MAKARİOS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MAKARİOS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2017 Cumartesi

KIBRIS’TA SİRTAKİ Arka Kapımıza Dayandılar BÖLÜM 9


 KIBRIS’TA  SİRTAKİ  Arka Kapımıza Dayandılar  BÖLÜM 9



ULUSLARARASI MÜDAHALELER ACHESON PLANLARI

1963 saldırılarından sonra devreye giren ABD ve İngiltere 31 Ocak 1964’de ortak bir plan sunar. Buna göre, adaya 10 bin kişilik bir NATO birliği gelecek, bu arada bin 200 kişilik bir ABD birliği de Türk, Yunan ve İngiltere birliklerine katılacak, bu birlikler bir İngiliz Komutanın emrinde olacak ve NATO tarafından bir arabulucu tayin edilecektir. Planın Makarios tarafından reddinden sonra, ABD Dışişleri Bakanı George Ball tarafından sunulan bir diğer barış planını da, yine Makarios beğenmez. Birkaç ay sonra ise Makarios, 4 Nisan 1964’de ittifak anlaşmasını feshettiğini açıklar. Bu gelişmelerin ardından 15 Temmuz 1964’de ABD, Acheson aracılığı ile bir başka plan sunar.  Plana göre, Karpas’da ada yüzölçümünün yüzde 5’ini oluşturan bir bölge üs olarak Türkiye’ye verilecek, buna karşılık Türkiye Enosisi kabul edecekti. Ayrıca Kıbrıs 6 yerel yönetime ayrılacak, bunlardan ikisi Türk denetiminde bırakılacaktı. Enosis’e karşılık Meis adası Türkiye’ye bırakılırken, Kıbrıslı Türklere azınlık hakları tanınacaktı.
Makarios, bunu da, “Enosis’i şartsız olarak öngörmediği” gerekçesiyle reddeder. Yunanistan’ın sunduğu planda ise, El-Greco burnunda 32 kilometrekarelik bir alanın, 25-30 yıllık bir süre için Türkiye’ye üs olarak verilmesi ve Türklere azınlık hakları teklif edilir. Bu kez reddeden taraf Türkiye olur. Bunun üzerine Ağustos ayı içinde Acheson’un ikinci planı gelir. Buna göre Komikebir’in 2 mil batısından geçen bir Kuzey-Güney çizgisinin doğusu, yaklaşık 200 milkare, 50 yıl için Türkiye’ye kiraya verilecekti. Ada Türklerine azınlık hakları tanınacak ve Lefkoşa’da Türk işlerine bakan bir yüksek memur bulunacaktı. Ada ise Yunanistan’a bırakılacak, ancak Türk hakları ABD garantisi altına alınacaktı. Türkiye, “prensip olarak”, Makarios da yine  “kayıtsız ve şartsız Enosis” öngörmediği için bu planı kabul etmez.

PLAZA RAPORU VE İLK FEDERASYON TEKLİFİ

Acheson’un başarısızlığa uğramasından sonra, Galo Plaza’nın teklifleri gündeme gelir. Galo Plaza, Ekvator Devlet Başkanı’dır. BM Güvenlik Konseyi kararı ile   arabulucu olarak atanan Sakari Tumioja’nın 9 Eylül 1964’de ölümü üzerine 16 Eylül 1964’de arabulucu olarak görevlendirilir. Plaza, taraflarla bir dizi temas yapar. Bu temaslarda Rumlar, “Kıbrıs’ın üniter devlet olmasını, garanti-ittifak anlaşmalarının kaldırılmasını, Türklere azınlık hakları ve bazı konularda muhtariyet verilmesini kendilerine ise self-determinasyon hakkının tanınmasını” isterler. Türkler ise, 1960 anlaşmaları ile kurulan düzene, coğrafî bir temel sağlanmasını isteyerek, ilk kez resmi bir coğrafîk federasyon teklifinde bulunurlar.  
Plaza raporu, taraflara 26 Mart 1965’de sunulur ve BM Güvenlik Konseyi önüne gelir. Plaza, Rum görüşlerini benimseyerek, Türklere azınlık haklarını önermiş, anlaşmayı beğenmeyen Türklerin de Türkiye’ye göç edebilmesini öngörmüştür. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri buna karşı çıkarak, Plaza’nın yetkisini aştığını, rapor yerine, görüş-öneri sunduğunu ve arabuluculuk yetkisinin sona erdiğini duyurur. Görüldüğü gibi federasyon görüşünü ilk kez ortaya atan ve bunu istikrarlı bir şekilde 1965’den itibaren savunan Türk tarafı olmuştur.

TÜRK MİLLETVEKİLLERİNİN MECLİSTEN KOVULMASI

Bu arada Rumlar, Türk milletvekillerinin devlete isyan ederek, Meclisten kaçtıklarını iddia etmektedir. Gerçekte Türk milletvekilleri ölümle tehdit edilerek, Meclisten kovulmuşlardır. 1963 saldırıları üzerine, can güvenliği nedeni ile Meclise gidemeyen Türk milletvekilleri, ortalığın biraz sakinleşmesinden sonra Meclise dönmek istedikleri zaman, Rum yönetiminden aldıkları cevap, “Gelirseniz can güvenliğinizi garanti edemeyiz” olur. Bu durum 1965 yılı yaz aylarına kadar devam eder. 50 kişilik ortak Meclisin 35 üyesini oluşturan Rum milletvekilleri Anayasaya aykırı olarak tek başlarına toplanıp, gayrı meşru kararlar alırlar. Yine Anayasaya aykırı olmasına rağmen, Rum Milli Muhafız Ordusu yasası çıkartılıp, yasa dışı bir ordu kurulur. Polis, jandarma ve belediye yasaları değiştirilir. Türk halkının, Anayasada tanınan hakları gasp edilir.
21 Temmuz 1965’de ise Seçim Yasasının değiştirileceği ilan edilir. Getirecekleri değişikliklerde, sadece Rum Cumhurbaşkanının, Rum Bakan ve Milletvekillerinin görev süresinin uzatılması, öngörülmektedir. Yapacakları ikinci önemli değişiklik ise Türk ve Rum milletvekili adaylarının tek bir listeden seçime girmeleri, bu listelere Rum ve Türklerin birlikte oy vermesi ve ayrı seçim bölgelerinin birleştirilmesidir. Bunun anlamı Türk adayların ayrı liste çıkarma ve Türk halkının kendi temsilcilerini seçme haklarının fiilen yok edilmesiydi. Birleşik listelerden aday olacak Türklerin hiç bir zaman seçilme şansı olmayacaktı. Çünkü Rumlar nüfus olarak çoğunluktaydı. Bunun bir diğer anlamı da Türk adaylarını, Rum partilerinden seçime girmelerini zorlamaktı. Böylece Türk halkının özerkliği, meclisteki temsil hakkı, politik eşitliği ve tüm anayasal hakları fiilen yok edilerek, devlet Rumların egemenliğinde üniter bir yapıya büründürülecek ve Türkler de Maronit, Ermeni, Lâtinler gibi önemsiz birer azınlık durumuna indirgenecekti. Türk Milletvekilleri bu anayasa dışı tutum karşısında 22 Temmuz 1965 tarihinde yeniden Meclis Başkanı Klerides’e başvurarak, Meclis  çalışmalarına katılmalarına imkan sağlanmasını isterler. Klerides bu isteği reddeder. Bunun üzerine BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisini arabulucu koyan Türk Milletvekilleri, Klerides’den randevu talep ederler. 23 Temmuz 1965 sabahı Türk milletvekilleri, BM Barış Gücü’nün koruması altında Rum işgali altındaki bölgeye geçip Klerides’le görüşürler. Klerides, Meclis çalışmalarına katılmalarının 3 şartla mümkün olacağını belirtir:

Türk milletvekilleri, Rum temsilcilerin 1963-1965 döneminde tek başlarına geçirdiği anayasaya aykırı olan tüm yasaları tanıyacaklardı.
Bundan böyle geçirilecek yasalarda veto ve ayrı oy çoğunluğu haklarını kullanmayıp, Meclis’teki Rum çoğunluğun kabul ettikleri yasaları olduğu gibi onaylayacaklardı.

Seçim yasasında yapılacak değişiklikle, diğer önemli bazı yasalarda yapılması tasarlanan değişikliklere engel olunmayacaktı.

Tüm bunların anlamı, Türk halkının daha önce reddettiği 13 değişiklik maddesinde öngörülen, azınlık statüsüne indirgenme, devletin tümü ile bir Rum Devletine dönüşmesi, Enosisin önündeki engellerin  kaldırılması ve o güne kadar anayasaya aykırı olarak yapılan değişikliklerin onaylanıp, anayasa dışı eylemlere ortak olmanın kabul edilmesiydi. Bir başka deyişle iki yıllık direnişten sonra teslim olmaktı. Türk milletvekilleri, bu anayasa dışı koşulları kabul etmeyerek, Meclis çalışmalarına katılmalarının anayasal hakları olduğunu ve Meclise geleceklerini söylerler. Klerides’in cevabı, “Eğer gelirseniz, sizi fiziki güç kullanarak içeriye sokmam” olur.

Ertesi gün yayınlanan Rum gazeteleri, Türk Milletvekillerinin “Meclisten kovulduklarını” duyurur. Türk Milletvekilleri ve Cemaat Meclisi üyeleri bu durum üzerine bir toplantı yaparak, 24 Temmuz 1965’de ikinci bir yasama meclisi oluşturup, Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile Türk Milletvekillerinin görev sürelerini uzatan ayrı bir yasa yaparlar. Bu yasa 26 Temmuz tarihinde Dr. Fazıl Küçük tarafından imzalanarak, basılan bir Resmi Gazete’de yayınlanıp, yürürlüğe girer. 1 no’lu Resmi Gazete işte bu kararın yer aldığı gazetedir ve Kıbrıs’ta resmen iki ayrı yasama meclisinin kurulduğu tarihi anlatır. Rumlar ise 23 Temmuz 1965’de öngördükleri değişiklikleri kendi aralarında onaylayıp, ayrı bir Resmi Gazete’de yayınlarlar. Rumların bu tutumu Türkiye, İngiltere ve BM Güvenlik Konseyi tarafından tanınmayarak, kınanır. Türkiye ve İngiltere Makarios’a birer sert nota verir, ama o bildiğini okumaya ve yarattığı emrivakileri kalıcı hale getirmeye devam eder.

İşte Kıbrıs’ın ilk resmi bölünmesi böyle olur.

1963’de başlayan fiili bölünme, 1965’de Rumların zorlaması ile resmi bir bölünmeye dönüşmüştür. İlk günler Makarios’un bu emrivakilerini tanımayan ülkeler, zaman içinde sessizce tanımaya ve bir Rum devletine dönüşen Makarios’un gayrı meşru yönetimini, Türk-Rum ortaklığına dayanan meşru yönetimmiş gibi tüm Kıbrıs’ın yasal hükümeti olarak kabul etmeye başlarlar. Dünyanın kendi çıkarları gereği gerçekleri görmek istememesi, Kıbrıs’ın bölünmesi ve sorunun kangren haline gelmesinin başlıca sebebidir.

KATLİAMLAR VE SONRASI 

Ada’daki dönüm noktalarından birisi de 15 Kasım 1967’de Grivas liderliğindeki Rum-Yunan ordusunun Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırısıdır. BM Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde 28 kişiyi öldüren, yaşlı bir ihtiyarı canlı canlı üzerine benzin dökerek yakan, köyleri yağmalayan ve tüm köylüleri esir alan Rum-Yunan Kuvvetleri, Türkiye’nin çok sert tepkisi ile karşılaşır. Türkiye Trakya, Ege ve Mersin bölgelerine asker kaydırmaya başlar. Türk donanması Kıbrıs’a gitmek üzere denize açılır, savaş uçakları işgal edilen köyler üzerinde uyarı uçuşları yapmaya başlar.
I7 Kasım’da toplanan TBMM, köylerin boşaltılmaması ve Yunan askerlerinin, geri çekilmemesi halinde adaya müdahale ve gerekirse Yunanistan’la savaş kararı alır. ABD, İngiltere ve Kanada her zaman olduğu gibi yine devreye girerek, Türk müdahalesini önlemeye çalışır. 24 Kasım’da toplanan NATO Bakanlar Kurulu, iki üyesinin savaşmaması için, konuyu görüşür. Sonuçta da Türkiye’nin istediği şartlar kabul edilir. Bundan sonra Grivas adadan ayrılır, Yunanistan’ın gizlice adaya soktuğu askerlerden 12 bini geri çekilir, sürgünde olan Denktaş’ın adaya dönmesine izin verilir, işgal edilen köyler boşaltılır ve esirler serbest bırakılır, Türk bölgelerine uygulanan kuşatmalar gevşetilir. Türk bölgelerini korumak üzere Barış Gücü’nün yetkileri ve sayısı artırılır. Bu arada işgal edilen köylerin halkının zararları tazmin edilecek, Rum Ordusu dağıtılacak, toplumlararası görüşmeler başlayacaktı. Ne var ki, ne tazminatlar ödenir, ne de Rum Ordusu dağıtılır. Rumların tehlike geçtikten sonra anlaşmalara uymadığı bir kez daha görülür. 

KIBRIS TÜRK YÖNETİMİ

Kıbrıs Türkleri, Cumhuriyetten dışlanınca devletsiz kalır ama 1964 yılı Ocak ayının ilk günlerinde yönetim işini yüklenecek genel komite adlı bir organ oluşturulur. Komitenin Başkanı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’tür. Komite, 1967 yılına kadar  zorunlu yasama ve yürütme görevlerini yerine getirir. Geçitkale saldırılarından sonra 28 Aralık 1967’de Geçici Türk Yönetimi ilan edilir, Başkanlığa Dr. Küçük, Yardımcılığına da Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş getirilir. Temsilciler Meclisi ile Cemaat Meclisi üyeleri de Türk Yönetimi Meclisi olarak görevlendirilir. Başbakan ve Yardımcısı dışında 11 kişilik Yürütme Kurulu, Bakanlar Kurulu olarak göreve başlar. Hemen ardından, 4 yıllık sürgün biter ve Denktaş, 13 Nisan 1968’de adaya döner.
Geçici Türk Yönetimi, bir süre sonra, ismindeki “geçici” ifadesi düşürülerek, “Kıbrıs Türk Yönetimi” adını alır. 1973 yılında da seçimler yapılarak, yönetim yenilenir. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve Türk Yönetimi Başkanlığını Rauf Denktaş tek aday olarak üstlenir. Bu durum, otonom Türk yönetiminin ilan edildiği 1974 yılına kadar devam eder. 

EOKA B’NİN HEDEFİ SİLAHLI ENOSİS

1968 yılı içinde başlayan toplumlararası görüşmeler sürerken, Kıbrıs Rumlarında iki görüş ön plana çıkar. Bunlardan ilki, ani bir askeri harekatla Kıbrıs Türk direnişini kısa yoldan kırıp, Enosisi ilan etme, diğeri ise uzun vadeli bir program çerçevesinde ekonomik ve siyasi baskılarla Türk direnişini kırma ve yine Enosise ulaşmadır. İlk görüşü eski EOKA’cılar ve cunta yanlısı güçler, diğerini de askeri bir harekatın Türk müdahalesi ile başarısızlıkla sonuçlanacağını iyi bilen Makarios savunmaktadır.  Kıbrıs’ta, üstelik de BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar başta olmak üzere birçok ülke tarafından desteklenen ve yıllardır süren ambargo ve siyasi baskılar, halen Makarios’un görüşünün yürürlükte olduğunu, kısacası uzun vadeli enosisin gerçekleştirilmesinin kararlaştırıldığını göstermektedir.   
Enosis konusunda askeri kısa yolu tercih edenler Eoka’yı canlandırarak, “Eoka-B” adlı cunta destekli ve Yunanistan tarafından yönetilen gizli bir örgüt kurarlar. Gizli örgüt, adada bulunan ve Rum Ordusunu da yöneten Yunanlı subayların kontrolündedir. İlk etkili eylem olarak 1970 yılı Mart ayı başlarında Makarios’un bindiği helikoptere ateş edilir. Helikopter zorunlu iniş yapar ve Makarios kurtulur. Bunun üzerine 11 eski EOKA’cı tutuklanır, İçişleri eski Bakanı Yorgacis bu olaydan sonra şüpheli şekilde öldürülür. 28 Ağustos 1971’de ise Grivas gizlice adaya döner ve Eoka-B’nin başına geçer. Silahlı çatışmalar, sabotajlar başlar. Grivas, Enosis demeçleri verir. Makarios, 21 Şubat 1971‘de Grivas’a bir mektup yazarak, işbirligi yapmalarını ister, ancak Grivas bunu reddeder. 29 Ekim 1971’de bir açıklama yapan Makarios, “Bütün Yunan hükümetlerinin rızası bulunduğu takdirde, Enosisi ilan etmekte tereddüt etmeyeceğini, fakat bu tür bir girişimin başarısına ve başarısızlığına yol açacak çeşitli faktörler makul olarak değerlendirildikten sonra bunun imkansız olduğunu” gördüğünü duyurur. Makarios’u devirip kısa yoldan Enosis’e ulaşmayı isteyen Eoka-B ise, sabotajl, şiddet ve terör eylemlerini arttırır. Makarios, 31 Ocak 1973’de yaptığı açıklamada, Eoka-B’nin eylemlerini ” Enosis’in mezar kazıcıları” olarak nitelendirir. 

MAKARİOS’UN “TERÖR” MEKTUBU

Yunanlı subayların yönetimindeki Rum Milli Muhafız Ordusunun lojistik desteği ile her geçen gün artan şiddet olayları karşısında Makarios, kendisine bağlı kişilerden bir yedek polis birliği oluşturur. Bu birliklerle, Eoka-B arasında şiddetli çarpışmalar meydana gelmeye başlar. Makarios, Yunanistan Cumhurbaşkanı Fedon Gizikis’e hitaben kaleme aldığı 2 Temmuz 1974 tarihli mektupta özetle şunları söyler: 
“Büyük bir üzüntüyle sorumluluğu Yunanistan Hükümetine ait olduğuna inandığım Kıbrıs’taki bazı kabul edilmez durum ve olayları gözler önüne sermek zorundayım. General Grivas’ın Kıbrıs’a kaçak olarak gitmesinin, Atina’daki bazı çevrelerin desteği ve daveti üzerine gerçekleştiğine dair söylenti ve kanıtlar var. Ne var ki ilk geldiği günden itibaren, Milli Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subaylarla görüşüp, onların da desteğiyle sözde Enosis için savaşarak, yasa dışı bir örgüt kurmak için faaliyete geçtiği kesindir. Ve Kıbrıs için birçok kötülüğün kaynağı olan, Eoka-B cinayet şebekesini kurdu. Yasadışı ve ulusal çıkarlarımıza zararlı, iç cephede bölünmelere ve uyumsuzluklara yol açıp, Kıbrıs Helenizmini iç savaşla karşı karşıya getiren, bir örgütün neden Yunanlı subaylar tarafından desteklendiğini ve aynı şekilde, bu desteğin ne oranda Yunan Hükümeti tarafından onaylandığını birçok kere kendi kendime sormuşumdur. İnkar edilemeyecek tek olay, Yunan subayları tarafından Eoka-B’ye sağlanan destektir. Belli ve inkar edilmez bir başka olaysa, Eoka-B’nin canice faaliyetini destekleyen Kıbrıs’taki Yunan basınının, Atina’dan mali yardım gördüğü ve izleyeceği çizginin Yunan istihbarat Teşkilatı (KİP) ve Genelkurmay bürosu tarafından belirlendiğidir. Yunan hükümetine, bazı subayların tutum ve davranışlarından dolayı şikayette bulunduğumda her seferinde, bana bunların Kıbrıs’tan geri çağrılmaları için isimleriyle ve işledikleri suçları belirterek, ihbar etmemi istedikleri doğrudur. Bunu yalnız bir sefer yaptım. Kötülüğün kökünün çok derin olduğunu ve Atina’ya kadar vardığını söylemekle üzüntü duyuyorum. Daha da açık Yunanistan’daki üyelerin, Eoka-B tedhiş örgütünün hareketlerini destekleyip, yönettiklerini söylüyorum. Askeri rejimin suçluluğunu, Eoka-B yöneticilerinin üstünde bulunan belgeler ispatlıyor. Milli Merkez tarafından, bu örgütün bakımı için bol miktarda para yollanıyordu, yani genel olarak herşey Atina’dan yönetiliyordu. Bu belgelerin gerçekliği tartışma konusu yapılmaz. Ne var ki Milli çıkarlar uğruna sessizliğimi korudum. Kıbrıs Kilisesinde büyük bunalımlara yol açıp, sonra da görevlendirilen üç Pisikopos’a hakim olan kurnaz kötü niyetin de doğum yeri yine Atina’dır. Bu konuda hiç bir açıklamada bulunmadım. Yalnızca bütün bunlar niye diye düşünüyorum ve eğer bunun Kıbrıs’ta sürmekte olan dramdan tek acı çeken ben olsaydım, Yunan hükümetlerinin rolü ve sorumluluğu konusunda yine susacaktım. Ama bundan tüm Kıbrıs Helenizmi etkilenmektedir.  Kıbrıs’taki devlet temellerini yıkma çabalarında Yunanistan hükümetinin sorumluluğu büyüktür. Kıbrıs devleti ancak Enosis durumunda dağılmalıdır.
Milli Muhafız Kuvvetleri bugünkü yapısı ve üyelerinin niteliği yüzünden amacından sapmış yasadışı hareketlerde bulunan kişilerle, devlete karşı komploların hazırlandığı merkez ve Eoka B’yi destekleyen kaynak haline gelmiştir. Milli Muhafız Kuvvetleri’nin bu sapmasından da Yunanlı subaylar sorumludur. Yunan hükümetinin bir işareti üzerine bu üzücü durum sona erebilirdi.  Ne var ki Yunan hükümeti böyle bir harekette bulunmamıştır. Milli Güvenlik Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subayların geri çağrılmalarını rica ediyorum. Bu subayların Milli Muhafız Kuvvetlerinde kalıp, onları yönetmeye devam etmeleri halinde Lefkoşa-Atina ilişkileri zarar görebilir.  Umarım bu arada, Atina tarafından Eoka-B faaliyetlerine son-vermek için gerekli emirler verilmiştir, çünkü, eğer bu örgüt kesin şekilde dağılmazsa yeni bir şiddet ve cinayet dalgası görülebilir.  Yunanistan hükümeti ile işbirliğimi kesmek niyetinde değilim. Ne var ki, benim Yunanistan’ın Kıbrıs’a atadığı vali değil, Helenizmin büyük bir bölümünün seçtiği önder olduğum anlaşılmalı, Ulusal Merkezin bana karşı tavrı, buna göre ayarlanmalıdır.”
 Cunta, bu mektubu, 15 Temmuz 1974’de darbe yaparak, cevaplandırır. Yunanlı subayların komutasında harekete geçen Rum Ordusu ve Eoka-B, Makarios’un sarayını top ateşine tutarak ele geçirir, karşı koyan Makarios’u destekleyen Akel ve Edek partisi yanlılarını katleder ve iktidara el koyar. Bu iç savaş sırasında 2 bin civarında Rum ölürken, birçok yaralı Rumun da cuntacılar tarafından diri diri toprağa gömüldüğün, bizzat onları gömen Papaz Papatsestos iddia eder. Darbe başarıya ulaştıktan sonra Türk kasabı diye bilinen Nikos Samson, Cumhurbaşkanlığına getirilir ve Eoka-B yanlılarından oluşan yeni bir hükümet kurulur. Bu arada önce Bafa, sonra İngiliz üslerine sığınan, daha sonra da Malta’ya kaçan Makarios, İngiltere’de görüşmelerde bulunur. Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmalarda da darbeden cuntayı sorumlu tutar.
Görüldüğü gibi Kıbrıs’taki terör eylemlerinin kaynağı Yunanistan’dır ve bu durum Enosis’in bir numaralı ismi Makarios’u dahi çileden çıkarmıştır. Hedefe varmak için kendilerinden birisi olan Makarios engelini aşmak için bunları yapanların, Türklere karşı neler yapabileceğini anlamak için fazla düşünmeye gerek yoktur. Yunanistan’ın Türkler ve Türkiye’yi hedef olan teröre desteği, ileriki bölümlerde de anlatacağımız gibi,  sonraki yıllarda artarak, devam eder.      

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


...