RAUF DENKTAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RAUF DENKTAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2017 Cumartesi

KIBRIS’TA SİRTAKİ Arka Kapımıza Dayandılar BÖLÜM 8


 KIBRIS’TA  SİRTAKİ  Arka Kapımıza Dayandılar  BÖLÜM 8



AKRİTAS PLANI NEDİR?

Rumların Cumhuriyeti yıkma girişimleri, Akritas adlı bir plan doğrultusunda yapılır. 21 Nisan 1966 tarihli Patris gazetesinde yayınlanan bu plana göre, Türk halkı ani bir saldırı ile yok edilecek ve Ada Yunanistan'a bağlanacaktı. Bu planın hazırlayıcıları arasında Akritas kod adlı İçişleri Bakanı Yorgacis, Cumhurbaşkanı Makarios, Meclis Başkanı Klerides de bulunuyordu. Patris gazetesi bu planda görev alan Rum liderlerin isimlerini de açıklamıştı: Başkan: Polikarpos Yorgacis, Başkan Vekili: Çalışma Bakanı Thassos Papadopulos, Kurmay: Milletvekili Nikos Koçiş, Kurmay Daireleri Müdürü: Meclis Başkanı Glafkos Klerides.
Planın anahtarı ise, "Makarios'un verdiği demeçler milli davanın alacağı yönü göstermiştir. Esas gaye değişmemiştir. (İlhak, Enosis) Amaca ulaşmak için iç ve dış tahrikler izlenecektir.” talimatıydı. “Gizliliğe uyulacaktır” ilkesini de kapsayan Akritas planının hedefleri, ana hatları ile şöyleydi:   
“EOKA müdahalesinin son safhasında Kıbrıs davası dünya kamuoyuna ve diplomatik çevrelere Kıbrıs Halkının self-determinasyon hakkına kavuşması şeklinde sunulmuştu. Şimdi ilk hedefimiz, uluslararası alanda Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatini yaymak olmalıdır. Bu amaçla, bulunmuş olan çözümün tatminkar olmadığı adil olmadığı, iki toplumun bir arada yaşayabileceği belirtilmelidir. Kıbrıs liderliği yerinde bir davranışla anlaşmaları halk oyuna sunmamış ve elimizdeki bu durum koz olmuştur. Kıbrıs'ın şimdiye kadar Rumlar tarafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olumsuz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.”
Planın diğer bölümlerinde, imhanın yeraltı çalışmalarını sürdüren Eoka aracılığı ile nasıl gerçekleştirileceği anlatılmış, her bölgede ne kadar kuvvet bulundurulacağı, silah miktarı, bölge sorumluları, saldırı planları, ayrıntılı olarak şemalar üzerinde gösterilmiştir. Nitekim saldırıların bu planda öngörüldüğü gibi gerçekleştirildiği daha sonra ortaya çıkmıştır. “Çok Gizli” ibareli ve “Karargah” başlıklı talimat ile Akritas planının amacı da şöyle duyurulmuştu: 
“Başpiskopos Makarios'un verdiği son demeçler Milli davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterir. Geçmişte de belirttiğimiz gibi milli davalar bir günde halledilemez. Milli davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamamlanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişmelerin, bu süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbirlerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve birçok safhadan geçirilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli nedenler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kafidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbirlerin, (ilk adımı) ve (self-determinasyon) hakkımızı kayıtsız şartsız ve tam olarak tatbiki olan gayemizin (yalnız bir safhasını) teşkil ettiğini de bilmesi kifayet eder.”
Akritas planının, bu genel hususlar dışında, bugünkü gelişmeler de dikkate alındığında belki en önemli yanı, “Uluslararası alanda kullanılacak metodların” anlatıldığı  bölümdür. Çünkü, Kıbrıs meselesinin hangi noktalara vardırılacağı adeta adım adım anlatılmıştır ve görünen o ki muaffak olunmuştur. İşte Akritas Planı’na göre, uluslararası alanda kullanılacak metodlar:
“İlk gaye, Rum çoğunluk olarak haklı çıkmak ve (Bulunmuş olan çözüm tatminkar ve adil değildir. Varılan anlaşma, çatışan tarafların gönüllü ve baskısız rızaları sonucu elde edilmemiştir. Anlaşmaların gözden geçirilmesi, zorunlu bir varoluş koşuludur, Rumların imzalarını inkar etme çabası değildir. İki toplumun bir arada yaşaması mümkündür. Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken güçlü unsur Türkler değil, Rum çoğunluğudur) izlenimini yaratmak olmuştur. Bu gayeleri gerçekleştirmek çok güç çaba gerektirmişse de tatminkar sonuçlar alınmıştır. Birçok diplomatik temsilcilikler, anlaşmaların tatminkar ve adil olmadığına, baskılarla ve gerçek görüşmeler yapılmadan imzalandığına, çeşitli tehditler sonunda empoze edildiğine inanmış bulunuyorlar. Birinci aşamayı böylece tamamladıktan sonra, ikinci aşama eylemlerimizi ve gayelerimizi uluslararası alanda gerçekleştirmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar Türkler, dünya kamuoyunu, Ada’nın Yunanistan’a ilhak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta başarılı oldular. Bu şartlar altında talebimizi, mücadele süresince olduğu gibi, Enosis değil de self-determinasyon için hür irademizi uygulama hakkımız temeline dayamamız halinde, dünya kamuoyunu kendi yönümüzde etkileyebilme çabamızda,ciddi başarı imkanımız bulunduğu değerlendirilmektedir. Bu hakkımızı tamamen ve engellenmeden kullanabilmemiz için de Anayasanın ve antlaşmaların (Garanti ve İttifak vs.) halk iradesinin kayıtsız bir şekilde ifade ve uygulanmasını engellendiğini belirtmeli ve dış müdahale tehlikesine gebe tüm hükümlerden kurtulmamız gerektiğini bilmeliyiz. Bu nedenlerle ilk saldırı hedefimiz; bundan böyle Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmediğini ilk olarak belirttiğimiz Garanti Antlaşması olmuştur. Planımızın başarısı için bir girişim ve gelişmeler zinciri gereklidir. Bunların her biri zaruri ve zorunludur, çünkü aksi halde, gelecekteki girişimlerimiz, yasal olarak haksız ve politik yönden başarılması imkansız olur. Hareket hattımız şöyledir: Antlaşmaların olumsuz maddelerini değiştirmek ve buna paralel olarak Garanti ve İttifak Antlaşmalarını fiilen zayıflatmak. Bu adım kaçınılmazdır çünkü olumsuz yönleri tadil etmek ihtiyacı genellikle bütün dünyaca kabul edilmiştir ve makul addedilmektedir(tek yanlı hareketimizi bile haklı gösterebiliriz). Yukarıdaki işlemden sonra Garanti Antlaşması (müdahale hakkı) hukuken ve esas olarak uygulanamaz. Bunun sonucu olarak da beliren gerçek şudur; Eğer eylemlerden herhangi bir uluslar arası başarı imkanımız olmasını umuyorsak, mücadelemizin herhangi bir aşamasını, bir önceki aşama tamamlanmadan açıklamamak zorundayız” 
Gerçek bir devletin resmi dış politika esaslarını andıran planın hala yürürlükte olduğu ortadadır. Kıbrıs Anayasasının tek taraflı uygulanmasından sonra bilindiği gibi Garanti ve İttifak anlaşmaları tartışmaya açılmıştır. Sözkonusu anlaşmaların, henüz geçersiz sayılması noktasına gelinmese de, özellikle AB’nin devreye girmesiyle birlikte fiilen yok sayılmıştır.   

VE YEŞİL HAT...

Rumların saldırıları sürer ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen Aralık 1963 katliamı yaşanır. Türk Hükümeti, ateşkes anlaşmasına uyulmaması halinde, ateşkesin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından sağlanması yönünde bir karar alır. Ancak saldırılar  durmaz, tam aksine, Yunan alayı da bu saldırılara katılır. Küçük Kaymaklı düşer, Lefkoşa'ya saldırılar yoğunlaşır. Köyler işgal edilir, köylüler toptan katledilerek, toplu mezara gömülür. 24 Aralık günü yapılan bu katliamda 21 sivil insan öldürülür. Bunun üzerine 25 Aralık 1963'de, Türk Savaş uçakları Lefkoşa üzerinde alçak uçuşlar gerçekleştirir. Bir müdahaleden korkan Rumlar, İngiltere'nin arabuluculuğu ile  ateşkesi kabul ederler. 27 Aralık günü de İngiliz generalin komutasında, üç garantör ülkenin askerleri "Barışı Koruma Kuvveti" adı altında göreve başlar.
30 Aralık günü İngiliz general, mevcut duruma göre, “Yeşil Hat” tı çizer. Bu hat, Lefkoşa'nın Türk ve Rum kesimini ayıran ve Rum saldırılarının durdurulduğu hattır ve adını, yeşil bir kalemle çizilmesinden alır.

1960 ANAYASASI’NIN FESHİ

Makarios, 1 Ocak 1964'de, 1960 anlaşmalarını tek yanlı olarak feshettiğini açıklar. Ardından Şubat ayı içinde Türklere yönelik saldırılar yeniden başlar. Bunun üzerine Türkiye 13 Şubat 1964'de, BM Güvenlik Konseyi'ne başvurur. Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde bir karar alır. Kararda, Kıbrıs'ta durumu kötüleştirecek davranışlardan kaçınılması, bu amaçla bir BM Barış Gücü kurulması, bir arabulucunun tayini gündeme getirilir ve "Kıbrıs Hükümeti"nden şiddet ve kan dökülmesini önleyecek her türlü tedbiri alması istenir. İşte bu "Kıbrıs Hükümeti" ifadesi, yasadışı Rum yönetiminin yasal Kıbrıs Hükümetinin tanınması olarak kabul edilir. Bütün dünya bu karara dayanarak, devleti ele geçiren Rum yönetimini yasal hükümet olarak tanır. Türkiye de, ne yazık ki gerek Kıbrıs'ta Türk kanı akıtılmasını önlemek için bir an önce ateşkesin sağlanması, gerekse de Güvenlik Konseyi üyelerinin, Rumları yasal hükümet olarak tanımayacakları şeklindeki güvencesine dayanarak, bu karara olumlu oy verir. Ancak BM Güvenlik Konseyi üyeleri verdikleri sözleri tutmaz ve gayrı meşru Rum idaresi, tüm Kıbrıs'ın meşru hükümeti olarak tanınır. Güvenlik Konseyi’nin bu toplantısında Rauf Denktaş, Kıbrıs Türklerinin davasını savunarak, sert ve etkileyici bir konuşma yapar. Ancak Rum-Yunan tarafının tepkisini çekerek, “istenmeyen adam” ilan edilir ve Ada’ya döndüğü takdirde tutuklanacağı tehdidinde bulunulur. 

BM’nin 186 sayılı bu kararını, Kıbrıs meselesinde tarihsel dönüm noktalarından birisi olarak nitelendiren Prof. Clemenet H. Dodd, kararın öncesi ve sonrasına ilişkin olarak ilginç değerlendirmelerde bulunmuştur: 
“1964 yılı Ocak ayında Makarios, Londra’da toplanan Garantör Devletler Konferansına katılmaya mecbur kaldı. Ancak Türk toplumunun haklarının azınlık hakları olarak değiştirilip, öylece tanınması yolundaki isteği reddedilince, sorun çözüme ulaşamadı. Bunun üzerine Türkiye’nin de destek verdiği İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’ne başvurdu. Güvenlik Konseyi,1964 yılının Mart ayında (karar no:186), Barış Gücü’nü oluşturma aşamasında, Kıbrıs Rum Hükümeti’nin Kıbrıs’ın meşru hükümeti olduğunu ima eden ifadeler kullandı. Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısının, Anayasaya aykırı olduğu yolundaki protestolarına rağmen, bu karar, Kıbrıs Daimi Temsilcisi Zenon Rossides’in hükümeti için konuşmaya tek yetkili ağız olmasının kabulü yolunda önceden alınmış bir kararı yansıtıyordu. 1964 yılında alınan BM Güvenlik Konseyi’nin bu kararı ayrıca Kıbrıslı Rumların hoş karşılamamalarına rağmen, Garantör Devletlerin önemli rolüne işaret ediyordu. Kıbrıslı Rumlar aslında istediklerine ulaşmış, meseleyi BM platformunda lehlerine çevirmeyi başarmışlardı. Kıbrıs Rum Hükümeti’nin, her iki toplumun da hükümeti olarak tanınması yolundaki karar, Türkiye dışındaki bütün BM ülkeleri tarafından kabul edildi.”

Prof. Dodd, bu tarihi dönüm noktasına gelinmesinde Türkiye’nin sorumlu olduğunu ima etmiştir. Prof.Dodd’un buna ilişkin notu şöyledir: 
“Türkiye, Güvenlik Konseyi’nin 186 no’lu kararında Kıbrıs Hükümeti’ne atıfta bulunulmasına izin verdiği için sorumlu tutulmaktadır.  Rauf Denktaş’a göre   İngiliz ve Amerikalılar, Başbakan İsmet İnönü’ye (hükümet) sözcüğünün kullanılmasına itiraz etmemesi için baskı yapmışlardır. İnönü ise öncelikle Kıbrıs Türkleri’nin korunması için adaya BM askerlerinin çıkmasının gerekliliğine inanıyordu. (hükümet) sözcüğünün ise haklı olarak sadece Kıbrıs Rum tarafını değil, 1960 Anayasasının ortaya koyduğu hükümeti kastettiğini düşünüyordu.”
Kıbrıs sorununun Garantör Devletlerin kontrolünden çıkıp, uluslararası platforma taşındığı bu dönemde, özellikle Türkiye cephesinde bir karışıklığın yaşandığı ve Türkiye’nin kendi politikalarını tespit etmek yerine daha çok İngiltere’yi izlediğini belirtmiştik. Başbakan Adnan Menderes’in, Londra ve Zürih Antlaşmalarının imzalanmasından sonra 6 Eylül 1959’da, TMT kurucularından brifing aldıktan sonra söyledikleri de bunu teyid etmektedir: 

“Kıbrıs davasının idaresi bir bakanlık işi olmaktan çıkmış, bir kabine ve devlet işi halinde bulunmaktadır. Bu sebeple Bakanlar Kurulu’nda hükümete de izahat vermeniz gerekecektir. Ayrıca Cumhurbaşkanına da izahat vermeniz çok iyi olacaktır.”
Bu tespitler, Türkiye’nin konunun önemini 1959’da anladığını, ancak 1964 yılına kadar henüz bir Kıbrıs politikası oluşturamadığını da göstermektedir. Gazeteci ve Milletvekili Ahmet TAN da, 2002 yılında şöyle yazmıştır: 
“Denktaş sabrını 40 yılı aşkın bir zamandır elbette önce Kıbrıslı Rumlara gösterdi. Sonra da Türkiyeli kimi siyasetçilere...Nasıl mı? (Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur-Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü TBMM-1953)..Rumların soykırım girişiminden sonra Türkiye’nin dört bir yanında patlayan (Ya taksim,ya ölüm) gösterileri. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ve ardından Kıbrıs Türk’ünü sindirme çabaları.1974 Barış Harekatı ve sonrası. Zorlu, dikenli, kaygan, taşlı, iki yanı uçurum yollarda  sürüp giden upuzun serüven.”
Prof.Dodd, BM’nin aldığı bu kararın tümüyle “politik” olduğunu ve böylesi bir karardan tüm büyük devletlerin çıkarı bulunduğunu, hatta Rumların, bu ülkeleri daha o zaman tehdit ettiğini de, şu tezlerle ortaya koymuştur: 
“Kıbrıs Rum hükümetinin tanınmasının sebebi olarak birtakım politik nedenler öne sürüldü. Daha farklı pratik bir hükümet çözümüne gidilemeyeceği, toplulukların bu yolda anlaşma sağlayamadıkları söylendi. Ayrıca, ortada İngiliz üsleri meselesi de vardı. Bu üslerin kullanılabilmesi için güvenli  bir ortama ihtiyaç duyuluyordu.  İngilizler, Kıbrıslı Rumlarla ters düşmenin yaratabileceği tehlikelerden oldukça etkilenmiş görünüyorlardı. Öte yandan, böyle bir ters düşme halinde Sovyetler Birliği’nin işe karışması da mümkündü ki, bu da Nato’nun işine gelmiyordu. Amerikan hükümeti ise Kıbrıs’ın bir Akdeniz Küba’sı haline gelmesinden endişe ediyor ve enosis fikrine sıcak bakıyordu. Bütün bunların ötesinde ABD’deki Yunan lobisinin de büyük etkisi vardı. Ayrıca BM’deki pek çok ülkenin de kendi potansiyel azınlık sorunları mevcuttu ve bu sorunların büyümesi istenmiyordu. Kıbrıs, üçüncü  dünya ülkelerinde, sömürge yönetimine karşı savaşan ülkeler arasında yer alan bir kahraman olarak görülüyordu ve Soğuk Savaşın hüküm sürdüğü dünyada, bağlantısızlar arasında yer almaya istekli ve hevesliydi. İngiltere bir Garantör Devlet olarak bu hükümeti tanımayabilirdi ama öyle yapmadı. Onun yerine, bu sorumluluktan kaçmayı tercih etti.”
Prof.Dodd, ABD’nin Enosis fikrine destek verdiği yolundaki iddiasına da şöyle açıklık getirmiştir: 
“İngiliz belgelerinin açığa vurduğu üzere, İngiliz-Amerikan planında (6.6.1964) Türkiye’ye tavizler verilmesiyle birlikte, Yunanistan ve enosise dayalı kökten bir çözüm aranması konusu yer alıyordu. Kıbrıs Türklerinin hakları ise yeteri kadar dikkate alınmıyor; sadece gönüllü olarak bölgeyi boşaltmaları halinde yardım görecekleri belirtiliyordu. Yunanistan, Makarios’u devirmek amacıyla bir darbe düzenlemeliydi. Garantör devlet statüsünü göz önüne alan İngiltere sonunda plana karşı çıkmaya karar verdi. Belgeler Cyprus Weekly’de yeniden yayınlanmıştır. 7-12 Ocak 1995)” 
İşte böyle bir dönemde ve bu şartlar altında kabul edilen BM’nin 186 no’lu kararı uyarınca bir Barış Gücü Ordusu kurulması çalışmaları başlar. BM Barış Gücü’ne asker verecek ülkeler hazırlıklarını sürdürürken, Rumlar, BM Gücü adaya gelmeden önce mümkün olduğu kadar çok Türk köyünü ele geçirmek için Mart ayı boyunca saldırılarını sürdürür. Türk bölgelerine bu yoğun saldırılarda, ağır kayıplar verilir. 
Barış Gücü(UNFICYP)’nün kurulması 17 Mart 1964'de tamamlanır, 24 Mart'ta Sakari Tuomiojia arabulucu olarak atanır, 27 Mart 1964'de da Barış Gücü göreve başlar. Buna rağmen Nisan ayı içinde de saldırılar durmaz. Birçok bölgeye baskınlar yapılır,  köylerine yapılan saldırılar sonucu, daha güvenli bölgelere göç etmeye çalışan Türkler yollardan alınıp, kurşuna dizilir. Bu dönemde 103 köyden on binlerce Türk göç eder, 500’ün üzerinde şehit, 1203 yaralı ve 203 kayıp verilir, büyük maddi kayıplar meydana gelir. BM Barış Gücü ise saldırıya uğrayan Kıbrıs Türklerine yardım edeceği ve saldırıları durduracağı yerde, Rum liderliğine yardımcı bir tavır içine girer. BM'nin tek yaptığı; saldırılar başladığı zaman aradan çekilmek ve dışarıdan bir gözlemci gibi, ölenlerle, yaralananların kendine göre raporunu tutmak olur. Türk bölgelerine girişlerde kurulan barikatlarda, sivil halkın, insan haklarına aykırı ve insanlık onurlarını yaralayıcı bir şekilde aranmasına seyirci kalınır, sadece açlık çeken bölgelere, o da Rum yönetiminin izin verdiği ölçüde, yiyecek götürülmesine aracılık edilir. Bu durum 26 Nisan 1964'de büyük bir mitingle protesto edilerek, BM'nin tarafsız davranması istenir. 20 Haziran 1964'de de kayıp aileleri, BM Barış Gücünün ilgisizliğini protesto mitingi yaparlar. Bu gelişmeler, Barış Gücünün Türklerin güvenliğini sağlayamayacağını gösterir.

AKEL VE RUM MECLİSİNİN KARARLARI

Her zaman şovenizme karşı çıktığını ve uzlaşmaz olanın Türk liderliği olduğunu söyleyerek, Türklere karşı dostluk politikası güttüğünü iddia eden komünist AKEL Partisi liderleri, Rum çetecilerinin Türklere yönelttiği saldırılara karşı hiçbir tepki göstermezler. AKEL Merkez Komitesi, 14 Mayıs I964’de yayınladığı bildiride, “Kıbrıs Rumlarının kurtuluş mücadelesi, şüphesiz ki Türk dostlarımızın gerçek çıkarlarına hizmet edecektir" iddiasında bulunur. AKEL’in "Kurtuluş"tan anladığı elbette ki Enosis’ti. AKEL Merkez Komitesi'nin, ABD’nin sunduğu Acheson planına ilişkin olarak 8 Ağustos 1964 tarihinde yaptığı bir açıklamada ise, “Kıbrıs halkının isteği, emperyalist NATO ile birleşmek değil, Yunanistan'la olacak birleşmedir. Yunanistan'la olacak birleşmeye evet, NATO ile olacak birleşmeye hayır." denir.
Yine AKEL eski Genel Sekreteri Papayuannu 22 Ağustos 1964 tarihinde; Ortadoğu Haber Ajansı ile yaptığı söyleşide, "Partimiz, her zaman Enosis’ten yana olmuştur. Kıbrıs Halkı, kendi geleceği için karar verme zamanı geldiğinde biz, Enosisten yana oy kullanacağız" ve 8 Eylül 1964’de de Associated Press'e, “Partimizin politikası her zaman için Yunanistan'la birleşme yolu ile milli rehabilitasyondan yana olmuştur" açıklamalarını yapar. Papayuannu, 16 Eylül 1964’de yapılan Merkez Komitesi toplantısında ise self-determinasyon hakkından ne anladığını açıkça söyler ve "Kendi kaderini tayin hakkını kullanmak, Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesi için oy kullanmak demektir." der.

1964 - 1974 DÖNEMİNDE TÜRKLERİN DURUMU VE YASAKLAR

Kıbrıs Türk halkının 1964 saldırılarından sonra Devletin tüm organlarından dışlanması ve 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatma altında yaşamaya zorlanması, her alanda olumsuz sonuçlara yol açar. Göçmen olan 30 binden fazla Türk, çadırlarda, sinema salonlarında okullarda barınmak zorunda kalır. Türk Halkı üretimden kopar. Her yaştan tüm erkekler, elde silah can güvenliklerini sağlamak için mevzilere dolar. Adanın yüzde 3'lük bir bölümündeki kuşatma boyunca, dış dünyadan soyutlanan Kıbrıs Türklerinin haberleşmesi, ulaşımı, ekonomik ilişkileri tümü ile yasaklanır. Türk bölgelerine mektup gelmesi, mektupların dış dünyaya ulaşması, yabancıların Türk bölgelerine geçmesi bütünü ile engellenir. Ulusal gelir günden güne düşerken, Türk halkı, sadece Türkiye’den gelen yardımlarla ayakta durmaya çalışır. Yıllarca her Kıbrıslı Türk kamu görevlisine eşit olarak 30 Kıbrıs Lirası  verilir ve bu, Anavatan Türkiye'nin gönderdiği maddi yardımdan sağlanır. Yiyecek doktor ve ilaç ihtiyacı bütünü ile Türkiye'den Kızılay'ın gönderdiği yardımlar ile karşılanır, bu arada Kızılay, tam teşekküllü bir hastaneyi hizmete sokar.
Türk toplumunu açlığa mahkum ederek, çökerteceğini sanan Rum liderliği, aralarında çividen, bot bağına kadar her çeşit malzemenin bulunduğu tam 37 çeşit malın Türk bölgelerine girişini yasaklar ve bu 11 yıl boyunca Türk halkının bütçedeki hakkını, dış yardımların tümünü gasp eder. Vergiler toplanır ama Türk bölgelerine tek bir kuruşluk yatırım yapılmaz. Yol, su, elektrik, sağlık hizmetlerinden yararlandırılmayan Türkler, “utanç barikatlarında” onur kırıcı muamelelere maruz bırakılır. Bu insanlık dışı şartlar 1974 Türk Barış Harekatı'na kadar devam eder.

BM BELGELERİNDE RUM BASKILARI

Rum saldırılarını ve insanlık dışı davranışlarını çok yakından izleyen BM Genel Sekreteri, gözlemlerini sürekli olarak BM Genel Kurulu'na aktarırken, bu insanlık dışı uygulamaları örnekleri ile belgeler. Türk halkının 1964-74 döneminde çektiği ekonomik sıkıntılar, uygulanan ekonomik ablukalar ve Türk bölgesinin bilinçli olarak nasıl geri bıraktırıldığı, Genel Sekreteri'nin raporlarına geçer. İşte bu notlardan bazı bölümler: 
Yılın birinci yarısında tarım ve endüstride meydana gelen zararlara ilaveten, Türk toplumu başka gelir kaynaklarını kaybetmişti ve bunlar içerisinde Kıbrıs hükümetinde ve Kıbrıs Rum bölgelerinde olan kamu ve özel firmalarda çalışmakta olan 4.000 kişinin maaşları da vardır. (S/5950 10 Eylül I964 tarihli raporun 140. paragrafı)
Tekrar gözden geçirilmekte olan zaman zarfında yaşadıkları yerlerden göç eden Kıbrıslı Türklerin problemlerinin halledilmesine doğru hemen hemen hiçbir ilerleme olmamıştır. (31 Mayıs 1973 tarihli S/10940 sayılı raporun 67.paragrafı)
Kıbrıs Türk göçmenlerinin genel problemlerinin çözümü için hiç ilerleme olmamıştır. Lefke kasabasında bulunan Türk köyü Yağmuralan'ın tekrar yerleşime açılması (hükümet) tarafından reddedildi.(S/10842 sayılı 1 Aralık 1972 tarihli raporun 48. paragrafı)
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporlarda ise şu tespitlere yer verir:
Aralık 1963'te başlayıp da, 1964'ün başlarına kadar devam eden olaylarda, sadece arabalarında ve yanlarında taşıyabilecekleri kadar eşyaları ile kendilerine göre daha güvenli olarak gördükleri Türk köy ve bölgelerine sığındılar. (UN Doc. S/8286 sayı ve 8 Aralık 1967 tarih)
BM Kıbrıs Barış Gücü, adada olayların hüküm sürdüğü dönemde meydana gelen zararları saptamak açısından ayrıntılı bir araştırma yaptı. Çoğu Türk veya karma olan 109 köyde 557 ev tahrip edildi, 2.000 ev de zarara uğratıldı ve tahrip edildi.(10 Eylül 1964 tarih ve UN Doc. S/5950 sayılı rapor)
Genel Sekreteri’nin 10 Eylül 1964 tarihi ve S/5950 sayılı raporundan diğer bazı önemli bölümler de şöyledir:
Durum endişe yaratmaktadır. Kıbrıs'taki Türk toplumuna uygulanan ekonomik kısıtlamalar, (Kıbrıs Hükümeti'nin) ekonomik baskı yoluyla, olası bir çözümü zorlayarak, kabul ettirmeye çalıştığını gösterir. 
UNFICYP'nin(Barış Gücü) üzerinde duracağı problemler arasında en önemlisi ekonomik kısıtlamalar sorunudur. Bu kısıtlamalar, Kıbrıs Türk toplumuna olan olumsuz etkisi ve adadaki hukuk düzeninin korunmasını olanaksız hale getirmesi nedeniyle özel önemdedir.
21 Aralık 1963'de başlayan karışıklıklardan itibaren Kıbrıslı Türklere 15 Haziran tarihli raporumda da açıkladığım, çeşitli kısıtlamalar uygulanmıştır. Kısıtlamalar ve Türklere yapılan ayırım nedeni ile yollarda dolaşım özgürlüğüne sahip değiller, toplumun temsilcileri zor durumda bırakılıyor ve hiç ekonomik faaliyette bulunmuyorlar. Bu raporda daha önce de belirtildiği gibi UNFICYP kararlı olarak çeşitli alanlardaki zorlukları ortadan kaldırmaya çaba sarfetti. O dönemde, yaklaşık 25.000 Kıbrıslı Türkün göçmen durumuna düşmesiyle, işsizlik çok yüksek düzeye çıktı ve buna bağlı olarak Türk toplumunun gerçekleştirdiği ticaret önemli ölçüde azaldı.
Temmuz ayının ortalarında hükümet, Kıbrıs Türk toplumuna daha fazla zorluk yaratmak için iki önlem daha aldı. 17 Temmuz'da UNFICYP'e resmen 25 maddenin daha Kıbrıs Türk bölgelerine girmesinin yasaklandığını bildirdi. Bu maddeler çimento, demir, elektrikli malzemeler, bataryalar, odun, otomobil aksesuarları, lastikler, kimyasal maddeler, akaryakıt vb. idi. Ayrıca Kızılay'ın yaptığı yardımlara da kısıtlamalar getirilmiştir.
Aralık 1963'den beri 6 gemilik Kızılay yardımı Türk Cemaat Meclisi aracılığı ile dağıtım yapılması için gönderildi. Bu malzemelerin çoğunu tıbbi malzeme ve ilaçlar, un ve diğer yiyecek maddeleri oluşturmaktaydı. 5 gemi Temmuz 1964'den önce geldi ve boşaltıldı fakat 6 gemi 15 Temmuz'da geldiğinden geminin boşaltılmasına zorluklar çıkarıldı. UNFICYP tarafından yapılan yoğun girişimler sonunda hükümet bu malzemelerin boşaltılmasına izin verdi. Fakat bunlardan gümrük talep etti. Türk toplumu, bu yardım malzemelerine gümrük ödemeyi reddettiği için, boşaltılan mallar sadece gümrükten muaf olan mallardır. Bunun bir neticesi olarak 900 tonluk kargodan sadece 390 tonu boşaltılmıştı. Hükümet ayrıca bu gelen yardım malzemelerinin dağıtımını da kontrol için ısrar ediyordu. UNFICYP'in bu konuda yaptığı birçok başvuru da başarısız oldu. UNFICYP'in Kızılay konvoylarına refakat etme girişimlerine de sık sık engeller çıkarılıyordu.
Dillirga savaşından sonra hükümet, Kıbrıs Türkleri tarafından Lefkoşa, Koççino ve Limni'de kontrol edilen bölgelere tüm yardımların durdurulacağını ilan etti. Bu ilandan sonra bu bölgelere girecek olan gıda ve diğer elzem malzeme konvoylarının hedeflerine gitmeleri engellendi. Şayet bu çok aşırı önlemler devam ettirilirse, Türklerin durumu dayanılmaz olacak ve Türklerin silaha başvurmalarını gerekli kılacak.
Kıbrıs Türkleri açlığa mahkum edildiklerini iddia ediyorlar ve Rumlar da Türklerin depolarda kendilerine aylarca yetecek kadar gıda olduğunu ve gelen gıdaların da Türk savaşçılarına gittiğini iddia ediyorlar. Ben anlaşmazlığı göz önüne alarak, 16 Ağustos'da, UNFICYP'e, Kıbrıs Türklerinin yaşadığı 142 köy ve 5 şehirde, Türklerin gıda ve diğer elzem maddelerini araştıran bir çalışma yaptırdım. Bu çalışma o zaman köylerin yüzde 40'ından fazlasının unu olmadığını ve bazılarının sadece birkaç gün için yetecek kadar yemekleri bulunduğunu ve köylerin yüzde 25'inin bir-iki haftalık unları bulunduğunu ve en çok unu olanların da ancak bir ay dayanabileceğini gösteriyordu. Bu araştırma ayrıca süt, süt ürünleri, pirinç ve tuz eksikliği olduğunu, gaz yağının ise çok az olduğunu gösterdi. Buna ek olarak tıbbi teçhizatın da köylerde çok az olduğu tespit edildi. Şehirlerde ise durumun köylere nazaran daha iyi olduğunu, ama gün geçtikçe durumun oralarda da kötüleştiğini gösteriyordu.
UNFICYP, hükümetin, Lefkoşa, Lefke ve Koççino dışındaki Kıbrıs Türk bölgelerine yapılan ambargonun kaldırılacağına dair verdiği teminat üzerine bu bölgelere gerekli yardımın yapılması için girişimlerde bulundu. Fakat maalesef o bölgelerde UNFICYP hala zorluklarla karşılaşmaktadır.  Gelen raporlar, hükümetin anlaşmayı uygulamak istemediği yönündeydi. Konuyu derhal hükümetle ele aldık. Ama hükümet kısıtlamayı kaldırmak yerine, Magosa ve Larnaka'nın Türk bölgelerini de, kısıtlı bölgeler listesine ekledi. Hükümet ayrıca UNFICYP'e, diğer bölgelere de ekonomik kısıtlama hakkı olduğunu bildirdi. Nitekim daha sonra engelleme ve el koymalar artmıştır. 
Aynı konuda 16 Eylül 1964 tarihinde Time Dergisi’nde yayınlanan bir yazıda, “Bazı barikatlarda Kıbrıslı Türk kamyon şoförleri durdurulup usandırıcı araştırma yapılmaktaydı ki, bu arama maksadıyla meyve veya sebze yükleri yere boşaltılıyor ve bazen de kullanılmaması için hasar veriliyordu." denilir. New York Herald Tribune'nın 16 Eylül 1964 tarihli sayısında da, “Ambargo herhangi bir amaç için kabul edilebilir bir araç olarak görülebilir. Ta ki bu uygulama insan haklarını ve insan yaşamını tehdit eder boyuta ulaşmasın.” eleştirisi yapılır.
Kıbrıslı Türkler, 1964-74 döneminde eğitim alanında da çeşitli engellerle karşılaşır. Rum yönetiminin, Kıbrıslı Türklere vermek zorunda olduğu bütçe gelirini ani olarak kesmesi sonucu, 2 binden fazla öğretmenin maaşları ödenmez, 10 binlerce çocuk eğitim imkanından ve ders kitaplarından mahrum edilir. Göçler sonucu köylerini terk eden Türk çocukları altı aylık bir zaman kaybından sonra tekrar okullarına döndüklerinde, sağlıksız şartlarda, kitapsız, deftersiz, kalemsiz, silgisiz eğitim görmeye başlarlar. 103 köydeki okullar, ya tamamen ya kısmen tahrip edilir ya da el konur. Diğer taraftan 1963'den sonra doğan Türk çocuklarının kaydı yapılmayarak, nüfus kağıdı verilmez. Yurt dışında öğrenime giden Türklere her türlü kolaylık gösterilir ama buradaki önemli nokta, gidenlere dönüş izni verilmeyecek olmasıydı. Nitekim yüksek öğrenim için ada dışına çıkan Türk öğrencilerin bu ülkenin vatandaşları olmalarına, aileleri Kıbrıs`ta bulunmasına rağmen, adaya girmelerine izin verilmez ve havaalanlarından geri çevrilirler. Bu durum, BM Genel Sekreteri'nin 8 Aralık 1967 tarihli S/8286 sayılı raporunda, "Kıbrıslı Türklere dış seyahatlerinde uygulanan kısıtlamalar bu dönemde çok az değişmiştir. Örneğin; Türkler de Rumlar gibi adayı terk etmekte serbesttirler. Ama Türk öğrencilerin adaya dönüşleri engellenmektedir. Türkiye'ye çok kısa bir süre için bile giden Türkler, Kıbrıs'a dönüşlerinde çok zorluklarla karşılaşmaktadır" ifadeleriyle yer alır. Seyahat ve dolaşım özgürlüğünden tek etkilenen öğrenciler değildir. BM Genel Sekreteri’nin aynı raporunda, “31 Ekim 1967 günü erkenden 1964'den beri adaya sokulmayan ve Türkiye'de yaşayan Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Sn. Rauf Denktaş, gizlice Kıbrıs'a tekrar girmeye çalıştı. Fakat adaya ayak bastıktan kısa bir süre sonra kendisi ile birlikte gelen diğer iki Kıbrıslı Türk’le tutuklanmışlardı." denilerek, Denktaş’ın maruz kaldığı muamele anlatılır. Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş'ın suçu, 1964'ün başında Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmaydı ve Rum yönetimi bu konuşmasından dolayı Denktaş’ın adaya dönüşünü yasaklamıştı.
Prof. Clement H.Dodd, bu dönemi bir cümle ile tarif eder:
“Bu konu hakkında genelde söylenilen şey; 1963-1974 yılları arasında geçen olayları Kıbrıslı Rumların hatırlayamadığı, Kıbrıslı Türklerin ise unutamadığıdır.”

9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


...