemesinde bulunan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhuriyet döneminin en gerici ve emperyalizm işbirlikçisi üç siyasetçisi için yaptığı övgü dolu değerlendirmeler bunlar işte!

Ve bazı dangalaklar hâlâ bu adamın “ Atatürk’le, laikle, Cumhuriyet’le sorunu ” olmadığını iddia edip “ halka gerçek dini ve dindarlığı ” anlatarak Erdoğan’ın elinden “din sömürüsü silahını almasını” ve “Tayyip’ten daha samimi ve dindar bir Müslüman olduğunu ispatlaması” gerektiğini savunuyorlar!

Ekmel Bey “ Şakşağı ” bu “ Yavşaklar ” olduğu sürece Menderes de Özal da Erbakan da huzur içinde uyuyacaktır, kimse merak etmesin!

27.7.2014

https://groups.google.com/forum/#!search/SERDAR$20ANT/kemalistizbiz/zIuLfOPPOmk/3LKa4TntSggJ

CHP, DEVLETİN KODLARINI NASIL ÇÖZECEK?




CHP, DEVLETİN KODLARINI NASIL ÇÖZECEK? 



Serdar Ant 

Cum May 21, 2010 
21 Mayıs 2010 
BELLEK

EY CHP’LİLER… TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?


Türkiye son yıllarda açılımlarla çalkalandı. Alevi açılımı, Süryani açılımı, Kürt açılımı, Ermeni açılımı derken en sonunda işin ucu CHP’ye de dayandı. Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda bırakılmasıyla CHP de açılmaya başladı! Hafta sonu yapılacak CHP Kurultay’ında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra CHP’nin, Kürt açılımına eklemlenecek açılımlar yapması bekleniyor. 

Örneğin ünlü sosyal demokrat işadamı İshak Alaton, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na yürüyüşünü heyecanla izlediğini söylüyor ve ana muhalefet partisinde yaşanacak bir kan değişiminin başta Güneydoğu açılımı olmak üzere birçok konuda ilerlemeye zemin hazırlayacağı görüşünde olduğunu vurguluyor. (Milliyet, 21.5.2010) 

Alaton’un CHP ile ilgili onca konu arasında özellikle Güneydoğu Açılımı’nın altını çizmesi dikkat çekici doğrusu… Dahası, her iki lafından biri işçi, köylü, emekçilerle ilgili olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İshak Alaton gibi bir işadamını neden heyecanlandırdığı da üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta! Anlaşılan o ki, Kılıçdaroğlu’nun “sanayicimizin, yatırımcımızın yanındayım” mesajı, ilgili çevreler tarafından gayet iyi anlaşılmış!

CHP’nin Kürt açılımı konusundaki niyeti, sadece Alaton’un heyecanlanmasından belli değil tabii… Siyasi kulislerden sızan haberlere göre, Kurultay’dan sonra Diyarbakır Barosu eski Başkanı Sezgin Tanrıkulu’ nun CHP’ye katılacağı ve Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP) eski Genel Başkanı Murat Karayalçın’ ın ise yeni yönetimde yer alacağı söyleniyor. 

Murat Karayalçın’ı kamuoyu yakından tanıyor. Birkaç yıl önce, HADEP ve PKK uzantısı Kürt milliyetçileri ile blok listeler hazırlayarak yerel seçimlere giren Karayalçın, bu iş tutmayınca SHP’yi liberal döneklere ve PKK kuyrukçusu sözde “solculara” bırakıp Baykal’ın danışmanlığına atlamıştı. Görülüyor ki, SHP’de tutmayan maya, şimdi bir de CHP’de denenecek! 

CHP’deki “Kürt açılımı” girişimi konusunda asıl dikkat çekici isim ise Sezgin Tanrıkulu … Kurultay’dan sonra partiye katılacağı söylenen Tanrıkulu, Diyarbakır Barosu eski Başkanı… Kamuoyu, Sezgin Tanrıkulu’nu Karayalçın kadar yakından tanımadığı için, bu konuda biraz bilgi verelim. Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay, yaklaşık bir yıl önce, 18 Mayıs 2009 tarihinde Sezgin Tanrıkulu ile yaptığı röportajın sunuşunda şöyle diyor:

“Obama’nın danışmanlarından AB’li yetkililerle, yabancı gazetecilerden sivil toplum temsilcilerine kadar kim Türkiye’ye gelse ille de görüşmek istedikleri bir isim var: Sezgin Tanrıkulu… Eski Diyarbakır Barosu Başkanı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurucusu olan Tanrıkulu’nun en son bir ay önce Diyarbakır’da öğle yemeğinde buluştuğu Danimarka Büyükelçisi Jasper Vahr, malum şimdi NATO Genel Sekreter yardımcısı… Geçen yıl ise ABD Dışişlerinin davetlisiydi.”

Bu yağlama girişinden sonra Sevimay, “nedir özelliği derseniz, Sezgin Tanrıkulu’nun kendisi şöyle açıklıyor” diyor:

“Benim tarafım belli… Ben insan haklarının tarafındayım, şiddete karşıyım ve hiçbir şeyi kapalı kapılar ardında konuşmuyorum. Fikrim neyse onu olduğu gibi herkesle ve gerekirse herkese rağmen paylaşıyorum.”

Görüldüğü gibi Sezgin Tanrıkulu, “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı”! Onun için de Güney Amerika’dan Uzak Asya’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar mazlumların ensesinde boza pişiren, 2003’den beri Irak’ı bir açık mezbahaya çeviren ABD, Dışişleri Bakanlığı’nın konuğu olarak Tanrıkulu’nu Washington’a davet ediyor ve görüşüyor! Emperyalizmin kanlı eli NATO’nun Genel Sekreter Yardımcısı da -tabii o da Tanrıkulu gibi “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı”(!) olduğu için- Diyarbakır’da öğle yemeğinde buluşuyor avukat beyle…

Sezgin Tanrıkulu o kadar “insan hakları taraftarı” ve o kadar “şiddete karşı” ki, dünyayı ölüm tarlalarıyla donatan güçlerin temsilcileri ile temaslarda bulunmakla yetinmiyor, tarihimizle de hesaplaşıyor ve “1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” diyenlerden biri olarak Özür Belgesi’nin altına basıyor imzayı! 

Peki, “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı” Sezgin Tanrıkulu, PKK hakkında ne düşünüyor? Devrim Sevimay’ın “PKK, sizce eski PKK değil mi?” şeklindeki sorusunu şöyle yanıtlıyor Tanrıkulu:

“Tabii ki değil. Birincisi, karşımızda ister kabul edelim ister etmeyelim, ama aradan geçen çeyrek yüzyıl içinde ciddi biçimde kitleselleşen bir örgüt var. O kadar kitleselleşmiş ki Türkiye’nin neredeyse bütün coğrafyasında, Avrupa’da, hatta beş kıtada sivil insanlara ulaşabilmiş durumda. Dolayısıyla bu örgütün istese de istemese de giderek şiddetten arınıp başka bir yapıya bürünmesi en başta kendisinin ayakta kalabilmesi için şart. Sonuçta hiçbir örgüt şiddet yöntemleriyle bu kadar kitleyi kendisine bağlı tutamaz. Zaten Karayılan’ın ‘Biz eski PKK değiliz’ derken söylemeye çalıştığı bu. Çünkü bu kadar sempatizanı olan bir örgütün silahlı yöntemlerle ayakta durması mümkün değildir. Bunu bence artık onlar da açık bir biçimde görüyorlar. 

İkincisi de PKK’nın artık silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefleri olması. Yani artık bir bağımsızlık hedefi yok. Böyle bir hedefi yoksa, o zaman silahlı yönteme de gerek yok.” 

Tanrıkulu’nun, PKK propagandistlerine parmak ısırtan incelikte yaptığı “ciddi biçimde kitleselleşen PKK” propagandası, bölücü terör örgütünü beş kıtada at oynatır gibi gösteriyor, ama son seçimlerde PKK’nın yasal uzantısı olan partinin Türkiye’de neden her 20 kişiden sadece 1’inin desteğini alabildiğini açıklayamıyor. Dahası, bırakın bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bir yana, sadece Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında bile PKK, her 6 kişiden sadece 1’inin desteğine sahip! Ama sözde “şiddet karşıtı” Tanrıkulu için bu gerçeğin bir önemi yok! 

Bu “şiddetten arınan PKK” palavraları; son günlerde artan PKK eylemleri, artan şehit cenazeleri, hatta birkaç ay önce babasının gözleri önünde PKK’lılar tarafından yakılarak katledilen 17 yaşındaki genç Serap Eser örneği karşısında Sezgin Tanrıkulu’nun maskesini düşürüyor! Ama Tanrıkulu’na göre “PKK’nın artık silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefleri” var ve “artık bir bağımsızlık hedefi yok.”[/b]

Peki, nedir o“silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefler”?

Sezgin Tanrıkulu, bu konuda PKK görüşü de bu mudur bilinmez ama, Kürt sorununa kendi çözüm önerisi olarak Türkiye Barolar Birliği’nin 2001’de hazırladığı bir anayasa taslağını örnek gösteriyor. Tanrıkulu’nu dinleyelim:

“Taslağın 126. maddesinde, mevcut 1982 Anayasası’nın 126. maddesinin yerine şu düzenleme öneriliyor: ‘Türkiye’nin idari yapısı ilçe, il ve bölge yönetimlerinden oluşur. Bölge yönetimleri bölgenin iktisadi, sosyal ve ekonomik olarak planlamasını yapar, ihtiyaçlarını yerinden karşılar.’ Gerekçe de özetle şöyleydi: ‘Türkiye, merkezden yönetilemeyecek kadar büyüdü. Türkiye, 20-25 bölgeye ayrılmalıdır.” 

Kısacası Sezgin Tanrıkulu’nun PKK’ya önerdiği, bu bölüp parçalama işini artık silahla ve şiddet yönetmeleriyle değil, anayasal yollardan gerçekleştirmek için siyasal mücadeledir. Yalnız bu sefer hedefe doğrudan bağımsızlık isteyerek değil de, belki özerklik belki de Türkiye’nin kantonlara bölünmesi şeklinde formüle edilecek ara aşamalardan geçilerek ulaşılması söz konusu olacaktır. Şiddetin son bulacağı bu dönemde artık insanlar değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk ulusunu anlamlı kılan değerler ve ilkeler, insan hakları çığlıkları arasında katledilecektir!

Peki, bütün bunlarla CHP’de son yaşananların ve Sezgin Tanrıkulu’nun Kurultay’dan sonra CHP’ye katılacağı iddialarının ne ilgisi var?

Çok ilgisi var! Çünkü Sezgin Tanrıkulu, bu hedef bağlamında CHP’nin oynayacağı rolü bir yıl öncesinden açıklıyor. Kendisi ile yapılan söyleşinin bu bölümünü okuyalım şimdi de:

“- Çözüm için maddeleri sıralarsanız, en başa hangisini koyarsınız.

-En baş yok. Her şeyin eş zamanlı olması gerekiyor.

-İçinde kimler olmazsa Kürt sorunu çözülemez.

-AKP zaten hükümet ve doğrudan sorumlu… Ama bunun dışında çözümde mutlaka ihtiyaç duyulacak iki önemli siyasal hat var: Birincisi CHP’nin temsil ettiği siyasal hat, diğeriyse MHP’nin… Bana göre bilhassa CHP olmadan bu sorun çözülemez, çünkü CHP bu sorun bakımından devletin kodlarını çözecek tek partidir. 

-Ne demek devletin kodları?
-Devlet dediğimiz zaman bunun bir tarafından ordu, bir tarafından yüksek yargı organları, diğer tarafından yükseköğretim kurumları ve yüksek bürokrasi vardır. Ancak CHP’nin ‘evet’ diyeceği bir çözüm bu devlet kurumlarındaki düşüncelerin değişmesine neden olur.” 

İşte CHP’deki Baykal operasyonunun; Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığa yürüyüşünün İshak Alaton gibi işadamlarını “Güneydoğu açılımı” bakımından heyecanlandırmasının ve Sezgin Tanrıkulu gibi, Obama’nın danışmanlarından ve ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan NATO Genel Sekreter Yardımcısı’na kadar birçok “insan hakları taraftarı ve şiddet karşıtı”(!) çevrenin sevdiği birinin CHP’’ye girmeyi amaçlamasının nedeni… 

Önce CHP’yi çöz…

O da Devletin kodlarını çözsün… 
Sonra ülkeyi 20-25 parçaya bölüp Türkiye’yi çözelim…

Şimdi, CHP’lilere o ünlü sloganla son bir kez daha seslenmek gerek:

EY CHP’LİLER… TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
http://www.bellek2009.blogspot.com/


http://www.guncelmeydan.com/pano/serdar-ant-chp-devletin-kodlarini-nasil-cozecek-t25441.html


..

OBAMA, TÜRKİYE’DEN ABD İÇİN ÖLECEK ASKER İSTİYOR!





OBAMA, TÜRKİYE’DEN ABD İÇİN ÖLECEK ASKER İSTİYOR!


Serdar Ant
2.12.2009

Haber Hürriyet’ten:

“Obama Türkiye’den savaşacak asker istiyor” (Hürriyet, 2.12.2009)

Habere göre ABD Başkanı Barack Obama'nın dün açıkladığı yeni Afganistan-Pakistan stratejisi çerçevesinde Washington'dan Ankara'ya üç istek geldi. ABD Büyükelçisi James Jeffrey'nin açıkladığı istekler şöyle:
    
  1. Türkiye Afganistan'daki asker sayısını arttırsın ve mevcut askerlerine koyduğu teröristlerle aktif olarak savaşmama kısıtlamalarını esnetsin.
  2. Türkiye Afganistan inşasını da oynadığı rolü, mali yardımı ve uzman desteğini artırsın.
  3. Türkiye kazandığı terörle mücadele deneyimini Pakistan'la paylaşsın. Bu ülkenin hem terörle mücadelesinde hem de ekonomik gelişmesinde model ülke olsun.”

Kısacası Obama Türkiye’den, ABD için ölecek asker istiyor! İsteyenin bir yüzü değil, her yanı “kara”… İsteyen Obama…

Bilmem ki şimdi bizim “BOP eş başkanı” ne yanıt verecek bu isteğe?

“One minute, one minute…” desek olmaz! Zira işin şakası yok… Grip aşısı olmamaya ya da Davos’ta tribünlere oynamaya benzemez bu iş...  Borç, 500 milyar doları geçmiş, işsizlik yüzde 30’lara dayanmış. “Anasını kızına düşman eden” paradan lazım bizim eş başkan tayfasına… Para ise Amerika’da…

O zaman?

“Her şey vatan için” mi?

“Vatan sana canım feda…” mı?

İyi de Afganistan “vatan” mı?

Canlar, Afganistan’da kime feda edilecek?

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, geçtiğimiz Eylül ayı içinde Güneydoğu Anadolu’ya yaptığı geziden dönüşte Mardin Havaalanı’nda gazetecilerin sorularını yanıtlarken milli ordu” vurgusu yapıyor ve şunları söylemiyor muydu?

“Bizim ordumuzu Şah’ın ordusuyla karşılaştırıyorlar. İran ordusu, Şah’ın ordusuydu. Sovyetler Birliği’nin ordusu kimin ordusuydu? Komünist Partisi Ordusu idi, adı Kızıl Ordu’ydu. Türk ordusunu başka ordularla karşılaştırmayın. Türk ordusu milletin ordusudur. Bunu bozdurmayacağız.” (Milliyet, 23.9.2009)

“Milli ordu” vurgusu yapan Org. Başbuğ “TSK, Afganistan’daki komutayı yakında alacak. Muharip birlik göndermemiz söz konusu mu?” şeklindeki soruya ise şöyle yanıt veriyordu:

“Kâbil Bölge Komutanlığı’nı 1 Kasım’da alacağız. Türkiye’nin Afganistan’da ISAF 1’den bu yana muharip birliği var. Bu yanlış biliniyor. Kasım ayında rakamsal artış olabilir.”

Demek ki neymiş?

“Türkiye’nin Afganistan’da ISAF 1’den beri muharip birliği var”mış! “Kasım ayında rakamsal artış olabilir”miş!

Milletin ordusu “ISAF 1’den beri Afganistan’da”, ABD için savaşıyor. Ve Obama bugün Türkiye’den Afganistan’da savaşacak asker istiyor, ama bu isteğin yanıtı daha iki ay öncesinden Genelkurmay Başkanı tarafından zaten verilmiş:

“Kasım ayında rakamsal artış olabilir”

Kısacası, “vatan sana canım feda”!

Biri asker istiyor, diğer “milli ordu” vurgusu yapıp “olur” diyor!

Peki, Mustafa Kemal Atatürk ne diyor bu işe?

Günümüzden 79 yıl önce, 1930’da şunları söylüyor o büyük devrimci:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir.”  

Evet, Türk ordusu milletin ordusudur. Türk milletinin bağrından çıkar, ondan güç alır.

Peki, Türk Ordusunun Genelkurmayı?

O da Türk milletinin “insanca ve müstakil yaşaması” idealine bağlı ve “yalnız onun emrine tabi ve sadık” mıdır?

Obama’ya “ Hayır ” desinler de görelim!

2.12.2009





Büyükanıt'ın Söylediğini Anlayamayanlar




Büyükanıt'ın Söylediğini Anlayamayanlar




EROL MANİSALI,

Sevgili Deniz Som 20 Eylül 2006'da Vaziyet köşesinde, Serdar Ant' ın kendisine gönderdiği bir notu yayımladı. Sayın Ant yazısını, benim Cumhuriyet'teki bir yazım üzerine göndermiş. Orgeneral Büyükanıt ve Gümrük Birliği konusunda Serdar Ant ve onun gibi düşünenleri bilgilendirmeme olanak verdi.
***
1) Serdar Ant Hürriyet'ten alıntı yaparak gönderdiği yazıda ''AB'ye karşı olmayan Büyükanıt neden Gümrük Birliği'ne karşı çıksın'' diyor, kafası karışmış.
2) Türkiye'nin Silahsız İşgali yazımda ve ona kaynak olan kitabımda Gümrük Birliği'nin kimler tarafından, hangi amaçla hazırlanıp devreye sokulduğunu bütün belgeleri ile anlatmıştım.
Orgeneral Büyükanıt'ın da Gümrük Birliği'ne karşı çıkarak ''Eşi benzeri görülmemiş bir belge'' dediğini, kaynaklarını göstererek belirttim.
Orgeneral Büyükanıt AB'ye karşı olmadığını 1983'te konuşmasında söyledi, ben de o toplantıdaydım. Büyükanıt AB'ye karşı değil, ama Gümrük Birliği'ne karşıydı.
Bu iki ifade arasında çelişki yoktur, aksine tam bir tutarlılık vardır.
3) Çünkü Gümrük Birliği anlaşması, Türkiye'yi AB'ye tam üye yapmak için imzalattırılmadı. Ya niçin imzalattırıldı?
- Alınmayacak olan Türkiye'nin AB'ye '' Tek yanlı bağlanması ve özel statüye götürülmesi'' için imzalandı.
- Türkiye, '' Üçüncü ülkelerle ilişkilerinin yönetimini Brüksel'e bırakıyordu'' . Ülke, AB ipoteği altına alınıyordu.
- Boyunduruk altına sokulan Türkiye Kürdistan, Ermenistan, Patrikhane, Ege, Kıbrıs, Karadeniz, Boğazlar ve diğer konularda ödün vermek zorunda bırakılacaktı. Amaç budur, yoksa Türkiye'yi AB'ye almak değil.
- Gümrük Birliği, ''Türkiye'nin silahsız işgalini'' sağlıyordu. Bunu, aynı adı taşıyan kitabımda bütün belgeleri ve ''işbirlikçileri'' ile anlattım, Serdar Ant lütfen kitabı okursa kafasındaki bütün sorulara yanıt bulacaktır.
4) İşte bu nedenle 60 öğretim üyesi ortak bir bildiri hazırlayarak karşı çıktık. İlhan Selçuk, Hasan Pulur, Oktay Ekşi, Melih Aşık, Yalçın Pekşen ve daha birçok yazar ve düşünür bize destek verdi. O tarihteki Abdullah Gül bile Gümrük Birliği'ni haklı olarak eleştirdi.
5) Gümrük Birliği, Soğuk Savaş sonrasında bizi AB'nin üyesi yapmak için değil, '' Arka Bahçesi '' yapmak için imzalattırıldı. Kitapta Richard Holbrooke 'un Tansu Çiller 'e gönderdiği notun arkasındaki nedenleri anlattım. ABD, tam olarak devredeydi. Türkiye'nin, Gümrük Birliği aracı ile denetim altına alınıp yönlendirilmesi öngörüldü.
6) Bu gerçekler doğrultusunda Orgeneral Büyükanıt'ın 2003'te, '' Ben AB'ye karşı değilim ama, Gümrük Birliği'ne karşıyım '' demesi çelişkili değil, aksine tutarlıdır.
Çünkü Gümrük Birliği anlaşması, Türkiye'yi AB üzerinden Batı kapitalizminin sömürgesi haline getirmekte olan bir belgedir.
***
Serdar Ant'ın '' Medya Karartmasından Nasibini alan '' bir vatandaşımız olduğuna inanıyorum. Bu arada benim Cumhuriyet'teki Bıçak Sırtı köşemde bu konuda yazdıklarımı izlemiş olsaydı bütün bunları tekrarlamama hiç gerek kalmazdı.
Türkiye'nin kimler tarafından, niçin karartma altında tutulduğunun nedenleri araştırılırken Gümrük Birliği belgesi, gerçekleri ortaya koyan ve maskeleri indiren bir görev aldı.
Gümrük Birliği'ne karşı çıkmak Türkiye'nin sömürgeleşmesi ne karşı çıkmakla eş anlamlıdır.


.

ZENGİNLERİN HAZLARI FAKİRLERİN GÖZYAŞI PAHASINADIR.




 ZENGİNLERİN HAZLARI FAKİRLERİN GÖZYAŞI PAHASINADIR.


SERDAR ANT ,
26 Şubat 2010

.
Forbes dergisi “ EN ZENGİN 100 TÜRK ” listesini yayınladı. 
Listeye göre HÜSNÜ ÖZYEĞİN, 3 milyar dolarlık servetiyle “en zengin Türk” unvanını korurken, listede ikinci sırada MEHMET EMİN KARAMEHMET 2,9 milyar dolarlık, üçüncü sırada ŞARIK TARA 2,6 milyar dolarlık servetiyle yer aldı.

“En Zengin 100 Türk”ün TOPLAM SERVETİ BU YIL 87 MİLYAR DOLAR oldu. Bu rakam, geçen bir yılda servetlere 31 milyar dolar eklendiğini ve TOPLAM SERVETİN ÖNCEKİ YILA GÖRE YÜZDE 55 ARTTIĞINI gösteriyor.


Geçen yıl 13 olan dolar milyarderlerinin sayısı, bu yıl 28 oldu. 
Diğer bir ifadeyle TÜRKİYE’NİN 28 DOLAR MİLYARDERİ var bugün…MİLYARDERLERİN SAYISINDAKİ ARTIŞ YÜZDE 100’DEN FAZLA demek ki…


Türkiye'nin EN ZENGİN 25 AİLESİNİN HEMEN HEPSİNİN SERVETİ BU YIL NEREDEYSE 2 KAT ARTARKEN, toplam serveti 1 milyar doları geçen 17 aile var. Türkiye'nin en zengin ailesi, 10 milyar dolarlık servetleriyle Sabancı ailesi oldu.

LİSTENİN İLK 10'UNUN TOPLAM SERVETİ 22 MİLYAR DOLARLA, BİR ÖNCEKİ YILA GÖRE 6,5 MİLYAR DOLAR ARTIŞ GÖSTERDİ. İlk 50 kişi 60 milyar dolarlık servete sahip bulunuyor. Geçen yıl bu rakam 40,7 milyar dolardı.

Çankaya’da “Devlet Zirvesi” yapanlar…
Meclis’te sözde “muhalefet” edenler…
Medyada mangalda kül bırakmayan sözde “yazarlar”…
“Profesör”, “Doçent” vb. unvanlarla sözde “bilim adamlığı” taslayanlar…

Evet, bütün bunlar arasında bu tabloya itirazı olan var mı?

“Zenginlerin Hazları, Fakirlerin Gözyaşları Pahasınadır” demiş TOLSTOY…

Yalan mı?
 26.02.2010,

..