UMUDA ÇAĞRI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UMUDA ÇAĞRI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2015 Salı

UMUDA ÇAĞRI,




 UMUDA  ÇAĞRI,



 
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,
Umuda çağrı

Umut imanın anasıdır” sözü, erişmek için istemeyi, başarmak için çalışmayı, kavuşmak için istenci anımsatmaktadır. Ülkemizin içinde bulunduğu iç ve dış koşullar umutsuzluğa düşürecek düzeyde, karamsar olmayanları bile kuşkulara düşürmesine karşın bizlere umutlu olmak yaraşmaktadır. Umutsuzluk, savaşımı baştan yitirmek demektir. Yöneticilerin, kimi ilgililerin konuşmaları, davranışları, kimi düzenlemeler ve oluşumlar düşkırıcı nitelikte olsalar bile umutsuzluk, yılgınlık ve yıkıntıya götüren bir yavaşlama, duraksama ötesi bir çöküştür. Siyasal, ekonomik ve toplumsal kimi belirtiler 2007 yılının öncekilerden daha güç geçeceğini göstermektedir. Kubilây’ın, İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümü etkinlikleriyle geçen Aralık ayı, TBMM’ndeki Bütçe görüşmeleriyle kapanmış sayılır. Kurban Bayramı ve Yılbaşı dinlencesiyle 2006 geride bırakıldı, 2007 başladı.


Cumhurbaşkanlığı seçimleri birincil tartışma konusu olmayı sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı için adı geçenlere karşı ya da yandaş olmak ayrı, bu konuda hukuksal görüşleri yansızlıkla belirtmek ayrı. Yinelemekte yarar var, Cumhurbaşkanı yedi yıllık görev süresinde, öncekileri de içerecek biçimde, vatana ihanetten başka suçla yargılanamaz. Yasama dokunulmazlığını sözcük olarak aramak koşul değildir. Cumhurbaşkanının konumundaki özellik, milletvekilliği dokunulmazlığından daha güçlüdür. Görevin niteliği de bunu gerekli kılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimli için TBMM’nin Anayasa’nın 96.maddesindeki çoğunlukla 184 üye ile açılması, toplanması yeterlidir. Seçilme ilk iki turda 367, sonraki iki turda 226 oy aranacak. Son dördüncü oylama üçüncü turda en çok oyu alan iki kişi arasında olacak.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi konusundaki YÖK işlemine, tutumuna, anlayışına katılmak olanaksızdır. Bilime, yönetime bu tür el atmalar, sözde ve tepki ve karşılıklar sakıncalıdır.

Asgâri ücret, sosyal güvenlik kurumlarını birleşmesinin 2007 yılının Temmuz ayına ertelenmesi, yolsuzluk operasyonları tartışma konularının başlıcaları. Ama en üzücü olanı suç olaylarının giderek artışı. Türkiye’mizin ne duruma getirildiğini saptamak için medyaya bakmak yeter. Cinayetlerden ihanetlere iç karartıcı olaylar herkesi, daha çok siyaset adamlarıyla yöneticileri düşündürmelidir. Özellikle öğrencilerin ve gençlerin yaralamadan uyuşturucuya değin giriştikleri eylemler aile yapımızın geçirdiği sarsıntıyı da gündeme getirmektedir. Tecavüz ve şiddet olayları nefret toplamaktadır.

Bir bakışta

İktidar, AB’nin istediği ödünleri vermeye hazır olduğunu bir kez daha yineledi. Konuşmalar ve tutum bunu açıklamaktadır. Zaten başlangıçtan beri AB dayatmalarına açık duruşu eleştiri almaktaydı. Paracıların örgütlere de desteğini verince 2007 seçimlerine daha rahat yelken açacak iktidar, zayıf muhalefet, ilkesiz muhalefet nedeniyle peşin kolaylıklara sahip.

Kubilây’a kıyan nakşibendi tarikatı ayaklanmasını tarihsel kanıtlara karşın savunur biçimde saptırmaya yönelik yayınların bağışlanması olanaksız içerikleri, kimlerin ne olduğunu, neyi amaçladığını gösteriyor. Sarıkamış Harekâtı komutanlarını değil, şehit askerleri anmak ve övmek gerekiyor. Kubilây törenlerine ilgisiz kalan yöneticilerin Sarıkamış olayına yakınlıkları Atatürk’e uzak durmalarının yeni bir örneğidir. Aynı tutum İsmet İnönü’nün aramızdan ayrılışının 33.yıldönümünde de izlenmiştir. İnönü’den çok Menderes’in siyasal çizgisini beğendiğini yazan malûmlar var. Her fırsatta Atatürk ve İnönü’yü suçlamaya varan eleştirilerde bulunmayı beceri sanıyorlar. İstanbul Darülfünunu’nun üniversiteye dönüştürülmesini “bilime kıyım” olarak nitelemekten kaçınmıyorlar. Darülfünun hocalarının Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımlarını unutuyorlar.

Gericiliği belirgin biri de ulusalcılarının baba ve dedelerinin Kurtuluş Savaşı sırasında kaçak durumda olduğunu söylemiş. Benim annemin dedesi Redd-i İlhak Cemiyeti başkanı idi. ABD Başkanı Wilson’a telgraf çekmiş, Atatürk’ü desteklemişti. İstiklâl Madalyası sahibiydi. Siyasetçilere yalakalık yapan şarlatanlar yalanla yaşamaktadır.

Cumhuriyetin demokrasiyi amaçlayarak, demokrasiyi yaşama geçirmek için ve demokrasinin yönetimdeki adı olarak ilân edildiğini, üstün başarılarını gözardı eden Türkiye karşıtları usdışı eleştiriler getirmektedir. Bunlara yanıt vermek bile gereksizdir.

Milliyetçiliği gerçek milliyetçiler değil, karşıtları abartarak suçlamak istemektedir. Atatürk milliyetçiliği çağdaş milliyetçiliktir. Kiralıkların ve satılmışların ulusalcılığı anlamaları, savunmaları ve ulusalcıları doğrulaması beklenemez.

Kubilây’a saldırı konusunda devletin belgelerini, yargı kararlarını, tarihçilerin yazdıklarını geçersiz sayarak “işin doğrusu”nu(!) aramaya kalkıştığını yazanlar çıktı. Gericilikten kurtulamadıkları, karşı yayınların safsatasına “Hayır” demeye dillerinin varmadığı anlaşılıyor. Yazık.

Tümüyle gerçekdışı, amaçlı olduğu belirgin anlatımları “Tarihî olay, tarihçiler açıklasın” diye savunmayı hukukçular nasıl ciddiye alır, anlamak güç. AB siyaseti yargıyı da etkiliyor mu acaba?

Konya’da erkek çocuğun testislerinin röntgenini çekmekten kaçınan sıkmabaşlı bayan hekimler yeni bir olay değildir. 1980’lerde Ankara’daki devlet hastanesinde sıkmabaşlı hekimlerin bakmaktan kaçındıkları için apandisti patlayan erkek çocuğu duyulmuştu. Yine Ankara’nın bir ilçesinde bir Hükûmet Hekimi hanım sıkmabaşlıydı ve erkek hastalara bakmıyordu. İktidara güvenerek cüretlerini arttırdılar. Devlet kuruluşlarındaki sıkmabaş yasağı iktidar yanlılarının çoğunluğu sağladığı yerlerde aldırışsızlıkla çiğneniyor. Yineliyorum, bir tür açıkbaş yasağı uygulanıyor.

Geleneksel, alışılmış ve siyasal niteliği olmayan başörtülerine kimsenin bir dediği yok. Dini siyasallaştıranların kullandığı sıkmabaşların lâiklik anlayışıyla bağdaşmadığı, sıkmabaşlıların lâikliğe karşı oldukları kesin. Lâikliği partisinin simgesinde ok olarak gösteren anamuhalefet partisinin sıkmabaşlıları içine alması ne demektir? Lâikliği sulandırmaktan ötede bu ilkeden vazgeçmeyi mi düşünüyorlar?

Kimileri de Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 104/a maddesinin son tümcesinde öngörülen TBMM seçimlerinin yenilenmesine doğrudan karar verebileceğini sanıyor. Bu yetkisini Anayasa’nın 116. maddesindeki koşullarda kullanabileceğini unutuyorlar. AKP dalkavukları gibi Sezer dalkavukları da türedi. Bu tür yaklaşımlar demokrasiyi gölgeliyor. Osmanlı özlemcisi, Osmanlı şakşakçısı eskiciler de böyle.

Ne denir?

PKK lideri turistik cezaevinden tehditler savurmayı sürdürüyor.

Eğitimin dinselleştirilmesi oyunlarının arttığı, kara çarşaflı kırtasiye setleriyle de doğrulanıyor.

Çorum Müftüsü “Yılbaşını kutlamayın” diyebiliyor. İçkili oruç, abdestsiz namaz türü bir örneği.

DTP Belediye Başkanlarının yürüyüşünde PKK elebaşına övgü sloganları atılıp, büyük kentlerde korsan gösteriler yapılabiliyor.

Devleti küçültmeyi -deneyimli ve genç çalışanları da emekliye ayırarak- gerçekleştirmeyi ilke sayan iktidar yeni yılda en az 60 bin kişiyi kamu personeli olarak alacak. Seçim açılımı değil mi? Kimbilir daha neler verilecek, dağıtılacak, yapılacak?

Yeni yılı kutluyor, sağlık, mutluluk ve başarı diliyorum.

Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin görüşleri doğrudur. Yeni bir kural getirmemekte, yürürlükteki kuralın nasıl uygulanması gerektiğini bir hukukçuya yaraşır biçimde açıklamaktadır. Kızmak, kötü sözlerle yanıt vermek, “zorlama” olarak nitelemek, hukuk siyasallaştırmak kimseye yarar getirmez. Önemli olan, her işlemin ve oluşumun hukuka uygunlukla gerçekleşmesi, herkesin bu doğrultuda katkıda bulunmasıdır. Karışıklık sanırım yanlış anlamadan ve kimi sözcüklerin yerinde kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. Duraksama, daha çok “toplantı yeter sayısı”yla “açılış”ın birbirine karıştırılmasından doğmaktadır. TBMM’nin toplantıları, oturumları Anayasa’nın 96. maddesine göre gündemdeki konuyla ilgili kurallara başka bir yöntem ya da sayı öngörülmemişse üye tamsayısının en az üçte biri (184 milletvekili) ile açılır. Anayasa’da bu durum “toplantı” sözcüğüyle anlatılmıştır. Yine 96. maddenin yollamasıyla Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili 102. maddeye bakıldığında seçimin üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu (367 milletvekili) ve gizli oyla yapılacağı açıklığı görülmektedir. Cumhurbaşkanı’nın etkinliği, önemi, görev ve yetkilerinin değeri konusunda bir şey söylemek gereksizdir. Hepsi bellidir. Oturumun genel kural 96. maddeye göre 184 üyenin varlığıyla açılmasından sonra seçime geçilir. Seçimde, bir kişinin 102. maddede öngörülen en az 367 oyu alabileceği sayıda üyenin bulunması zorunludur. Bu sayı da seçim sonrası gizli oyların sayılmasıyla anlaşılır. Bu sayıyı gösteren bir katılma olmamışsa oylama (1.tur) yapılmamış sayılır. Anayasa’nın amaçladığı 367 üyenin oy kullanması gerçekleşmemiştir. 367 üyenin oylarının dağılması önemli değildir. Tüm katılanların en az 367 olması asıldır. Oturuma tüm milletvekilleri katılsalar, hiç boş sıra kalmasa, ama ilk oylamada sandıktan 367’den az oy çıksa durum aynıdır, ikinci oylamaya geçilemez. Birinci oylamanın yeniden yapılması gerekir. 367 sayısını buluncaya değin. Anayasa, milletvekillerinden seçimin geçerli olmasını sağlayan 367 katılım özenini beklemektedir. Sonuç alma-oluşum ilgili maddedeki koşul ve yönteme bağlıdır. 102. madde bu gereği ortaya getirmiştir. Böyle bir koşul olmasaydı o zaman tümüyle 96. madde uygulanırdı. Milletvekilleri başlangıçtaki 184’ü geçseler ya da başlangıçta 550’den daha aza inseler de aranacak sayı seçim sandığındaki 367 oydur. İkinci oylama da böyle 367 oy aranır. Ancak birinci oylamadan en az üç gün sonra oylama yapılır. Üçüncü oylamada 276 katılım gerekir. Katılım 276 veya daha fazla olur da bir aday bunu alamazsa yine en az üç gün sonra yapılacak dördüncü oylamada üçüncü oylamada en çok oyu alan iki kişi arasında seçim sürdürülür ve 276 oy alan kazanır. Adaylardan hiçbirisi bu sayıyı tutturamazsa TBMM seçimleri yenilenir. Durum kanımca böyledir. Yalın biçimde böyle anlatabilirim.

Seçim düzene aykırı olursa Anayasa Mahkemesi’ne iptali istemiyle götürülebilir. 1996 yılında TBMM İçtüzüğü’ne eklenen 121 madde kuralı Cumhurbaşkanı seçimlerinin Anayasa’nın 102. maddesi gereğince yapılacağını öngördüğünden, 102. maddeye aykırı seçim İçtüzüğün eylemli değişikliği sayılarak Anayasa Mahkemesi’nce denetlenir.

Seçimin geçerlik koşulu 102. maddedeki koşuldur. Sabih Kanadoğlu da buna dayanmaktadır. 367 olmadan toplantı yapılamayacağına ilişkin görüş yanlıştır. Sonuç alınması ve oylamanın geçerli sayılması, ikinci oylamaya geçilmesi için, ikinciden de üçüncüye geçilmesi için 367 üyenin oy kullanmış olması aranacaktır. Bu, kişisel bir istem değil, anayasal ve hukuksal bir gerekliliktir.



 

http://www.turksolu.com.tr/123/ozden123.htm

.