Yangın
Yekta Güngör Özden
24.07.2006
Ortadoğu ateş içinde, ateş altında. Yüzlerce insan ölüyor. İsrail-Filistin çarpışmaları Lübnan’ı da sardı. Askerlerinin kaçırılmasına haklı tepkisini haksız saldırı durumuna dönüştürmekte olan İsrail, güçlü batılıların “iş olsun” türünde açıkladıkları sözlü yumuşatma gösterisi dışında hiçbir önemli tepkiyle karşılanmadı. Hamas ve Hizbullah’ın yol açtığı olumsuz gelişmeleri araplar canlarıyla ödüyorlar. Kökten dinci ve yasa dışı kuruluşların insanlığın başına nasıl belâ olduğu, barışı nasıl engelledikleri ve ne kötülükler yapabilecekleri her gün daha iyi anlaşılıyor. Bu örgütlerle ve yöneticilerle ilişkisi olanlar da çelişkilerden açmazlara uzanan çizgide bocalayıp duruyorlar.
Irak’ta her gün ortalama 50-60 kişi ölüyor, 80-100 kişi yaralanıyor. Bağımsızlığa doğru ABD desteğinde adım adım ilerleyen Irak’lı Kürtlerin Sünnilerin, Şiilerin, direnişçilerin işgalci güçlerle karşılaşmaları ateşi yaygınlaştırıyor. Çeçenistan’dan Basayev’in ölümü de durumu kötüleştirdi. Türkiye’de içerdekilerin desteğiyle ölümlere neden olan PKK yüreklerdeki ateşi her olayda yeniden yakıyor ve genişletiyor. Cenaze törenlerinde atılan, artık kanıksandığı söylenen sloganlar kimseyi inandırmıyor. PKK terörüyle savaşımda başarısız olunduğu açık. Siyasal iradenin yoksunluğu ölçüsünde harekâtlarda da bir donukluk seziliyor. Olaylardan sonra başladığı söylenen “operasyon”ların nasıl sonuçlandığı bilinmiyor. Kanların yerde kalmayacağı sözü boşlukta kalıyor. ABD Ankara Büyükelçisinin “Türkiye’nin yalnız başına bir harekâta girişmemesi” sözü Başbakanın tepkisiyle karşılandı ama ABD’nin Türkiye’ye 1 Mart tezkeresinden sonra değişen bakış açısını doğruladı. Irak’ın kuzeyinde PKK’yı kullandığı, beslediği, her türlü yardımı yaptığı anlaşılan ABD ayrıca bu kanlı örgütü korumaktadır. Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanarak sınırdışı harekâta başlaması ABD güçleriyle karşılaşmasını gerektireceğinden çekinmektedirler. Büyükelçinin uygun bulduğunu söylediği “ABD, Türkiye, Irak üçlü operasyonları”da bir yanın uzak durmasıyla gerçekleşmiyor. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun ve Bakanlar Kurulu’nun aldığı ve alacağı bir önlem de görülmüyor, duyulmuyor. Zaten gizli olması gereken kimi kıpırdanmalar da neredeyse davul-zurna ile ilân edilircesine parti kongrelerinde kabadayılık gösterisiyle açıklanıyor. Önceden haber verilirse terör örgütü hazırlanmaz mı, yer değiştirmez mi, gizlenmez mi, harekât sonuçsuz-yararsız kalmaz mı? Giderler boşa gitmez mi? Anlaşılır gibi değil. Önceki yıllara göre terörle savaşımda duraklama ötesi bir gerileme var.
ABD Türkiye’yi engelliyor, İran’a seyirci.
Başbakan’ın terör konusunda Batının ikilemini suçlaması kendisinin uluslararası terör listesinde adı geçen Kadı’ya kefil olmasıyla haklılığını yitiriyor. Danışmanının tanıştırdığı yabancıya kefil olmasına karşılık, Türkiye’de devlete hizmet edenlere karşı iktidarın tutumu anlatılsa siyasetçilere kimse inanmaz. Sanırım AKP’ye, RTE’a yardım yapmışsanız, dinciliğe yatırımınız olmuşsa sizin adınızın başına “Hayırsever” sıfatı konulur. Böylece hayırseverlik de sulandırılıyor, siyasallaştırılıyor. Cumhuriyetseverlik, demokrasiseverlik, yurtseverlik, sanatseverlik, insanseverlik de önemini yitiriyor.
Dışarıdan içeriye
Hindistan’ın Mumbay (Bombay) kentinde taşıtlara saldırı sonucu 200’den fazla kişi öldü, daha fazlası yaralandı. Endonezya’nın Cava adasındaki 7.5 ölçekli deprem ve tsunamide yüzlerce insan öldü, yitti, yaralandı. Yıkıntılar çok sayıda. Irak’ta işgalden bugüne ölen ABD Askerinin 2551 olması da önemli. Bu arada NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer “Afganistan’da daha çok şey yapılmalı diyerek özlenen barışın ve siyasal gelişmelerin sağlanamadığını açıkladı.
Ortadoğu’da olumlu gelişme 13 Temmuz’da Bakü-Tiftis-Ceyhan petrol boru hattının açılmasıdır. Yararı ya da zararı sonra anlaşılacak bu hattın ekonomik gelişmelere ve özellikle barışa katkısının olmasını her yurtsever ilgili dilemektir.
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans Jörg Kretschmer baskı ve gözdağlarını sürdürüyor. “Limanları açmayı büyütmeyin. AB’nin Türklere sağlayacağı refah mı, üyeliğin gecikmesi mi Türklerin hayatına daha fazla katkıda bulunur?” diyerek aldatıcı sözlerle AB çekiciliğine kanalara yeni yemler veriyor. AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de Hrant Dink’in cezasının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda onanmasını12 Temmuz’da eleştirdi. Bağımsızlığımızı temelden etkileyen bu çıkışlar Batı’nın hukuk konusundaki tutarsızlığının da kanıtıdır. Ancak, ülkemizde de yazıların içeriğine, anlamına, amacına, etkisine önem vermeyip aydın sıfatını kötüye kullanan kimileri dostluk dayanışması ve arkadaşlık ilişkisinden ayrı ideolojik birliktelikle olacak Hrant Dink’i destekliyor. Yazdıkları ayrı, eleştirdikleri Ceza Yasası kuralı ayrı tutulmuyor. Yazdıklarına katıldıklarını, suç ortaklık ettiklerini açıklıyorlar. Yargının cezalandırdığı Türklüğü kötüleyen yazıları benimseyen, destekleyen kimselere ne denir? Kimlikleri, nitelikleri, kişilikleri tartışılmaz mı?
İçerideki bu bozuklukları gözeten AB organları Türkiye’ye karşı Türkiye’yi dışlayıcı çabalarını sürdürüyor, bunlara kolay gerekçe buluyorlar. Köylerine dönmeyi reddedenlere bile tazminat ödenmesine karar veren AİHM yakında başka kararlar da açıklayabilir.
1 Mart Tezkeresinin ABD’ nde yarattığı burukluğu gidermek için Ortak Vizyon Belgesi’ni imzalayan iktidarın başı, Bush’tan hâlâ randevu bekliyor.
Bu arada Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk Tesev-IDMC ortak raporunun açıklandığı panelde “Daha çok bölgesel özerklik gerekiyor” sözüyle kürtçü kalkışmanın ve etnik ayrışmanın bir evre, bir ara sıçrama olan tezini destekledi. Beklenen bir yanıt da alamadı.
ABD oyalayıp kaynatırken Türkiye’nin bölünmesini öngören haritalara göz yumuyor.
İçerde kazan kaynıyor
Son zamanlarda başkalarını büyülterek Atatürk’ü küçültme çabaları sapkınca oyunlarla izleniyor. Gerçekdışı anlatımlar, başkasına bağlanan sözlerle Atatürk suçlanmaya çalışılıyor. Atatürk hakkında kuşku, soru yaratacak, yanlış kanılara ulaştıracak anlatımları olacak kimseler seçilerek medyada görüşlerine başvuruluyor. O’nun Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanması, Cumhuriyeti ilân etmesi, başta lâiklik tüm aydınlanma amaçlı Türk Devrimi ve barışçı tutumuyla Türk Ulusu’nu çağdaşlığa taşıması her şeye bedelken olur-olmaz değerlendirmeler, söylenti ve dedikodularla karalamaya, kötülenmeye çalışılması, kendisinin ve yaptıklarının yadsınması insanı derinden üzüyor. Bu ölçüde nankörlük, insanlıkdışına düşmek demektir. Yalancı, gösterişçi, çıkarcı, ahlâksız, lâik cumhuriyet karşıtı, kindar kim varsa bulup gerçekmiş gibi onların anlatımlarıyla saat ve sayfa dolduruyorlar. Son yarım yüzyılın kusurlularını, soyguncuları, sahtekârları, vatan satıcıları, bölücü ve yıkıcıları, şeriatçı katilleri bırakıyorlar. Bugünü, varlıklarını , yaşamlarını, namuslarını ve onurlarını kimlere borçlu olduklarını unutuyorlar. Zamanı, ortamı, koşulları gözardı ediyorlar. Yazık.
Atatürkçü Düşünce Derneği yeni Genel Başkanı’nı kutlayıp başarılar dilerken son yıllarda Derneğe sızan yaraşmaz kişiler Başkana pişmanlık duyurmazsa sevineceğimizi belirtiriz.
Hukuksal gereklerle kişileri ayıramayanlar RTE’nin yargılanmasıyla Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasını ayırmasını da bilmiyorlar. Bugüne kadar suç niteliğindeki tutum ve davranışları nedeniyle RTE’ın yargılanmasını, yaptıklarının hesabını vermesini, yanına kâr kalmamasını isteyenlerin başındakilerden biri de benim. Bu yalnız onun için değil, her suçlu için benim içtenlikli görüşümdür. Ancak, yürürlükteki Anayasa kuralları karşısında Cumhurbaşkanının milletvekillerinden daha güçlü dokunulmazlığa sahip olduğunu lise öğrencileri bile bilirken bir siyasi parti, üstelik anamuhalefet partisi liderinin, bir siyasal bilim alanı ilgilisinin bilmemesi düşünülemez. Vatana ihanet suçu dışında yürürlükten kaldırıldığı için Cumhurbaşkanı önceki ya da Cumhurbaşkanlığı sırasındaki başka bir suçundan dolayı yargılanamaz. Vatana İhanet Yasası yürürlükten kaldırıldığı için de bu konuda bir yasa çıkarılmadan Yüce Divan’a gönderme kararı alacak TBMM ile bu suçtan yargılayacak Yüce Divan’ın yargısıyla eylemin niteliği belirginleşir. 1991’den bu yana 15 yıl geçti. Vatana İhanet Yasası önerisi vermeyenler, bunu gerçekleştirmeyenler kusurludur.
“Türkiye’yi parçalamak mı?” sorusu sık sık sorulmaya başlandı? Sevr yüzlerine çarpılıp çöp sepetine atılan Batı’nın Kurtuluş Savaşımızla yediği yumruktan sonra imzalamak zorunda kaldığı Lozan Barış Antlaşması’nı o günden başlayarak geçersiz kılma çabaları sürmektedir. ABD ile AB’nin Türkiye’nin yıpranması ve yıkılması istemleri yeni değildir. Türk Ulusu birliğini korudukça. Başta lâik Atatürk Cumhuriyeti olmak üzere her varlığını canını adayarak koruyacaktır. Denemek isteyenler düşünsün. İçimizdeki ahlâksızlar, hak ve özgürlüklerle demokrasi sömürücüleri, dönekler, sapkınlar, çıkarcılar, kimi siyasetçilerle bölücü ve yıkıcılar onları umutlandırmasın.
Siyasal iktidarın kadrolaşma tezgâhı da sürüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ayrılıp bürokrasiye geçenlerin sayısı oldukça kabarık. Yerlerine yeni dinciler alınacak. Başkanlık, kuruluş amacı dışında yapılanma biçimiyle tepki çekecek. Anamuhalefet lideri de Başkanı kutlamaya gidiyormuş. Muhabbete söz edilir mi? Kadroları ele geçirmekle yetinilse iyi. “Bizden-Sizden” ayrımı acı gerçek. Haziran’da Ankara Adliyesi’nde yapılan memur sınavında sıkmabaşlılar hem yazılı sınavda, hem de sözlü görüşmede giysilerini değiştirmemişler, tersine kimileri de görev almada işe yarayacağı için sıkmabaş giyip dışarıda çıkarmış. Ne durumlara düşüldüğünü görmek için yollara, taşıtlara bakmak yeter.
Haber bültenleri cinayet, kaçakçılık, terör olaylarıyla dolu. Gazeteler de böyle. Elektrik kısıntısı stratejik önemli kuruluşların özelleştirilmesinin sakıncasını bir kez daha ortaya koydu. Olacakları yirmi yıl öncesinden görüp yazdığımız iyi niyetli ve gerçekçi karşıoyları çarpıtıp saptırarak karalamaya yeltenen iktidar şakşakçılarının yüzü de kızarmıyor. İdeolojik saplantılarının esiri olan köşeliklerle köşeciler beslendikçe, yemlendikçe şımarıp azıyorlar.
Bir üzücü haber de merkezi Washington’da bulunan Pew Küresel Tutumlar Projesi’nin Avrupa’daki müslümanlara ilişkin araştırmanın Türkiye’yle ilgili sonuçlarıdır. Doğa (insan), soy (Türk), inanç (din) sıralamasını unutup Türk olduğunu değil, öncelikle müslüman olduğunu söyleyenlerin yüzdesi ürkütücüdür. İnanç değiştirilir, insanlık-yapı zorunlu tıp işlemleri dışında beden olarak değişmeyeceği gibi ruh hiç değişmez, insan türü cinsiyet değişse de insan olarak sürer. Yurttaşlık-vatandaşlık değişse, başka devletin tabiiyetine girilse bile soy kökeni-aslı değişmez. Bunları bilmeyenler ne olduklarını söyleseler önemli değil. Ancak, nasıl eğitildiği, etkilendiği, koşullandırıldığı yönleriyle insanlarımızın ne duruma getirildiği önemli.
13-17 Kasım 2006’da toplanacağı söylenen 17. Millî Eğitim Şûrası’nda sıkma başın uygulanmasını kolaylaştıracak hazırlıklar tartışılacakmış. Hukuka, yargıya kafa tutan iktidarın yeni mârifetlerini izleyeceğiz demektir.
Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’in karşılaştığı ve emekliliğini istemesine neden olayın gerçekte Silâhlı Kuvvetlere gerici sızmalar, baskılar, tutarsızlıklar olduğu söylenmektedir. İnsanî ve doğal ilişkilerden komutanlara yaraşmayanların dedikodusu yayılarak,yapılanların üzerinin örtünmesinin istendiği de anlatılanlar arasında. Asıl sorun komutanın özel görüşmelerinin dinlenmesindeki sakıncadır. Dinleyenler elbet suç olan eylemlerini kabûl etmezler. “Dinlemedik” diyenlerden bir ya da birkaçı veya hiç umulmayan birileri dinlemiş olacaktır. Dinlemenin çözümlerini ortaya koyup buna göre işlem ve davranış konuşulurken dinlemeyi ortaya çıkarmaktan uzak durmak anlaşılır iş değildir. Silâhlı Kuvvetler, hukukdışılığa katkı veremez. Dinleyenlerin saptanmasına en önde yardımcı olması beklenir.
Ne diyelim?
Gövdelerinde “Kürdistan Havayolları” yazılı uçakların fotoğrafları gazetelerde (Milliyet, 17/07/2006, sayfa 1). Devlet Plânlama Teşkilâtı’nın hazırladığı “Türkiye’de Bilim Teknoloji Politikaları ve İktisadî Gelişmenin Yönü” adlı çalışmada bir an önce nükleer enerjiye geçilmesi ve elektriği güvenli ve ucuz üretme yanında bor ve toryum madenlerinin sanayide kullanılması için güdümlü projelerle yeni ürünler geliştirilmesi önerilmektedir.
2005-2006 mayıs yıllık câri açığının %73,8 arttığı yayımlandı. Kimlerin umurunda? Ekonomik zayıflık başka güçleri de etkisiz ve geçersiz kılar. Borçla ayağa kalkılmaz, düşülür. İyi düşünülmelidir. Enerjide dışa bağımlılık en kötü olgulardan biridir.
Bilimsel san taşıyan, bir köken savunucusu yurttaş 1924 Anayasası’nda “Türk” sözcüğü geçmediğini söylemiş.1924 Anayasası “Türk” ve “Türkiye” sözcüklerini çok yerinde kullandığı gibi daha iyi anlaşılması içi Türkçeleştirilmiş 1945 metninin 4, 10, 11, 12, 38, 68, 69, 70, 82, 87, 88 (5 yerinde), 92, 104’üncü maddelerine bakmak yeter. “Türkiye Türklerindir” deyişine saldırıp ayrılıkları körükleyenlerin başvurmadıkları yalan kalmıyor. Bunları göre göre, bile bile “olmadığını” söylemek ayıptan, aymazlıktan öte kötü amaca bağlanabilir.
Başbakan da sıkmabaşı savunurken “Ayrımcılık yapmayın!” diyor. Ayrımcılığı sıkmabaşla kendileri yapıyor ve yaptırıyor. Anayasa Mahkemesi’nin sıkmabaşla ilgili kararı birleştirici. Devletin ilkeleri ve koşulları, hizmet alınıp verilen yerlerin özelliği karşısında inanç gerekleriyle (ki o da zorunlu olmayanı) davranmak, özgürlük ve demokrasiye dayanılarak savunulamaz. Kadını kapatarak tutsak duruma düşüren, önceden olmayan gerekleri sonra zorunlu gösteren biçim uygulamalarının kişiselleşme, uygarlaşma, bağımsızlaşma ve özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. İrtica olması için ölümler yetmiyor da şeriat düzeninin ilânı mı koşul sayılıyor? Partilerin bu yolda karar almaları mı bekleniyor? Olaylar, kadrolaşmalar, yazılar, ayrıcalıklar, cami ve mescit fazlalıkları, sıkmabaş kullanmayanlara tavırlar, tarikat olanakları ve dayanışmaları, haremlik-selâmlık toplantılarla mitingler, daha neler neler yetmiyor mu? Kitle hareketleri, kitlesel katliamlar mı aranıyor? İlgili, yetkili ve sorumlular konuşmakla geçiştirmeyi yeğliyorlar sanki. İşlem için neden bulamak da yetersizliktir.
Şemdinli kararının gerekçesi yöntem yanlışlıklarını, değerlendirme yanılgılarını ortaya koyuyor. Asıl değerlendirmeyi Yargıtay yapacağı için karar ve kararı verenler için söylenip yazılabilecekleri sonraya bırakıyoruz. Danıştay saldırısı İddianamesi kimilerini utandırır sanıyorum.
PKK’ya karşı ne gerekiyorsa o en etkin biçimde yapılmalı. Değişik görüşlerin emekli komutanlarca açıklandığı sırada gerekeni yetkililer ve uzmanların saptamasına ağırlık verilmelidir. Yandaşları, harekâtı önleyecek yazı ve demeçlere hemen başladılar. Aramızda kimler ve neler barınıyor.
Lozan Barış Antlaşması’nın 82., Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 32. yıldönümleri kutlanıyor. Acaba bu oluşumlara uygun tutumda mıyız, içtenlikle kutluyor muyuz, anlamlarını yeterince biliyor, değerlerini koruyor muyuz? Biz, iki unutulmaz yıldönümünü de yürekten kutluyoruz.
Günseli Özkaya’nın “ Zirvedeki Siyaset ve Yamaçtaki Kadınlar ” adlı kitabını (Ümit Yayıncılık) okuyucularımıza salık veririz. Çok kimseyi daha iyi tanıyacak, olayları daha iyi değerlendirecek olayları veriyor.
http://www.turksolu.com.tr/112/ozden112.htm