Atatürkçülükte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürkçülükte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2016 Pazartesi

Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,



Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,



Yekta Güngör Özden
02.01.2006

Yazarlarımızdan Yekta Güngör Özden’in özelleştirme düzenlemeleri nedeniyle alınan Anayasa Mahkemesi kararlarından kimilerinde kullandığı karşıoy gerekçelerinin içeriği zaman zaman kimi özelleştirme yandaşlarınca çarpıtılarak yansıtılmaktadır. Özden’in üyeliği döneminde kullandığı karşıoylardan “Atatürkçü ekonomi öneriyor” diye aleyhinde kullanılanların tam metnini 26.6.1985 günlü, 18793 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı biçimiyle veriyoruz. Karar ve karşıoy günü 18.2.1985’dir.

Özden “Gerekçemi iyi okurlarsa anlarlar. Ben Atatürkçü ekonomiden, Atatürkçülükte ekonomi anlayışını amaçladım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve varlık gereklerine uygun, tam bağımsızlığı güçlendiren bir uygulamaya ağırlık verilmesini istedim. Konusunu, yasasını bilmeden ve belirtmeden, yararlı bir sistem olarak nitelik ve özelliklerini vurguladığım Atatürkçü görüşün gereklerini yermenin ne anlamı var? Ekonomik bir doktrin olarak değil, Türkiye’mize özgü bir yöntem olarak üzerinde durdum. Yirmi yıl içinde geçen olaylar beni doğruladı. Özelleştirmeye tümüyle değil, uygulama biçimiyle karşı çıktığımızı unutup unutturuyorlar.” dedi.

Okuyucularımız hukuksal doyuruculuğu açık, ileri görüşlülüğü belirgin karşıoy gerekçesiyle gerçekleri daha iyi saptamış olacaklardır. 
İlgililere yardım için yayımlamayı görev bilerek sunuyoruz:



Atatürk bir dokuma fabrikasını ziyaret ederken 

Karşı Oy Gerekçesi

Esas Sayısı: 1984/9

Karar sayısı: 1985/4

İptal istemiyle “Uygunluk Denetimi”ne sunulan 29.2.1984 günlü, 2983 no.lu Yasaya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararını oluşturan çoğunluk görüşüne karşı olduğum yönleri aşağıda, sırasıyla belirtiyorum:

1- Anılan Yasa’nın “Kapsam” başlıklı 2. maddesi, iki ana bölümün kapsama alındığını açıklamaktadır. Birisi, Kamu İktisadî Kuruluşları (KİK)yla İktisadî Devlet Teşekkülleri (İDT) de içinde olarak tüm kamu kurum ve kuruluşlarının Yasanın 3. maddesinde tanımlanan “her tür alt yapı tesisi” ile Kamu İktisadî Kuruluşlarının ve İktisadî Devlet Teşekküllerinin “tesisleri” için tek ya da grup durumunda “Gelir Ortaklığı Senedi” çıkarmak; öbürü Kamu İktisadî Kuruluşları ve İktisadî Devlet Teşekkülleri için “hisse senedi” çıkarılması ve “işletme hakkı” vermektir. Anlaşılmaktadır ki, birinci bölümde amaçlanan ortaklık konusu, kimi kuruluşların alt yapı tesisleri ile kimi kuruluşların tüm tesislerinin gelirleri; ikinci bölümde öngörülen düzenleme ise belirtilen kuruluşlara ortak alınması ya da kuruluşun işletme hakkının bırakılmasıdır. Türkiye’mizin çok yüklü olan ekonomik gündeminde çözüm bekleyen karmaşık sorunlar, kaynak yaratma çabasına öncelik tanımakla birlikte bu yoldaki düzenlemelerin ve seçilen yöntemlerin, ulusal yapıya, Devletimizin ekonomik varlıklarının özelliklerine, Atatürk zamanında temelleri atılan, birleştirici bir tanımı yapılmamış, bir yasa kuralıyla sınırları çizilmemiş olsa da benimsenip uygulandığı, Atatürk ilkeleri kapsamında Anayasalarda vurgulandığı (Başlangıç, 1) açıkça saptanan “karma ekonomi” düzenine uygunluğu kaçınılmazdır. Bu ayırıma elatmak, yasama yetkisine ya da siyasal seçme özgörüsüne karışmak, seçenek göstererek yerindelik denetimi yapmak değildir. Para politikasının araçlarını seçme ve kullanma yöntemi, denge programları, gelir dağılımı, kaynak aktarımı, tarım girdileri, mal ve hizmet karşılıkları, dışalıma yönelme vd. iktidarın bileceği, çerçevesini çizeceği işlemdir. Ancak, Devletin kuruluş, işletme, alt yapı vs. ekonomimizin ögesi ve gücü olan tüm kamusal varlıklarını gelir ortaklığı, satış ya da işletme hakkı yoluyla elden çıkaracak biçimde sermaye piyasasına (üstelik yerli - yabancı ayırımı gözetmeksizin) açık tutmak, yarınlarda büyük sakıncalar yaşanacak bir belirsiz girişim olmaktan önce, geleneksel yapısı ve niteliğiyle devlet düzenimize aykırıdır. Kamu hizmetlerine ayrılarak kanunun yararlanmasına özgülenmiş varlıkların salt “ticarî işletme değeri” durumuna indirgenerek istenilen işlemlere konu yapılması, sürüme çıkarılması Anayasa’nın uygun karşılayabileceği düzenlemeler değildir. Kısıtlanma ve satım konusu varlıklarımızın ulusal güvenlikten, sağlık ve turizme değin uzanan çok yönlü katkıların gözetildiğinde ekonomik işletme düzeyinde değerlendirilmesinin yanlışlığı ortadadır. Bunların, zarar etmelerini önlemek, iyileştirilmelerini sağlamak ve hızlandırmak yönetim biçimini belirlemek, politik yönden avantajlı (yararlı) bekleme salonları gibi kullanılmalarını önlemek vs. iktidarın seçim hakkı içindedir. Ancak, ulusal kuruluşları, Devletin belli bir varlığını, onun gelirini karşılık göstererek para toplamak, devlet gelirlerini dağıtmaya varamaz. Devlet kaynaklarının bölüştürülmesi niteliğindeki düzenleme, Anayasa’nın ilkelerinden ödün almak çabasıdır. “Sosyal hukuk” devleti, ulusal yaşamın her alanında toplum yararına katkıları ağırlık taşıyan devlettir. Ekonomi anlayışı da, bu özelliğine bağlanarak açıklanır. Ayrıntılarına girmemek için “Atatürkçü ekonomik düzen” olarak adlandırılıp özetlenecek “model”, Atatürk’ün söylev ve demeçlerinde, TBMM tutanaklarında, nice bilim adamımızın ve yazarlarımızın yapıtlarında somutlaşmıştır. “Teknik” bir uygunluk denetimi sırasında siyasal özgörü (takdir) ye karışmamak için Devletin temel görevleri kapsamındaki yükümlülüklerini azaltmayı amaçlayan düzenlemenin Anayasa’ya uygun olmadığı kanısındayız. Bireylerin, toplumun gücünün yetmeyeceği alandan çekilmek, sağlanan gelirleri alınandan çok vererek borç toplamak, tümüyle elden çıkarmayı göze almak bu yolun açılmasıdır. Bu kuruluşların Devletle yurttaşı kaynaştıran özelliği de yadsınamaz. Gerçekte Atatürkçü ekonomi düzeni, “karma ekonomi”den çok “bireyci -toplumcu ekonomi” düzenidir. Anayasa, ekonomiyle ilgili kurallarıyla geleceğin öngörülen ekonomik düzeninin çerçevesini oluşturur. Kamu-toplum yararını güden işlerde devletin bilinçli, gerçekçi, plânlı, izlenceli (proğramlı) ağırlığını duyurmuş Cumhuriyet Hükûmetleri 1937’de Anayasa’ya giren “devletçilik” ilkesinin dışına taşamamışlardır. Duyarlı dengeler düzeni olarak tanımlanabilecek bu düzenin gerekleri ortadan kaldırılmamıştır. Doktriner olmayan bu düzen-bu model, kişisel mülkiyeti ve özel girişimi benimseyen, devlete büyük görevler yükleyen, yurt gerçeklerine, devlet geleneklerine uygun bir karma (çok yanlı) düzendir, devletin temellerindendir. Tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe dayanarak öbür ilkelerle bütünleşir, yurttaşların barış içinde, uygar, mutlu yaşamalarını amaçlar. Sosyalizm ya da liberalizm uygulaması değildir. İçte ve dışta her tür sömürüye karşıdır, insancıldır, ilericidir, uscu (akılcı -rasyonel) dur, çağdaştır. Durum ve düzeyimize uygunluğu yasal yöntemler ve uygulamalarla doğrulanmış, vazgeçildiği ise açıklanmamıştır. “Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlığı” açıklayan Atatürk’ün “sosyal, ahlakî ve millî” olarak nitelediği devletçiliğin katı uygulaması, giderek günün gereklerine uydurulmaması düşünülemez. Özel girişime karşı olmadan, toplum yararına hizmet veren kuruluşlara devletin öncülüğü önemini korumaktadır. Atatürkçülüğün özellikleriyle düşünülecek devletçiliğin, Anayasa’nın Başlangıç’ında çağdaş yerini bulduğu bellidir. Elbet, ekonomik olaylar, salt hukuk kurallarıyla değil, ilgileri, nitelikleri; içerikleri gözetilerek incelenir yorumlanırsa daha iyi değerlendirilmiş olur. Kendine özgü yapısı bulunan Türk ekonomisinin yeni düzeninin değerlendirmesini yaparken siyasal seçenekler dışında, Anayasa karşısındaki duruma bakılır. Devletçiliğin en az düzeye indirilmesi, özel girişimlerin büyük tekellere dönüştürülerek ayrıcalıklarla gücünün artırılması, dış ilişkiler ve batının tutumu, KİT’lerin elden çıkarılması bir bütün içinde ele alındığında Cumhuriyet ekonomisinin temellerinin sarsılıp sarsılmadığı anlaşılır. Satış, “sınırsız devir” görünümü, gerçekleştirme yönteminde TBMM’ni devreden çıkarmak, TBMM’nin yasayla düzenlemesi gereken konuları hükûmete bırakmak uygunluk taşımamaktadır. Anayasa’nın 163. maddesinin dolaylı biçimde gözardı edilmesi, yetkilerin yasamadan yürütmeye geçirilişi yanında, bütçe dengesini bozucu, yasama denetimini sınırlayıcı kurallaşma açıktır.

Ayrıntılarda; kâr ortaklığı senedinin tahvilden farkı görülmemekte, ücretleri artırarak sağlanacak gelirin hemen alınması için uzun süreli borçlanma yönteminin seçildiği, lâikliğe dolaylı biçimde aykırı bir tutum izlendiği “faiz” adının kullanılmasından kaçınılarak ayrı ödemenin “kâr payı” ya da “gelir ortaklığı” adıyla yapılmak istendiği, vergi nitelikli ücretlerin özel kişilere aktarıldığı, gelir oranı düşünce geçiş ücretini artırmak yoluna gidileceği, devlet gelirlerinin belli kişilere ayrılacağı, vergi yükümlülerinin gelirleriyle gerçekleştirilmiş kuruluşların yalnız pay belgesi alanların yararlanmasına açılacağı, ücret artırımının da bunlara yarayacağı, işletme hakkına ilişkin düzenlemelerin Anayasal koşullara (mad. 168, 169) uymadığı, gelecekleri karşılık gözetilerek yapılan borçlanmanın değişken faizli devlet tahvili niteliğindeki gelir ortaklığı senedine bağlandığı, kamu hizmeti araçlarının sanayi kuruluşu ya da salt ekonomik yatırım gibi gelir-satımı konusu edildiği anlaşılmaktadır. Yarınlarda özkaynaklara uzanabilinir.

Siyasal ve ekonomik oluşumların birbiriyle bağlantısı, karşılıklı etkilenmesi, düzenin doğasındaki zorunluluktur. Özgürlüğe değer veren, hukuka saygılı ülkelerde, ekonomik gelişme için de olsa temel kurallar çiğnenemez, ilkelere dokunulamaz. Ekonomik haklarla özgürlükleri dengeleyecek gidişin kaynağı Anayasa’dır. Anayasa’daki “ideal”i soyutluktan çıkarıp toplum yararına somutlaştırmada yönetimi uygunluk sınırında tutacak Anayasa Mahkemesi, ekonomik hak ve özgürlüklerle siyasal hak ve özgürlüklerin birbirine yeğlenmesini, öncelik almasını önleyecek, bu eş değer kurumların yasal düzenlemelerdeki yerlerini korumalarını kararıyla sağlayacaktır. Bunun gibi, incelenen yasayı Anayasa katında uygunluk denetiminden geçirirken Anayasa kurallarını, ilkeleri sürekli üstün tutacaktır. Bu anlayışın ışığında, özetle irdelediğim ve gelirleri katma bütçenin dışına çıkaran ereğini de saptadığım Yasanın 2. maddesini Anayasa’nın Başlangıç’ına, bu yolla 2., 5., 161. ve 168. maddelerine aykırı buluyorum.

2- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonu” başlıklı 2. maddesi, “gelir ortaklığı senetleri, hisse senetleri ve işletme hakları ile altyapı tesislerinin gelirlerinin” ilgili kuruluşların bütçeleri dışında bir fonda toplanacağını öngörmektedir. Gelirlerini kuruluşların bütçeleri dışına çıkarmak, bütçe dışı fon kuruluşuna kapı açmaktır. Sınırlarını ayrı bir yasanın saptaması zorunlu duruma sınırsızlık getirmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin keyfî uygulamaları önlemek için kesin çizgilerle belirlenmesini zorunlu bulduğu mâlî yükümler gibi (3.2.1977 günlü, E. 1976/54, K. 1977/8, Resmî Gazete 8.5.1977-15931) fon oluşturulması da yürütmenin değişken kararlarına bırakılamaz. Bu madde için, Anayasa Mahkemesi’nin 11.1.1985 günlü, Esas: 1984/6, Karar: 1985/1 sayılı kararının, “fon” bölümüne ilişkin karşıoyumu yineliyorum. Sınırları olmadığından Anayasa’nın 73., Sayıştay denetimi dışında tutulduğundan Anayasa’nın 160., bütçe dışına çıkarıldığından Anayasa’nın 161. ve bu yolla 163. maddelerine aykırı buluyorum.

3- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu” başlıklı 6. maddesinin son fıkrası, adı geçen kurulun çalışma yöntem ve ilkelerinin bu kurulun çıkaracağı “bir” yönetmelikle saptanacağını öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesi, kendi görev alanlarını ilgilendiren yasaların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelik çıkarmak hakkını Başbakanlığa, bakanlıklara ve kamu tüzelkişilerine vermiştir. Yine, Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü fıkrası da, kamu tüzelkişiliğinin ancak yasayla ya da yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağını öngörmüştür. Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun tüzel kişiliği yoktur. İncelenen yasada bu anlama gelecek bir açıklık ya da bir belirti bile yoktur. “Yönetmelik çıkarma yetkisi varsa, tüzel kişilik verilmiş demektir” görüşü, “Tüzel kişilik yönetmelikle de verilir”e koşut, hukuka aykırı ve sakıncalı anlayışla, tutumu gösterir. Anayasa kurallarını siyasal uygulamalara neden olabilecek yorum ve değerlendirmelerle amacı dışına taşırmak olanaksızdır. Anlayış ya da hoşgörü, ilkeden ödün verme, kötü uygulamaya yol açma biçiminde olamaz. Kuruluşun yapısına, işlevine bakılarak kendisinde olmayan güç, varsayımla verilemez, Yasal niteliği ve kimliği kararla değiştirilemez, yasanın içeriği, sözcükleri de kararla değiştirilemez, “çıkarmak” yetkisi, “hazırlamak, kabûl edip yürürlüğe koymak ve uygulamak” evrelerini kapsar. Kurula tanındığı açıkça belli olan yetkiyi, ilerde, ilgili Bakanlığın çıkaracağı anlamda yorumlamak uygun bulmak, iptalden kaçınmanın ilginç bir örneğini oluşturmaktadır. Kurulun, kimi bakanlardan oluşması tüzel kişilik kazanması ya da yönetmelik çıkarması için yeterli değildir. Bu durumu yeterli bulan anlayışı hukuk ilkeleri, yönetim hukuku gerekleriyle bağdaştırmak güçtür. Nitekim, Yasanın 12/2. maddesinde Bakanlar Kurulu’nun düzenleyeceği açıkca belirtilen yönetmelik 84/8495 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yayınlanmıştır (Resmî Gazete 13.9.1984 - 18514). Oysa, çoğunluk görüşünü doğrulayan bir iz yoktur. Bu nedenlerle iptal kararı verilmesi zorunlu gördüğüm maddeyi Anayasa’nın 124. maddesine aykırı buluyorum.

4- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun Görevleri” başlıklı 10. maddesinin iptali istenen “a” bendi, satıma varacak karar yetkisini; “e” bendi; buna bağlı olarak pay belgelerinin değer, sayı ve biçimini saptamada hakkını; “f” bendi, kuruluşların gerçek ve tüzel kişilerce işletilmesi koşullarının saptanmasını; “g” bendi, pay belgeleriyle gelirleri satılacak altyapıların eder çizelgeleri (tarife) yle ücretlerinin belirlenmesini; “h” bendi altyapı kuruluşlarının işletme, bakım, onarım, sürdürme (idame) ve benzeri her türlü masraflarının ilgili yönetimlerce fondan karşılanmasının ilkelerinin gösterilmesini ortaklığın Kurulu’na bırakmıştır. Tüzel kişiliği bulunmayan bir kuruluşun yönetimini üstlenen kurul, verilen aşırı- sınırsız yetkiler, özel yasayla yapılacak işlemlerin, kaldırılacak tüzel kişiliklerin bu kurula bırakılması Anayasal ilkeler dışında bir düzenlemedir. Yasa, 233 sayılı KHK ile Koordinasyon Kurulu’na verilen yetkileri Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’na geçiriyor. 233 sayılı KHK ile alınan pay senedi ve işletme hakkı verme yetkisi dışında gelir ortaklığı senedi çıkarma yetkisi bu yasayla korunmuştur. Yasa, 233 sayılı KHK ile ayakta tutulmaktadır. Oysa, 8.6.1984’de kararlaştırılan bu düzenleme, kendinden önceki (16.3.1984 günlü) yasayı, 15.5.1984 günlü dava zamanındaki sakıncayı ortadan kaldıramaz. Yasadaki pay senedi çıkarma yetkisi, Kararname ile Koordinasyon Kurulu’na verilmiştir. Bunun gibi devir, satım (tasfiye) ve işletme hakkının verilmesi de 233 sayılı KHK ile yürütülecektir. Yasa’da tasfiye ve devir açıklığının bulunmamasına karşın sözü edilen KHK tasfiye ve devrin 2983 no.lu yasayla yapılacağını öngörmektedir. Yasada olmayan yetki nasıl kullanılacak? Ayrıca, 2929 no.lu Yasa olmadan 2983 no.lu Yasayı, özellikle incelenen 10. maddeyi açıklamak güç. 2983 no.lu Yasa 2929 no.lu Yasaya yollama yapmadığına göre, bağımsız olarak ele alınınca Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun aşırı yetkileri ortaya çıkıyor. 2929 no.lu Yasayla giderilemeyecek bu aşırı yetkileriyle 10. maddenin belirtilen bendlerini Anayasa’nın 6., 7. ve 27.l maddelerine aykırı buluyorum.

5- Yasa’nın “Uygulanmayacak Kanunlar” başlıklı 13. maddesi Sayıştay denetimini engellemektedir. Yasa’nın Anayasa’nın üstüne çıkarak böyle bir sonucu yaratma gücü yoktur. Denetimin dolaylı biçimde TBMM’nin elinden alınması uygun karşılanamaz. Sayıştay denetimi konusundaki örnek Anayasa Mahkemesi kararları gözardı edilemez (Örneğin, 22.2.1977 günlü, E. 1974/6, K. 1977/14 sayılı).

Maddeyi, genel ve katma bütçeli dairelerin tüm gelir ve giderleriyle mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli kılınan Sayıştay denetimini öngören Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.

6- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonunun Denetimi” başlıklı 15. maddesinin öngördüğü Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun özel amaçlı fonlarla ilgili raporlarının TBMM’nde görüşülemediği, ilgili Bakanlığın bütçesine ek olarak yasama organında kabûl edildiği izlenmektedir. Bu durum ve önce açıkladığım nedenlerle Anayasa’nın öngördüğü hukuksal, yararlı ve etkin bir denetimi dışlayan kuralı, Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.

http://www.turksolu.com.tr/98/ozden98.htm

21 Aralık 2015 Pazartesi

Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,

 
 

Atatürkçülükte Ekonomi Anlayışı, Karşı Oy Gerekçesi,
 

Yekta Güngör Özden
02.01.2006
 
Yazarlarımızdan Yekta Güngör Özden’in özelleştirme düzenlemeleri nedeniyle alınan Anayasa Mahkemesi kararlarından kimilerinde kullandığı karşıoy gerekçelerinin içeriği zaman zaman kimi özelleştirme yandaşlarınca çarpıtılarak yansıtılmaktadır. Özden’in üyeliği döneminde kullandığı karşıoylardan “Atatürkçü ekonomi öneriyor” diye aleyhinde kullanılanların tam metnini 26.6.1985 günlü, 18793 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı biçimiyle veriyoruz. Karar ve karşıoy günü 18.2.1985’dir.

Özden “Gerekçemi iyi okurlarsa anlarlar. Ben Atatürkçü ekonomiden, Atatürkçülükte ekonomi anlayışını amaçladım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve varlık gereklerine uygun, tam bağımsızlığı güçlendiren bir uygulamaya ağırlık verilmesini istedim. Konusunu, yasasını bilmeden ve belirtmeden, yararlı bir sistem olarak nitelik ve özelliklerini vurguladığım Atatürkçü görüşün gereklerini yermenin ne anlamı var? Ekonomik bir doktrin olarak değil, Türkiye’mize özgü bir yöntem olarak üzerinde durdum. Yirmi yıl içinde geçen olaylar beni doğruladı. Özelleştirmeye tümüyle değil, uygulama biçimiyle karşı çıktığımızı unutup unutturuyorlar.” dedi.
Okuyucularımız hukuksal doyuruculuğu açık, ileri görüşlülüğü belirgin karşıoy gerekçesiyle gerçekleri daha iyi saptamış olacaklardır.

İlgililere yardım için yayımlamayı görev bilerek sunuyoruz:
 
 
Atatürk bir dokuma fabrikasını ziyaret ederken
 
Atatürk bir dokuma fabrikasını ziyaret ederken
 
Karşı Oy Gerekçesi
 
Esas Sayısı: 1984/9
Karar sayısı: 1985/4
 
İptal istemiyle “Uygunluk Denetimi”ne sunulan 29.2.1984 günlü, 2983 no.lu Yasaya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararını oluşturan çoğunluk görüşüne karşı olduğum yönleri aşağıda, sırasıyla belirtiyorum:
1- Anılan Yasa’nın “Kapsam” başlıklı 2. maddesi, iki ana bölümün kapsama alındığını açıklamaktadır. Birisi, Kamu İktisadî Kuruluşları (KİK)yla İktisadî Devlet Teşekkülleri (İDT) de içinde olarak tüm kamu kurum ve kuruluşlarının Yasanın 3. maddesinde tanımlanan “her tür alt yapı tesisi” ile Kamu İktisadî Kuruluşlarının ve İktisadî Devlet Teşekküllerinin “tesisleri” için tek ya da grup durumunda “Gelir Ortaklığı Senedi” çıkarmak; öbürü Kamu İktisadî Kuruluşları ve İktisadî Devlet Teşekkülleri için “hisse senedi” çıkarılması ve “işletme hakkı” vermektir. Anlaşılmaktadır ki, birinci bölümde amaçlanan ortaklık konusu, kimi kuruluşların alt yapı tesisleri ile kimi kuruluşların tüm tesislerinin gelirleri; ikinci bölümde öngörülen düzenleme ise belirtilen kuruluşlara ortak alınması ya da kuruluşun işletme hakkının bırakılmasıdır. Türkiye’mizin çok yüklü olan ekonomik gündeminde çözüm bekleyen karmaşık sorunlar, kaynak yaratma çabasına öncelik tanımakla birlikte bu yoldaki düzenlemelerin ve seçilen yöntemlerin, ulusal yapıya, Devletimizin ekonomik varlıklarının özelliklerine, Atatürk zamanında temelleri atılan, birleştirici bir tanımı yapılmamış, bir yasa kuralıyla sınırları çizilmemiş olsa da benimsenip uygulandığı, Atatürk ilkeleri kapsamında Anayasalarda vurgulandığı (Başlangıç, 1) açıkça saptanan “karma ekonomi” düzenine uygunluğu kaçınılmazdır. Bu ayırıma elatmak, yasama yetkisine ya da siyasal seçme özgörüsüne karışmak, seçenek göstererek yerindelik denetimi yapmak değildir. Para politikasının araçlarını seçme ve kullanma yöntemi, denge programları, gelir dağılımı, kaynak aktarımı, tarım girdileri, mal ve hizmet karşılıkları, dışalıma yönelme vd. iktidarın bileceği, çerçevesini çizeceği işlemdir. Ancak, Devletin kuruluş, işletme, alt yapı vs. ekonomimizin ögesi ve gücü olan tüm kamusal varlıklarını gelir ortaklığı, satış ya da işletme hakkı yoluyla elden çıkaracak biçimde sermaye piyasasına (üstelik yerli - yabancı ayırımı gözetmeksizin) açık tutmak, yarınlarda büyük sakıncalar yaşanacak bir belirsiz girişim olmaktan önce, geleneksel yapısı ve niteliğiyle devlet düzenimize aykırıdır. Kamu hizmetlerine ayrılarak kanunun yararlanmasına özgülenmiş varlıkların salt “ticarî işletme değeri” durumuna indirgenerek istenilen işlemlere konu yapılması, sürüme çıkarılması Anayasa’nın uygun karşılayabileceği düzenlemeler değildir. Kısıtlanma ve satım konusu varlıklarımızın ulusal güvenlikten, sağlık ve turizme değin uzanan çok yönlü katkıların gözetildiğinde ekonomik işletme düzeyinde değerlendirilmesinin yanlışlığı ortadadır. Bunların, zarar etmelerini önlemek, iyileştirilmelerini sağlamak ve hızlandırmak yönetim biçimini belirlemek, politik yönden avantajlı (yararlı) bekleme salonları gibi kullanılmalarını önlemek vs. iktidarın seçim hakkı içindedir. Ancak, ulusal kuruluşları, Devletin belli bir varlığını, onun gelirini karşılık göstererek para toplamak, devlet gelirlerini dağıtmaya varamaz. Devlet kaynaklarının bölüştürülmesi niteliğindeki düzenleme, Anayasa’nın ilkelerinden ödün almak çabasıdır. “Sosyal hukuk” devleti, ulusal yaşamın her alanında toplum yararına katkıları ağırlık taşıyan devlettir. Ekonomi anlayışı da, bu özelliğine bağlanarak açıklanır. Ayrıntılarına girmemek için “Atatürkçü ekonomik düzen” olarak adlandırılıp özetlenecek “model”, Atatürk’ün söylev ve demeçlerinde, TBMM tutanaklarında, nice bilim adamımızın ve yazarlarımızın yapıtlarında somutlaşmıştır. “Teknik” bir uygunluk denetimi sırasında siyasal özgörü (takdir) ye karışmamak için Devletin temel görevleri kapsamındaki yükümlülüklerini azaltmayı amaçlayan düzenlemenin Anayasa’ya uygun olmadığı kanısındayız. Bireylerin, toplumun gücünün yetmeyeceği alandan çekilmek, sağlanan gelirleri alınandan çok vererek borç toplamak, tümüyle elden çıkarmayı göze almak bu yolun açılmasıdır. Bu kuruluşların Devletle yurttaşı kaynaştıran özelliği de yadsınamaz. Gerçekte Atatürkçü ekonomi düzeni, “karma ekonomi”den çok “bireyci -toplumcu ekonomi” düzenidir. Anayasa, ekonomiyle ilgili kurallarıyla geleceğin öngörülen ekonomik düzeninin çerçevesini oluşturur. Kamu-toplum yararını güden işlerde devletin bilinçli, gerçekçi, plânlı, izlenceli (proğramlı) ağırlığını duyurmuş Cumhuriyet Hükûmetleri 1937’de Anayasa’ya giren “devletçilik” ilkesinin dışına taşamamışlardır. Duyarlı dengeler düzeni olarak tanımlanabilecek bu düzenin gerekleri ortadan kaldırılmamıştır. Doktriner olmayan bu düzen-bu model, kişisel mülkiyeti ve özel girişimi benimseyen, devlete büyük görevler yükleyen, yurt gerçeklerine, devlet geleneklerine uygun bir karma (çok yanlı) düzendir, devletin temellerindendir. Tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe dayanarak öbür ilkelerle bütünleşir, yurttaşların barış içinde, uygar, mutlu yaşamalarını amaçlar. Sosyalizm ya da liberalizm uygulaması değildir. İçte ve dışta her tür sömürüye karşıdır, insancıldır, ilericidir, uscu (akılcı -rasyonel) dur, çağdaştır. Durum ve düzeyimize uygunluğu yasal yöntemler ve uygulamalarla doğrulanmış, vazgeçildiği ise açıklanmamıştır. “Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlığı” açıklayan Atatürk’ün “sosyal, ahlakî ve millî” olarak nitelediği devletçiliğin katı uygulaması, giderek günün gereklerine uydurulmaması düşünülemez. Özel girişime karşı olmadan, toplum yararına hizmet veren kuruluşlara devletin öncülüğü önemini korumaktadır. Atatürkçülüğün özellikleriyle düşünülecek devletçiliğin, Anayasa’nın Başlangıç’ında çağdaş yerini bulduğu bellidir. Elbet, ekonomik olaylar, salt hukuk kurallarıyla değil, ilgileri, nitelikleri; içerikleri gözetilerek incelenir yorumlanırsa daha iyi değerlendirilmiş olur. Kendine özgü yapısı bulunan Türk ekonomisinin yeni düzeninin değerlendirmesini yaparken siyasal seçenekler dışında, Anayasa karşısındaki duruma bakılır. Devletçiliğin en az düzeye indirilmesi, özel girişimlerin büyük tekellere dönüştürülerek ayrıcalıklarla gücünün artırılması, dış ilişkiler ve batının tutumu, KİT’lerin elden çıkarılması bir bütün içinde ele alındığında Cumhuriyet ekonomisinin temellerinin sarsılıp sarsılmadığı anlaşılır. Satış, “sınırsız devir” görünümü, gerçekleştirme yönteminde TBMM’ni devreden çıkarmak, TBMM’nin yasayla düzenlemesi gereken konuları hükûmete bırakmak uygunluk taşımamaktadır. Anayasa’nın 163. maddesinin dolaylı biçimde gözardı edilmesi, yetkilerin yasamadan yürütmeye geçirilişi yanında, bütçe dengesini bozucu, yasama denetimini sınırlayıcı kurallaşma açıktır.
 
Ayrıntılarda; kâr ortaklığı senedinin tahvilden farkı görülmemekte, ücretleri artırarak sağlanacak gelirin hemen alınması için uzun süreli borçlanma yönteminin seçildiği, lâikliğe dolaylı biçimde aykırı bir tutum izlendiği “faiz” adının kullanılmasından kaçınılarak ayrı ödemenin “kâr payı” ya da “gelir ortaklığı” adıyla yapılmak istendiği, vergi nitelikli ücretlerin özel kişilere aktarıldığı, gelir oranı düşünce geçiş ücretini artırmak yoluna gidileceği, devlet gelirlerinin belli kişilere ayrılacağı, vergi yükümlülerinin gelirleriyle gerçekleştirilmiş kuruluşların yalnız pay belgesi alanların yararlanmasına açılacağı, ücret artırımının da bunlara yarayacağı, işletme hakkına ilişkin düzenlemelerin Anayasal koşullara (mad. 168, 169) uymadığı, gelecekleri karşılık gözetilerek yapılan borçlanmanın değişken faizli devlet tahvili niteliğindeki gelir ortaklığı senedine bağlandığı, kamu hizmeti araçlarının sanayi kuruluşu ya da salt ekonomik yatırım gibi gelir-satımı konusu edildiği anlaşılmaktadır. Yarınlarda özkaynaklara uzanabilinir.
Siyasal ve ekonomik oluşumların birbiriyle bağlantısı, karşılıklı etkilenmesi, düzenin doğasındaki zorunluluktur. Özgürlüğe değer veren, hukuka saygılı ülkelerde, ekonomik gelişme için de olsa temel kurallar çiğnenemez, ilkelere dokunulamaz. Ekonomik haklarla özgürlükleri dengeleyecek gidişin kaynağı Anayasa’dır. Anayasa’daki “ideal”i soyutluktan çıkarıp toplum yararına somutlaştırmada yönetimi uygunluk sınırında tutacak Anayasa Mahkemesi, ekonomik hak ve özgürlüklerle siyasal hak ve özgürlüklerin birbirine yeğlenmesini, öncelik almasını önleyecek, bu eş değer kurumların yasal düzenlemelerdeki yerlerini korumalarını kararıyla sağlayacaktır. Bunun gibi, incelenen yasayı Anayasa katında uygunluk denetiminden geçirirken Anayasa kurallarını, ilkeleri sürekli üstün tutacaktır. Bu anlayışın ışığında, özetle irdelediğim ve gelirleri katma bütçenin dışına çıkaran ereğini de saptadığım Yasanın 2. maddesini Anayasa’nın Başlangıç’ına, bu yolla 2., 5., 161. ve 168. maddelerine aykırı buluyorum.
 
2- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonu” başlıklı 2. maddesi, “gelir ortaklığı senetleri, hisse senetleri ve işletme hakları ile altyapı tesislerinin gelirlerinin” ilgili kuruluşların bütçeleri dışında bir fonda toplanacağını öngörmektedir. Gelirlerini kuruluşların bütçeleri dışına çıkarmak, bütçe dışı fon kuruluşuna kapı açmaktır. Sınırlarını ayrı bir yasanın saptaması zorunlu duruma sınırsızlık getirmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin keyfî uygulamaları önlemek için kesin çizgilerle belirlenmesini zorunlu bulduğu mâlî yükümler gibi (3.2.1977 günlü, E. 1976/54, K. 1977/8, Resmî Gazete 8.5.1977-15931) fon oluşturulması da yürütmenin değişken kararlarına bırakılamaz. Bu madde için, Anayasa Mahkemesi’nin 11.1.1985 günlü, Esas: 1984/6, Karar: 1985/1 sayılı kararının, “fon” bölümüne ilişkin karşıoyumu yineliyorum. Sınırları olmadığından Anayasa’nın 73., Sayıştay denetimi dışında tutulduğundan Anayasa’nın 160., bütçe dışına çıkarıldığından Anayasa’nın 161. ve bu yolla 163. maddelerine aykırı buluyorum.
 
3- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu” başlıklı 6. maddesinin son fıkrası, adı geçen kurulun çalışma yöntem ve ilkelerinin bu kurulun çıkaracağı “bir” yönetmelikle saptanacağını öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesi, kendi görev alanlarını ilgilendiren yasaların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelik çıkarmak hakkını Başbakanlığa, bakanlıklara ve kamu tüzelkişilerine vermiştir. Yine, Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü fıkrası da, kamu tüzelkişiliğinin ancak yasayla ya da yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağını öngörmüştür. Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun tüzel kişiliği yoktur. İncelenen yasada bu anlama gelecek bir açıklık ya da bir belirti bile yoktur. “Yönetmelik çıkarma yetkisi varsa, tüzel kişilik verilmiş demektir” görüşü, “Tüzel kişilik yönetmelikle de verilir”e koşut, hukuka aykırı ve sakıncalı anlayışla, tutumu gösterir. Anayasa kurallarını siyasal uygulamalara neden olabilecek yorum ve değerlendirmelerle amacı dışına taşırmak olanaksızdır. Anlayış ya da hoşgörü, ilkeden ödün verme, kötü uygulamaya yol açma biçiminde olamaz. Kuruluşun yapısına, işlevine bakılarak kendisinde olmayan güç, varsayımla verilemez, Yasal niteliği ve kimliği kararla değiştirilemez, yasanın içeriği, sözcükleri de kararla değiştirilemez, “çıkarmak” yetkisi, “hazırlamak, kabûl edip yürürlüğe koymak ve uygulamak” evrelerini kapsar. Kurula tanındığı açıkça belli olan yetkiyi, ilerde, ilgili Bakanlığın çıkaracağı anlamda yorumlamak uygun bulmak, iptalden kaçınmanın ilginç bir örneğini oluşturmaktadır. Kurulun, kimi bakanlardan oluşması tüzel kişilik kazanması ya da yönetmelik çıkarması için yeterli değildir. Bu durumu yeterli bulan anlayışı hukuk ilkeleri, yönetim hukuku gerekleriyle bağdaştırmak güçtür. Nitekim, Yasanın 12/2. maddesinde Bakanlar Kurulu’nun düzenleyeceği açıkca belirtilen yönetmelik 84/8495 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yayınlanmıştır (Resmî Gazete 13.9.1984 - 18514). Oysa, çoğunluk görüşünü doğrulayan bir iz yoktur. Bu nedenlerle iptal kararı verilmesi zorunlu gördüğüm maddeyi Anayasa’nın 124. maddesine aykırı buluyorum.
 
4- Yasa’nın “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun Görevleri” başlıklı 10. maddesinin iptali istenen “a” bendi, satıma varacak karar yetkisini; “e” bendi; buna bağlı olarak pay belgelerinin değer, sayı ve biçimini saptamada hakkını; “f” bendi, kuruluşların gerçek ve tüzel kişilerce işletilmesi koşullarının saptanmasını; “g” bendi, pay belgeleriyle gelirleri satılacak altyapıların eder çizelgeleri (tarife) yle ücretlerinin belirlenmesini; “h” bendi altyapı kuruluşlarının işletme, bakım, onarım, sürdürme (idame) ve benzeri her türlü masraflarının ilgili yönetimlerce fondan karşılanmasının ilkelerinin gösterilmesini ortaklığın Kurulu’na bırakmıştır. Tüzel kişiliği bulunmayan bir kuruluşun yönetimini üstlenen kurul, verilen aşırı- sınırsız yetkiler, özel yasayla yapılacak işlemlerin, kaldırılacak tüzel kişiliklerin bu kurula bırakılması Anayasal ilkeler dışında bir düzenlemedir. Yasa, 233 sayılı KHK ile Koordinasyon Kurulu’na verilen yetkileri Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’na geçiriyor. 233 sayılı KHK ile alınan pay senedi ve işletme hakkı verme yetkisi dışında gelir ortaklığı senedi çıkarma yetkisi bu yasayla korunmuştur. Yasa, 233 sayılı KHK ile ayakta tutulmaktadır. Oysa, 8.6.1984’de kararlaştırılan bu düzenleme, kendinden önceki (16.3.1984 günlü) yasayı, 15.5.1984 günlü dava zamanındaki sakıncayı ortadan kaldıramaz. Yasadaki pay senedi çıkarma yetkisi, Kararname ile Koordinasyon Kurulu’na verilmiştir. Bunun gibi devir, satım (tasfiye) ve işletme hakkının verilmesi de 233 sayılı KHK ile yürütülecektir. Yasa’da tasfiye ve devir açıklığının bulunmamasına karşın sözü edilen KHK tasfiye ve devrin 2983 no.lu yasayla yapılacağını öngörmektedir. Yasada olmayan yetki nasıl kullanılacak? Ayrıca, 2929 no.lu Yasa olmadan 2983 no.lu Yasayı, özellikle incelenen 10. maddeyi açıklamak güç. 2983 no.lu Yasa 2929 no.lu Yasaya yollama yapmadığına göre, bağımsız olarak ele alınınca Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’nun aşırı yetkileri ortaya çıkıyor. 2929 no.lu Yasayla giderilemeyecek bu aşırı yetkileriyle 10. maddenin belirtilen bendlerini Anayasa’nın 6., 7. ve 27.l maddelerine aykırı buluyorum.
 
5- Yasa’nın “Uygulanmayacak Kanunlar” başlıklı 13. maddesi Sayıştay denetimini engellemektedir. Yasa’nın Anayasa’nın üstüne çıkarak böyle bir sonucu yaratma gücü yoktur. Denetimin dolaylı biçimde TBMM’nin elinden alınması uygun karşılanamaz. Sayıştay denetimi konusundaki örnek Anayasa Mahkemesi kararları gözardı edilemez (Örneğin, 22.2.1977 günlü, E. 1974/6, K. 1977/14 sayılı).
Maddeyi, genel ve katma bütçeli dairelerin tüm gelir ve giderleriyle mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli kılınan Sayıştay denetimini öngören Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.
 
6- Yasa’nın “Kamu Ortaklığı Fonunun Denetimi” başlıklı 15. maddesinin öngördüğü Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun özel amaçlı fonlarla ilgili raporlarının TBMM’nde görüşülemediği, ilgili Bakanlığın bütçesine ek olarak yasama organında kabûl edildiği izlenmektedir. Bu durum ve önce açıkladığım nedenlerle Anayasa’nın öngördüğü hukuksal, yararlı ve etkin bir denetimi dışlayan kuralı, Anayasa’nın 160/1. maddesine aykırı buluyorum.
 
 
 
..