YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2016 Salı

Seçime Doğru,



Seçime Doğru,



Yekta Güngör Özden,
17.04.2006

İnsan bozulursa her şey bozulur. Toplumsal dokunun bozulduğunu derin üzüntüyle karşıladığımı yıllardır söylüyorum. Çevreden başlayarak duyarlı bir bakışla izlediğimizde her kesimde bozulmalar olduğunu saptıyoruz. Beni en çok düşündüren ve acıyla kıvrandıran da eğitimden başlayarak yargıyı da kapsayan kurumsal bozulmalardır. Hepsinin kaynağında insan öğesi bulunmaktadır. Kurtuluş ve kuruluş felsefesine aykırılıkların doludizgin sürdüğü günümüzde yürek burukluğu yaşamamak olanaksızdır. İnsanlarımızın birbirine ve kimilerinin devlete, ilkelere karşıtlıkları, yabancıların kışkırtması ve desteğiyle her kötülüğü işlemeye hazır olması, kendi varlıklarının değerini bilmemesi, nankörlük ve sapkınlığı kimi zaman insan olmaktan utandıracak boyutlara varıyor.

Geçen onbeş gün şehit acılarıyla karardı. Yurt içindeki sapkınların saldırıları ve mayınları ile yaşamını yitiren kahraman askerlerimiz hepimizi acıya boğdu. Teröre karşı etkin önlemleri almakta duraksayan iktidarın sorumluluğu ağırdır. Terörün onbeş günlük bilânçosunun ağırlığı iktidarın omuzlarındadır. İktidarın ortağı da uyumlu davranmaya kimi nedenlerle özen gösterenlerdedir. AB masalıyla uyuyanlar da ayrı. Kürtçülerin, bölücülerin, şeriatçı-ümmetçilerin ne istediklerini, neyi amaçladıklarını, neleri nasıl yaptıklarını hâlâ anlamayan aymazların suç ortaklığı tartışılamaz.

Uygar geçinen batılılar utanmadan “Güneydoğu sorunu şiddetle çözümlenemez” diye Türkiye Cumhuriyetini uyarıyor. Türkiye Cumhuriyeti savunma durumunda. Saldıran, bölücülerdir. Onları uyarıp kınayacak yerde terör kıyımına uğrayanları, savunma zorunda kalanları uyarmak amaçlıdır ve teröristlere açık destektir. Batılılar kürtçü, ermenici, rumcu yanlarıyla karşımızdadır.

Dış Olaylar

Hamas’ı dışlamak ve güçsüz düşürmek için Filistin’e yardımını kısıtlayan Birleşmiş Milletlerin tutumu tartışılmaktadır. Uranyumu zenginleştirdiğini, bu doğrultuda çalışmalarını genişleteceğini açıklayan İran’ın tutumu da tepkileri çekmektedir. Türkiye’nin yatıştırıcı tutumu ise etkisiz kalmaktadır. Ortadoğu’da yeni çıbanbaşı İran’dır. Türkiye’yi PKK konumunda oyalayan ABD’nin BOP açılımında Türkiye’den neler beklediği, Türkiye’ye hangi rolleri biçtiği zamanla açıklık kazanacaktır.

Başbakan danışmanı Zapsu’nun kendini zaptedemeyişini, Zapsuyu gibi akması gündemin sıcak konularından biridir.

İç Olaylar

Seçim hazırlıklarını hızlı ve kapsamlı biçimde sürdüren iktidarın yenlik ve atılım biçiminde gösterdiği yetersiz düzenlemeler yasama organında tartışılmaktadır. Dincilikten, kadrolaşmaktan, inanç sömürüsü ve halkdalkavukluğu yöntemlerinden vazgeçmeyen iktidar bildiğini okumakta, liderinin iki dudağı arasına sıkışan demokrasi, karşılıklı albüm sayfaları karıştırmak ve suçlamalarla, bırakınız yerinde saymayı geriye gitmektedir. Kimi durumlara özetle değinmeyi ilerde anımsamak ve genişçe tartışmak üzere şimdilik yeterli buluyoruz.

Şemdinli olaylarını araştırmak üzere kurulan TBMM Komisyonu konusunda öz savsaklanıp abartılı, yararsız, yanlış, gereksiz yaklaşımlarla ayrıntı üzerinde durulmaktadır. Komisyonunun yargı organı gibi çalışması hiç kuşkusuz sakıncalıdır ve onarılmaz, giderilmez aykırılıktır. Ama TBMM adına sorunu her yönüyle araştırıp gereken kararlar için yasama organına sunması doğaldır. Hukuksal incelikleri göz ardı ederek, anayasal gerekleri unutarak yaklaşmak ve ne olursa olsun muhalefet etmek, karşı çıkmak için konuşup yazmak doğru değildir. Haksız ve yersiz eleştiri eleştireni zayıf düşürür, karşıyı güçlendirir.

Sinop’ta nükleer santral konusu da üzerinde önemle durulacak bir olaydır. Gereksinim duyulan gücü karşılamanın, sağlamanın bilimsel yolları araştırılmadan, deneyimler ve koşullar gözetilmeden girişilecek çalışmalar yarar yerine zarar getirebilir.

Cumhurbaşkanı’nın Harp Akademileri Konferansı’ndaki konuşması yıllardır söyleye yaza bıkkınlık yaratma çekinmesine kapıldığımız konuları içermektedir. Sözcükler başka, anlatım özelliği doğal biçimde ayrı olsa da sonuç birdir. Bizi zamanında fazla konuşmakla suçlayanlar benzerliklere bakmalıdır. Ayrıca son günlerin başka konuşmalarını da anımsamalıdır. Ve sormalıdır “Hain yok mu? Tüm görüşler kendi anlayışlarının açıklanması mıdır, yoksa yıkıcı, bölücü amaçlı, suç içerikli midir? Türkiye’nin içine kapanmasını kim istiyor? AB ödün istemiyor mu? Tartışma özgürlüğünden kim korkuyor? Tartışma mı, önyargı mı var? Geçmişte kalıp değişme yalanlarını uyduran kim? Atatürk’e bağlı kalmak, geçmişe saplanıp kalmak mı, çok ileriyi görmek midir? Türkiye’nin yerinin doğu olduğunu söyleyen kim? Batı, batarak ve yatarak mı edinilir? İktidarın ve olay illeri yöneticilerinin kusuru yok mudur? Devlet mi suçludur, siz devletin neresindesiniz?”

Türk’ü, Türklüğü, ulusu, ulusçuluğu yadsıyıp anlamsız ve akıldışı sözde öneriler incelenirse kimin ırkçı ve ahmak olduğu kanısı pekişir.

TÜRKSOLU, Türkiye’nin soludur, ulusal soldur, özsolumuzdur. Bu güzel addan korkup çekinenleri duydukça insan ne diyeceğini şaşırıyor. Tıpkı milliyetçilikten korkanların varlığına ne denileceği gibi. Milliyetçilikten milliyetsizler hoşlanmaz. Şeriatçılığa, ırkçılığa, ahlaksızlığa, soygunculuğa, bölücülüğe, yıkıcılığa, her tür kötülüğe karşı çıkmayıp milliyetçiliğe karşı çıkmak anlaşılır tutum değildir. Milliyetçilik kendi soy değerlerine sahip çıkarak, bağımsız ulusal yaşamı savunmak, varlığımıza yönelik saldırılara karşı çıkmakta birleşmek olarak algılanmalıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazandıran müdafaa-i hukuk ruhu, kuva-yı milliye ateşi, milliyetçiliğin bileşkesidir, yansımasıdır. Ulusal varlığımıza, yaşamsal ilkelerimize yönelik bunca iç ve dış saldırı açıkça ortadayken milliyetçilik bilincinin yükselmesi niçin sakıncalı olsun? Milliyetçilik adı altında ırkçılık, saldırganlık, bölücülük, gericilik ve benzeri sakıncalı eylemlere girişilirse, yeni sorunlar yaratılırsa eleştirilir.

Ayrımcılıktan öte temelde ve ulusal yapıda bozulma çabaları izlenen parti yöneticilerine karşı duyarlı olunmalıdır. Terör örgütünü savunanlar, sözcüsü olanlar, temsilcisi gibi davrananlar sorumlu tutulmalıdır. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti yasalarına bağlı değil mi? Türkiye’nin partileri değil mi? Çocukları kullanarak saldırganlıklarını artıranların yakasına devlet yapışmalı ve gereken dersi vermelidir. Bu yaklaşımın antidemokratik bir yanı olamaz. Taş atana taş atılmaz ama bileği tutulur. Teröristlerin cenazelerinin kaldırılmasında olay çıkaranların teröristten ayrı tutulması yanlıştır. Eylemi ayrı olsa da amacı birdir. Terörle Mücadele Yasası’nın çıktığı zaman gözetilirse bugün yaşananların sorumluları ve nedenleri daha iyi saptanır. Yeni düzenlemelerin Avrupa koruması karşısında neler getireceği bilinmemektedir.

Terörün dini, imanı, milliyeti, olmaz ” sözü yıllardır söyleniyor. Basın, Başbakanın bu sözlerini yeni bir yaklaşım ve değerlendirme gibi, önlem alma kararlığı gibi verdi. Yanlış. Yıllardır “Parti liderlerinin egemenliği var, ulusun değil. Yargı siyasallaşıyor” dediğimizde dudak bükülüyordu. Yanılan kim? Söylenmeyen ne kaldı? Olan ne? Düzelen bir şey var mı? Yineleyelim bozulmadık ve oynanmadık bir şey kalmadı. Yanılırsak mutluluk duyarız. Seçimi kazanmak için her yola, her yönteme başvuran siyasetçilerin varlığında duraksamamak, kuşku duymamak olanaksız.

Kansorejen atıklar sorunu kimsenin umurunda değil gibi. Geleceğimizle oynamak en büyük suçlardan biri.

Belediyelerin Hazine’ye borçları 13 milyar YTL.na yaklaştı. Ankara Belediyesi bu tutarın %27’si ile ikinci sırada. Nelerin nasıl yapıldığı, partizanlığın hangi olanaklarla yürütüldüğü iyice ortaya çıkmaktadır.

Atatürk’ü her alanda unutan ve unutturmak isteyenlerin 125. doğum yıldönümünde anma hazırlıklarını ciddiye almakta güçlük çekiyoruz. Yaptıkları, yapacaklarının göstergesidir. Atatürk’ün çocuklarımıza, gençlerimize, silâhlı kuvvetlerimize ve ulusumuza armağanı bayramları kaldırmaya çalışan, “Kutlu Doğum Haftası” adı altında dinsel etkinliklere destek veren, tarikat liderlerini anma toplantılarına katılan, kutlama telgrafları gönderen, dinsel ezgilerde ağlayarak ilgi çekmeye çalışan insanların yurdu kurtaran, devlet kuran, ulusal birliğin harcı laikliği getirip soy ve inanç kavgalarına son veren en büyük Türk büyüğünü adına ve onuruna yaraşır biçimde anacağına, anılmasına katlanacağına inanamıyorum.

Günün koşullarında Büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözlerini bir kez daha anımsatarak akıllı ve demokrat geçinenleri iyi düşünmeye çağırırız. Padişah halifenin kulu-kölesi olmaktan, ümmetin parçası durumundan kurtarıp kendi yaşam biçimimizi ve geleceğimizi belirleyerek bize kendimizi yönetme olanağını veren ulusal egemenliğimizin 86. yıldönümünü yürekten bağlılık duygularıyla kutluyoruz. Atatürk’ün ulusal egemenlik konusundaki duyarlılığını yansıtan sözleri şimdilerde kişisel ve partisel egemenlik kuranlarla ulusu bölen çığırtkan ırkçılara en iyi öğüttür.

http://www.turksolu.com.tr/105/ozgun105.htm


..

Laf ve Gaf



Laf ve Gaf


Yekta Güngör Özden,
03.04.2006

Son on beş gün Şemdinli olaylarına ilişkin İddianame’yle ilgili gelişmeler, kadrolaşma amaçlı atama Kararnameleri, sıkmabaş çığırtkanlığı ve bölücü örgüt kalkışmaları tartışmalarıyla geçti. Yurtdışı olaylardan ABD yayılmaları, AB dayatmaları, Filistin’de hükûmet kurma, doğu Avrupa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemin önde gelen konularıydı. Kimsenin insan ve insan haklarına yönelik olumlu bir yaklaşım sorunu yokmuş gibi uğraşların hepsi siyasal idi. Sağlık, çalışma-işsizlik, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, gençliğin yetişmesi, tarım ve hayvancılık, vergi yitikleri, gelir dağılımı adaletsizliği, kültür, sanat, medyanın durumu sanki unutulmuştu. Okullarda ölümle sonuçlanan öğrenci olayları bile gereken duyarlıkla ele alınmıyor. İktidar medyayı suçlamakla üzerine düşeni yaptığını sanıyor. Hukuksallık, bilimsellik, ahlâklılık, yansızlık, uygunluk ve gerçekçilik yine gözardı ediliyor. Değişen bir şey yok. Kimilerinin, duyulan derlenip toparlanma, anlaşıp birleşme, güçlenip ağırlık koyma çabalarının seçimlere değin sonuç vereceği beklenmiyor. Aydın geçinenlerden çoğunun bilinen ve bıkkınlık veren tutumları iktidara yaramaktadır. Ayrıntıyı bırakıp ilkelerde birliktelik sağlayamayanların, değişmeyen, kendini yenilemeyen kalıpçı eskilerin, çekemezliği, yalanı, iftirayı, kavgayı beceri sayanların demokratik aydınlığı gerçekleştirecekleri kuşkuludur. Atatürkçülerin, gerçek ilericilerin dağınıklığı Türkiye'nin karanlığıdır.

Batı amaçlı ve kararlı

Terör konusundaki uluslararası etkinlik için Ankara’ya gelen ABD Kurmay Başkanı’nın PKK’yla ilgili sorulara yanıtındaki açık kaçamaklar, Irak fiyaskosuyla başları dertte iken bir de PKK ile uğraşmaktan uzak durmaları Türkiye'ye çok iyi düşündürmelidir. ABD, Irak bozgununu kürt devletiyle karşılamak istediğinden Barzani ve Talabani’ye ters düşecek PKK yönelişinden kaçınmaktadır. Türkiye’den toprak isteyen PKK saldırılarını sürdürmekte, iktidarın dokunmaktan çekindiği adamları nedeniyle adımlarını sıklaştırmaktadır. İktidar, kendi içindeki kürtçüler, kimi kürt kökenliler ve sayı endişesiyle sorunların üzerine gidememektedir. Nevruz gösterileri bunun açık kanıtıdır. ABD de kaytarmaktadır.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Jeost Lagendijk bir panelde yaptığı konuşmada Türkiye’de din üzerinde devlet baskısının sürdüğünü savlayarak üniversitelerde sıkmabaşın serbest bırakılmasını istemiştir. Dış yıkımcıdır.

Talât Paşa’nın öldürülmesinin 85. yılında Ermenistan’ın Başkenti Erivan’da suikastçı Soghomon Tehliryan için yapılan anıt törenle açılmıştır.

Batılıların tutumu konusunda bir gösterge de eski Yugoslavya Devlet Başkanı, Sırp Kasabı olarak anılan Miloşeviç’in Lahey’de yargılanırken tutulduğu hücreden alınan cesedinin Belgrad’da Parlamento önünde 50 bin kişinin selâmlamasından sonra doğum yeri Pozorevaç’ta 18.3.2006’da eşinin, oğlunun, kızının katılmadığı törenle toprağa verilmesidir.

Ek Protokol uygulamasının Kıbrıslı rumlar yararına yavaş yavaş başlatıldığı söylentileri de gazete sayfalarına çıkmaktadır.

İsrail parlamento seçimleri de barış özlemlerine rengini katacaktır. Hamas’ın terörden vazgeçmemesi bölgenin duyarlığını ağırlaştırmaktadır. Vahşetin doruğundaki Irak kan çölü oldu. Mezhep çatışmaları içsavaş tehlikesi boyutunda. Belarus ve Ukrayna seçimleri beklenen sonuçları verdi. 18. Arap Birliği Zirve Toplantısı’nda RTE “Medeniyetler İttifakı” konusunda konuştu. AB için de “Medeniyetler Diyaloğu” konulu konferans verdi. Yeni takiyye açılımları…

Ne batılı ne doğulu

Behçet Kemal Çağlar bir söyleşisinde “Kafam batılı, yüreğim doğulu” demişti. İktidarın iki yan için de açık bir yakınlıktan söz etmesi olanaksız. Batıya özenirken doğunun, doğulularca da bırakılmış, ilkelliklerine dayanması en belirgin çelişki. Siyaset yoluyla dinciliği gerçekleştirmek, dincilik için siyaset, siyaset için de dincilik yapmak. Kadrolaşma çabaları Çankaya’dan dönüyor. Kadrolaşma ne demek, devleti ele geçirmek açık-seçik amaçları. Çıkar bağlantıları da böyle. Yalakalıktan utanmayanlar da gericilik ve kadrolaşmaya, çıkarcılık ve kayırmacılığa engel olmaya “statükoculuk” diyor. Her şey ortada. Uyarma görevini taşıyanların suskunluğunu destek biçiminde algılayanlar bildiklerini okuyorlar. Seçmen uyanmadıkça iktidarlar uyarılamaz. Oy namus bilinerek verilmedikçe üç aşağı beş yukarı aynı durum sürer. Demokrasi eğitim, kültür kazanımıdır. Toplumsal, siyasal ve kültürel düzey gözardı edilerek sonuç alınamaz. Çoğunluk diktası (gerçekte azlık) giderek güçlenirken, tek adam yönetimi ağırlığını duyururken Cumhurbaşkanını halkın seçmesi padişah-halife yönetimine geçişi kolaylaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Seçimlerde öyle değişik etkiler var ki. Doyumsuzlar “Başkanlık sistemi”nden aşağı kalmayan Başbakanlık uygulamasını, aşırı yetkilerle donatılmış sorumsuz Cumhurbaşkanlığını az buluyorlar. Bugünkü sorumsuzlukla halkın seçtiği Cumhurbaşkanını, bir de bunun yönü ve yolu belli AKP’lilerden olacağını düşünmek yeter.

Çelişkiler - Aykırılıklar

“Yargının siyasallaşması değil, siyasetin hukuksallaşması” önerimizi yıllardır yineleyip duruyoruz. Aldırışsızlıkla karşılayanlar şimdilerde yakınmaya başladılar.

27 Mayıs 1960 için yeterli bilgiden, değerlendirme yeteneğinden ve iyi niyetle yansızlık duygusundan yoksun kimilerinin yazıları yanıltıcıdır. Kimileri kendi saplantı ve yanılgılarını eleştirmeye katlanamayınca ilericiliği kötülemektedir. O kadar ki bir yargı kararıyla karşıoyu birbirinden ayıramamakta, karıştırıp karşıoyu “karar” diye vermekte, üstelik fetvaya yakınlıklarından olacak özgür düşünceyi “fetva” nitelemesiyle suçlamaya kalkışmaktadır.

Ne kin.. ne kin.. ve ne kini. Öğrenim birliğinin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için önemini, uluslaşma yönünden yararını, önceki bozuklukları bilmeden kötülemek, özel okullara günümüzün yönelişini ve imam hatip ayrıcalıklarını övmek. Bunlar medyanın köşetaşları şimdi. Atatürk dönemini kötülemek için her yola başvuruyorlar.

Evlilikdışı birleşmelere özendiren yazılar çekinilmeden yayımlanmakta, sözde aşka övgü yapılarak geçersiz neseplerden çekinilmemesi önerilmektedir. Medyanın boyalı gazete ve dergileri toplumsal değerleri kendi yanlış özgürlük anlayışlarıyla yıkmaktadır. Dindar geçinenler bu tür ahlâka aykırı durumlara karşı çıkacak yere gerçekte köktendinci olduklarından imam nikâhına yakınlıkları nedeniyle ses çıkarmamaktadırlar. Köktendinciler işlerine gelirse kutsak kitapları bile tersine çevirirler. Yöresel ve töresel koşullar, güçlükler ve zorunluluklar söz konusu olmayan, uygar-yasal nikâh yapıp evliliği geçerli kılma olanakları bulunan kimseleri nikahsız birleşmeye ve çocuk yapmaya çağırmak, bozuklukların yayılma alanları yönünden ürkütücüdür. Gazetecilik de kamusal bir görevdir. Duyarlı ve özenli olmaları gerekenler terbiyedışı eleştirirler ama kendilerine dokunmaya asla katlanamazlar. Tatlısu demokratları. Herşeyin Başbakana bağlı olduğu düzenimize uyuyorlar. Böyle demokrasi olur mu? Devlet, Başbakanın babasının malı, çiftliği mi? “Bal gibi istediğimi getiririm” sözünün anlamı nedir?

Çokeşlilik, nikâhsız birliktelikler, öbür ahlâka aykırı yaşam biçimlerinin köktendinciler(şeriatçılar)ce savunulan kapılarına uzanır. Said-i Kürdî toplantıları ile Atatürk karşıtlıkları bunun belirtileridir.

Siyasal parti liderlerinin konuşmalarının içeriğine, ses ölçülerine, duruşlarına bakınız. Demokrasiden yararlananların demokrasiye katkıları kanısını veriyor mu? Örnekler olumlu değilse kötü izleyiciler çıkıyor. Şemdinli olaylarında adı geçen muhbir, zamanın siyasal yöneticilerine yaranmak için olacak bana da sataşmış, saldırılarını içeren yazısı için açtığım ceza dâvasında Ankara 2. Asliye Ceza Mahkeme’sinin 23.3.1998 günlü, Esas 1997/1032, Karar 1968/161 sayılı kararıyla da iki milyar manevî tazminatla, avukatlık ücreti ve yargılama giderlerini ödemeye mahkûm olmuştu. Emekliye ayrıldığım 1.1.1998’den sonraki bu durumu, sorunları aydınlatmaya ve ilgilileri tanıtmaya yararı olması için açıklıyorum.

AKP Grup Başkanvekili “Ordunun ve yargının yedeği yoktur” diyen Adalet Bakanı’na karşılık “Parlamentonun da yedeği yok” demiş. Bunu kendilerinin düşünmesi gerekir, tersini söyleyen yok.

Önceki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu yıllardır vurgulanan yargı bağımsızlığını savunurken, tersine uygulamalardan biri olarak Meclis Araştırma Komisyonu’nun yargı konusu olaylara elatmasını göstermiş. Doğruyu kınamak doğru değildir. Sayın Kanadoğlu’nun basında yer alan eleştirisi yerindedir. Özellikle olay yargıya iletilince TBMM Komisyonu’nun çalışmasını durdurması gerekir.

Ülkemizin tanınmış, güvenilir, yansız ekonomi bilginleri özelleştirme uygulamalarını eleştirirken kimi yazarlar aykırılıklara karşın özelleştirmeyi inatla savunuyor. Doğrular inatla değil, iz’anla bulunur.

Ülkemizin kimi yöresinde etkinlikler düzenleniyor. Gerçekleri söyleyenler değil, kendi görüşlerini doğrulayacak konuşmacılar çağrılıyor. Bunlardan biri “Türkiye’de Avrupa’daki gibi lâiklik uygulaması olmadığını, devletin bireylerden korktuğunu” söylemiş. İki kere iki her yerde dörttür. Uluslararası ölçüler (saat, gün-yıl, metre)de aynıdır. Notalar da aynı olmasına karşı orkestralar ayrı olunca ayrı yorumlanır. Kimi bilimsel kurumlar ve kavramlar da ayrı değerlendirilip ayrı anlam taşırlar. Avrupa 300 yıl bekleyip 300 milyon ölü verdikten sonra lâikliğe kavuştu. 17. yüzyılda Bodin’in “Yedi Vaız” adlı yapıtında savunduğu durum çok sonra gerçekleşmeye başladı. Avrupalıların dinleri ayrı, Türklerin dini ayrı. Ortam ayrı, koşullar ayrı, sorunlar ayrı, insanlar ayrı. Ulusal birliğin harcı, siyasal ve hukuksal birliğin dayanağı lâikliği kötülemenin ne anlamı var? Kimlere yaranacaksınız? Bir yazı ve bir konuşma suç öğesi taşıyamaz mı? İnsanları etkileme gücü yoksa niçin konuşulup yazılıyor? Sınırsız özgürlük, ilkelliktir. Sınırsızlık içeriği, niteliği ve amacı gözetilmeden her eyleme özgürlük getirir. Ceza yaptırımları geçersiz kalır. Yalnız bedensel zararlara karşı değil özgürlüklere, haklara, kişiliklere karşı saldırılara da neden olunur. Sıkmabaşın ne için kullanıldığını, niçin yaygınlaştırılmak istendiğini, bir devlet kurumu olan üniversiteler yoluyla her yere taşınmak istendiğini bilmeyen kalmazken yargı kararlarını da gözardı edip sıkmabaşı özgürlük ve demokrasi adına, insan hakları adına savunmak, bu kavramlardan uzaklığın ve koşullanmışlığın belirtisidir.

Zorunlu yineleme

Kökendincilerin “Başörtüsü” ve “Türban” yalanıyla koşturdukları sıkmabaş gerçekte bir kapandır. Yandaşları için şifre, anahtar, parola ne derseniz deyiniz, birleştikleri lâik cumhuriyet karşıtlığının üniforma parçasıdır. Anlaşmaları, dayanışmaları, iş bulmaları, çıkar sağlamaları, bir yere gelmeleri, bir yerlerde olmaları için kullanılan araçtır. Aslında başı açmak saygı ve güvendir. Hem kendine hem karşısındakine. Kapalı bir yere girince baş açılır. Dışarıda, belli görevdekilerin şapka kullanması doğal. Geleneksel, alışılmış, temiz başörtüsünü yaşlıların kullanması anlaşılır. Komşu ve uzak müslüman çoğunluklu ülkelerin kadınları-kızlarının en üst katlarda bile başı açık. Seçmenlerini, yandaşlarını tutacak başka şeyi olmayanlar inanç sömürüsüyle oy toplayıp iktidara gelmek ve iktidarda kalmak istiyorlar. Sıkmabaşın asıl gerekçesi bu.

Liyakat lâf, zenci-beyaz benzetmesi gaf. İktidarın temelini oluşturan öğelerden biri sıkmabaş. Kimi toplum etkinliklerinde kolluk güçlerinden kimilerinin sıkmabaşlılara “Geç bacım!” deyip başı açıkları nasıl copladığı görülmekte, duyulmaktadır. Üstdüzey bürokratların eşlerinin hepsinin sıkmabaşını gösteren fotoğraflar ortada iken iktidarın yeteneklileri göreve getirme savını inandırıcı bulmak olanaksızdır. İktidar, yeteneğe değil dinciliğe bakmaktadır. Onun için ölçü de sıkmabaştır. Bunun da dinsel zorunluluğu yoktur.

Liselere laiklik karşıtı kitaplar gönderen AKP’li Bağcılar Belediyesi için ne işlem yapılacağını göreceğiz. Kamu çalışanlarına ek ödeme düzenlemesi içinde ayrıcalık güdülmüştür. Polislere ve imamlara verilen zamların öbür görevlilere verilmemesi doğru olmamıştır.

Yöresel dil değil, yöre halkından kimilerinin konuştuğu dil vardır. Medyada kürtçe yayın ayrıcalığı da yanlıştır. Vatandaşı olduğu devletin dilini öğrenmeyenlerle, dilini öğretmeyen devlet de kusurludur. Dar alanlı, yanlı, amaçlı, etkili, yönlendirici sormacalar(anketler) toplumu karıştırıyor, ilgililer susuyor

Okul kapılarını yalnız okul yöneticileri ve öğretmenler değil, aileler ve tüm yurttaşlar gözetmelidir. Çocuklarımıza vereceğimiz değer varlığımızın güvencesidir. Suça eğilimleri, itilmeleri önlemek hepimizin sorumluluğudur.

İnsan kaç tür ekonomi olduğu sorusunu sormak zorunda kalıyor. Devlet adına yapılan açıklamalar her şeyin yolunda olduğunu gösterirken yurttaşlar yakınıyor. Kapkaç, gasp, hırsızlık, yolsuzluk olayları giderek artıyor. Gereksinim içinde kıvrandıklarını söyleyenler çoğalıyor. Resmî ekonomi, özel ekonomi, iş ekonomisi, ev ekonomisi, tatil ekonomisi vs. ayrımlar mı yapılacak? Yurttaşın, işçi, memur ve emeklinin güçlüklerine çözüm aramak yerine sürekli milletvekili ödenek ve yolluklarından mı söz edilecek?

Amacı, doğrultusu, katkısı, getirisi-götürüsü düşünülmeyen yabancı sermaye yandaşlığı da aldı yürüdü. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı 2005’de 8 milyar doları aşmış. Yurtdışındakilerin tahvil alımları ve öbür taşınır değer yatırımlarıyla birlikte 14 milyar dolara yaklaşmış. Yurtdışından alınan krediler 16 milyar doları geçmiş. Şimdilerde 67 milyar doları bulan yabancı para acaba sağlıklı bir ekonominin kanıtı mıdır? Eğitimde, sağlıkta, bayındırlıkta, çalışma yaşamında durum nedir? Bu ana sorunlara yeterince eğilmeyenlerin siyasal naralarıyla ulusal yaşam ufkumuz çınlamaktadır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi birçok yönden önemlidir.

Anayasa Mahkemesi’nin gecekondu affına iptal kararıyla yürürlüğü durdurma kararlarının nasıl yerine getirileceği de tartışılmaktadır. Yargı fireninden hoşlanmayan iktidarların sorumluluğu kesindir.

Duyarsız ve özensiz gidiş

Kuruluşların bağımsızlığına önem vermeyen, geldikleri yerden ayrılmak istemeyen, yenileşmeyi ve gençleşmeyi düşünmeyen gösterişçiler, çıkarcılar, etiket düşkünleri AB parasıyla amaçlarına ulaşmaya çalışmaları bir yana AB yalakalığına soyunmaktadırlar. AB Proje Katkıları adı altında uzatılan oltalara, yemlere kapılanların bağımsızlık, ulusallık, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, kadın-erkek eşitliği, lâikliğin önemi, dürüst yönetim terör kıskacı gibi konulara eğilmeleri yoktur. Sosyal hukuk devleti sorunları, öğrenim birliği sorunları da yoktur. Feodal yapı, tarikat oyunları da böyle. Daha hukuksal, daha güçlü, daha Atatürkçü bir yapı, daha çağdaş ve gerçekçi yönelişler, daha yararlı etkinlikler, toplumsal yaşama daha önemli katkılar için yarışılacak yerde para kapma, iktidarla uyuşma, akıntıya kürek tutumu izlenmektedir. Beceremeyenler, başaramayanlar kuruluşlarına zarar verip ilkeleri yozlaştıracaklarına ayrılmayı yeğlemelidir. Üyeler, kuruluşlarına sahip çıkmalıdır. Başka bir kuruluşun, bir gazete ya da derginin korumasına girip “Varoluşunu hızlandırmak” söylemine gerek duyulmalıdır. Varlığı ayrı, güçlenmesi ayrıdır. Adına yaraşır olgunlukla düşünce ve ilke ağırlığı yeğlenmelidir. Adamın adamı değil, ilke adamı olunmalıdır.

Bir zamanların Cumhurbaşkanı PKK için “Bir avuç eşkiya” demişti. Küçümseyerek büyüttüğü belâ artık devlete kafa tutmaktadır. Yine aynı kişinin “Kanımda kürt kanı var” sözü şimdilerde kimi siyaset ve sanat adamının “kürt olma” sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde sorunların kaynağı daha iyi anlaşılır. Nevruz bahanesiyle alanlara dökülen kürtçülerin Türk bayraklarını, kolluk güçlerini taşlaması, taşıtlara, işyerlerine zarar vermesi, yaralama olayları, Belediye Başkanlarının teröristbaşının resmi altında ve onu öven sloganlar eşliğinde oynaması, üzerinde önemle durulacak durumlardır. Basında “15 Mart Formulü” olarak nitelenen terör zirvesinde alındığı söylenen kararlar doğruysa terör örgütüne teslim olunduğu kuşkusu doğmaktadır. Onlara hiç dokunmamakla olaysız Nevruz geçtiği başarı sayılıyorsa yanılma açıktır. Bölücülerin yukarda sayılan sakıncalı eylemleri yapmamak koşuluyla onlara dokunulmaması sözkonusu olsa idi başarı idi. Ama bölücüler her sakıncalı eylemi yapmışlar, onlara dokunulmayarak olaylar beklenenden az olmuşsa bu başarı sayılamaz. Terör örgütü ve bölücüler istediklerini yapmışlar, yol almışlar, devlet seyirci kalmıştır. Bölücülerin safsataları sürmektedir. Nerde, neyde eşit olunmadığı belirsizdir. Devlet aşağılanırsa nasıl rahat uyunur? Daha neler olması bekleniyordu? Bölücüler, hedeflerine, amaçlarına ulaşmışlar, istediklerini yapmamışlar mıdır? Neyin kavgası var ki barış oluyor, neyin zaferi iki parmakla anlatılmak isteniyor. Kime ve kimlere karşı zafer? Türkiye Cumhuriyeti’ni bu durumlarda bırakmak, bu durumlara düşürmek kimsenin haddi değildir. Son Diyarbakır ayaklanma provaları azgınlığın ve aldırışsızlığın acı örneklerlerindendir.

Kim ve ne olduğu biline biline yurtdışındaki bir tarikat liderinin peşine takılanlar, onun çizgisine geçenler, ona övgü yağdıranlar artıyor ve açığa çıkıyor. Ele geçirdiği yerler, etkin olduğu katlar belli. Değişik boyları, soyları vurgulayarak sözde milliyetçilikle ırkçılık yapanlar da az değil. Atatürkçülüğe karşı çıkılarak Türk milliyetçiliği olamaz, Atatürk’ü yadsıyan Türk milliyetçisi olamaz. Gerçek yurtseverlere "Ne mutlu Türk’üm diyene!" özdeyişinin kıvancı yeter. Başka hiçbir bağa gereksinim duyulmaz, ayrıntıya dayanılmaz. Türklükle övünmek her şeye değer. Milliyetçilik köktendincilikle bağdaşmaz. Şeriatçılara destek verenin sıkışınca bayrak taşıması inandırıcı olmaz. Şeriatçılık ümmetçiliktir, milliyetçilikle birleşmez. Her tür şoven milliyetçiliğin karşısındayız. Tertemiz Atatürk milliyetçiliği çağdaş Türk milliyetçiliğinin adıdır. Bundan korkulmaz, kıvanç duyulur. Cumhuriyetin zencileri olduğunu ileri sürenler cumhuriyet karşıtlarıyla kimi aymazlardır. Biz Atatürk’ü kimseyle karşılaştırmaz ve tartışmayız. Bunu Anayasa Mahkemesi’nin 31. yıldönümü töreninde 1993’de açıkça belirtmiştim.

Gazete sütünlarını dolduran iktidar tutarsızlıklarıyla bunlara yönelik eleştiriler, İstiklâl Marşı’mızı söylettiği için görevinden alınan danışman, Başbakanla tartışan çiftçi hakkında açılan soruşturma, santralların özel sektöre devri, okullara “Peygambere mektup” çağrısı, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına getirilmek istenen birinin İran uygulamasını övüp lâikliği kötülediği yapıtı, Başbakanlık Müsteşarının Şemdinli olayları ve başka oluşumlarla ilgisi söylentileri aralıklarla yinelenmektedir. Bu arada Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri’ndeki konuşması da Şemdinli İddianamesi nedenli Genelkurmay açıklaması gibi ilgi çekmiştir. İddianame açıklamasına karşı çıkanların dayanışması açıktır. Tıpkı önceki Türk Ceza Yasası’nın 141-142. ve 163. maddelerinin kaldırılması için karşılıklı ödün veren ilericilerle gericilerin dayanışması gibi şimdi de demokrasi ve özgürlükten sözederek haklı açıklamaya karşı çıkılmıştır. Ancak Başkanın kişisel konuşması kimilerince hararetle desteklenmiştir. Oysa asıl her yana çekilebilir bu konuşma irdelenmeli idi. Başkanı otoriter bir edâ ile eleştirenlere kimler, donanımları, uzmanlıkları nedir diye sormak gerekir. Ağız değiştiren arslan demokratlar görev yerine göre görevlilere yaklaşmaktadır. Genelkurmay açıklamasının muhataplarını belirlemekte güçlük çekenler, sonraki konuşmaya sarılmışlardır. Duruşa alışanlar, bundan hoşlananlar doğrulara katlanamıyorlar. Kendilerini mutlu kılacak sözler edilince her şeyi unutuyorlar. Lâikliğin tehdit altında olduğunu söyleyen ABD Güvenlik Politikası Merkez Başkan Yardımcısı ve Pentagon Danışmanı Alex Alexiev’in sözleri geçiştirildi. Hilmi Özkök’ün kimi gereksiz ve sakıncalı tartışmaların katılığı ve gerçekdışılığı belirgin iken “Tartışma özgürlüğünden korkmayın”; Atatürk’le ölçülü biçimde başlayan dışa açılma şimdilerde sömürge düzeyinde bağımlılığa dönüşmüşken “İçine kapanık Türkiye olmaz”; Atatürkçülüğe, kurtuluş ve kuruluş felsefemize yönelik iç ve dış saldırılar artarken “Geçmişe saplanmayın”; Batılılar Lozan’ı geçersiz kılıp Sevr’i yeniden dayatmaya çalışırken hiçbir koşul gözetmeden “Türkiye’nin yeri batıdır”; bölücülük, yıkıcılık yurttaşlığı dışlama terörle dayatılır ve türlü sapkınlıklar birbirine eklenirken bunları düşünce açıklaması gibi karşılayıp “Farklı fikirleri vatan hainliğiyle suçlamayın” sözleri tartışılmaz mı? Hainlik yok mu? Sevinip övenlere bakınca duraksanıyor.

Sözde soykırımı savıyla düşmanlıklarını sürdüren, dış görevdeki Türklere kıyan ermenilerle destekçisi ve yandaşlarını ağır biçimde kınamak varken Atatürk’ün karşı olduğu İttihatçıların liderini gereksiz övgülerle gündeme getirmek yalancı, ikiyüzlü, dönek, sapkın ve terbiyesizlerin bile tepkisini aldı. İyi düşünmeden yola çıkılmamalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/104/ozgun104.htm


..

25 Ocak 2016 Pazartesi

Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,



Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,



Yekta Güngör Özden
02.01.2006

Yazarlarımızdan Yekta Güngör Özden’in özelleştirme düzenlemeleri nedeniyle alınan Anayasa Mahkemesi kararlarından kimilerinde kullandığı karşıoy gerekçelerinin içeriği zaman zaman kimi özelleştirme yandaşlarınca çarpıtılarak yansıtılmaktadır. Özden’in üyeliği döneminde kullandığı karşıoylardan “Atatürkçü ekonomi öneriyor” diye aleyhinde kullanılanların tam metnini 26.6.1985 günlü, 18793 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı biçimiyle veriyoruz. Karar ve karşıoy günü 18.2.1985’dir.

Özden “Gerekçemi iyi okurlarsa anlarlar. Ben Atatürkçü ekonomiden, Atatürkçülükte ekonomi anlayışını amaçladım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve varlık gereklerine uygun, tam bağımsızlığı güçlendiren bir uygulamaya ağırlık verilmesini istedim. Konusunu, yasasını bilmeden ve belirtmeden, yararlı bir sistem olarak nitelik ve özelliklerini vurguladığım Atatürkçü görüşün gereklerini yermenin ne anlamı var? Ekonomik bir doktrin olarak değil, Türkiye’mize özgü bir yöntem olarak üzerinde durdum. Yirmi yıl içinde geçen olaylar beni doğruladı. Özelleştirmeye tümüyle değil, uygulama biçimiyle karşı çıktığımızı unutup unutturuyorlar.” dedi.

Okuyucularımız hukuksal doyuruculuğu açık, ileri görüşlülüğü belirgin karşıoy gerekçesiyle gerçekleri daha iyi saptamış olacaklardır. 
İlgililere yardım için yayımlamayı görev bilerek sunuyoruz:



Atatürk bir dokuma fabrikasını ziyaret ederken 

Karşı Oy Gerekçesi

Esas Sayısı: 1984/9

Karar sayısı: 1985/4

İptal istemiyle “Uygunluk Denetimi”ne sunulan 29.2.1984 günlü, 2983 no.lu Yasaya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararını oluşturan çoğunluk görüşüne karşı olduğum yönleri aşağıda, sırasıyla belirtiyorum:

1- Anılan Yasa’nın “Kapsam” başlıklı 2. maddesi, iki ana bölümün kapsama alındığını açıklamaktadır. Birisi, Kamu İktisadî Kuruluşları (KİK)yla İktisadî Devlet Teşekkülleri (İDT) de içinde olarak tüm kamu kurum ve kuruluşlarının Yasanın 3. maddesinde tanımlanan “her tür alt yapı tesisi” ile Kamu İktisadî Kuruluşlarının ve İktisadî Devlet Teşekküllerinin “tesisleri” için tek ya da grup durumunda “Gelir Ortaklığı Senedi” çıkarmak; öbürü Kamu İktisadî Kuruluşları ve İktisadî Devlet Teşekkülleri için “hisse senedi” çıkarılması ve “işletme hakkı” vermektir. Anlaşılmaktadır ki, birinci bölümde amaçlanan ortaklık konusu, kimi kuruluşların alt yapı tesisleri ile kimi kuruluşların tüm tesislerinin gelirleri; ikinci bölümde öngörülen düzenleme ise belirtilen kuruluşlara ortak alınması ya da kuruluşun işletme hakkının bırakılmasıdır. Türkiye’mizin çok yüklü olan ekonomik gündeminde çözüm bekleyen karmaşık sorunlar, kaynak yaratma çabasına öncelik tanımakla birlikte bu yoldaki düzenlemelerin ve seçilen yöntemlerin, ulusal yapıya, Devletimizin ekonomik varlıklarının özelliklerine, Atatürk zamanında temelleri atılan, birleştirici bir tanımı yapılmamış, bir yasa kuralıyla sınırları çizilmemiş olsa da benimsenip uygulandığı, Atatürk ilkeleri kapsamında Anayasalarda vurgulandığı (Başlangıç, 1) açıkça saptanan “karma ekonomi” düzenine uygunluğu kaçınılmazdır. Bu ayırıma elatmak, yasama yetkisine ya da siyasal seçme özgörüsüne karışmak, seçenek göstererek yerindelik denetimi yapmak değildir. Para politikasının araçlarını seçme ve kullanma yöntemi, denge programları, gelir dağılımı, kaynak aktarımı, tarım girdileri, mal ve hizmet karşılıkları, dışalıma yönelme vd. iktidarın bileceği, çerçevesini çizeceği işlemdir. Ancak, Devletin kuruluş, işletme, alt yapı vs. ekonomimizin ögesi ve gücü olan tüm kamusal varlıklarını gelir ortaklığı, satış ya da işletme hakkı yoluyla elden çıkaracak biçimde sermaye piyasasına (üstelik yerli - yabancı ayırımı gözetmeksizin) açık tutmak, yarınlarda büyük sakıncalar yaşanacak bir belirsiz girişim olmaktan önce, geleneksel yapısı ve niteliğiyle devlet düzenimize aykırıdır. Kamu hizmetlerine ayrılarak kanunun yararlanmasına özgülenmiş varlıkların salt “ticarî işletme değeri” durumuna indirgenerek istenilen işlemlere konu yapılması, sürüme çıkarılması Anayasa’nın uygun karşılayabileceği düzenlemeler değildir. Kısıtlanma ve satım konusu varlıklarımızın ulusal güvenlikten, sağlık ve turizme değin uzanan çok yönlü katkıların gözetildiğinde ekonomik işletme düzeyinde değerlendirilmesinin yanlışlığı ortadadır. Bunların, zarar etmelerini önlemek, iyileştirilmelerini sağlamak ve hızlandırmak yönetim biçimini belirlemek, politik yönden avantajlı (yararlı) bekleme salonları gibi kullanılmalarını önlemek vs. iktidarın seçim hakkı içindedir. Ancak, ulusal kuruluşları, Devletin belli bir varlığını, onun gelirini karşılık göstererek para toplamak, devlet gelirlerini dağıtmaya varamaz. Devlet kaynaklarının bölüştürülmesi niteliğindeki düzenleme, Anayasa’nın ilkelerinden ödün almak çabasıdır. “Sosyal hukuk” devleti, ulusal yaşamın her alanında toplum yararına katkıları ağırlık taşıyan devlettir. Ekonomi anlayışı da, bu özelliğine bağlanarak açıklanır. Ayrıntılarına girmemek için “Atatürkçü ekonomik düzen” olarak adlandırılıp özetlenecek “model”, Atatürk’ün söylev ve demeçlerinde, TBMM tutanaklarında, nice bilim adamımızın ve yazarlarımızın yapıtlarında somutlaşmıştır. “Teknik” bir uygunluk denetimi sırasında siyasal özgörü (takdir) ye karışmamak için Devletin temel görevleri kapsamındaki yükümlülüklerini azaltmayı amaçlayan düzenlemenin Anayasa’ya uygun olmadığı kanısındayız. Bireylerin, toplumun gücünün yetmeyeceği alandan çekilmek, sağlanan gelirleri alınandan çok vererek borç toplamak, tümüyle elden çıkarmayı göze almak bu yolun açılmasıdır. Bu kuruluşların Devletle yurttaşı kaynaştıran özelliği de yadsınamaz. Gerçekte Atatürkçü ekonomi düzeni, “karma ekonomi”den çok “bireyci -toplumcu ekonomi” düzenidir. Anayasa, ekonomiyle ilgili kurallarıyla geleceğin öngörülen ekonomik düzeninin çerçevesini oluşturur. Kamu-toplum yararını güden işlerde devletin bilinçli, gerçekçi, plânlı, izlenceli (proğramlı) ağırlığını duyurmuş Cumhuriyet Hükûmetleri 1937’de Anayasa’ya giren “devletçilik” ilkesinin dışına taşamamışlardır. Duyarlı dengeler düzeni olarak tanımlanabilecek bu düzenin gerekleri ortadan kaldırılmamıştır. Doktriner olmayan bu düzen-bu model, kişisel mülkiyeti ve özel girişimi benimseyen, devlete büyük görevler yükleyen, yurt gerçeklerine, devlet geleneklerine uygun bir karma (çok yanlı) düzendir, devletin temellerindendir. Tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe dayanarak öbür ilkelerle bütünleşir, yurttaşların barış içinde, uygar, mutlu yaşamalarını amaçlar. Sosyalizm ya da liberalizm uygulaması değildir. İçte ve dışta her tür sömürüye karşıdır, insancıldır, ilericidir, uscu (akılcı -rasyonel) dur, çağdaştır. Durum ve düzeyimize uygunluğu yasal yöntemler ve uygulamalarla doğrulanmış, vazgeçildiği ise açıklanmamıştır. “Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlığı” açıklayan Atatürk’ün “sosyal, ahlakî ve millî” olarak nitelediği devletçiliğin katı uygulaması, giderek günün gereklerine uydurulmaması düşünülemez. Özel girişime karşı olmadan, toplum yararına hizmet veren kuruluşlara devletin öncülüğü önemini korumaktadır. Atatürkçülüğün özellikleriyle düşünülecek devletçiliğin, Anayasa’nın Başlangıç’ında çağdaş yerini bulduğu bellidir. Elbet, ekonomik olaylar, salt hukuk kurallarıyla değil, ilgileri, nitelikleri; içerikleri gözetilerek incelenir yorumlanırsa daha iyi değerlendirilmiş olur. Kendine özgü yapısı bulunan Türk ekonomisinin yeni düzeninin değerlendirmesini yaparken siyasal seçenekler dışında, Anayasa karşısındaki duruma bakılır. Devletçiliğin en az düzeye indirilmesi, özel girişimlerin büyük tekellere dönüştürülerek ayrıcalıklarla gücünün artırılması, dış ilişkiler ve batının tutumu, KİT’lerin elden çıkarılması bir bütün içinde ele alındığında Cumhuriyet ekonomisinin temellerinin sarsılıp sarsılmadığı anlaşılır. Satış, “sınırsız devir” görünümü, gerçekleştirme yönteminde TBMM’ni devreden çıkarmak, TBMM’nin yasayla düzenlemesi gereken konuları hükûmete bırakmak uygunluk taşımamaktadır. Anayasa’nın 163. maddesinin dolaylı biçimde gözardı edilmesi, yetkilerin yasamadan yürütmeye geçirilişi yanında, bütçe dengesini bozucu, yasama denetimini sınırlayıcı kurallaşma açıktır.

Ayrıntılarda; kâr ortaklığı senedinin tahvilden farkı görülmemekte, ücretleri artırarak sağlanacak gelirin hemen alınması için uzun süreli borçlanma yönteminin seçildiği, lâikliğe dolaylı biçimde aykırı bir tutum izlendiği “faiz” adının kullanılmasından kaçınılarak ayrı ödemenin “kâr payı” ya da “gelir ortaklığı” adıyla yapılmak istendiği, vergi nitelikli ücretlerin özel kişilere aktarıldığı, gelir oranı düşünce geçiş ücretini artırmak yoluna gidileceği, devlet gelirlerinin belli kişilere ayrılacağı, vergi yükümlülerinin gelirleriyle gerçekleştirilmiş kuruluşların yalnız pay belgesi alanların yararlanmasına açılacağı, ücret artırımının da bunlara yarayacağı, işletme hakkına ilişkin düzenlemelerin Anayasal koşullara (mad. 168, 169) uymadığı, gelecekleri karşılık gözetilerek yapılan borçlanmanın değişken faizli devlet tahvili niteliğindeki gelir ortaklığı senedine bağlandığı, kamu hizmeti araçlarının sanayi kuruluşu ya da salt ekonomik yatırım gibi gelir-satımı konusu edildiği anlaşılmaktadır. Yarınlarda özkaynaklara uzanabilinir.

Siyasal ve ekonomik oluşumların birbiriyle bağlantısı, karşılıklı etkilenmesi, düzenin doğasındaki zorunluluktur. Özgürlüğe değer veren, hukuka saygılı ülkelerde, ekonomik gelişme için de olsa temel kurallar çiğnenemez, ilkelere dokunulamaz. Ekonomik haklarla özgürlükleri dengeleyecek gidişin kaynağı Anayasa’dır. Anayasa’daki “ideal”i soyutluktan çıkarıp toplum yararına somutlaştırmada yönetimi uygunluk sınırında tutacak Anayasa Mahkemesi, ekonomik hak ve özgürlüklerle siyasal hak ve özgürlüklerin birbirine yeğlenmesini, öncelik almasını önleyecek, bu eş değer kurumların yasal düzenlemelerdeki yerlerini korumalarını kararıyla sağlayacaktır. Bunun gibi, incelenen yasayı Anayasa katında uygunluk denetiminden geçirirken Anayasa kurallarını, ilkeleri sürekli üstün tutacaktır. Bu anlayışın ışığında, özetle irdelediğim ve gelirleri katma bütçenin dışına çıkaran ereğini de saptadığım Yasanın 2. maddesini Anayasa’nın Başlangıç’ına, bu yolla 2., 5., 161. ve 168. maddelerine aykırı buluyorum.

2- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonu” başlıklı 2. maddesi, “gelir ortaklığı senetleri, hisse senetleri ve işletme hakları ile altyapı tesislerinin gelirlerinin” ilgili kuruluşların bütçeleri dışında bir fonda toplanacağını öngörmektedir. Gelirlerini kuruluşların bütçeleri dışına çıkarmak, bütçe dışı fon kuruluşuna kapı açmaktır. Sınırlarını ayrı bir yasanın saptaması zorunlu duruma sınırsızlık getirmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin keyfî uygulamaları önlemek için kesin çizgilerle belirlenmesini zorunlu bulduğu mâlî yükümler gibi (3.2.1977 günlü, E. 1976/54, K. 1977/8, Resmî Gazete 8.5.1977-15931) fon oluşturulması da yürütmenin değişken kararlarına bırakılamaz. Bu madde için, Anayasa Mahkemesi’nin 11.1.1985 günlü, Esas: 1984/6, Karar: 1985/1 sayılı kararının, “fon” bölümüne ilişkin karşıoyumu yineliyorum. Sınırları olmadığından Anayasa’nın 73., Sayıştay denetimi dışında tutulduğundan Anayasa’nın 160., bütçe dışına çıkarıldığından Anayasa’nın 161. ve bu yolla 163. maddelerine aykırı buluyorum.

3- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu” başlıklı 6. maddesinin son fıkrası, adı geçen kurulun çalışma yöntem ve ilkelerinin bu kurulun çıkaracağı “bir” yönetmelikle saptanacağını öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesi, kendi görev alanlarını ilgilendiren yasaların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelik çıkarmak hakkını Başbakanlığa, bakanlıklara ve kamu tüzelkişilerine vermiştir. Yine, Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü fıkrası da, kamu tüzelkişiliğinin ancak yasayla ya da yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağını öngörmüştür. Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun tüzel kişiliği yoktur. İncelenen yasada bu anlama gelecek bir açıklık ya da bir belirti bile yoktur. “Yönetmelik çıkarma yetkisi varsa, tüzel kişilik verilmiş demektir” görüşü, “Tüzel kişilik yönetmelikle de verilir”e koşut, hukuka aykırı ve sakıncalı anlayışla, tutumu gösterir. Anayasa kurallarını siyasal uygulamalara neden olabilecek yorum ve değerlendirmelerle amacı dışına taşırmak olanaksızdır. Anlayış ya da hoşgörü, ilkeden ödün verme, kötü uygulamaya yol açma biçiminde olamaz. Kuruluşun yapısına, işlevine bakılarak kendisinde olmayan güç, varsayımla verilemez, Yasal niteliği ve kimliği kararla değiştirilemez, yasanın içeriği, sözcükleri de kararla değiştirilemez, “çıkarmak” yetkisi, “hazırlamak, kabûl edip yürürlüğe koymak ve uygulamak” evrelerini kapsar. Kurula tanındığı açıkça belli olan yetkiyi, ilerde, ilgili Bakanlığın çıkaracağı anlamda yorumlamak uygun bulmak, iptalden kaçınmanın ilginç bir örneğini oluşturmaktadır. Kurulun, kimi bakanlardan oluşması tüzel kişilik kazanması ya da yönetmelik çıkarması için yeterli değildir. Bu durumu yeterli bulan anlayışı hukuk ilkeleri, yönetim hukuku gerekleriyle bağdaştırmak güçtür. Nitekim, Yasanın 12/2. maddesinde Bakanlar Kurulu’nun düzenleyeceği açıkca belirtilen yönetmelik 84/8495 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yayınlanmıştır (Resmî Gazete 13.9.1984 - 18514). Oysa, çoğunluk görüşünü doğrulayan bir iz yoktur. Bu nedenlerle iptal kararı verilmesi zorunlu gördüğüm maddeyi Anayasa’nın 124. maddesine aykırı buluyorum.

4- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun Görevleri” başlıklı 10. maddesinin iptali istenen “a” bendi, satıma varacak karar yetkisini; “e” bendi; buna bağlı olarak pay belgelerinin değer, sayı ve biçimini saptamada hakkını; “f” bendi, kuruluşların gerçek ve tüzel kişilerce işletilmesi koşullarının saptanmasını; “g” bendi, pay belgeleriyle gelirleri satılacak altyapıların eder çizelgeleri (tarife) yle ücretlerinin belirlenmesini; “h” bendi altyapı kuruluşlarının işletme, bakım, onarım, sürdürme (idame) ve benzeri her türlü masraflarının ilgili yönetimlerce fondan karşılanmasının ilkelerinin gösterilmesini ortaklığın Kurulu’na bırakmıştır. Tüzel kişiliği bulunmayan bir kuruluşun yönetimini üstlenen kurul, verilen aşırı- sınırsız yetkiler, özel yasayla yapılacak işlemlerin, kaldırılacak tüzel kişiliklerin bu kurula bırakılması Anayasal ilkeler dışında bir düzenlemedir. Yasa, 233 sayılı KHK ile Koordinasyon Kurulu’na verilen yetkileri Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’na geçiriyor. 233 sayılı KHK ile alınan pay senedi ve işletme hakkı verme yetkisi dışında gelir ortaklığı senedi çıkarma yetkisi bu yasayla korunmuştur. Yasa, 233 sayılı KHK ile ayakta tutulmaktadır. Oysa, 8.6.1984’de kararlaştırılan bu düzenleme, kendinden önceki (16.3.1984 günlü) yasayı, 15.5.1984 günlü dava zamanındaki sakıncayı ortadan kaldıramaz. Yasadaki pay senedi çıkarma yetkisi, Kararname ile Koordinasyon Kurulu’na verilmiştir. Bunun gibi devir, satım (tasfiye) ve işletme hakkının verilmesi de 233 sayılı KHK ile yürütülecektir. Yasa’da tasfiye ve devir açıklığının bulunmamasına karşın sözü edilen KHK tasfiye ve devrin 2983 no.lu yasayla yapılacağını öngörmektedir. Yasada olmayan yetki nasıl kullanılacak? Ayrıca, 2929 no.lu Yasa olmadan 2983 no.lu Yasayı, özellikle incelenen 10. maddeyi açıklamak güç. 2983 no.lu Yasa 2929 no.lu Yasaya yollama yapmadığına göre, bağımsız olarak ele alınınca Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun aşırı yetkileri ortaya çıkıyor. 2929 no.lu Yasayla giderilemeyecek bu aşırı yetkileriyle 10. maddenin belirtilen bendlerini Anayasa’nın 6., 7. ve 27.l maddelerine aykırı buluyorum.

5- Yasa’nın “Uygulanmayacak Kanunlar” başlıklı 13. maddesi Sayıştay denetimini engellemektedir. Yasa’nın Anayasa’nın üstüne çıkarak böyle bir sonucu yaratma gücü yoktur. Denetimin dolaylı biçimde TBMM’nin elinden alınması uygun karşılanamaz. Sayıştay denetimi konusundaki örnek Anayasa Mahkemesi kararları gözardı edilemez (Örneğin, 22.2.1977 günlü, E. 1974/6, K. 1977/14 sayılı).

Maddeyi, genel ve katma bütçeli dairelerin tüm gelir ve giderleriyle mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli kılınan Sayıştay denetimini öngören Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.

6- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonunun Denetimi” başlıklı 15. maddesinin öngördüğü Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun özel amaçlı fonlarla ilgili raporlarının TBMM’nde görüşülemediği, ilgili Bakanlığın bütçesine ek olarak yasama organında kabûl edildiği izlenmektedir. Bu durum ve önce açıkladığım nedenlerle Anayasa’nın öngördüğü hukuksal, yararlı ve etkin bir denetimi dışlayan kuralı, Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.

http://www.turksolu.com.tr/98/ozden98.htm

Yekta Göngör Özden ( Biyoğrafisi )




Yekta Göngör Özden  ( Biyoğrafisi )



    Sivas bağlantılı, yargıç ve öğretmen ağırlıklı bir ailenin çocuğu olarak 05.06.1932’de Tokat’ın Niksar İlçesi’nde doğmuştur. Babası öğretmen, annesi ev hanımı idi. İlk ve ortaokulu Niksar’da, liseyi Samsun, Tokat ve Kayseri’de okuduktan sonra Sivas’ta tamamlamış, 1956’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Öğrencilik yıllarında Ankara Üniversitesi Talebe Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği ile Türkiye Milli Talebe Federasyonu Yayın Komisyonu Başkanlığı’na getirilmiş, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ve Karayolları Genel Müdürlüğü Personel Dairesi’nde çalışmıştır. 1956 yılında stajyer olarak katıldığı Ankara Barosu’nda değişik görevlerden sonra 1965-1966’da Genel Sekreterlik, 1972-1974’de Başkanlık, bu arada 13 yıl ortaokul öğretmenliğiyle yüksekokul öğretim görevliliği yapmıştır. Yedeksubaylığını 1958-1959’da İstanbul Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlığı Muharebe Bölüğü’nde yaptıktan sonra Cumhuriyet Senatosu’nda beş grubun  oylarıyla 11.01.1992’de Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine seçilinceye değin avukatlık çalışmalarını bağımsız biçimde  sürdürmüştür.1960-1961’de Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı 2. Başkanlığı’nda  bulunmuş, Ankara Türk Devrim Ocakları kurucuları arasında yer almış, Türkiye Barolar Birliği’nin kuruluş çalışmalarına katılmış, Türk Hukukçular Birliği Kurucu Genel Başkanı olmuştur. 02.03.1988’ de Anayasa  Mahkemesi Başkanvekilliği’ne, 08.05.1991’de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’da 1. kez ,25.05.1995’de 2. kez Anayasa gereği 65 yaşını bitirdiği 01.01.1998’de emekli olduktan sonra da 08.06.1998’de Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.
1953’de, kuruluşunda Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi olduğu CHP’den 1979 başında Başhukuk Danışmanı  ve Yüksek Danışma Kurulu Üyesi iken ayrılmıştır. ODTÜ’nün de aralarında bulunduğu birçok kuruluşun ve tanınmış kişilerin avukatlığını üstlenmiştir.

Ulus, Barış, Ekspres gazetelerinde köşe yazarlığı yapmış, Cumhuriyet, Milliyet, Akşam ve Bugün gazeteleriyle Forum, Yankı, Noterler Birliği, Abece, Yeni Adalet, Devinim, Hukukçu, Sanat Çevresi, Mülkiyeliler Birliği, SSK, İş Bankası dergileriyle birçok Baro dergisinde demeç ve yazıları, başta Varlık, Türk Dili, Çağdaş Türk Dili, Kemalist Ülkü olmak üzere kimi sanat dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. 1947’ de Sivas-Ülke Gazetesi taşra muhabirliğinden sonraki yıllarda sekreterlik, yazı kurulu üyeliği, sorumlu müdürlüklerde bulunmuş, Vatan Gazetesi’ni mahkeme kararıyla bir yıl yönetmiştir.

1991-1995 yılları arasında Pos-Tel, Milli Prodüktivite, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Demokrasi Kuşağı, Eğitim Dünyası, Amfora, Arena, Parlamentodan, İz, Panoroma, Fırtına, Hukukçu, Yeni Günaydın, Zaman, Türkiye, Orta Doğu, Tasvir, Yeni Yüzyıl gazeteleriyle Ressam Bedri BAYKAM’ın İç Manzaralar adlı sergi broşüründe kendisiyle yapılan röportajlar yayımlanmıştır. 1993-1996 yıllarında yerli ve yabancı radyo ve TV istasyonlarında yinelenen röportajları yer almıştır.1995-1996 yıllarında birçok gazete ve dergide yazıları yayımlanmıştır.

Türk Hukukçular Birliği’nin, Türk Hukuk ve Türkiye Felsefe Kurumları’nın, Atatürkçü Düşünce, Çağdaş Yaşamı Destekleme ve Dil Derneklerinin, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun, Öğretilebilir Çocukları Koruma, Acil Yardım Trafik Vakfı’nın ve kimi vakıfların üyesidir. Üniversitelerde, Barolarda, Hukuk ve Eğitim Kurumlarında, ilerici derneklerde  çağrılar üzerine  yönetici ve konuşmacı olarak  bilimsel  toplantılara katılıp konferanslar vererek ya da açış konuşmaları yaparak Türk  Devrimi, Atatürk İlkeleri, Lâiklik, İnsan Hakları, Demokrasi, Hukuk Devleti, Yargı  Bağımsızlığı, Yargıç Güvencesi, Anayasa Yargısı, Anayasa, Avukatlık, Barış, Dostluk  ve özellikle hukuk konularında açıklamalar yapmakta, çabalarda bulunmuştur. Şimdi, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde “Anayasa Sorunları” dersini  vermektir. Eşi emekli öğretmendir. Bir psikoloğ kızı, bir uzman hekim oğlu, ortaokul 2. sınıfta bir erkek torunu vardır.

3 Kasım 1953’de Atatürk’ün geçici kabrinden (Etnografya Müzesi) çıkarılışında bulunmuş, 4 Kasım 1953’de buradaki Gençlik Nöbeti’ni yönetmiş, 10 Kasım 1953’de Anıt-Kabir’e taşınma sırasında kortejin yöneticilerinin biri olduğu gibi Atatürk’ün  gömülüşünde hazır bulunan on sivilden, yaşamda kalan tek kişidir. Yıldırım Beyazıt Alanı’ndaki Atatürk Heykeli’nin açılış törenini yönetmiş, ilk kez 10 Kasım 1960’da Anıt-Kabir’de okunan Gençlik Andı’nı yazmıştır. Avukatlık Yasası’ndaki Avukatlık Andı ile KKTC’nin Bağımsızlık Andı’nın da yazarıdır. Bestelenmiş şiirleri vardır.


ALDIĞI ÖDÜLLER  


Gümüş Madalya (Hür Macarlar, 1963),
Cumhuriyetin 60. Yılında 10 Türk Hukukçusundan Biri (Balıkesir Barosu, 1984),
Türk Dili Onur Ödülü (Dil Derneği, 1988),
Yılın Hukukçusu (Eskişehir Barosu, 1991),
Yılın Hukukçusu (Yargı ve Güvenlik Muhabiri Derneği, Muammer Yaşar Bostancı ödülü, 1992),
Yılın Atatürkçüsü  (İzmir Büyükşehir Belediyesi, 06.05.1992),
Onursal Felsefe Doktorası (ODTÜ Senatosu, 1992),
İstanbul Kartal Lions Kulübü “Uluslararası Medel of Merit Şeref Madalyası” ( 1993),
İstanbul – Topağacı Lions Kulübü “Uluslararası  Mervin Jones Ödülü) (1994),
Urla Ziraat Odası “Lâik Cumhuriyete ve Atatürk’e Bağlılık Ödülü” (1994),
Ankara İş Kadınları Derneği “Atatürkçülük Takdiri” (1994),
Amasya Atatürkçü Düşünce Derneği “Atatürk Ödülü” (1994),
Ankara Rotary Kulüpleri “Uluslararası Rotary Paul Harris Dosluk Madalyası ve Rozeti” Ödülü  (1995),
Türkiye Ziraatçılar Derneği “Yılın Lâiklik Ödülü” (1996),
Atatürkçü Düşünce Derneği “Atatürk Ödülü” (1996),
Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı “Yılın Adamları Ödülü” (1997),
Onursal Doktora (Mimar Sinan Üniversitesi, 4 Nisan 1997),
Gönül Dostu Gazeteciler Topluluğu “Ayın Yıldız İsmi” (İstanbul Nisan 1997),
Kuva-yı Medya Dergisi “Türkiye Cumhuriyeti’ni vareden temel değerleri savunmada gösterdiği kararlılıktan dolayı” (12 Nisan 1997),
Türkiye Ziraatçılar Derneği (Atatürkçülük, Lâiklik, Hukuk Ödülü,
8 Haziran 1997),
Onursal Doktora (Ankara Üniversitesi, 2 Ekim 1997),
Atatürk Vakfı Onur Ödülü (17 Ocak 1998),
Türk Hukukçu Kadınlar Derneği Onur Plâketi ( 3 Mart 1998),
Sanat Kurumu Onur Ödülü (24.03.1998),
Türkiye Ziraatçılar Derneği Dayanışma Ödülü (02.09.1998),
Onursal Doktora (Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, 28.09.1998),
Onursal Doktora (İstanbul Üniversitesi, 05.10.1998),
Ankara Evrensel Değerler Kozası Cumhuriyetin 75. Yılı Ödülü (Evrensel Kardeşlik ve Bilgelik Derneği, 11.10.1998)
Çağdaş Eğitim Ödülü (Çağdaş Eğitim Vakfı- ÇEV-,27.10.1998)
Türkiye Ormancılar Derneği Onur Plaketi (30.10.1998 )
İstanbul Üniversitesi 75. Yıl Cumhuriyet Ödülü (31.10.1998)
Yılın Hukuk Adamı (Ankara Genç İşadamları Derneği, 9.11.1998)
Onursal Doktora (Hacettepe Üniversitesi, 10.11.1998),
Onursal Doktora (Kıbrıs, Girne Amerikan Üniversitesi,29.05.1999)
“Bilal Köyden Basın Özel Ödülü “, ORSEV  (19.09.1999)
      

  YAYIMLANMIŞ YAPITLARI VE KATKIDA BULUNDUĞU YAPITLAR YAYIMLAR

Dilek (Şiirler, 1953),
Başveren Bir İnkılâpçı (Falih Rıfkı ATAY’dan Derleme, TMIF Yayını, 1953),
Üniversite Dünyası Dergisi (Turgut Erdem, Zeki Dölen, Yavuz Kadıoğlu ile birlikte, 1953),
İnkılâp Gençliği- Devrim Gençliği (Dergi, TMIF, Sekreter, Sorumlu Müdürü, 1952,1954),
Taş Ayna (Şiirler, 1960),
Yönlendirme ve Yönetim Denetimi (Sağlık İdaresi Yüksekokulu Ders Notları, 1966),
Ankara Barosu Dergisi (Yazı Kurulu Üyeliği ve sahiplik),
Hukuk Rehberi (1967-1987, 7. Baskı),
T.C. Anayasası (1971),
Yargı Sorunları (Ankara Barosu Adına Rapor, 1973),
Hukukta Dil (Türk Dil Kurumu’nda  Konferans,1974),
Devrimci (Atatürkçü Dergi, Sami N. Özerdim ve Rahmi Mağat ile Birlikte),
Atatürk ve Cumhuriyet (Ankara Barosu Dergisi Özel Sayı, 1973),
Türkiye Hukuk Dergisi (4 Kitap, 1975-1976),
Atatürk için Şiirler (Kendi Şiirleri, Spor Toto Kültür Hizmetleri, 1981),
Bir Gün Belki (Şiirler,1981),
Anayasa Yargısı (Kitap, Derleme, Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1986-1995),
Atatürk ve Hukuk (Derleme, Anayasa Mahkemesi Yayını, 1982),
T.C. Anayasası, Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası ve İçtüzüğü (Ortak Kitap, Anayasa Mahkemesi Yayını, 1987, 2. Baskı,1997),
Çağrı Barışa, Özgürlüğe, Mutluluğa (Şiirler, 1991),
Yüreğim Güneş (Şiirler,1991),
Hukukun Üstünlüğüne Saygı (Bilgi Yayınları, 1990 ve 2. Baskı 1996),
Her Zaman Atatürk (Anayasa Mahkemesi Yayınları 29,1994),
T.C. Anayasası (Seçkin Yayınları 1994 ve 1996),
Tançiçeği (Önceki Şiir Kitaplarından Seçki, FE Yayınları 1994, Opus Yayınları, Bilgi Yayınları 4. Baskı,1998),
İnsan Hakları, Lâiklik, Demokrasi Yolunda (Bilgi Yayınları, 1994 ve 2. Baskı, 1996),
Her Zaman Atatürk’le (Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1995),
Atatürk Sizsiniz (Bilgi Yayınları, 1995, 2. Baskı 1996 ve 3. Baskı 1997),
Atatürk Türkiye’dir, (Anayasa Mahkemesi Yayınları .1996),
Atatürk’ün Devrim Koşusu Günlüğü (Bilgi Yayınları,1996 ),
Atatürk Türkiye’dir, Türkiye Atatürk’dür, (Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1997),
Atatürk Ölümsüzdür, (Anayasa Mahkemesi Yayınları,1997),
İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklerine İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Bu  Sözleşmelere Yer Veren Anayasa Mahkemesi Kararları (H. Bülent Serim’le ortak yapıt, Anayasa Mahkemesi Yayımları, 1997),
Atatürk Şiirleri (Seçkin, Opus Yayınları, 2. Baskı,1998),
“Nereden  Baksa Güzel, Nereden Baksan Güzel” (Atatürk Şiirleri, 2. Baskı Bilgi Yayınları 1998, 3. Baskı , Bilgi Yayınları, 1999),
” Özlü Sözler, Sözde Sözler”, (İstanbul, 1999, Cem Ofset),
“ Aşkımız Şiirimiz “, (Bilgi Yayınları, 1999)


GENÇLİK ANDI

“ Türk Gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz.

Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığı geçmek için tüm zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Ulusu’na  adarız. ” 
(10 Kasım 1960)


,,




Köktenci Kışkırtma, Saldırı ve Saptama,




Köktenci Kışkırtma, Saldırı ve Saptama,




Yekta Güngör Özden,
29.05.2006


Danıştay’a saldırının tartışılmaz sapkınlığı ve alçaklığı apaçık ortada. Yabancılar Lozan’ı imzaladıkları andan, köktendinci cumhuriyet düşmanları da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan başlayarak kollarını sıvadılar. Marco Polo’dan beri “Türkiye” adı verilen bu toprakları üzerinde yaşayan çoğunluğun yurdu olarak dünyaya benimsetip devletin adıyla bir kez daha kutsallaştıran Atatürk’le ilkelerine karşı çıkanlar iktidar gücüyle azgınlıklarını artırmışlardır. İktidar milletvekillerinden biri “Kırk Hadis-i Şerif” adlı kitapçıkla kadınları aşağılamakta, başka bir milletvekili eşini dövmekle anılmakta, iktidar partisinin yönetimindeki kimi belediyeler gerici broşürler dağıtmakta, iktidar partisinin kongrelerinde ve kimi etkinliklerinde kadınlar erkeklerden ayrı oturtulmakta, sıkmabaş siyasal bir örtü biçiminde iktidar ileri gelenlerinin dilinde dolaşmakta, kadrolaşma, kökten dinci yaklaşımlar, Atatürk ve Atatürkçülere karşıtlıklar, gereksiz sözler, anlamsız tartışmalar sürüp gitmektedir. Yıllardır Türkiye’yi kana bulayan köktendinciler AKP iktidarında en elverişli ortamı bulmuşlardır. Sıkmabaşla ilgili olanları öncelikli, işlerine gelmeyen yargı kararlarını sorumluluk bilinci ve devlet adamı niteliği taşıyan kimselerden beklenmeyecek bir dille eleştiren yetkililer son acı olayların önde gelen suçlularıdır. Onlar böyle davranmasaydı, destek verip beğendiklerini söyledikleri köktendinci yayın organları hedef göstermese idi hepimizi yürekten yaralayan ve dış dünyaya karşı utandıran kıyım gerçekleşmezdi. Kendi kusurlarını örtmek için olayı çarpıtıp saptırarak başkalarının üzerine atmak isteyenlerin gerçek yüzleri her gün daha iyi ortaya çıkmaktadır. Olay üzerine yapılan konuşmaların düzeysizliği, köktendincilerin suçlu olduğunu söylemekten kaçınma kurnazlıkları, “provokatif, komplo, zamansız reaksiyon” yakıştırmaları belirgin bir telaşın ve suçluluk kompleksinin dışa vurumudur. Kışkırtıcı ve destekçi gazetelerle iktidar yalakalarının dikkatleri başka yönlere çekme çabaları boşa çıkacaktır. Köktendincilerin yıllardır neler yaptıkları, neden yaptıkları bellidir. Hücre evleri, domuz bağları, Sivas katliamı gibi vahşetler ulusal varlığımıza yönelik insanlıkdışı saldırılardır. Çağdaş yaşamın aydınlık kaynağı laikliği içtikleri and ve görevleri gereği özenle koruması gereken siyaset adamlarının oy ve iktidar için giriştikleri oyunlar geleceğimizi karartma amacındaki zararlıları şımartmıştır. İktidar başının geçen hafta söylediklerinin birçoğu gerçekleri gölgelemeye yöneliktir. Ben kendisine asla inanmıyorum, asla güvenmiyorum. Değiştiğini de asla ciddi bulmuyorum.

Söyledikleri, siyaseten yatıştırma ve kendileriyle yandaşlarını kurtarma amaçlıdır. Hâlâ Genelkurmay Başkanı’nın lâikliği benimseme, koruma, özenine, toplumsal duyarlığa ilişkin sözlerini eleştirmesi, yitirdiğimiz Danıştay Üyesi’nin evine yaptığı başsağlığı ziyaretinde gördüğü Atatürk resimlerine takılması kimi saplantılarını ele vermektedir. Kocatepe Camii alanındaki kimi sözler gereksiz, yersiz ve aşırı olabilir. Ama bu tür öldürme olaylarına toplumun tepkisi, durumu ve tutumu özellik taşıyan Genelkurmay Başkanı’nın yalnızca uygar ve haklı tepkiyle sınırlı sözleri Başbakanı gocundurmamalı idi. Anlaşılan, söylediklerinin aksine aklın değil, inancın yolundan gitmektedir. “Milleti bölmeye karşı olduklarını” söylemesi inandırıcı değildir. Yukarda özetle değindiğimiz kimi tutumları bölücülüğü kimlerin yaptığının kanıtıdır. Sorumluluğu askerlere, Atatürkçülere, aydınlara, ulusalcılara, yurtseverlere, ilgisiz kesimlere yıkmaya çalışma açıkgözlülüğü kimseyi kandıramaz. Kendini dindar sanan köktendincilerin, şeriat özlemcisi kıt düşüncelilerin bağnaz ve gözü dönmüş kan içicilerin kaçıncı canavarlığıdır bu ve iktidar şimdiki gibi davrandıkça kimbilir daha kaç kez bu düşmanlığı yapacaklardır? İktidarın söylem ve eylemlerinden cesaret alan akılsızların neler yapacakları belli olmaz. Kadrolaşmadan geri adım atılmamakta, dincilik pompalanmaktadır. Ders kitaplarına uzanan kötülükler yarınlarımız içinde en büyük tehlikedir. İnternet forum sayfalarında “Sıra hangi türban düşmanında?” sorusunu düzenleyen terbiyesiz kışkırtıcılarla tiksindirici yanıtlar veren beyinsizler insan olur mu ki müslüman olsunlar. Yönü, yolu, tutumu belli Başbakanlık Müsteşarını inatla lâik Cumhuriyetin yönetim birimlerinin en tepesinde tutan Başbakana nasıl güvenilir ki? İktidar, birkaç yalancıya, yalaka-maşa gazete, dergi, radyo, televizyona, borazanı kurumlara güvenip bağıra çağıra bu sorumluluğu atamaz. Daha kendi zamanlarında işlenen Hablemitoğlu cinayetini aydınlatamadılar. Yakalanan sanık nedeniyle derinleştirilen soruşturma sanki kendi kişisel çabalarıymış gibi övünmeleri de yanlış. Kendi karanlığını aydınlık diye dayatmaya çalışan iktidar, Atatürk aydınlığını inkâr edip kendilerine bile olanak tanıyan lâikliği örseledikçe bu tür olayların önü alınamaz. Başbakanın 24.05.2006 günü parti grubundaki konuşması gelgit dizisidir. Alkışlar direnişin, cumhurbaşkanlığını ele geçirme hırsının sesidir. Genelkurmay Başkanı’nın küçük bir konuşmasını “şık” bulmayan RTE’ın hangi konuşması “şık”tır?

Laiklerin kötü bir eylemi yok. Söylemi ve eylemi kötü olanlar, dincilerdir. Şimdiye kadar dinciler öldürdü, lâikler öldü. Dincilerden öldürülen olmadı. Katiller dincilerden çıkıyor. Olayları lâiklerin üzerine yıkamayanca kızgınlıklarından ne diyeceklerini, ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Soruşturmada yasalara aykırı biçimde siyasal çizgide görülüyor, yargısal değil.

Yunan dalaşı-Belçika yavanlığı

Önceki hafta başında güney Ege’de çarpışan askerî uçaklar bir gerçeği daha ortaya koydu: Yunanistan içtenlikli değil, düşmanca davranıyor. Türkler Mora yarımadasına girmeselerdi, İtalyanlar Yunanlıları yeryüzünden sileceklerdi. Bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra ayrılma ve toprak genişletme tutkularını gem vurmayıp 1919’da Anadolu’ya çıktıkları unutulmuş, sanki biz onların topraklarına çıkarma yapıp binbir kötülükle yıkmaya çalışmışız gibi, pişmanlık duyar gibi yaklaşıyoruz. Bu insanlığı ve inceliği anlamıyorlar. Zeytin dalını biz uzatıyoruz, zeytini Yunanlılar yiyor. Eziklik ve eğilme Türk-Yunan ilişkilerinin ölçüsü olamaz. Lavrion kampı, diplomatlarımıza saldırı, sözde ermeni soykırımı anıtından sonra pontus anıtı, anaokulu çocuklarına bile Türkleri barbar tanıtma, karalama ve genelde Türk düşmanlığı aşısı, 21 Mayıs’ta Atina’daki Türk Büyükelçiliği önünde Türk Bayrağı’nı yakıp Yunan ulusal marşını söyledikten sonra rezilliklerini Bayrağımızı çiğnemeye kadar götürmeleri katlanılamaz olaylardır. Gereken uyarının yapılması beklenmektedir.

Nato’da ortaklık, genelde dostluk, uzak-yakın AB üyeliği Türkiye karşıtlığını gidermeye yetmiyor. Sabancı cinayeti sanığını danışıklı dövüş biçiminde elden kaçıran Belçika şimdi de Abdi İpekçi cinayetine adı karışan Yalçın Özbey’i serbest bıraktı.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis, Yunan devletinin pontus kampanyasına tam destek verdiğini ilân ediyor, bizim yönetim bu hanıma kol-kucak açıyor. Yunanistan’a sürekli dostluk önermek kanımca zavallılıktır. Megola idea’nın dört maddesi gerçekleşti, geriye ikisi kaldı. İçimizdeki sapkınlar rumu, Yunanistan’ı değil Türkleri eleştiriyor. Türk’ten daha Türk, daha Atatürkçü kürt olduğu gibi, rumdan daha rum olan kimi Türkler bulunduğu da bir acı gerçek nokta. “Türkler resmen özür dilemelidir” diyen Yunanlılara gereken yanıt nasıl, ne zaman verilecek? Demokrasi, özgürlük meleği medya, tepkisiz, ilgisiz, tembel kimileri..

Ermeni soykırımı yoktur ” demeyi cezalandırmayı öngören yasa tasarısının görüşülmesini erteleyen Fransa yasama organının kararı Türkiye’nin üzerinde Fransa kılıcı gibi duracaktır. Bitmeyen tehdit, sürekli baskı gündeme gelmiştir.

Yunanlılar Türkiye’den bir banka daha satın alacaklarmış. Türkler Yunanistan’dan bir banka almaya kalkışsaydı olur verilir miydi? Yunanistan’ın deniz, hava, kara açılımlarına tepkimiz, önlemlerimiz yeterli mi?

Aymazlar ve Sapkınlar

1950 ve sonrasını bırakıp kurtuluş ve kuruluş evresini eleştirmeyi mârifet sayan kişiliksizler bilgiçlik taslayarak kinlerini kusmayı sürdürüyor. Kendi geçmişlerini, nerde kimlerle birlikte olduklarını, yaptıklarını unutup Atatürk’ü, dönemini ve Atatürkçülüğünü kötülüyorlar. Bugünlerin yakın sorumlularını görmezlikten geliyorlar. Yargı kararlarını, karşıoyları çarpıtıp saptırıyor, anlamadıkları konularda görüş açıklayarak iktidar şakşakçılığının iğrenç örneklerini veriyorlar. Lâikler kimseye fiske vurmamışken, hiçbir inanç sınırlaması yapmamış, dinsel görevi engellememişken, dinin siyasallaşmasını önleyici zorunlu önlemleri küçülerek sömürüyor, ülkeyi kan gölüne çeviren irticanın tehlike olmadığını savunarak suç ortaklığına soyunuyor, çağdaş ölçülerle uygulanan anayasal ilkelerin evrensel nitelikten uzak olduğunu utanmadan ileri sürüyorlar. Atatürk evrensel bir kişi olduğu gibi ilkeleri Türkiye’yi Türkiye yapan evrensel nitelikli yaşam kaynaklarıdır. Tarih bilgisi olmayan bu aymazların gerçeklere gözlerini kapatmaları, vicdan değerinden yoksunlukların belirtisidir. Atatürk’ün Gençliğe Seslenişi’ni yabancı bile övgüyle karşılayıp, kendileri içinde anlam taşıdığını söylüyorlar. Ulusal değerlerimizi yıkmak için demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini araç kılmanın sakıncaları iç ve dış tehlikelerle yaşanmaktadır.

Kimi zaman kalem de, kâğıt da, kitap da, söz de bir silâhtır. Terör örgütünün yaptıklarından, toplumsal barışı, ulusal dayanışmayı yıkmakta dayanılan söz ve yazıların ne ayrımı var? Dağdakilerin içerdeki, kırsaldaki uzantılarının döşediği mayınlar her gün bir şehit acısıyla sarsıyor. Pusular, bombalar, silâhla taramalar ve daha niceleri. 19 Mayıs coşkusunu engelleyen olumsuzluklar medyadaki çetenin kepazeliklerine bağlanmalıdır.

Umut kırıcı olaylar içinde Danıştay 2. Daire Üyesi Ayfer Özdemir’in hastane çıkışındaki sözü çok anlamlı ve çok güzeldi “Beni kurşunlar değil karşıoyum nedeniyle Cumhuriyet düşmanlarının yanında görmek sözleri öldürür!” Hukuk tekniği gereği oyunu saldırı olayında kullanmak isteyen inanç sömürücülerine doyurucu bir yanıttır.

Olanlar - Olacaklar

Cumhurbaşkanı’nı bugünkü yapısıyla Meclis’e seçtirmek için zorunlu duruma gelen erken seçimden kaçınan iktidar günah çıkarma seanslarına başlamıştır. “Demokrasiye kanlı geçiş”ten sözedenlerin “Kan üzerinden siyaset yapılmasın” demelerine kim inanır? Ayrıca uyumlu anamuhalefet partisi liderini hayalî komplonun içinde göstermek gülünecek bir savdır. Ciddiyetini yitiren yönetim, şaşkın iktidar inişe geçmiş demektir. İktidarın Atatürkçü bir oluşumu, olayı, yönelişi, kişiyi ve kurumu desteklediği duyulmuş, görülmüş müdür? Yayınlar, konuşmalar, tutumlar, duruşlar, durumlar ortada. Sıkmabaş-bohçabaş, başörtüsü ve türban yalanıyla din durumuna getirilmesiydi son saldırı da olmazdı. Saldırının dincilikle olduğu, köktendincilerin yaptığı açık biçimde ortada iken tersine çırpınışlar daha çok tepki almaktadır. İrtica tehlikesi olmadığını söyleyen yeni mürtecilerin kabûl koşulu yüzlerce ya da binlerce kişinin öldürülmesi, hiç kimsenin ses çıkaramayacağı biçimde Humeyni oturuşu mudur? Yüksekokul öğrencilerinin elele tutmasına karşı çıkanlar, ilköğretim öğrencilerini fes ve çarşaf giydirenler, Atatürkçülerin katlinin vâcip olduğunu anlatanlar kimlerdir?

Toplumsal tepki uygar biçimde açıklanmalıdır. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları hiçbir ölümü önlemiyor, bölücülüğü durdurmuyor. Dağınıklık düşmanların işine yarıyor. Başbakan Yardımcılarından birinin kışkırtıcı gazeteyle saldırıya uğrayan Cumhuriyet gazetesini bir tutması da çok sakıncalı bir yaklaşım. Asıl ne dediğini bilmesi gerekenler iktidar kesimindekilerdir. Başbakan kendi yakın arkadaşlarına, öncelikle de kendisine bakmalıdır. Başta düşünme ve tartışma olmak üzere öğrenecekleri çok şey bulunmaktadır.

“İrtica iktidar oldu” demiştik. Keşke haksız çıksaydık. Yapay oluşumlar, içtenliksiz sözler göstermelik ziyaretler, sahte gözyaşları, saptırma çabaları, dolaylı savunmalar, hepsi ibretle izlenmektedir. Saldırganın hukukçu sayılması da yanlış. Fethullah Gülen’in yolunda hukuka sızdırılmış bir militandır. Otuzbeş Hukuk Fakültesi’nin üzerine yeni onbeş fakülte daha açılırsa iyi hukukçu yetiştiğini kimse savunamaz. Üniversitelerinde hâlâ sıkmabaşlı öğrenci barındırıp topluma yalan söyleyenler utansın. Sağlık Bakanlığı’na ikiyüz kişilik mescide sığmayıp bahçede Cuma namazı kılanlar neyi anlatmaktadır. İTO Başkanı’nın saldırıya ilişkin çirkin yanıtı ne demektir? Doğru tanı konulmazsa iyileştirme olamaz. Saldırının niçin yapıldığını yadsıyarak bir yere varılamaz. Amaç şeriat düzenidir. Engeller temizlenmeli, cezalandırılmalıdır. Bu azgınlıklar iktidar hoşgörüsü ve desteği olmadan yapılabilir mi? Suçlular böyle varsaymasalar, bu kanıda olmasalar, kalkışmazlardı. İktidar kesimi şaşkın ve kızgın, demokratik kesim kırgın. İktidarı sertleştiren suskunlar da sorumluluktan kurtulamazlar. Başbakanın konuşmaları anımsanır, şimdiki sözleriyle karşılaştırılırsa duruma göre değerlendirme yapıp ikilemli davrandığı saptanır. Yanlış ve yanıltıcı yaklaşımlar, eleştiriler, yanıtlar kimlerin sözlerine dikkat etmesi gerektiğini göstermektedir. Eğitimden başlayan bireysel ve kurumsal bozukluklar nereye geldiğimizi açıklamaktadır. Atatürk ve lâiklik düşmanlığının nerelere tırmandığı, neleri kotardığı da görülmektedir. Üzerinde çok konuşulacak, hukuksal ve mantıksal yönlerden çok eleştirilecek “Lâikliği yeniden yorumlamak” devlete yeni ad aramak gibi çok kötü bir öneri. “Derin komplo” da öyle. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” ya da “Hem suçlu, hem güçlü” atasözlerini anımsatmaktadır.

“İyi çırak ustasından belli olur” sözünü doğrulayan durumlar Menderes’in kendinden sonrakilere örnek olduğunu gösteren olaylarla yaşanmıştır. Devletin, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olduğunu unutup, devletten çok iktidarlarını, kendilerini düşünenlerin yönetimleri yararlı olmamış, demokrasi kesintilere uğramış, büyüklenenler ulusu rahatlattıkları savlarıyla devletin niteliklerini bozmuşlardır.

Kalkınma atılımlarını, gelişme yükselişlerini hızlarıyla birlikte dört döneme ayıranlar Atatürk döneminin başbakanı İnönü’yü anlamıyorlar. Yıktıklarını gözardı edip Özal’ı da sayıyorlar. Kişileri gelişleri gidişleriyle değil, yaptıkları ve yıktıklarıyla değerlendirmek gerekir. Son çıkışının olumlu olması, önceki olumsuzlukları kaldırmaz ve unutturmaz. “Devlet lâik olur, birey olmaz” diyenlerin lâikliği övmeleri belli bir düzelme belirtisi olabilir mi? Öbür sözleri içinde çoğunluğu oluşturan, olumsuzlukların dayanağı anlatımları unutulabilir mi? Çok kimse kendini savunur, yanlışlarını doğru diye dayatır. Anlatım becerisi, kimi yetenekleriyle ve ustalıkla yanlışlarına, yanılgılarına kendince bir gerekçe bulanlara denemeden kanmak pişmanlık getirir. Önemli olan gerekçe bulmak değil, gerçeği bulmaktır. Gerçek, en iyi, en doyucu gerekçedir. Kimi yazarlar uyanırken kiminin uykusu, kiminin mahmurluğu sürmektedir.

Dostluk en iyi insanlık ilişkilerinin ve bağlarının başında gelir. Temelinde duygu ve düşünce birlikteliği yatar. Siyasal yönden kimi ayrılıklar olsa da insanlık değerlerinde buluşmak güzeldir. 14 Mayıs’ın yıldönümünde eski Demokrat Partililerden birinin konuşmasında bulundum. İnönü-Bayar ayrımcılığını, birini övüp diğerini yerme katılığını üzülerek izledim. Sert, kindar, duygusal yaklaşımlar gerçeği bulmaktan, gerçekte birleşmekten, yeni durumlarda dayanışmadan uzaklaştırıyor. Geriye değil, ileriye bakmak gerekir. İnönü’yü övmek için Bayar’ı ve dönemi yermek ne kadar gereksizse, Bayar’ı övmek için de İnönü’yü ve dönemini karalamak, inkâr etmek o ölçüde gereksizdir. “27 yıl” ve “Söz milletindir” denilerek Atatürk döneminin bile inkâr edildiği günler artık çok geride kalmıştır. Günümüzde birlikteliği ve dayanışmayı sağlayacak yeni açılımlara gereksinim vardır. Atatürkçülükte ödünsüz birleşenlerin ayrılıkları en büyük yanlışlarıdır.

İçtenlikli, iyi niyetli, çalışkan, ahlâklı, yürekli, gerçek Atatürkçü, gerçek yurtsever, gerçek demokrat aydınların birlikteliği çok önemlidir. Güvenilecek kişilerle birlikte çalışmanın tadı başlıca güç olur. Son zamanlarda kimi salonlarda askerci denilen kimileri, uzlaşmacı diye nitelendirilenlerin, kimi eski siyasetçilerin, siyasetçi adaylarının, kimi unvan-makam ve kimi akçalı destekçilerin toplantılar yaptığı duyulmaktadır. Söz ve rozet düşkünü gösterişçilerle büyüklenme hastalığına tutulanlardan uzak kalınarak yürütülecek çalışmaların olumlu sonuçlara varması mutluluk verir.

Vurgulama

Türkiyemizin sorunlarına yakın ilgisine basın bültenleri ve demeçleriyle açıklayan Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Genel Başkanı Dursun Atılgan tek başına bir kurum gibi çalışmaktadır. Ülkemizdeki birçok kişiye ve kuruluşa örnek olacak çabaları için Sayın Atılgan’ı kutluyor ve alkışlıyoruz.

Yineleme

Türk Devrimi’ne ve Atatürk ilkelerine yürekten bağlıyım. Şeriatçılığa, kürtçülüğe, ırkçılığa, her türlü bölücülük, yıkıcılık ve sömürüye karşıyım. Bu doğrultuda yayın yaptıkları için TÜRKSOLU gazetesine ben de yazılarımı veriyorum. Ayrıntıda kimi düşünce, görüş, yöntem ayrılıkları olsa da ilkelerdeki birliktelik gençlerle ilişkimi sürdürmemi sağlamaktadır. Aykırı bulduğum, ters düştüğüm zaman kendime yaraşanı yaparım. TÜRKSOLU’nun aylıklı, ücretli, para alan, akçalı ilişkisi olan bir kadrolusu değilim. Kimi yazarlarla ayrı görüşte olmak doğaldır. Büyük gazetelerde birbirine ters birçok yazarın birarada bulunması basın yayın gerçeğinin bir örneğidir. Yazılanları anlamayan, anlamak istemeyen sanık, suçlu, sapkın ve döneklerin gerçek dışı eleştirileri doğru bildiğimizi yazmaktan bizi alıkoyamaz.

Ve iki dilek

CHP Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetim Kurulu’nda iki yıl (1953-1955) birlikte çalıştığım, oniki yıl (1967-1979) avukatlığını yaptığım, son kez 6 Eylûl 2002’de partisinden istediğim yerde aday olmam önerisine olumsuz yanıt verdiğim Bülent Ecevit’in sağlığına kavuşmasını diliyorum. Tamamlanacak anılarımda kendisiyle ilgili birçok gerçeğe değineceğim. Tümüyle yansız, kendisinden hiçbir şey beklememiş ve istememiş birisi olarak onu daha iyi tanıtacağımı sanıyorum.

Hemşehrim, komşum, meslektaşım, dostum sayın Mustafa Yücel Özbilgin ışıklar içinde yatsın. Ulusumuza, yargımıza, ailesine başsağlığı, yaralı arkadaşlarına ivedi sağlık diliyorum.


http://www.turksolu.com.tr/108/ozgun108.htm