TURGUT ÖZAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TURGUT ÖZAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2015 Salı

TURGUT ÖZAL DÖNEMİ BÖLÜM - 8




  TURGUT ÖZAL DÖNEMİ  
BÖLÜM - 8





ÖZAL SONRASI KARMAŞASI 3 - 
AÇIKLAMALAR


(1) Şu modası geçmiş SAĞ-SOL tanımı hala anlamsız bir şekilde kullanılmakta...Bu yüzden de Ecevit'in partisi DSP "solcu" bir parti olarak değerlendirilmekte...

Bir defa SOL'dan kastedilen ANTİ-KAPİTALİST, DEVLETÇİ bir parti ise; bugün TÜRKİYE'de böyle bir parti yok!.. Çünkü programlarında 6 OK olmasına rağmen, ne SHP, ne CHP, ne de DSP "serbest pazar" ve "özelleştirme" faaliyetlerine karşı çıkmıyorlar!.. Aslında hiç birinin Menderes'in 6 OK'lu DP'sinden farkı yok. Bunların hepsi için "devletçilik"; sadece DEVLET kurumlarına kendi yandaşlarını doldurmaktan, DEVLET ihalelerini yakınlarına vermekten, DEVLET MALI yemekten ibaret!
Ama o dönemde DSP'yi ötekilerden ayıran bir yan vardı...O da zaman zaman, Ecevit'in aklı başında olduğu anlarda DIŞ TÜRKLER'den yana çıkması, KIBRIS, ÇEKİK GÜÇ, BOSNA, ERMENİSTAN, IRAK, KÜRTÇÜLÜK konularında diğerlerinden daha TÜRKÇÜ, daha BATI'YA DİRENEN bir politika sergilemesiydi!.. Daha doğrusu bunu 1993’e kadar yapıyordu... Sonradan o da unuttu ya, neyse!!..
Bizce SOSYALİZM "solculuk" ise, hiç biri SOLCU değil!.. Hepsi sağ!.. MİLLİYETÇİLİK "sağcılık" ise, MHP, BBP ve DSP sağ!.. Diğerleri renksiz!..ANTİ-EMPERYALİST olmak "sol" ise, DSP, BBP ve RP solcu!.. Daha doğrusu 1997'den önce öyle idiler... Şimdi hepsi Amerikan ve Batı uşağı!..
Gördüğünüz gibi, bu tanımlar ile işin içinden çıkmak mümkün olmadığı gibi, bu partilerden iki tanesinin bile yanyana gelmesi, birleşmesi mümkün değil!..
Ne var ki, silinip yok olma tehlikesi ve menfaat hırsı bir süre sonra SHP ile CHP'yi tekrar birleştirdi. Tek değişiklik, KARAÇALI'nın gidip, ablak suratlı HİZİPÇİ BAYKAL'ın gelmesi oldu.
Haa, "bu partilerden hangisi ATATÜRKÇÜ?" diye sorarsanız, ona cevabımız şaşırtıcı gelebilir... Bizce hiç biri gerçek ATATÜRKÇÜ değil, ama BATI'ya direnen, TEKNOLOJİK GELİŞMELER'i en iyi kullanan, DIŞ SİYASET'i DOĞU'ya açık olan, ve BORÇLANMA'dan kaçan, DENK BÜTÇE'yi savunan REFAH PARTİSİ; ATATÜRKÇÜ ESASLAR'a en yakın olanıydı, 1997'de devrilene kadar!.. Belki ACI, ama GERÇEK!..

(2) Bizde aydınlar bir tuhaftır...Eskiden hem SOLCU, hem BATICI idiler!.. Halbuki, bu ikisinin bir arada olması mümkün değildi. Çünkü SOSYALİZM-KOMÜNİZM, BATI EMPERYALİST-KAPİTALİST-HIRİSTİYAN zihniyetine karşı ATEİST, ANTİ-EMPERYALİST ve tabii DEVLETÇİ idi!.. Yani hem BATICI hem SOLCU olmak; hem FENERBAHÇELİ hem BEŞİKTAŞLI olmaktan zordu! Hem KADIN hem ERKEK olmak gibi imkansızdı!..Çünkü SOSYALİST ülkelerin adı bile DOĞU BLOĞU idi!.. LİBYA, IRAK, SURİYE, SOMALİ, YEMEN, hatta 1980'lere kadar MISIR gibi MÜSLÜMAN ülkeler bu bloğa yakın ülkelerdi. Ama bizim "solcu"ların onlarla bir alâkası yoktu. Onlar hem BATICI, hem AMERİKA'ya karşı, hem RUS yanlısı olabiliyorlardı da, MÜSLÜMANLAR ile bir alakaları yoktu. TÜRKÇÜ bile değildiler, ama "atatürkçü" geçinirlerdi.
Sonra SOSYALİZM'in modası geçti. Dünyada DİN'e karşı ilgi arttı. Bütün eski DOĞU BLOĞU'nda kiliseler, camiler açıldı. YELTSİN bile cumhurbaşkanı seçildiğinde İncil'e el basarak yemin etti. Ama bizim MEDYA ve sözde "aydın"larda DİN düşmanlığı arttı. Daha doğrusu başka dinlere hoşgörüleri arttı da, nedense İSLAM'a saldırmaya başladılar. DEVLETÇİLİK şöyle dursun, DEVLET DÜŞMANI kesildiler. BATICILIK Avrupa hayranlığı iken, bir de AMERİKANCI oldular. RUS sempatisi öldü!..Ha, bir de hızlı KÜRTÇÜ kesildiler. "Kürtler de insan, mozayik ülke, Kürtler'e eşitlik, siyasi çözüm" gibi ifadeler en "tarafsız" yazarlarda bile duyulmaya başladı. İSMAİL BEŞİKÇİ, YALÇIN KÜÇÜK gibileri ise KÜRTÇÜLÜK propogandası ile "adam" sayılmaya başladılar.
Bir de DİN'e, İSLAM'a söverek şöhret olanlar çıktı. İLHAN ARSEL, TARIK DURSUN, AZİZ NESİN gibileri SELMAN RÜŞTİ'ye özenip şöhret olmaya çalıştılar.

(3) 1991'den bu yana seçim sonuçları incelenirse bu açıkça görülür. TÜRKÇÜ, İSLAMCI ve BATI'YA KARŞI politika izleyen MHP, BBP, DSP ve RP'nin toplam oyları gittikçe artmış, BATI EĞİLİMLİ ANAP, DYP, CHP'nin toplam oyları ise sürekli düşmüştür. Bir kıyaslama yapmak gerekirse 1991'de TÜRKÇÜ grup %40, BATICI grup %60 iken; 1995 yılında bu oran %50-50 haline gelmiştir.
Gelecek için bir tavsiyede bulunalım: Bundan sonra TÜRKİYE'de BATICI partilere ekmek yoktur!..Gittikçe küçülmeye, yok olmaya mahkumdurlar. Umarız ki, başta Çiller olmak üzere uyanırlar. Zaten Çiller büyük ümitlerle girdiği Gümrük Birliği'nden umduğunu bulamayınca, AB için "Hıristiyan Klubü" demek durumunda kaldı.

(4) Şu bizim MEDYA ve "Aydın" takımı çok enteresandır... SURİYE uçağımızı düşürdü, üzerinde durmadılar. FRANSIZ YÜZBAŞI, densizlik edip KAYMAKAM'ımızı tokatladı, geçiştirdiler... Tatbikat yaparken AMERİKALI denizciler gemimize füze atıp batırdı, subaylarımızı öldürdü, "kazadır" dediler... BATILI devletler, İMF, ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ müfettiş gönderip hakaret etti, hapishaneleri, MALİYE'yi teftiş etti, ses çıkarmadılar... AVRUPA KONSEYİ ikide birde aleyhimize karar aldı, "Kürtler'e toprak verin" diye, duymamazlıktan geldiler...İSTANBUL'a gavur bayrağı diktiler, çıt yok.... Butros Gali FEDERE DEVLET dedi, şöyle bir geçiştirdiler. (Haziran,1996)
Ama ne zamanki KADDAFİ "TÜRKİYE işgal altındadır, TARİH'ini, İLAHİ MİSYON'unu unuttu," dedi; kıyametler koptu!.. Birden TÜRKİYE'nin "bağımsız" olduğu hatırlandı, "haysiyet, şeref"ten bahsedilmeye, "bize kimse karışamaz" denmeye başlandı!..(Ekim,1996)

Biraz müstehcen ama, tam buraya oturan bir kıssa vardır. Anlatalım:
Hükümdarın birinin kervanları devamlı olarak HARAMİLER tarafından soyuluyormuş. Ne yapsa, ne tedbir alsa başa çıkamıyormuş... Demişler ki, "Falanca yerde BABAYİĞİT, KABADAYI biri vardır, tek başına bütün haramilerin hakkından gelir!".. Hükümdar adamı çağırtmış, hakikaten kalıp kıyafet yerinde, taşı sıksa suyunu çıkarır cinsten bir KABADAYI... "Becerebilir misin?" diye sormuş, adam, "Hiç şüpheniz olmasın!" demiş...

Kervan hazırlanmış, adamla birlikte yola koyulmuş...Bir süre sonra haramiler gene saldırmış!.. Kervanbaşı hemen koşup bizim KABADAYI muhafıza gelmiş, "Aman ağam, saldırıyorlar!" demiş, adamın kılı bile kıpırdamamış!.. Haramiler kervanı her zamankinden daha kolay, bir güzel soymuşlar, Sonra neden böyle muhafızsız olduğunu sormuşlar. KABADAYI gene hareketsiz!..Kervanbaşı anlatmış. "Şu herif ben haramilere tek başıma yeterim, dedi, hükümdar da inandı, ondan muhafız vermedi," demiş...
Haramilerin reisi bunu duyunca sinirlenmiş, "Yaa öyle mi?.. Erkeklik taslarsın ha?.. Düzün ulan şu herifi!" diye emir vermiş... Haramiler yatırmışlar KABADAYI'yı, başlamışlar sıradan geçmeye!... Adam da gene "çıt" yok!.. Bir, üç, beş, on... Yok, adam sâkin!.. Yirmi, otuz... gene ses yok!... Derken Reis seslenmiş, "Amma dayandın ha, karı bozuntusu!.. Şu da düzünce tam 40 kişi olacak!"...
Bizim KABADAYI bu sözü duyunca, birden silkinmiş, "Ne!.. Kırk kişi mi oldu?" deyip yeri göğü inleten bir nara atmış, oradan bir kılıç kapıp girişmiş haramilere!.. Bir girişmiş, adam kalmamış karşısında!.. Hepsini temizleyip kervanı kurtarmış, sağ salim gidecekleri yere ulaşmışlar...
Dönüşte Hükümdar olayı dinlemiş, adama parasını verip "Tamam!.. Güle güle!" demiş... Bizim KABADAYI şaşırmış, "Ama niye Hükümdarım, kervanı kurtarmadım mı?" diye hayretle sormuş... Hükümdar gülerek cevap vermiş: "Kurtarmasına kurtardın da, ben her seferinde seni düzecek 40 KİŞİ nereden bulayım!"
İşte bizim MEDYA ve "aydın"lara da galiba KADDAFİ 40. kişi gibi geldi! Üstelik onlar, HARAMİLER'e kılıç çekmediler daha!

(5) Başımızdakiler ancak 1996'da bir "30 milyar zarar" dan söz etmeye başladılar. Bu yıllık 6 milyar dolarlık bir kayıp demektir. Ama TÜRKİYE'nin uğradığı zarar bundan çok büyüktür. Sığınmacıların tahrip ettiği ormanlar, verdikleri zarar, onlara yapılan masraflar, onlarla birlikte artan terör dolayısiyle uğranan kayıplar, terörü önlemek için yapılan masraflar, tesisleri ve kişileri korumak için alınan tedbirler, şehit ve yaralılara ödenen tazminatlar, ölenlerin can bedeli, petrol hattının eskimesi, IRAK TÜRKMENLERİ'nin çektiği sıkıntılar, ticaret kaybı, iş kaybı, dış itibarın sarsılması, bizim hesabımıza göre 2003 yılına kadar en az 200 milyar dolarlık bir zarara yol açmıştır.
Bu zararı mutlaka BATI AVRUPA, AMERİKA ve JAPONYA'nın ödemesi gerekir!.. Çünkü IRAK-AMERİKA savaşından onlar kârlı çıkmışlardır. IRAK'a uygulanan ambargoda onların menfaati vardır.

Bizim teklifimiz şudur: PETROL BORU HATTI'nın açılması ve IRAK'a AMBARGO ve BASKI'nın kalkması, yani KUZEY IRAK'ta IRAK HÜKÜMETİ'nin hakim olması kaydıyla bu 200 milyar dolar BATI tarafından 10 yıl süreyle 20 milyar BORÇ SİLİNMESİ şeklinde tazmin edilmelidir!
Eğer AMBARGO kalkmaz ise, TÜRKİYE zarara girmeye devam edeceğinden, BATI her yıl 30 milyar dolar borç silmelidir!
ABD'li yöneticilerin yüzsüzlük edip "Zararınızın sebebi SADDAM'dır" demelerine izin verilmemelidir. BATI bizim taleplerimizi karşılamadığı takdirde, TÜRKİYE hem NATO, hem AVRUPA BİRLİĞİ, hem de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e karşı olan taahhütlerini askıya aldığını, katkısını gittikçe azaltacağını ve kendi başının çaresine bakacağını açıklamalıdır.
BATI'dan uzaklaşırsak, batarmışız!.. Kendimizi BATI'nın kucağına bıraktık ta, ne oldu?.. Şu anda bütçemizin 3 katı dış borcumuz, bir katı kadar da iç borcumuz var. Yani İFLAS etmiş durumdayız!.. BATI kurtarıcı olsa, bizi 50 yılda kurtarırdı, şimdiki gibi batırmazdı!
http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata37d.html

TURGUT ÖZAL DÖNEMİ BÖLÜM - 5



 TURGUT ÖZAL DÖNEMİ 
 BÖLÜM - 5



ÖZAL DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR 2

(11)- Bu BATI HUKUK SİSTEMİ bir acaiptir... Kişi DEVLET'i mahkemeye verir!.. Yahu, DEVLET eti-canı olan bir varlık değil ki, cezalandırasın!.. DEVLET adına kişiler iş görür. Eğer yapılan bir haksızlık varsa, o haksızlığın cereyan ettiği DEVLET kurumundaki SORUMLU kişilerin mahkemeye verilmesi ve onların cezalandırılması, tazminatı onların ödemesi gerekirken böyle yapılmaz. Neden?.. Çünkü o zaman memura, bürokrata kimse haksızlık yaptıramaz da ondan!..
Bundan 500 yıl önce, 1000 yıl önce dahi DEVLET değil; vezirler, hükümdarlar mahkemeye verilirdi. Eğer mahkum olurlarsa cezayı kendi ceplerinden öderlerdi...1400'lerde FATİH SULTAN MEHMED, ellerini kestirdiği bir Rum mimar tarafından şikayet edilmiş, önce KISAS'a, sonra mimarın DİYET istemesi üzerine de, hayat boyu ona kendi cebinden maaş ödemeye mahkum olmuştu!.. İSLAM ve TÜRK adaleti böyledir!
Zavallı koruması olmayan DEVLET'i mahkemeye verdin mi; veren de, onu savunan avukat ta, DEVLET'i savunması gereken avukat ta, kararı veren hakim de ziftlenir. Hele hakim, mümkün olduğu kadar büyük rakamları onaylar. Çünkü para onun cebinden çıkmıyor; aksine ne kadar fazla yazarsa, o kadar payı artıyor!
Bu iş ne zaman başladı?..Bizim tesbit edebildiğimiz kadarıyla KEBAN Barajı'nın inşaatıyla, Demirel döneminde... O zaman bazı açıkgöz avukatlar %20-50'sini almak kaydıyla toprakları su altında kalacağı için istimlak edilen köylüleri kışkırtmışlar, DEVLET aleyhine istimlak bedelini yükseltmek amacıyla dava açtırmışlardı. Davalı DEVLET... Onu savunan Hazine avukatı, hakim, köylü avukatı ortak şirket kurup istimlak bedellerini yükselttiler, aldıklarını bölüştüler. Bu yüzden Baraj olması gerekenin 2-3 katı fazlasına maloldu!
Bu iğrenç uygulamanın örneklerinden biri, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde "DEVLET'in sorumlu" bulunup, "ailesine 40 milyar TL. tazminat ödemeye mahkum" edilmesidir! Yahi, DEVLET kendi bekçi olup o herifin kapısına dikilecek değildi ya!..Sorumlu bekçi, onu göndermeyen karakol komiseri, emniyet müdürü, en son da İçişleri Bakanı!.. Bu heriflerden alsana bir hakkın varsa!.. Yok!..Sahipsiz DEVLET'i soymak dururken, niye başkasıyla uğraşsınlar ki?
Ne diyelim?.. Zaten HARAM ya, gözlerine dizlerine durur İNŞAALLAH!

(12) - Bu REFERANDUM'da TÜRK İNSANI'nın ne kadar büyük sağduyu sahibi olduğunu göstermiştir. Sonuç inanılmazdır. %50.27 EVET oyu, %49.73 HAYIR oyu çıkmıştır!
Yani TÜRK İNSANI bu kaşarlanmış politikacıları, o sonsuz müsamahası ile bağışlarken, ASLA geçmiş günahlarını affetmediğini; onları bir daha başında görmek istemediğini belirtmiştir. Onlara, "ben sizin yasaklanmış olmanız durumunuzu değiştiriyorum, artık kendiniz çekilin," demiştir.
Eğer bu heriflerde zerre kadar İZZET-İ NEFİS olsaydı, hepsi affedilmesine rağmen bir daha politika ile uğraşmaz, köşelerinde VİCDAN MÜHASEBESİ yapar, günahlarının affı için inzivaya çekilirdi.
Ama öyle olmamıştır. DEMİREL, ERBAKAN, ECEVİT, TÜRKEŞ bu sonucu "bir haksızlığın düzeltilmesi" şeklinde değerlendirmişler, hemen ortaya fırlamışlar, EMANETÇİ parti liderlerinden görevi devralmışlar ve eski tavırlarını sürdürmüşlerdir. Hele DEMİREL!.. Ahh o DEMİREL!..

(13) - Daha önce LOZAN BARIŞI yazımızda ve diğerlerinde anlattık... Biz BATILI SÖMÜRGECİ ZENGİN ülkelerin dünyanın geri kalan kısmını yeteri kadar soyduklarına inandığımızdan, onlara bir de TELİF, PATENT, KNOW-HOW, ROYALTY gibi bedellerin ödenmesine karşıyız.
Bu ZALİMLER hem FAKİR ülkeleri kalkındırmak istediklerini iddia ederler; hem de onları kalkındıracak BİLGİ'yi, TEKNOLOJİ'yi hatta salgın hastalıklardan koruyacak İLAÇ'ı pahalı pahalı satarak büsbütün SEFALET'e mahkum ederler!..O yüzdendir ki, son 50 yıldır ZENGİNLER daha ZENGİN, FAKİRLER daha FAKİR olup gitmiştir... İlk ve TEK ÇARE öyle sahte "yardım", kredi filan değil; ilikleri sömüren bu TELİF ve PATENT, vs. ÖDEMELERİ'ne son vermektir!

(14)- Biz hep söyleriz. BATI tarzı KAPİTALİST sözde SERBEST PAZAR EKONOMİSİ, KAĞITTAN KULE'dir. Bir üflemeyle yıkılır! Çünkü ekonomi KREDİLER ve HİSSE SENETLERİ üzerine kurulmuştur. KREDİLER ekonomiyi olduğundan bir kaç kat büyük gösterir. Ama ortada gerçek SOMUT DEĞERLER değil, bir takım ÇEK, SENET, BONOLAR döner. En ufak bir kriz anında herkes elindeki o boş kâğıtları NAKİT'e çevirmek istedi mi, iflaslar başlar.
Öte yandan HİSSE SENETLERİ çeşitli SPEKÜLASYONLAR ile elden ele dolaşır. Hiç biri ait olduğu kurumun gerçek FİNANS durumunu yansıtmaz. Yine en ufak bir kriz anında herkes bu kağıt parçalarından kurtulup NAKİT elde etmek istediğinden şirketler, hatta dev holdingler bir kaç gün içinde çöker gider.
Biz EKONOMİ'de (Hangi sistem olursa olsun; ister SOSYALİST, ister KAPİTALİST, isterse bizim savunduğumuz İSLAMİ ESASLARA DAYANAN DEVLETÇİLİK) herkesin AYAĞINI YORGANINA GÖRE UZATMASI'nı isteriz. Elbette İŞLER KAPİTAL(SERMAYE) ile görülecek; ancak SADECE gerçek SERMAYE'si olanlar, yani harcayabildiğinden fazla MALI-MÜLKÜ, PARASI olanlar yatırım yapacak. KREDİ elbette olacak; ancak bir yerlerde mutlaka KARŞILIĞI bulunacak!.. Böyle bir EKONOMİ batmaz!
Biz beş parası olmayan açıkgözlerin onun bunun parasını toplıyarak "işadamlığı"na soyunmasını, DOLANDIRICILIK olarak görürüz. Bu, "ekonomik özgürlük, girişim serbestisi" filan değil; düpedüz ENAYİ sayılan MAL-MÜLK sahiplerinin üçkağıtçılar tarafından dolandırılmasıdır. Hele bazı kişilerin işe yaramaz gayrımenkulleri "ipotek" ettirerek özellikle DEVLET bankalarından kredi çekip batırmalarını İDAMLIK suç olarak değerlendiririz. Çünkü o paralarda, DEMİREL'in pek sevdiği ama uymadığı İSLAMİ tabirle, " Tüyü bitmemiş YETİMİN HAKKI" vardır!

Yine aynı şekilde kazandığı paralar ile MAL-MÜLK alıp karısının, kızının üzerine geçiren ve sonra HİLELİ İFLAS ile yine saf vatandaşları ve DEVLET'i dolandıran namussuzları, ailece donuna kadar soymak gerektiğini düşünürüz... Hiç bir ŞİRKET, FİRMA, HOLDİNG gerek TÜZEL KİŞİLİK olarak, gerekse sahiplerinin HAKİKİ KİŞİLİK olarak sahip oldukları malın yarısından fazlasını KREDİ olarak kullanamaz!.. Hiç kimse SINIRLI SORUMLU kavramının arkasına sığınıp, İFLAS ettiğini açıklayıp sonra KRALLAR gibi yaşamaya devam edemez!.. Herkes harcadığından TAM SORUMLU'dur!

KASTELLİ namussuzunun iki kere İFLAS etmesine rağmen VİLLA'da oturup keyf sürmesi, 30'a yakın bankayı hortumlayan bir kaç yüz kişinin 45 milyar dolar götürmesi; MANDACI İSMET hükümetinin ATATÜRK döneminde ÜÇKÂĞITÇILAR ülkesi İSVİÇRE'den TİCARET ve BORÇLAR HUKUKU kanununu aynen kopya etmesindendir!.. Cezalar da MAFYACI İTALYA'dan kotarılmıştır.
MAFYACI'nın KANUNU hiç MAZLUM'u korur mu?. Hiç HAKK'a, HUKUK'a riayet eder mi?.. Şimdiki CEZA KANUNU'nda "göz çıkaran"a 5 yıl, "gözlük kıran"a 7 yıl hapis cezası vardır... İki cam parçasının bir gözden daha önemli sayılması bir yana, her iki halde de "mağdur"un zararı telafi edilmez!.. Halbuki 1400 yıl önceki İSLAM, "gözün diyeti"ni kaza ise 1000, kasıt varsa 2000 Cumhuriyet altını karşılığı olarak tesbit etmişti. Yani 7 milyarla 14 milyar TÜRK LİRASI!..
Biz bu MAFYACI kanunlarının TAMAMEN değiştirilip kendi bünyemize uygun bir hale getirilmesini isteriz! Bunu sadece biz söylemiyoruz, 1996 yılında YARGITAY Genel Kurulu Başkanı Mehmet Uygur "CEZA KANUNU tümden yeniden yazılsın," diye açıklama yaptı!
(15)- Daima TÜRKLER'in yaşamış olduğu KARABAĞ bölgesi SELÇUKLULAR, İLHANLILAR, AKKOYUNLULAR ve SAFEVİLER'den sonra 3. Murad döneminde OSMANLI toprağına katıldı. 1735 Gence Anlaşması ile İran'a bırakıldı. 1905 yılında Rusya tarafından işgal edildi. 1917 İhtilali'nden sonra Ermeniler'in KARABAĞ'da hak iddia etmeleri üzerine TÜRK ORDUSU bölgeye girdi. Mütareke anında orada idi!... Yani NAHCİVAN, KARABAĞ, BAKÜ'ye kadar AZERBEYCAN MİSAK-I MİLLİ'ye dahıldir.
İngilizler AZERBEYCAN'ı işgal edip KARABAĞ'ı oraya bağladılar. 1920'de tüm bölge RUS işgaline uğradı ve 1921 SOVYET-TÜRK anlaşması ile SOVYETLER'e bırakıldı.
4400 km. karelik bölge 1923'e kadar ERMENİSTAN'ın bir parçası sayıldı. Sonra STALİN sınırları yeniden çizerken, NAHCİVAN'ı ve KARABAĞ'ı AZERBEYCAN'a bağladı, ancak araya ERMENİSTAN'ın o kopası dilini soktu, TÜRKİYE ile irtibatını kesti.
(16)- 1996 yılında ERBAKAN'ın LİBYA gezisi sırasında iki ülke "ABD ve İSRAİL'in TERÖRİST olduğu" na dair bir belge imzaladılar. TÜRKİYE'de kıyamet koptu!..
Yanlış mı?..İşte görüyorsunuz, ABD nasıl 1987'den beri LİBYA'yı, IRAK ve İRAN'ı taciz ediyor!.. GRENADA'yı, PANAMA'yı işgal ediyor, NİKARAGUA'yı karıştırıyor!..İnsanların kemiklerini kıran, durup dururken IRAK'ın nükleer santralini bombalıyan İSRAİL'i nasıl destekliyor!.. SURİYE ile sürtüşmemiz devam etsin de, bu ülke İSRAİL ile uğraşamasın diye nasıl PKK'yı besliyor!.. Bunlar yalan mı?.. Bunlardan sadece bir kısmını SURİYE yapınca TERÖRİST oluyor da, ABD niye TERÖRİST sayılmıyor? Hele selamsız sabahsız, uyduruk belge ve bahanelerle AFGANİSTAN (2001) ve IRAK'a (2003) saldırdıktan sonra!...
(17)- Biz SANAT bahsinde açıkladık. ŞİİR, EDEBİYAT, ROMAN, hatta MÜZİK kaabiliyeti, bir silahtır!..Kötüye kullanılırsa, ZARAR'ı TOP ve TÜFEK'ten büyük olur! Onun içindir ki, ATATÜRK; "fikirlerin top ve tüfekle yok edilemiyeceğini" söylemiştir!

Biz FİKİR ve ESERLER'in ancak TOPLUM'a bir HİZMET götürdüğü takdirde yararlı olacağına inanırız. Kötü amaçlı yapılmış bütün eserleri, yazılmış bütün yazıların da yasaklanması, ortadan kaldırılması taraftarıyız!
"Fikir özgürlüğü" ve "düşüncenin ifadesi" sayılabilecek kişiye HAKARET bile, gerektiğinde ağır para tazminatı ile cezalandırılırken; 1 milyar MÜSLÜMAN'a HAKARET eden, İNANÇLAR'ıyla ALAY eden bir kişinin yaptığının yanına kâr kalmasını, biz de hazmetmeyiz! Bu yüzden HÜMEYNİ'nin bu kararını, kendisini hiç sevmememize rağmen, yerinde buluruz.
Kaldı ki, aynı CEZA'nın, kitap HZ. İSA veya HZ. MUSA hakkında yazılmış olsa dahi UYGUN olduğunu düşünürüz. Biz İNANÇ SERBESTİYETİ'nin gerçek savunucusuyuz. Hangi inançtan olursa olsun, insanların DİNLER'ine söğülmesine müsamaha etmeyiz!
(18)- Bu "koruma" konusuna artık bir ciddiyet getirilmesi gerekir... Ülkede terör olması, elbette bazı önemli hizmetlerde bulunmuş kişilerin intikam saldırılarından korunmasını gerektirmektedir. Ama şu ana kadar koruması olup ta, uğradığı saldırıdan koruması sayesinde kurtulan bir tek kişi olmamıştır!
Bir dostumuzun dediği gibi; CUMHURBAŞKANI bile MUHAFIZ ALAYI'na sahip olmasına rağmen, bugüne kadar olan ASKERİ DARBELER'de MUHAFIZ ALAYI korumak yerine, CUMHURBAŞKANI'nı gözaltına almaktan başka bir işe yaramamıştır!
Öte yandan POLİS gücünün önemli bir kısmı BAKANLAR'ı, bazı MİLLETVEKİLLERİ'ni, VALİLER'i, eski KOMUTANLAR'ı, HAKİM ve SAVCILAR'ı korumakla görevlendirildiğinden esas görevlerini yapamaz hale gelmişlerdir.

Özal olayında görüldüğü gibi GERÇEK bir KORUMA görevi yapması gerekenler, ÖZEL olarak eğitilmedikleri ve itina ile seçilmedikleri için; her şeyden önce kendi canlarını korumayı düşünmekte, suçluyu tesbit edememekte ve halka rastgele "taciz" ateşi açarak saldırganı caydırmaya çalışmaktadır.
Halbuki AMERİKAN, bilhassa İSRAİL korumaları, KENDİLERİNİ HEDEF KİŞİNİN ÜSTÜNE ATARAK kurşunları göğüslemeye çalışırlar! 1970'li yıllarda AMERİKA'ya giden ECEVİT'i vurmak isteyen ERMENİ'yi, ECEVİT'in zenci koruması kürsüden adeta uçarak, adamın üstüne atlamak suretiyle yakalamıştı. Bu sırada adam bir kere daha ateş edebilseydi, bu korumanın ölmesi işten bile değildi!
Zaman zaman BAKAN KORUMALARI'nın bile aşiret reisi milletvekillerinin fedaileri ile başa çıkamadıklarını, hatta BAKAN'la görüşmek isteyen vatandaşlardan dayak yediğini; sonradan tarafların karakolda "barıştırıldıkları"nı gazetelerden okuyoruz.(1996) Bizce bu tam bir rezalettir... Eğer KORUMALAR olmaları gereken nitelikte olsa, o fedailer derdest edilip götürülür ve hapislerde süründürülürdü. KORUMA HALK'la sürtüşmez, ona ateş açmaz; ama HALK'tan da dayak yemez!
Bütün bu olayların altında SALDIRGANLAR'ın tam anlamıyla cezalandırılmaması yatmaktadır. Siz BAŞBAKAN NİHAT ERİM'i vuranı, ORDU KOMUTANI'nı, KESKİN NİŞANCI'yı vuran teröristi yakalamanıza rağmen hemen yargılayıp İDAM etmezseniz; SALDIRGAN'ı adeta mükafatlandırmış olursunuz... Nitekim Özal'a SUİKAST yapan da, DEMİREL'e SUİKAST yapan da paçayı kurtarmışlardır.
(19)- İşte onun içindir ki biz DEMOKRASİ , ÇOK PARTİLİ SİSTEM gibi palavralara inanmayız!.. BATI tipi DEMOKRASİ tamamen MİLLET'in kamplara bölünüp birbirini düşman gibi görmesi, birbirinden lokma kapmaya uğraşmasıdır. Ne kadar çok parti varsa, bu bölünme o kadar artar!.. DEMOKRASİ isteyip te İÇ SAVAŞ yaşamamış ülke yok gibidir. Biz de 1980'de İÇ SAVAŞ'ın eşiğine gelmiştik.
(20)- 12 Eylül'den sonra ASKERİ İDARE hiç bir şekilde sokak gösterilerine, yürüyüşe, slogan atmaya izin vermediği için; bu kendini "aydın" sayan takım , tuhaf protesto usülleri geliştirmişti. Mesela yürüyüşe kalktıklarında polis kendilerine engel olunca, bağırıp çağırmak yerine alkışlıyorlardı. Sosyalizm'i sembolize eden kırmızı karanfiller takarak ortaya çıkıyorlardı.
Özal'ın BATI'ya şirin görünmek için göz yumduğu sokak gösterileri yaygınlaşınca, slogan atma, pankart açma, hatta sopalı, molotof kokteyli saldırılar arttı, ama alkışlı protestodan vazgeçilmedi. Hatta bir acaip cenaze töreni haline geldi. Aziz Nesin'in filan cenazesi hep alkışlar ile kaldırılır oldu!..
(21)- Nasreddin Hoca'ya sormuşlar, "Eski ayları ne yaparlar?" diye... "Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar," demiş!..
Bizde de başarısız başbakanları CUMHURBAŞKANI yapıyorlar!.. Böyle bir " Terfi " Mekanizası, sadece bizde var.
Gözümüz kaldı sanılmasın. Hayır!.. Endişemiz şu ki, başarısız milletvekilleri için BAKAN koltuğu icat etmek mümkün. Ama CUMHURBAŞKANLIĞI makamı bir tane!.. Bu kadar başarısız PARTİ LİDERİ, BAŞBAKAN için bir koltuk yetmez ki!.. Başka çare bulmak lazım.

Biz deriz ki, en iyisi hepsini ÇÖPE ATMAK!..

Şaka bir yana, 12 Eylül darbesi ile DEVLET BAŞKANI olan EVREN'in 1982'de başlıyan 7 yıllık döneminin sona ermesi ve kendisinin MARMARİS'e çekilip ortalığı tamamen "sivil"lere bırakması, bizce erken olmuştur. Bir dönem daha başta kalıp sivil politikacıların bu kadar laçkalaşmasını önliyebilirdi!
(22)- EMPERYALİST BATI ülkelerinin DÜNYA'yı NÜFUZ BÖLGELERİ'ne ayırmaları 1500'lerde başlar... PAPA, o tarihlerde yeni keşfedilmeye başlıyan AMERİKA ve AFRİKA kıtalarını İSPANYA ve PORTEKİZ arasında paylaştırmıştı!.. Sonra devreye İNGİLTERE, FRANSA ve diğerleri girdi... DÜNYA son olarak 2. CİHAN HARBİ'nin hemen ardından YALTA KONFERANSI'nda BATI ve SOVYET RUSYA arasında paylaşılmıştı!.. O yüzdendir ki, AMERİKA ve BATI AVRUPA, Ruslar'ın MACARİSTAN, ve ÇEKOSLOVAKYA işgallerinde parmaklarını dahi kımıldatmamışlardır... İlk sorun, Ruslar'ın ABD'nin burnunun dibindeki KÜBA'yı silahlardırması ile çıktı.
MALTA buluşması, KOMÜNİZM'in yıkılmasını ve SOVYETLER'in dağılmasını kolaylaştırmıştır. Bu yüzden pek çok eski SOVYET vatandaşı, RUS olsun veya olmasın, GORBAÇOV'u VATANA İHANET'le suçlar!
Biz bu anlaşmada AMERİKA'nın kalleşlik ettiği, SOVYETLER'e yardım ve destek vereceğini söylemesine rağmen, bu ülkeyi tamamen dağıtmayı, DOĞU AVRUPA, ORTA ASYA, KAFKASLAR ve bütün RUSYA'yı; AFRİKA ve ORTA DOĞU ülkeleri gibi kendine tabi "uydu" devletler haline getirme çabasına girdiği düşüncasindeyiz.
AMERİKA, dünyada TEK SÜPER GÜÇ olarak kaldığını görerek her istediğini yapabileceği zehabına kapılmıştır. Hele IRAK Savaşı'ndan sonra burnu iyice büyümüştür.
Ama biz MAO'nun dediği gibi, AMERİKA'nın KÂĞITTAN KAPLAN olduğuna inananlardanız. Öyle olmasa, GRANADA'da neredeyse yenilmezdi!.. Öyle olmasa, SADDAM "höt" deyince askerlerini IRAK'tan kaçırmazdı!.. (1991) Öyle olmasa 21 günde girdiği Irak'ta her gün 3-5 kayıp vermekten ve yenilmekten kurlulurdu. (2003) Öyle olmasa, kendi ülkesinin teröristleri ile başa çıkabilirdi!..
AMERİKA'nın pili bitmiştir... Bizce en fazla 10 yıllık bir ömrü vardır. Ondan sonra RUSYA'nın bugünkü haline düşecektir!
AMERİKA'nın çökmesi demek, BATI'nın çokmesi demektir! Zaten BATI AVRUPA BİRLİĞİ falan bunun için kuruluyor, çökmeyi geciktirmek için!.. NATO'nun cesedi bunun için CANLI gösterilmeye çalışılıyor!
İşte bunun için biz, TÜRKİYE'nin geleceğini BATI'ya bağlamayı çok tehlikeli buluruz!.. BATI'yla birlik olursak, o yıkılınca biz de altında kalırız. Halbuki biz hem SOVYETLER'in, hem de BATI'nın MİRAS'ına konacak bir mevkideyiz. İkisiyle de ilişkileri iyi götürmek, ama onların cazibesine kapılmamak gerekiyor!

(23)- KÖRFEZ SAVAŞI (1991) diye yutturulmak istenen bu savaş, aslında IRAK-AMERİKA SAVAŞIDIR!.. Körfez'de başka ülke savaşmadı ki! Diğer devşirme ülkeler sembolik mahiyette katıldılar. Bölge ülkelerinden SUUDİ ARABİSTAN, KUVEYT, İRAN da savaşmadı!

Kaldı ki, SADDAM'ın bu savaş için kullandığı "SAVAŞLARIN ANASI" tabiri çok yerindedir... İkinci Amerikan saldırı için de doğrudur!.. (2003) Bu savaş, ATATÜRK'ün önderlik ettiği TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ'nden sonra, bölgede EMPERYALİST BATI'ya karşı ilk başkaldırıdır... SADDAM için ne söylense belki doğrudur, ama kabul etmek gerekir ki, günümüzde AMERİKA ve BATI'ya silahla direnen TEK LİDER'dir!.. Ne yazık ki biz bu sefer ZALİMLER safında yer aldık, ATATÜRK'ün belirlediği gibi MAZLUMLAR'ın değil!..

SADDAM'dan başka BATI'dan yılmayan ikinci LİDER de KADDAFİ'dir!.. Bu kişilerin DELİ diye vasıflandırılmasının sebebi; herhalde bizim korkak, pısırık, şahsiyetsiz politikacıların gösteremediği CESARET'i göstermeleridir!.. Biliyorsunuz, Rusya'nın süper güç konumuna gelmesini sağlıyan prensiplerin sahibi Çar Büyük Petro'ya biz hâlâ "Deli Petro" deriz!.. Böyle "deliler" ülkeleri için "akıllılar"dan daha makbuldür!

Gelelim 1991'deki SAVAŞ'ın değerlendirmesine... Bu savaşta görülmüştür ki, VİYETNAM, GRANADA hezimetlerinden sonra HAVA HARBİ TEKNOLOJİSİ'ni son derece geliştirmiştir AMERİKA!..

Bilgisayarla uzaktan hedefe sıfırlandığı için AKILLI diye adlandırılan roketler, radara yakalanmıyan uçaklar, düşman radarlarını gelen şualardan tesbit ve imha teknikleri, uzay fotoğrafları ile hava savunma sistemlerini, düşman birliklerini belirleyip yok etme taktiği ABD'yi GALİB kılmıştır.

Bu TEKNOLOJİK SAVAŞ ÜSTÜNLÜĞÜ, SOVYETLER'in de gözünü korkutmuştur. Her ne kadar NÜKLEER bir SAVAŞ'ta ne olacağı belli olmazsa da, KONVENSİYONEL sayılan HAVA SAVAŞLARI'nda ABD ile başedemiyeceği ortaya çıkmıştır. Sanırız 15 CUMHURİYET'in 1991'de SOVYETLER'den kopması, bu olayla kolaylaşmıştır.

KISSADAN HİSSE almak gerekir... BATI AVRUPA ve AMERİKA bizim EZELİ ve EBEDİ DÜŞMAN'ımızdır! En kısa zamanda sanki saldırıya IRAK değil de, biz uğramışız gibi, bu tarz bir muharebeye hazırlanmak, mukabil teknolojiler geliştirmek gerekir!.. Yani radara yakalanmıyan uçakları yakalıyacak sistemler; radarları bozan cihazları engelliyen, çalıştırmayan cihazlar; akıllı füzeleri havada vuran füzeler; veya onları geri çevirip atana yollıyan sistemler; düşman radarlarını aldatan sistemler; düşman saldırısına direnecek, uzaydan tesbiti imkansız sığınaklar; uyduları yanıltıp fotoğraf çekmesini engelliyen cihazlar icat etmemiz, ve casus uyduları vurup yok edecek roketler edinmemiz şart!
TAM BAĞIMSIZLIK ve MİLLİ HAKİMİYET'in korunması ancak sadece KENDİNE GÜVENEREK, KENDİ GÜCÜYLE ayakta durarak olur. ATATÜRK boşuna "TÜRK!.. ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN!" dememiş!

(24)- Bu rakam çok önemlidir. KÜRT BÖLÜCÜLER ve BATILI destekçileri Irak'taki 2.000.000 TÜRKMEN'i yok sayıp, 4.000.000 KÜRT olduğunu öne sürerler!.. IRAK'ın kuzeyindeki bütün KÜRTLER tası tarağı toplayıp İRAN'a ve TÜRKİYE'ye kaçtıklarına göre, gerçek sayıları ortaya çıkmıştır!..
İltica edenlerin arasında en az 200.000 TÜRKMEN ve muhalif ARAP olmasını da göz önünde tutsanız, 17 milyonluk IRAK'taki KÜRT sayısı, bir milyon bile değildir!.. Üstelik bunların hemen hepsi cahil, AŞİRET seviyesinde yaşıyan, başlıca GORANİ ve SORANİ diye İKİ DÜŞMAN ve birbirini ANLAMAZ kampa bölünmüş haldedir.

Bunların birleşip bir DEVLET kurmaları mümkün değlldir. Daha sonra çıkan çatışmalar ortadadır. Her ikisi de AMERİKAN UŞAĞI BARZANİ ve TALABANİ'nin ABD'nin bütün gayretlerine rağmen anlaşamaması, bu dediğimizi doğrulamaktadır.
'' BİR KOYUP 3 ALACAGIZ '' KANDIRMACASI, ÖZALIN IRAK İŞGALİNDEKİ TÜRK HALKINI DA KENDİNİDE KANDIRMASI EN BÜYÜK   GAFIDIR..,

İşin en acısı bu "MİLLİYETÇİ, MUKADDESATÇI, MÜSLÜMAN" bozuntusu Özal'ın, abisi BUŞT istemedi diye TÜRKMEN adını ağzına almaması, BARZANİ ve TALABANİ'ye, yaptıkları hainlikleri unutup KIRMIZI DİPLOMATİK TÜRK PASAPORTU vermesi, ve bu eşkiya gruplarına TEMSİLCİLİK açmasıdır!.. Yahu, Brezilya ormanlarındaki kabileler bile böyle liderlerle idare edilmiyor!
(25)- Şu bizim MEDYA ve "Aydın" Takımı çok enteresandır... SURİYE uçağımızı düşürdü, üzerinde durmadılar... FRANSIZ YÜZBAŞI, densizlik edip KAYMAKAM'ımızı tokatladı, geçiştirdiler... Tatbikat yaparken AMERİKALI denizciler gemimize füze atıp batırdı, subaylarımızı öldürdü, " Kazadır " dediler... BATILI devletler, İMF, ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ müfettiş gönderip hakaret etti, hapishaneleri, MALİYE'yi teftiş etti, ses çıkarmadılar... AVRUPA KONSEYİ ikide birde aleyhimize karar aldı, "Kürtler'e toprak verin" diye, duymamazlıktan geldiler... HABİTAT'ta İSTANBUL'a gavur bayrağı çekildi, GALİ, "TÜRKİYE FEDERE DEVLETİ" dedi, çıt yok!..

Ama ne zamanki KADDAFİ "TÜRKİYE işgal altındadır, TARİH'ini, İLAHİ MİSYON'unu unuttu," dedi, Kürtler'in devlet kurmasını istedi; kıyametler koptu!..Birden TÜRKİYE'nin "bağımsız" olduğu hatırlandı, "haysiyet, şeref"ten bahsedilmeye "bize kimse karışamaz" denmeye başlandı!..(Ekim 1996)
Biraz müstehcen ama, tam buraya oturan bir kıssa vardır. Anlatalım:
Hükümdarın birinin kervanları devamlı olarak HARAMİLER tarafından soyuluyormuş. Ne yapsa, ne tedbir alsa başa çıkamıyormuş... Demişler ki, "Falanca yerde BABAYİĞİT, KABADAYI biri vardır, tek başına bütün haramilerin hakkından gelir!".. Hükümdar adamı çağırtmış, hakikaten kalıp kıyafet yerinde, taşı sıksa suyunu çıkarır cinsten...Hükümdar, "Becerebilir misin?" diye sormuş, adam, "Hiç şüpheniz olmasın!" demiş...

Kervan hazırlanmış, adamla birlikte yola koyulmuş... Bir süre sonra haramiler gene saldırmış!.. Kervanbaşı hemen koşup bizim KABADAYI muhafıza gelmiş, "Aman ağam, saldırıyorlar!" demiş, adamın kılı kıpırdamamış!.. Haramiler kervanı her zamankinden daha kolay, bir güzel soymuşlar, Sonra neden böyle muhafızsız olduğunu sormuşlar. KABADAYI gene hareketsiz!.. Kervanbaşı anlatmış. "Şu herif ben haramilere tek başıma yeterim, dedi, hükümdar da inandı, ondan muhafız vermedi," demiş...
Haramilerin reisi bunu duyunca sinirlenmiş, "Yaa öyle mi?. Erkeklik taslarsın ha?.. Düzün ulan şu herifi!" diye emir vermiş... Haramiler yatırmışlar KABADAYI'yı başlamışlar sıradan geçmeye!... Adam da gene "çıt" yok!.. Bir, üç, beş, on... Yok, adam sakin!.. Yirmi, otuz... gene ses yok!... Derken Reis seslenmiş, "Amma dayandın ha, karı bozuntusu!.. Şu da düzünce tam 40 kişi olacak!"..

Bizim KABADAYI birden silkinmiş, "Ne!.. Kırk kişi mi oldu?" deyip yeri göğü inleten bir nara atmış, oradan bir kılıç kapıp girişmiş haramilere!.. Bir girişmiş, adam kalmamış karşısında!.. Hepsini temizleyip kervanı kurtarmış, sağ salim gidecekleri yere ulaşmışlar...

Dönüşte Hükümdar olayı dinlemiş, adama parasını verip "Tamam" demiş... Bizim KABADAYI şaşırmış, "Ama niye Hükümdarım, kervanı kurtarmadım mı?" diye hayretle sormuş. Hükümdar gülerek cevap vermiş:
- "Kurtarmasına kurtardın da, ben her seferinde seni düzecek 40 KİŞİ'yi nereden bulayım!"

İşte bizim MEDYA ve "aydın"lara da galiba KADDAFİ 40. kişi gibi geldi!.. Üstelik onlar, HARAMİLER'e kılıç çekmediler daha!
(26)- ERBAB'ı bilir... Son 100 yılın EKONOMİ tarihi incelendiğinde de kolayca görülür...Dünyanın bütün GELİŞMİŞ ÜLKELER'i ZOR ZAMANLAR'da SERBEST PAZAR kurallarını bir kenara bırakır, sıkı DEVLETÇİ TEDBİRLER alırlar... Bu EKONOMİK ZORLUKLAR döneminde de böyledir, SAVAŞ dönemlerinde de!.. AMERİKA, ALMANYA, SOVYETLER, İNGİLTERE, İTALYA hep böyle yapmışlardır. UZAK DOĞU ülkelerini inceleyen Cem KOZLU da istemeden de olsa, JAPONYA, GÜNEY KORE, MALEZYA, SİNGAPUR'un DİKTATÖR'ce tedbirler ile kalkınabildiği itiraf eder. (Bakınız: Cem Kozlu, Vizyon Arayışları)
Hal böyle iken, bizim enayilerin işler kötüye gittikçe "daha fazla serbest ekonomi" demelerini anlamıyoruz!.. Daha doğrusu ARTNİYET'e yoruyoruz. Çünkü her SERBEST EKONOMİ isteyen, ülkeyi biraz daha BATI'ya teslim ediyor, biraz daha batırıyor!
ZOR ZAMANLAR'da EKONOMİ'yi SERBEST'leştirmek; freni tutmayan otomobili kendi haline bırakmaya benzer! Hızı daha da artar, gittikçe daha çok kontrolden çıkar!.. Yapılması gereken gaz kesmek, vites düşürmek, DİREKSİYON'u daha SIKI kavramak ve EL FRENİ'ni çekmektir!.. Bunların hepsi KONTROLÜN ARTMASI anlamına gelir!
ÜLKE EKONOMİSİ güç durumda ise; DEVLET'in, İTHALAT ve İHRACAT'ı, FAİZLER'i, GELİR ve SERVETLER'i, ÜRETİM'i, TÜKETİM'i, YATIRIMLAR'ı, REKLAMLAR'ı ve tabii YOLSUZLUKLAR'ı çok SIKI DENETİM altında tutması gerekir!
(27)- KADIN'ın DEVLET idare etmesiyle, DEVLET BAŞKANI olan kocasının işine karışması birbirinden tamamen ayrı iki durumdur. Eski TÜRK DEVLETLERİ'nde kadın hükümdarlar vardır. Bizim THATCHER, ÇİLLER, BUTTO, GANDİ, GOLDA MAYER gibi kadın liderlere hiç itirazımız yoktur.
Ama kendisinin yetkisi yokken, sadece kocasının mevkiinden dolayı DEVLET işine karışmaya kalkan karılar, bizce sopalanması gereken yaratıklardır. OSMANLI tarihinde HÜRREM SULTAN, KÖSEM SULTAN, SAFİYE SULTAN gibi böyle DEVLET'i müşgül durumlara sokmuş kadınlar olduğu gibi; günümüzde de SEMRA, RAHŞAN gibileri devamlı kocalarını hata yapmaya sevkedenler çoktur.
Varsa bir özelliğin kendin çık ortaya!.. Nitekim SEMRA çıktı, bir halt edemedi. Sözümüz RAHŞAN'a da!.. Bırak kocanın yakasını, kendin gir MECLİS'e, ne söyliyeceksen söyle... Evde kocanı fitne fücur ile doldurup durma!.. Bunamış kocanı kandırıp onbinlerce suçluyu sokağa saldın, bari bundan sonra mutfağa kapan!..
SEMRA kocasının gölgesinden istifade ederek TÜRK KADINI bilmemne VAKFI kurdu. Yararlı işler yapmadı değil. Bilhassa imam nikahlı kadınlara resmi nikah sağlıyarak epey hayır işledi. Ancak "türk kadını" diye çizdiği, tombalak, pürolu, mama kılıklı imaj, etrafına benzer tiplerin toplanmasına sebep oldu. Bunlar olur olmaz işlere karışmaya başladılar. At sineği gibi rahatsız edici davranışlara girdiler. Neyse ki, Özal öldü, bunlar da dağılıp gitti... Ama bu karı hâlâ uslanmadı, zaman zaman batakhanelerde Fatih Ürek gibi nonoşlarla görünmeyi marifet sanıyor!.
ÖZAL KARDEŞLER'in politikadaki en büyük talihsizliği HAFİZE HANIM gibi OTORİTER bir annenin elinde yetişmeleridir. Her ne kadar ÖĞRETMEN olan bu kadın, onların hepsine iyi bir eğitim sağlamış, AMERİKA'ya gitme imkanı hazırlamış ise de; DESPOT tavrı üç kardeşin de karısına mahkum bir psikolojiye girmesine yol açmıştır.
TURGUT ÖZAL çok sevdiği annesini, bulunduğu mevkii suistimal ederek 2. MAHMUD türbesine gömdürdü. Neymiş?.. Hatunun bağlı olduğu şeyh de, nasıl yapılmışsa oraya gömülmüş!.. Halbuki bu gibi eski PADİŞAH ve CAMİ mezarlıklarına ancak Bakanlar Kurulu kararı ile girmek mümkündü. Her ikisi de bunu başarmıştı!
Unutulan bir şey vardı!.. Mezarlıklar hem iyi, hem de kötü şahısların yattığı yerlerdir... Bu küçük mezarlıkta da DEVLET'e çok zararı dokunmuş 2. MAHMUD'un yanısıra, ABDÜLAZİZ'i şehit eden kaatil SÜLEYMAN PAŞA ile HÜSEYİN AVNİ PAŞA da yatmaktaydı!
TURGUT ÖZAL, mâlûm, SEMRA'nın sözünden çıkamazdı. YUSUF ÖZAL, karısı ALMAN olmasına rağmen; karşısında ezilmiş, İSLAM'da MEKRUH sayılan "evde köpek besleme" olayına bile rıza göstermişti. ALLAH bilir, geçirdiği beyin rahatsızlığı köpek kılındandır...En tutarlı görünen KORKUT ÖZAL bile bu etkinin altında, çocuklarına istediği tarzda bir eğitim verememiştir. 3 oğlu, 2 kızının hepsi eşinden boşanmıştır! Doğru dürüst bir aile hayatları yoktur.
TURGUT ÖZAL'ın çocukları ise, malum. EFE ile ZEYNEP'in marifetleri gazete sütunlarından hiç düşmedi. Suratında meymenet bile olmayan AHMET ÖZAL ise, bütün iddialı davranışlarına rağmen, ancak babasının arkasına sığınarak işini sürdürebildi, sonunda iltimasla aldığı kredileri batırdı, yurt dışına kaçtı. Hâlâ da borçlarını ödemedi... Ama Malatya'dan milletvekili olmayı başardı!...
YUSUF ÖZAL'ın çocukları pek MEDYA diline düşmüyor. Bunu iyiye işaret sayıyoruz. Hani onlar da kötü olsa, "Ne aileymiş YARABBİ!" demek durumunda kalacaktık.
Şaka bir yana, SEMRA'nın yanına AHMET'i alıp MAFYA MAMALIĞI'na soyunması; ÖZAL AİLESİ'nin yüzkarasıdır!.. AHMET Efendi, "annem evlenirse, reddederim" diyeceğine, anasını önce RÜŞVET, SUİSTİMAL, ADAM VURDURTMA gibi MAFYA faaliyetlerinden uzak tutsaydı! Veya AİLE bu ikisini reddetseydi, çok daha iyi bir iş yapmış olurlardı!
Bizce TURGUT ÖZAL iktidara geldiği günlerde karısını boşamış olsaydı, yaptığı hatalardan en az yarısını yapmıyacaktı.
(28)- Bu olay BATILI ülkelerin "demokrasi"den ne anladığını çok açık gösterir. Aslında onların tarifine göre DEMOKRASİ "SEÇİMLE GELİP, SEÇİMLE GİTMEK"tir.
Ama bu hususiyet dahi, ancak onların istediği tarzda bir idare için söz konusudur. CEZAYİR'deki gibi İSLAMİ bir parti, veya ŞİLİ'deki gibi SOSYALİST bir parti gelirse, veya AVUSTURYA'da Haider gibi bir nazi iktidara gelirse; ilk işleri ya iktidarı vermemek, ya da devirmektir!.. Bu yüzden rahmetli NEYZEN TEVFİK, DEMOKRASİ'ye BOMBOKRASİ derdi!
Öte yandan BATI, öyle her ülkede "demokrasi" falan istemez!.. ARABİSTAN yarımadasındaki ŞERİAT uygulayan DİKTATÖR KRALLIK ve ŞEYHLİKLER'e, AFRİKA'da "söz dinleyen" DİKTATÖRLER'e hiç bize yaptığı gibi "demokrasi, insan hakları" filan telkin etmez, ambargo uygulamaz. Hatta AFGANİSTAN'da olduğu gibi YOBAZ TALİBAN örgütünü, PANAMA'da olduğu gibi uyuşturucu kralı NORİEGA'yı destekliyebilir!.. Yeter ki ipler kendi elinde olsun!
(29)- Bu ve benzeri olaylar ibret vericidir. Hiç bir KURUM ve KİŞİ'nin DEVLET'ten güçlü olmasına izin verilemez!.. Eğer verilirse, o kişi veya kuruluş, maddi imkanı az, savunmasız DEVLET memurlarını ya satın alır, ya da tehditle korkutup istediğini yaptırır.
Bizim anlayışımız kaynağı belli olmayan bütün SERVET'e DEVLET'çe EL KONMASI'dır! Bir kişinin YOLSUZLUK'tan, HIRSIZLIK'tan, RÜŞVET'ten, ZİMMET'ten, HORTUMCULUK'tan ve UYUŞTURUCU TİCARETİ'nden mahkum olup ta donuna kadar soyulmamasını, hem kendinin hem de ailesinin BEYLER gibi yaşamaya devam etmesini, hele hapishanede adeta kendine bir SARAY kurmasını anlamak, mümkün değildir!
Biz ayrıca açık açık milleti dolandırdığını, kabadayılıkla haraç aldığını ilan edenlerin, fedailerine adam vurdurtacağını söyleyip vurdurtanın öyle "masum sade bir vatandaş" gibi aylarca avukatlar ordusu ile yargılanmasına da karşıyız!.. Bu kişiler DİVAN-I HARB veya İSTİKLAL MAHKEMESİ tarzı bir yargılama ile derhal mahkum edilmeli ve hüküm hemen uygulanmalıdır!
Nedir o DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ'nin hali?.. Sanki HAKİMLER, SAVCILAR suçlu da; CANİLER, SOYGUNCULAR, AVUKATLAR idareci gibi bir havası var!.. DGM'lerde yargılama TUTUKLAMA ile başlamalı, ve bütün deliller en geç bir hafta içinde MAHKEME'ye ulaşmalı, DURUŞMALAR sürekli olmalı ve ŞAHİTLER cebren getirilmeli, ve TEMYİZ olmamalıdır. Bu mahkemelerin "delil yetersizliğinden beraat" kararı verme hakkı olmamalıdır!.. Aksi takdirde boşanma davasına bakan mahkemelerden farkı kalmaz. Şimdiki halleri öyledir zaten!
Öte yandan "1 milyon liralık AĞIR PARA CEZASI" veya "3 yıl AĞIR HAPİS" gibi komik cezalardan, ÜÇ yılın BİR yılını yatınca mahkumu salıveren "İNFAZ YASASI"ndan vazgeçilmelidir. AĞIR PARA CEZASI dediğimiz gibi insanı donuna kadar soyacak cinsten olmalıdır... AĞIR HAPİS cezası, lüks otel odasında çekilmez. HÜCRE'de, ve TAŞ KIRMA, YOL YAPMA gibi AĞIR İŞ ile ve MİNUMUM GIDA ile çekilir... Ki, HAFİF HAPİS cezasından farkı olsun!..
Hemen ekliyelim ki, insanları UYUŞTURUCU ile eziyet ederek öldürmeyi meslek edinmiş bu kişiler kendilerine uymayan DEVLET memurlarını, rakiplerini, sade vatandaşları silahla öldürmekten de kaçınmazlar. Bu eylemlerde bulunanları hapse atmanın bir anlamı olmadığı inancındayız. ADAM ÖLDÜREN'in cezası ÖLÜM'dür!..Ki, CAYDIRICI olsun.

Bundan 1400 yıl önceki İSLAM uygulamasında dahi, istemeden ölüme sebep olanın cezası 2000 koyun idi, maktulün ailesine verilmek üzere alınırdı. (Yani 4000 cumhuriyet altını!) Kasten adam öldüren ÖLÜM'e mahkum edilir, eğer maktülün ailesi bağışlarsa, bunun iki katı, yani 8000 cumhuriyet altını DİYET öderdi!.. Bu, bugünün parası ile 600.000 dolar=180 MİLYAR TL.dır. (1998 kuru)
Böyle bir DİYET bütün cinayetleri, ve trafik kazalarını önlemeye yeter! Ayrıca İNSAN HAYATI'na verilen GERÇEK DEĞER'in göstergesidir...
Halbuki şimdi "idam cezalarını kaldırma"yı HÜMANİZM sananlar var. Bu sadece CANİ'nin HAYATI'na verilen DEĞER'i gösterir!.. Biz ise SUÇLU ile MASUM'u hiç bir zaman aynı kefeye koymayız, MAZLUM'u bırakıp ZALİM'i "insan" saymayız!
HAPİS cezasına gelince, sadece mağduriyeti ortadan kaldıracak miktarda DİYET'i ödeyemeyen kişiye, ve TOPLUM içinde yaşaması zararlı kişinin tedrici amacıyla uygulanır. Yoksa DEVLET'e ek masraf çıkarmaktan, suçluların birbirini kötü eğitmesinden başka bir şeye yaramaz.

(30)- İşte biz bunu anlamıyoruz... Hani biz "demokrasi" budalası değiliz ama, ağızlarından DEMOKRASİ düşürmeyenlerin GÜMRÜK BİRLİĞİ gibi tartışmalı bir anlaşmayı, AVRUPA BİRLİĞİ'ne giriş gibi geleceğimizi İPOTEK eden bir kararı REFERANDUM'a sunmamasını, ARTNİYETLİ buluyoruz!.. Halkın ikisini de reddedeceği açık!.. E, o zaman bu nasıl bir "demokrasi"dir ki, halkın istemediğini uygulamaya kalkar?..

(31)- Ölünün arkasından kötü konuşmak İSLAM'da makbul sayılmaz... Doğrudur... Ancak ölen kişi TÜRKİYE'nin kaderini 13 yıl elinde tutmuşsa, FAHİŞ hatalar yapmışsa, bunun TARİH açısından değerlendirilmesi ve İBRET alınması şarttır.
Hal böyle iken, bazılarının çıkıp bu kişiye "anıt mezar" yapması, yere göğe koyamaması, "ÖZAL RUHU"nu diriltmeye kalkması, yine bazı kişilerin "Ah ÖZAL olsaydı, bunlar başımıza gelmezdi," diye dövünmesi bizim tüylerimizi diken diken ediyor!
Ne zaman TEBBET SURESİ'nin "EBU LEHEB'in İKİ EL'i kurusun! Kendisi de kurudu gitti! Ne malı, ne kazandığı ona yaramıyacak! Alevli ateşe atılacak! Karısı da boynunda ip, odun taşıyacak!" mealindeki ayetleri okunsa; her nedense aklımıza bu kişi ve karısı geliyor!
İşte o yüzden "varsa günahı vebali söyletenlerin boynuna" deyip biz bildiklerimizi, gözlerden saklananları ortaya dökmeyi, bu kişiyi hakettiği seviyeye indirmeyi görev kabul ediyoruz. Yazının başından beri bunu yaptık. Zaman zaman da kendimizi tutamayıp şahsiyata girdik, affola!
Özal'ın ahirete intikali de, son günleri gibi rezilane olmuştur. Ancak bu da hem ailesi, hem de doktorları tarafından gözlerden saklanmıştır.
Gene "günahı anlatanların boynuna"; bizim Özal Efendi, son AMERİKA seyyahatinde prostat ameliyatı filan diye, kendine "mutluluk çubuğu" taktırmış!.. Görünüşte hiç bir rahatsızlığı olmayan Özal, öldüğü sabah Semra Hanım'la ilişkiye girmiş. Ancak kalbi dayanmamış, yatakta kalmış!..
Tabii Semra Hanım'da şafak atmış. Nasıl atmasın?.. Özal'ın "mutluluk çubuğu" bayrak direği gibi ayakta!.. Ne yıkamaya uygun, ne de kefene sığar!.. Hemen kalp doktorları ile birlikte cerrahlar da çağrılmış... Bunlar bir süre uğraşıp çubuğu almışlar. Sonra ölümü açıklamışlar...
Sabah 10'da KÖŞK'e alelacele doktorlar çağrılmasına ve ölümün doktorlar gelmeden vuku bulduğunun açıklanmasına rağmen; ölüm saatinin bir doktor tarafında 12 diye, bir diğeri tarafından da 13:30 gibi ilan edilmesinin, arada 3 küsur saat fark olmasının hikmeti buymuş!

(32)- Demirel Efendi'nin desteksiz vaadleri arasında olduğu için 1991'de MEMUR SENDİKALARI kurulmaya başladı. Bunların her biri bir partiye, hatta fraksiyona bağlı olduğu için MEMURLAR tekrar bölündü. 12 Eylül öncesini hatırlatır iş bırakmalar, yürüyüşler, hatta terörist eylemler tekrar yaşanır oldu.
Zaten Demirel ne zaman iktidara gelse, ANARŞİ ve TERÖR peşinden hortlar! Bu adamın bu memlekete ettiği kötülük saymakla bitmez. Bir kısmını DEMİREL DÖNEMİ yazımızda anlattık.
Biz DEVLET güvencesine sahip MEMUR ve İŞÇİLER'in sendika kurmasına, grev yapmasına karşıyız. DEVLET dairelerine POLİTİKA girmesine de karşıyız. Sendikalı işte çalışmak isteyen ÖZEL SEKTÖR'e geçsin! POLİTİKA yapmak isteyen partiye girsin. Ama MİLLET'in işini görürken kendini düşünmek olmaz!
Peki, memurun hakkını kim koruyacak, derseniz... elbetteki DEVLET!.. Kendi memurunu korumayana zaten DEVLET denmez!..

(33)- Şu SSK talihsiz bir kurumdur. DYP-SHP döneminde başına Bakan olarak MEHMET MOĞOLTAY adlı soysuz geldi. Bu herif, adı MOĞOL(TÜRK) olmasına rağmen, kürtçülük ve alevi mezhepçiliği yaptı! SSK'da daire başkanından odacıya kadar herkesi görevden alıp yerine cahil kürtçüleri getirdi. Kendi adamlarını doldurdu. SSK kaynaklarını çar-çur etti. Tabii işler de yürümediğinden 3 yılda SSK iflasın eşiğine geldi.
Halen SSK'da 60.000 personel vardır. Bunca insanın sadece çalışanların hastane, emeklilik gibi yan hizmetini gördüğünü düşünürseniz, meselenin vehameti ortaya çıkar. Neredeyse bir işçinin emeklilik kaydını bir başka görevli tutmaktadır. Adamın ödediği prim, o görevlinin maaşına bile yetmez!
Bu MEHMET MOĞOLTAY, daha sonra SSK'daki başarısından dolayı(!) SHP tarafından mükafat olarak ADALET BAKANI yapıldı!.. Bu sefer hapishane görevlilerini değiştirdi. İçerdekiler kadar suçlu teröristleri, göreve getirdi... Kısacası asılacak, leşi sokaklarda sürüklenecek adamdır!
(34)- Başımızdakiler bir süre sonra "30 milyar zarar" dan söz etmeye başladılar.(1996) Bu yıllık 6 milyar dolarlık bir kayıp demektir. Ama TÜRKİYE'nin uğradığı zarar bundan çok büyüktür. Sığınmacıların tahrip ettiği ormanlar, verdikleri zarar, onlara yapılan masraflar, onlarla birlikte artan terör dolayısiyle uğranan kayıplar, terörü önlemek için yapılan masraflar, tesisleri ve kişileri korumak için alınan tedbirler, şehit ve yaralılara ödenen tazminatlar, ölenlerin can bedeli, petrol hattının eskimesi, IRAK TÜRKMENLERİ'nin çektiği sıkıntılar, ticaret kaybı, iş kaybı, dış itibarın sarsılması, bizim hesabımıza göre en az 200 milyar dolarlık bir zarara yol açmıştır.(2003)
Bu zararı mutlaka BATI AVRUPA, AMERİKA ve JAPONYA'nın ödemesi gerekir!.. Çünkü IRAK-AMERİKA savaşından onlar karlı çıkmışlardır. IRAK'a uygulanan ambargoda onların menfaati vardır.
Bizim teklifimiz şudur: PETROL BORU HATTI açılması ve IRAK'a AMBARGO ve BASKI'nın kalkması, yani KUZEY IRAK'ta IRAK HÜKÜMETİ'nin hakim olması kaydıyla, bu 200 milyar dolar BATI tarafından 10 yıl süreyle 10 milyar BORÇ SİLİNMESİ ve ayrıca 10 milyar dolar elden ödenmesi şeklinde tazmin edilmelidir!
Eğer AMBARGO kalkmaz ise, TÜRKİYE zarara girmeye devam edeceğinden, BATI her yıl 10 milyar dolar tazminat ödemelidir!
ABD'li yöneticilerin yüzsüzlük edip "Zararınızın sebebi SADDAM'dır" demelerine izin verilmemelidir!.. BATI bizim taleplerimizi karşılamadığı takdirde, TÜRKİYE hem NATO, hem AVRUPA BİRLİĞİ, hem de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e karşı olan taahhütlerini askıya aldığını, katkısını gittikçe azaltacağını ve kendi başının çaresine bakacağını açıklamalıdır.
BATI'dan uzaklaşırsak, batarmışız!.. Kendimizi BATI'nın kucağına bıraktık ta, ne oldu?.. Biz zaten İSMET PAŞA MUAMMASI, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL yazılarımızla ATATÜRKÇÜLÜK'ten ne kadar uzaklaştığımızı, İSMET'le birlikte BATI'ya yamandığımızı, ama işe yaramadığını göstermeye çalıştık. Şu anda bütçemizin 2 katı dış borcumuz, bir katı kadar da iç borcumuz var. Yani İFLAS etmiş durumdayız!.. BATI kurtarıcı olsa, 50 yılda kurtarırdı, şimdiki gibi batırmazdı!

-----------------
KAYNAKLAR:
- ATATÜRK'ün Söylev ve Demeçleri 1-5 TTK
- 20. Yüzyıl Ansiklopedisi 4, Tercüman yayınları

- Emin Çölaşan, Turgut Nereye Koşuyor?

http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata36d.html

..

TURGUT ÖZAL DÖNEMİ BÖLÜM - 2




TURGUT ÖZAL DÖNEMİ  BÖLÜM - 2




1989 seçimlerinin Özal için hezimetle sonuçlandığını belirtmiştik… Halbuki Özal, bu seçimlerde olmadık teknik ve taktiklere başvurmuştu. Mesela elleri ayakları bağlı bir adamın görüldüğü resmi, gazete ilanı olarak vermiş, altına şöyle yazmıştı:"Böyle bir Belediye Başkanı istemiyorsanız ANAP'a oy verin!"..
Sonra gazetecilere "Elbette kendi partimizin belediyelerine daha fazla para vereceğiz" diye açıklama yapmıştı!.. Böylece partilerin vatandaşı "bizden-bizden değil" diye ikiye ayırması, yani MİLLET'e değil, PARTİ'ye hizmet ettiğinin ilk defa açıkça ifade edildiğini duymuş olduk!.. Bu tarihten sonra bu ayırım hızla arttı. (19)
Ama nedense TÜRK seçmeni bu sefer yanlış ata oynamıştı!.. Kurtarıcı diye öne çıkardığı SHP, bu seçimde ele geçirdiği belediyelerde hem inanılmaz yolsuzluklara girişecek, hem de KÜRTÇÜLÜK-ALEVİCİLİK güderek halkı ikiyi bölecekti!.. MANDACI, SOYU BELİRSİZ İSMET'in EBLEĞ oğlu ERDAL İNÖNÜ de KÜRTÇÜ olup çıkacaktı!..Aynı yıl 1 Mayıs gösterisi düzenlenmeye kalkışılacak ve teröristler şehir sokaklarında boy göstermeye başlıyacaklardı. (20)
Yurt dışında ise önemli olaylar vardı... Çin'de öğrenciler UYGUR kökenli bir TÜRK'ün önderliğinde Tiannamen Meydanı'nda "daha fazla demokrasi" için gösterilere başladılar. 4 Haziran günü askerler öğrencilerin üzerine ateş açtılar. 2600 kişinin öldüğü, 10.000 kadar öğrencinin de yararlandığı belirtildi... Yine aynı günlerde ÖZBEKİSTAN'da MESKETLER saldırıya uğradı. 100 kişi öldü, 1000 kişi de yaralandı. Bu MESKETLER, STALİN tarafından 1944 yılında GÜRCİSTAN'daki yurtlarından buraya sürülmüşlerdi.

BULGARİSTAN, başa çıkamadığı TÜRKLER'e zorunlu pasaport vererek ve bütün malları ellerinden alarak TÜRKİYE'ye göndermeye başladı. Neticede TÜRKLER büyük gruplar halinde TÜRKİYE'ye göç etmeye başladılar. Yüzbinlerce TÜRK, sanki yeni bir BALKAN SAVAŞI ve BULGAR MEZALİMİ çıkmış gibi TÜRKİYE'ye aktı!.. Özal şaşırdı... Ama ALLAH'ı var, bir-iki boş söz gevelemesine rağmen, bu göç edenlere kucak açtı. Zaten açması gerekirdi ya, yine de davranışıyla puan topladı.

ALLAH ALLAH!.. Durup dururken Özal'daki bu tavır değişikliği niye, diye düşünmeden edemedik... Yani KIBRISLI TÜRKLER'e hava atarken, AZERİLER'e sırtını dönerken, BULGARİSTANLI TÜRKLER'e bu muhabbet nereden?..
Bir kısmının samimi olduğuna inanmakla beraber, büyük kısmının POPÜLİST bir OY toplama gösterisi olduğuna inanmamıza yol açan pek çok husus vardı. Mesela ÖZAL Efendi, önce" BULGARİSTAN'da ne kadar TÜRK varsa, hepsini alırız! " demesine rağmen, sonradan gelenlerin ardı arkasının kesilmediğini görünce, "E, yeter artık, gelmeyin" diye rest çekti! Bulgarlar'a, önce "Kodum mu kıç üstü oturturum!" diye posta atarken, sonra "2000 yılında 70 milyon olacağız" diyerek boks maçını ileri bir tarihe attı!.. Şu politikacıların çenesi ne kadar düşük oluyor YARABBİ!.. Dillerinin altına BAKLA koymak lâzım!
Bir süre sonra "TÜRKLER'i assimile etme" plânını uygulamaya koyan TUDOR JİSKOV, 35 yıldır yürüttüğü Devlet Başkanlığı görevinden alındı. Göçmen akışı durdu, hatta zaman içinde gelenlerden dönenler bile oldu.

4 Haziran'da HÜMEYNİ öldü... 10 yıl önce sürgünde bulunduğu FRANSA'dan, uzaktan kumandalı bir ayaklanmayı idare ederek ŞAH RIZA PEHLEVİ'nin kaçmasına sebep olan, İRAN'da bir MOLLALAR DEVLETİ kuran HÜMEYNİ'nin cenazesi de bir olay oldu. Kefeninden parça koparmak istiyenler hücum edince, ceset çırılçıplak yerlere yuvarlandı, bir rezalet oldu.
ARJANTİN'de EL-TURCO diye bilinen MENEM Devlet Başkanı seçildi. POLONYA'da ilk defa komünist olmayan biri, gazeteci TADEUSZ MAZOWİECKİ cumhurbaşkanı seçildi. MACARİSTAN sınırlarını açtı. 10 Ekim'de Macar komünist Partisi kendini feshetti. Hemen arkasından ÇEKOSLOVAKYA'da komünist yönetim toptan istifa edip, reform yapılmasını isteyenlere yer açtı. ROMANYA'yı 25 yıldır idare eden ÇAVUÇEŞKU son seçimi kazanmasından kısa bir süre sonra, halk ayaklanması ile devrildi ve karısı ile birlikte idam edildi... Yalnız sonradan öğrenildi ki, bu diktatörün düşürülmesinin arkasında Amerika vardır... Çünkü Romanya Batı'dan borç almayan ender ülkelerden biriydi!..
EVREN'in süresinin dolması üzerine Özal Cumhurbaşkanlığına aday oldu, ve 3. turda seçildi. (21) Yeni hükümeti onun sözünden çıkmayan Yıldırım AKBULUT kurdu.
1989 yılının Masım ayında önemli BERLİN DUVARI'nın yıkıldı... Bu olay aslında DOĞU BLOĞU'nun çöküşünü simgeliyordu. DOĞU BLOĞU'nun çökmesi demek, DÜNYA'da İKİ SÜPER GÜÇ üzerine kurulmuş olan DENGE'nin bozulması demekti. Bu da yeni KARIŞIKLIK ve ÇALKANTILAR'a yol açacaktı.

Aralık ayında son 50 yılın belki en önemli olayı cereyan etti. Ancak gözlerini sansasyonel olaylara dikmiş BASIN ile DÜNYA'dan habersiz POLİTİKACILAR gene farketmediler...ABD Başkanı BUSH ile SOVYET lideri GORBAÇOV, MALTA'da buluştu ve SOĞUK SAVAŞ'ın bittiğini ilan ettiler!.. Aslında GORBAÇOV toplantıda ABD'ye asla saldırmıyacağına dair teminat vermiş, DOĞU AVRUPA, KAFKASYA ve ORTA ASYA cumhuriyetleri üzerindeki baskıları kaldıracağını, ABD'nin kendi bölgesindeki faaliyetlerine karışmıyacağını belirtmiş; karşılığında RUSYA'da yapacağı reformlar için yardım sözü almıştı. AMERİKA'nın sözüne ne kadar güvenilirse!.. (22)
Nitekim 10 gün sonra ABD PANAMA'yı işgal edip DEVLET BAŞKANI NORİEGA'yı yakalamaya çalıştı. Bir süre sonra bir elçiliğe sığınan NORİEGA'yı baskıyla aldı ve AMERİKA'ya kaçırdı. Kendisini uyuşturucu kaçakçılığından yargılayıp mahkum etti, hapse attı... Aslında önceleri Amerika'nın adamı olan Noriega, son zamanlarda efendisine fazla kafa tutmaya başlamıştı!.. Tıpkı ilerde Taliban örgütünün ve Bin Ladin'in yapacağı gibi!..
1990 yılında "yolsuzlukla mücadele" teraneleriyle ortaya çıkan SHP'nin asıl kendisinin HIRSIZ olduğu ortaya çıktı!.. İŞKİ skandalı ortalığı karıştırdı. S.H.P olan partinin adı SÜREKLİ HIRSIZLIKLAR PARTİSİ olarak anılmaya başladı.
SHP'nin ihaneti burada da bitmedi... İstanbul Belediye Başkanı, hem de profesör, Nurettin Sözen adlı soysuz, Hükümet'i sarsmak için işçileri adeta kışkırttı. Belediye başkanlarının desteğini alan çöpçüler İstanbul, greve gitti. Grevler diğer şehirlere de yayıldı... Böyle bir grevle TÜRKİYE 1980 yılından beri ilk defa karşılaşıyordu. Sözen, elinde yeterli para olmamasına rağmen, çöpçülere astronomik zamlar yaptı. Tabii diğer SHP'li belediyeler de aynı uygulamaya girdiler. Böylece bir çöpçü, BEYİN AMELİYATI yapan PROF. DOKTOR'dan daha fazla para alır oldu!... ASKERİ İDARE'nin 1980'de binbir zorlukla kurduğu MEMUR-İŞÇİ maaş-ücret dengesi bozuldu. Eğitimsizliğe, ehliyetsizliğe, vasıfsızlığa prim verilmiş oldu!..

Bu zam kıstas alındığı için bütün diğer DEVLET kurumları da benzer zamlar yapmak zorunda kaldılar. Ülkenin hem ekonomisi, hem de idari mekanizması tamiri zor şekilde zarar gördü.

1990 yılındaki en önemli olay İRAN'la ateşkes imzalayan IRAK'ın Ağustos ayında birdenbire KUVEYT'e saldırıp işgal etmesiydi... IRAK, OSMANLI döneminden beri KUVEYT'in IRAK'la bir bütün olduğunu ve kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Dediği doğruydu, ancak IRAK ta dahil olmak üzere bölge kendisine değil, TÜRKİYE'ye aitti!

1. Cihan Harbi'nden sonra ARABİSTAN'da kurulan bütün devletler gibi KUVEYT te "göstermelik" idi. Sözde bağımsız olmasına rağmen her bakımdan İNGİLTERE'ye bağlıydı. Elbette PETROL şirketleri vasıtasıyla ABD'nin de büyük menfaati vardı.
İşgale bütün dünya tepki gösterdi!.. Nedense AMERİKA'nın GRANADA, HONDURAS, NİKARAGUA ve PANAMA'ya müdahale ve işgallerine ses çıkarmayan "hür dünya", IRAK'ın uydu bir devleti işgalinde aslan kesilmişti!.. Tabii bu yaygaraya Özal da katıldı. Abisinin arkasına saklanıp mahallenin haşarı çocuklarına kafa tutan velet gibi, BUSH ne derse bizimki hemen ertesi günü daha sertini söylemeye başladı. Böylece durup dururken SADDAM gibi güçlü bir lideri TÜRKİYE'ye düşman etti!..

KUVEYT'in petrol zengini şeyhi tasını tarağını toplayıp daha ilk gün kaçmıştı. IRAK askerleri hemen bütün KUVEYT'i işgal ettiler. Bu arada sarayı, zengin konakları ve bankaları yağmaladılar. KUVEYT servetinin büyük bir kısmını IRAK'a naklettiler. KUVEYT'te çalışmakta olan bütün yabancılar perişan bir halde TÜRKİYE'ye sığındı. Buradan da ülkelerine gönderildi. Aslında tepki gösterilmesi gereken tek durum, bu idi. Özal,"Bu bir İnsanlık dramıdır" derken, haklıydı... Ancak ne o, ne de ondan sonra gelenler IRAK'a savaş sonrası uygulanan ambargoda milyonlarca çoluk-cocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek ölmesine rağmen, bunu "insanlık dramı" olarak değerlendirmiyeceklerdi!
AMERİKA Suudi Arabistan'a asker ve silah yığmaya başladı. BATI ülkeleri ve ARAP devletleri de asker gönderdiler. Sadece LİBYA ve IRAK'tan çekinen ÜRDÜN, bu desteğin dışında kaldı. Kısa sürede bölgeye 500.000 asker ve yüzlerce uçak ile 2 uçak gemisi geldi. İki taraf ta saldırıya sıkı bir şekilde hazırlanmakta idi.
Bu sırada medya TÜRKİYE'de bir panik havası yaşattı. Savaşa girmeden savaş görmüş kadar milleti yıprattı. IRAK'ın füzelerinden, kimyevi silahlarından halkı öyle korkuttu ki, insanlar ANKARA'da bile rahat uyuyamaz oldu. Bu baskılar yüzünden Özal, çok istemesine rağmen KÖRFEZ'e asker gönderemedi.
Gönderseydik, iyi olurdu... Çünkü zaten IRAK'ı kendimize düşman etmiştik. Hiç değilse karşısında yer alır, BATILI ülkelerin bilhassa AMERİKA'nın son savaş teknolojisi hakkında bilgi edinirdik... Hatta kuzeyden girip sonradan başımıza dert olan Musul-Kerkük meselesini bile halledebilirdik. Nihayet 17 Ocak 1991'de AMERİKAN uçakları IRAK'ı bombalamaya başladı...(23) 

Aslında Yılbaşı Günü DOLUNAY olmasaydı, IRAK saldıracaktı ve AMERİKAN askerlerini eğlenirken bastıracaktı!..Ama İLAHİ TAKDİR böyle tecelli etti, AMERİKA ayın küçülmesini bekledi ve 17 Ocak'ta saldırdı... IRAK üzerine tam 100.000 sorti yapıldı. 2. Dünya Harbi'nde ALMANYA'ya atılan bombalardan daha fazlası atıldı. 500.000 IRAKLI öldü en az 1.000.000 IRAKLI sakat kalacak şekilde yaralandı...
Bu savaşın bir enteresan yönü de, BAĞDAT ve SUUDİ ARABİSTAN'da tesisat kurmuş CNN televizyonu vasıtasıyla NAKLEN YAYINLANAN ilk SAVAŞ olmasıydı. Bu suretle uçakların iniş kalkışını, bombaların düşüşünü, yaralanan ölen insanları, teslim olan askerleri anında görme imkanını bulduk. Ancak rakamlar BATILILAR'ın gayreti ile MEDYA'dan gizlendi. SADDAM canavar, BUSH kurtarıcı melek olarak gösterildi.
Savaş sırasında AMERİKA'nın son derece üstün teknolojiye sahip HAVA KUVVETLERİ'ni ve ROKETLER'ini engelliyemeyen IRAK, iki enteresan girişimde bulundu. Birisi RUS yapısı füzelerini İSRAİL'e de atmasıydı... Amacı İSRAİL'i de savaşa sokmak ve böylece ARAP DEVLETLERİ'nin BATI'ya cephe almasını, hatta savaşa girmesini sağlamaktı. Ancak oyunu farkeden AMERİKA, İSRAİL'i savaş sonrasında memnun edeceğini söyliyerek yatıştırdı. YAHUDİLER 15 milyar dolara fit olup, dişlerini gıcırdatmakla yetindiler.
IRAK'ın ikinci girişimi, havalandıramadığı uçaklarını bombardımandan korumak için eski düşmanı İRAN'a göndermesiydi!..Buna hem İRAN, hem BATILILAR çok şaşırdılar, ama yapacak bir şey yoktu.
Aslında IRAK hatalı davranmıştı. Amacı eğer İSRAİL'i savaşa sokmak idiyse, yapması gereken uçaklarını İRAN'a değil, ÜRDÜN'e göndermekti!.. Böyle bir durum önce ÜRDÜN'ü savaş içine çekecek, sonra da bütün ARAP ülkeleri BATI'ya cephe alacaktı. Ama dedik ya, İLAHİ TAKDİR!
AMERİKA bütün bu bombardımana rağmen IRAK'ı yenemedi!.. Çünkü KARA SAVAŞI yapmaya korktu. KUVEYT'e girip oradaki IRAKLI askerleri esir aldıktan sonra IRAK sınırında durdu, ilerliyemedi. Bu arada IRAK'ın AMERİKA'yı BATI'dan aldığı ŞİŞME LASTİKTEN TANK, TOP gibi sahte silahlarla aldattığı ortaya çıktı. AMERİKA hiç bir zaman SADDAM'ın komuta merkezini bulamadı. Sarayını, bakanlıkları bombalamasına, hatta bazı sığınaklara tesir edecek bombalar atmasına rağmen, IRAK KOMUTA KADEMESİ ve MUHAFIZ ORDUSU hiç zarar görmedi.
AMERİKA KUVEYT'i ele geçirince harekatı durdurdu. Ancak BUSH, kendisine kafa tutan SADDAM'ı devirmeyi şahsi bir mesele haline getirmişti. Bunun için IRAK'ın kuzeyinde KÜRTLER'i ve güneyinde ŞİİLER'i SADDAM'a karşı ayaklandırdı!
O zaman görüldü ki, SADDAM dimdik ayakta!.. Fırsattan istifade edip bağımsız olacaklarını sanan KÜRTLER, bir haftada IRAK askerlerine yenildiler. Panik halinde TÜRKİYE ve İRAN'a sığındılar. Güneydeki ŞİİLER de aynı akıbete uğradı. Perişan halde kaçıp bataklıktaki adacıklarda toplandılar.
Bu olay TÜRKİYE'nin ikinci bir KÜRT göçüne maruz kalmasına yol açtı. Birincisinde ağzımız yanmıştı. Ama akıllanmamıştık. Dış politikada ne kadar "insancıl" olduğumuz propogandasını yapacağımızı düşünürken, içerde karşılaşacağımız sorunları düşünmemiştik!

TÜRKİYE'ye 300.000, İRAN'a 700.000 mülteci gittiği belirtildi. (24) 

Bu kişiler silahlarını sınıra gömerek girdiler. Aralarına TERÖRİSTLER de karıştı. Üstelik TÜRK yöneticiler, ilk göçten ders almadıkları için, aile reislerini muhatap aldılar. Böylece KÜRTLER kendi içlerinde aleyhimize teşkilatlanmış oldu! Halbuki yapılması gereken sivri, elebaşı gibi kişileri gruptan ayırıp her 50-100 kişinin başına bir TÜRK sorumlu vermekti. Böylece hem bu güruh disiplin altına alınmış olur, hem biraz edep-erkan-itaat öğrenir, hem de TÜRKİYE aleyhindeki faaliyetleri kontrol altına alınmış olurdu.

İşin ibret verici yanı da, dışardan sözde KÜRTLER'e yardım diye gelen hemen bütün yiyeceklerin "tarihi geçmiş" hatta bozulmuş olması idi!..BATILI ülkeler TÜRKİYE'yi çöplük gibi kullanıp bütün bu bozuk gıdaları göndermişler, biz de onları atamadığımız gibi bir de depolamak durumunda kalmıştık!..
O günlerde FRANSA Cumhurbaşkanı'nın karısı, bir Kürt gencinin metresi Bayan MİTTERAND, TÜRKİYE'ye gelip sığınmacılarla gizli toplantılar yaptı. Onları TÜRKİYE aleyhine kışkırttı. Kıçını yıkamasını bilmeyen bu herifler de, sanki IRAK'taki hayatları çok daha iyi imiş gibi, TÜRKİYE'de yaşadıkları şartlardan şikayet ettiler.

Bu arada BATILI MEDYA ülkemizde fink atıyor, ve KIZILHAÇ'ın, uyduruk kuruluşların yardımlarını yayınlıyor, gariban KIZILAY'ın gerçek yardımlarını gözlerden saklıyordu!.. Yurt dışında TÜRKİYE'nin gösterdiği insanlık değil, Kürtler'in nankörlükleri yayınlandı. Üstüne üstlük kural tanımaz bu Kürtler'i yiyecek yardımında sıraya sokmak, yağmayı önlemek için biraz sert davranan askerlerimizin fotoğraflarını basılarak aleyhimize "barbar TÜRKLER" diye PROPOGANDA yapıyordu!..Ne Özal Efendi'nin, ne muhalefetin, ne de bürokratların bu iğrenç gelişmeye karşı aldığı bir tedbir yoktu.
Sadece bir kişi, evet, sadece ERTÜRK YÖNDEM yaptığı PERDE ARKASI programında BATILI KAPİTALİST ZALİMLER'in gönderdiği bozuk yiyecekleri teşhir ediyor, KIZILAY'ın yardımlarını ekrana getiriyor ve KÜRTLER'I tekmeleyen bir AMERİKALI askerin resmini yayınlıyarak asıl BARBARLAR'ın kim olduğunu ortaya koyuyordu!

Özal, geçirdiği "by-pass" ameliyatından sonra gerçekten sapıtmıştı!..Önce propoganda amacıyla kucak açtığı KÜRTLER başına dert olmaya başlayınca, bunları geri göndermenin yolunu aramaya başladı. Kendince çok zeki bir plan kurdu. Bunların güvenliğini sağlayacak, böylece geri gönderebilecekti!.. Hemen kalktı, TÜRKİYE'de yabancı askerlerden oluşan bir KORUMA GÜCÜ'nün kurulmasını teklif etti!..BATILI KÖR ZALİMLER'in istediği bir göz, Özal'ın verdiği ise iki göz, artı gözlüktü!.. BUŞT Efendi hemen teklifin üzerine atladı... Taa 2003 yılına kadar uuğraşıp ta kurtulamadığımız ÇEKİÇ GÜÇ İŞGAL ORDUSU, işte böyle baştaki GAFLET, DALALET VE HATTA HİYANET İÇİNDE BULUNANLAR eliyle VATANIN BAĞRINA HANÇER gibi saplandı!

Bu İŞGAL ORDUSU içinde gelen KÜSTAH bir FRANSIZ YÜZBAŞI, kendisini karşılamaya gelen KAYMAKAM'ı tokatladı!.. Hiç bir şey yapılmadı.(25) 

Aslında atılan tokat TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne idi ama ne ÖZAL, ne de diğer partiler konunun üzerinde durmadılar. BASIN ise olayı geçiştirdi.

Biz olsak, bir defa YÜZBAŞI'yı KAYMAKAM muhatabı olarak almazdık. Sonra bu gavurlar ile görüşürken hep yanımızda 2 KOMANDO er bulundururduk. O tokat atan yüzbaşıyı hemen tutuklar, karakolda anasından emdiği sütü burnundan getirir, "tokat öyle atılmaz, böyle atılır" diye bir daha elini bile kaldıracak hal bırakmazdık!.. Haa, "olaya FRANSIZ askerleri müdahale eder, çatışma çıkardı" diyenler olursa, cevabımız hazır!..

Birincisi biz demedik mi "bu İŞGAL GÜCÜ" diye?.. Demek ki doğruymuş!.. İkincisi onları İŞGAL GÜCÜ nasıl karşılanırsa öyle karşılardık! Yani, gavurun böyle bir şeye kalkışacağını düşünerek, karşılarına pürsilah çıkardık ki, kıllarını kımıldatsalar namluyu burunlarına sokalım diye!..

ATATÜRKÇÜ SİYASET budur!.. Kendini GAVUR'dan hiç bir zaman aşağı görmemek, ve her zaman onların KÜSTAHLIKLAR'ına hazır olmak!..
Bu tokat Kaymakam'ın değil, aslında Özal'ın ablak suratında patlamıştır! Ne var ki Özal Efendi'nin "dış politika"sı "kodum mu kıçüstü oturturum" palavrasından öteye gitmez! Değil yumruğu komak, yüzüne tokadı yer de kızarmaz bile!
IRAK SAVAŞI'ndan sonra, nedendir bilinmez, anarşi arttı ve askerlere yöneldi. Emekli Orgeneral Adnan Ersöz, Korgeneral İsmail Selen ile Hulusi Sayın, Jandarma Tümgeneral Temel Cingöz ile Memduh Ünlütürk uğradıkları saldırılarda hayatlarını kaybettiler... PKK teröristleri jandarma karakollarına saldırdı, turistleri kaçırdı... Ancak bu "kaçırıldığı" iddia edilen bazı turistlerin aslında "danışıklı döğüş" gittikleri, PKK mensupları ile ropörtaj yapıp, yardımda bulundukları, bazı kasetleri alıp yurt dışına çıkardıkları, yani kuryelik yaptıkları tesbit edildi. Yine de bu konuda hiç bir tedbir alınmadı.

Özal, sanki memlekette her şey yolunda imiş gibi Ceza Kanunu'nun 140, 141, 142, 163. maddelerini yürürlükten kaldırdı. Böylece 43.000 kişi tahliye oldu. Yerine yeni bir terör yasası getirdi ama onun da 8. Maddesini "Avrupa istiyor" diye ÇİLLER kaldırdı. 

(1995) Zaten bu maddeler de BATI'ya yaranmak için kalkmıştı.

Ekim ayında Rum Fener Patriği Dimitros geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü. Bu olay, AMERİKA'ya beklediği fırsatı verdi. RUS ve BALKAN ORTODOKSLARI'nı kontrol altında tutmak için AMERİKAN PASAPORTLU BARTALAMEOS, PATRİK seçildi... Bu herif sonra azıtıp FENER PATRİKHANESİ'ni İSTANBUL'un göbeğinde VATİKAN gibi müstakil bir DEVLET yapmaya çalışacak, bizim "müslüman" FETULLAH HOCA da "barış" terâneleri arasında PATRİK ile görüşüp herifin gündemde kalmasını sağlıyacaktı!.. YARABBİ, şu TÜRKLER'in akıllı olanları, hiç ortalıkta dolanmaz mı?..Meydan hep geri zekâlılara mı kalır?

1991 yılının en önemli olayı, elbette ki 19 Ağustos'ta GARBAÇOV tatilde iken bir ayaklanma olması, Rusya Cumhurbaşkanı YELTSİN'in tank üzerine çıkarak ayaklanmayı bastırması oldu. Ancak bu olay GORBAÇOV'a sandalyesini kaybettirdi. SOVYETLER dağıldı, 15 SOVYET CUMHURİYETİ'nin birer birer bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ülke 22.5 milyon km. kareden 17.5 milyon km. kareye düştü. Bu kısma RUSYA FEDERASYONU dendi.

Burada hemen belirtelim: SOVYETLER BİRLİĞİ'nin dağılmasına küçük etnik cumhuriyetler değil, YELTSİN'in başında bulunduğu RUSYA CUMHURİYETİ sebep olmuştur!.. POLİTBÜRO'dan atıldığı için KOMÜNİST PARTİSİ'nden intikam almak isteyen YELTSİN, "RUSYA'nın SOVYETLER'den ayrılmak istediğini" açıklamıştı!.. Bunu duyan 15 cumhuriyet te birer birer koptu.

TÜRKİYE'de bazı "aydın"lar ilk defa KIRGIZİSTAN, KAZAKİSTAN, ÖZBEKİSTAN, TACİKİSTAN, TÜRKMENİSTAN adlarını duydular. Çoğu hâlâ LETONYA ve ESTONYA'nın birer TÜRK CUMHURİYETİ sayılacak kadar İGUR-TATAR nüfusu olduğunu bilmez. Çoğu "devlet adamı"mız TACİKİSTAN'ı, AFGANİSTAN'ı, MOĞOLİSTAN'ı TÜRK DEVLETİ saymaz. Halbuki TACİKLER, "Bizim dilimiz FARİSİ, özümüz TÜRKİ" derler. AFGANLAR RUSLAR'a karşı TÜRK BAYRAĞI altında savaştı. MOĞOLLAR feryat ediyor, "ÇİNLİLER ülkemizi sardı, ORHUN NEHRİ, ORHUN KİTABELERİ bizde, kandaşımız TÜRKLER nerede?" diye!..
Özal burada yerinde bir davranışla herkesten önce yeni bağımsız TÜRK cumhuriyetlerini tanıdı. Hepsinde elçilik açtı. Hatta yardımda bulundu. Ziyaretlerine gitti. Bilhassa BUHARA'da NAKŞİBENDİ'nin türbesini restore ettirmesi, çok puan topladı.

IRAK Savaşı'ndan sonra Bush Efendi "Yeni Dünya Düzeni" diye bir terane tutturdu!. SOĞUK SAVAŞ ta bitti ya, sözümona DÜNYA'ya BARIŞ ve HUZUR gelecek!.. Bizim enayiler buna hemen inandılar. TÜRKİYE'yi de bir "yükselen değerler" palavrası sardı. Buna göre "demokrasi, insan hakları, serbest pazar ekonomisi, özelleştirme, devlet fert için zihniyeti, barış" "yükselen değerler" idi, "sosyalizm, devletçilik, savaş" ise "alçalan değerler"!..

Bunun ne büyük palavra olduğu kısa zamanda görüldü. En başta terör bütün hızıyla devam etti. Hindistan Başbakanı Rajiv Gandi, anası gibi bir suikast sonucu öldü.

Daha önce dediğimiz gibi, Özal askerler sayesinde yolunda götürdüğü EKONOMİ'yi 1985'den sonra bozmuş, 1987 ve 1989 seçim yatırımları ile DEVLET'i iflas noktasına getirmişti... O, EVREN'in çekilmesiyle kendini CUMHURBAŞKANI ilan ettirip paçasını kurtardı. 

Olan MİLLET'e oldu.Yıldırım Akbulut atama başbakan oldu AKBULUT'a çok karıştığı için adamcağız bir şey yapamadı. Onun yerine gelen MESUT YILMAZ da, çareyi "erken seçim"de buldu!.. Yoksa yıkılan binanın altında kalacaktı!
Özal 1991 yılında bir de RUSYA seyyahati yaptı. Artık dilinin freni tutmuyordu. MOSKOVA'da iken bir "genel af" açıkladı. TÜRKİYE'deki hükümet ve partisi hemen buna uydu. Getirilen "infaz yasası" ile cezanın 2/5'ini yatan, yani 70.000 suçlu sokaklara salındı!.. Özal'ın sivri aklısıra bu kişilerin ve ailelerinin oyları ANAP'a akacaktı!

Halbuki TÜRKİYE'de 70.000 suçlu varsa, onların elinden zarar görmüş milyonlarca masum insan vardı. Bizim mühendisden bozma politikacı, bunların tepkisini hesaba katmamıştı!.. Nitekim Özal'ın oyu artacağına düştü.
Hep ÖZAL diyoruz, çünkü Özal tarafsız olması gereken CUMHURBAŞKANLIĞI makamında dahi, particilik yapmaktan vazgeçmemişti!.. 

Açık açık PARTİ tuttuğunu söylemesi bir yana, "bir defa ihlal etmekle bir şey olmaz" diyerek ANAYASA'nın ırzına geçmiş, aslında İDAMLIK suç işlemişti!

Bu arada Demirel Efendi de adamlarını, çıktığı yurt gezilerinde "Kurtar bizi BABAA!" bağırttıyor, kendini iktidara hazırlıyordu! Demirel neyi, kimi, ne zaman kurtarmıştı ki, şimdi gelip kurtarsın?.. Bu adamın iş başında kaldığı her beş yıl içinde EKONOMİ çöküş noktasına gelip, ihtilale yol açmamış mıydı?..
Ama MİLLET Özal'dan o kadar bıkmıştı ki, MENDERES'in tabiri ile yerine Demirel değil,"odun gelse seçecek"ti!.. Nitekim öyle oldu! Demirel "herkese iki anahtar, 20 yılda emeklilik, taban fiyat başkasınınkinden 5000 lira fazla" vaad ederek seçim propogandasını yürüttü. Ne var ki, bunlar DYP'yi 1.parti yaptı ama, tek başına iktidara yetmedi.

DYP %26, ANAP %21, SHP %18 oy aldı. RP, MÇP, İDP ittifak yaparak MECLİS'e girmeyi başardılar. Ecevit te DSP'yi 4. parti olarak MECLİS'e soktu.

Bu seçimlerde MANDACI İSMET'in KÜRTÇÜ oğlu ebleğ ERDAL da, PKK'nın gizli temsilcisi HEP ile ittifak yaparak, MECLİS'e 22 BÖLÜCÜ soktu. Bunlardan LEYLA ZANA ve HATİP DİCLE daha ilk gün KÜRTÇE yemin etmeye kalkarak olay çıkardılar. Bir başka bölücü, Şeyh Sait'in torunu Abdülkerim Fırat ise Demirel'in listesinden Meclis'e girmişti.

SHP'nin belediyelerdeki inanılmaz yolsuzluk ve kürtçülüğü bu partinin sadece iki yıl önce olan %28 oyunu, 10 puan düşürmüştü!..Bir de bundan kürtçülerin %3-4 oyunu düşün, "atatürk'ün partisi"nin gerçek halini görürsünüz.
Demirel, bütün bunlara rağmen SHP ile koalisyon kurdu. "500 günde düzeltiriz" dediği EKONOMİ'yi daha da kötüye götürdü. "3 ayda hallederiz" dediği anarşi daha da arttı... Zaten Hükümet'in ilk icraatı ESKİŞEHİR hapishanesindeki azılı teröristleri başka yerlere nakledip kaçmalarını sağlamak oldu!
Hükümetin kurulmasından hemen sonra özellikle SHP'li bakanlar bütün üst kademe yöneticileri değiştirdiler. SHP'li militanların o günlerde bakanlık ve genel müdürlüklere adeta İŞGAL gücü gibi fedaileriyle gidip ANAP dönemi yöneticileri kovar gibi makamlarından çıkarması ibret ve esef verici olaylardandı.
Hükümet "HESAP SORACAĞIZ" iddiasıyla sözde ANAP dönemindeki yolsuzlukları ortaya çıkaracak ve cezalandıracaktı!.. Bir tek olaya bile el atmadılar. Üstelik bu dönemde MİLLİ EĞİTİM VAKFI yolsuzluğunu yapmış olan namussuzlar beraat etti. Demirel namussuzu "Verdimse ben verdim, ne olmuş?" diyerek hırsızlara arka çıktı. Hele belediyelerde YOLSUZLUK İHTİSASI yapmış olan SHP'liler, BAKANLIK ve GENEL MÜDÜRLÜKLER'i de ele geçirince, gelen gideni arattı!
Demirel, seçime yanında bir bayan EKONOMİ profesörü ile, TANSU ÇİLLER ile girmişti. AMERİKAN PASAPORTLU bu hatunun kocası ÖZER Efendi, başında olduğu İSTANBUL Bankası'nı batırmakla, halkı ve DEVLET'i milyarlarca zarar sokmakla ünlüydü. Ne var ki, hatun alımlı mı alımlı, hem de tuttuğunu koparır cinstendi. Demirel EKONOMİ'yi kıvıramıyacağını bildiği için ona teslim etti. Tıpkı 1980'de Özal'a bıraktığı gibi!..

Ancak 1987'den beri üç seçim geçirmiş olan TÜRK EKONOMİSİ üç defa batmış durumdaydı. Öyle "serbest piyasa, serbest ithalat, serbest faiz" ile düzelecek gibi değildi!... Hele KİTABİ bilgilerle bir yere varmak mümkün değildi. Olsa, BATI ekonomileri kendi sıkıntılarını aşarlardı. (26)

Yenilen güreşe doymazmış... Bizim Özal seçim kaybettikçe, oyları sürekli düştükçe megalomanyaklaştı. Hem AKBULUT hem de YILMAZ'ın başbakanlığı sırasında, ikide birde"cumhurbaşkanlığını bırakıp partinin başına geçmek" ten söz etti!.. Sanki bir halt edecekmiş gibi!.. Oğlunu, hatta karısını politikaya sokmaya kalktı. SEMRA'yı ANAP İstanbul İl Başkanlığı'na seçtirdi. (27)

Parti 1993 belediye seçimlerine hazırlanırken, Özal, bir de "SEMRA Hanım İSTANBUL'a yakışır" deyip karıyı İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANI yapmaya kalkmaz mı?.. Bizce bu genelev maması kılıklı PÜRO İÇEN kadın, olsa olsa GALATA'ya yakışırdı!
Demirel bu memlekete hep felaket getirmiştir!.. Bu son iktidarı da Özal'la çekişme halinde geçerek ülkenin üzerine KABUS gibi çöktü...1992 yılı ihmal ve tedbirsizlikler yüzünden ağır kayıplarla geçti. Güneydoğu'da düşünülmeden yapılmış karakollara çığ düşmesi sonucu 103 er, 2 subay öldü... Sakarya'da bir askeri birliğin içme suyuna siyanür karıştırıldığı için 700 er hastalandı, az daha ölüyordu. Diğer çığ vakalarında 200 vatandaş öldü... Zonguldak'ta grizu patlamasında 250 kişi öldü. Erzincan depreminde 500 kişi hayatını kaybetti. GALATA KÖPRÜSÜ yakıldı... Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan öldürüldü... MİT servis aracı saldırıya uğradı, iki görevli öldü, yedisi yaralandı.

Yurt dışında NEO-NAZİLER TÜRKLER'e saldırılarına devam ettiler, ev ve dükkan yakıp insanlarımızı dövdüler, yaraladılar, öldürdüler. Siyasi ve idari hiç bir tedbir alınmadı. Biz olsak, TÜRK gençlerini teşkilatlandırır hem bu bu DAZLARLAR'a, hem de haraççı KÜRT BÖLÜCÜLER'e direnmelerini sağlardık. Elebaşlarını ajanlara vurdurur, merkezlerini "kaza"ya uğratırdık.

Kürt bölücüler NEVRUZ'u bahâne ederek Güneydoğu'da ayaklanma teşebbüsünde bulundular. Çıkan olaylarda 28 kişi öldü, 100 kişi yaralandı. Kürtçü militanlar arasından DEVLET dairelerinde çalışan memur ve işçiler çıktı.
Kısa bir süre önce SİİRT valisi MUSTAFA MALAY, "HÜKÜMET üyeleri arasında PKK militanlarının işe alınmasını istiyenler bulunduğunu" söyleyince, BAYINDIRLIK BAKANI ONUR KUMBARACIBAŞI tarafından "Ne biçim konuşuyorsun, terbiyesiz herif!" diye azarlanmıştı!.. Çünkü o hainleri Bakanlık teşkilâtına dolduran bu onursuz herif idi!

Ağustos ayında PKK bu sefer Şırnak iline topla tüfekle saldırdı, şehri bir süre işgal etti. 100'den fazla insan öldü. Bunun üzerine Kuzey Irak'ta harekat yapıldı. Eylül ayında PKK Şemdinli'ye saldırdı, ancak 210 kişi kayıp verdi.
Bu arada karakol ve köy saldırıları devam etti. Şırnak'ta 29 er şehit edildi. PKK Bitlis'te bir köyde 29, diğerinde 55 kişiyi öldürdü. IRAK'a giren ordumuz 700 terörist yakaladı, Kasım ayında ise IRAK'ta 1800 terörist öldürüldü, 4500 terörist ele geçti. Kalanlar Talabani'nin kontrolündeki kampa ve BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'in sözde fakirler için kurduğu kampa sığındılar. Her ikisine de girilemedi.

Yurt dışındaki gelişmeler BUSH'un "yeni dünya düzeni"nin palavra olduğunu, BARIŞ ve HUZUR değil, DÜZENSİZLİK, SAVAŞ ve AÇLIK getirdiğini ortaya koydu! CEZAYİR'de seçimleri İSLAMİ SELAMET CEPHESİ KAZANDI, Ancak Fransa'nın baskısı ile yönetim seçimleri iptal etti. Bunun üzerine olaylar çıktı. Ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Askerler idareye el koydu. (28) 

Ne varki, seçimi kazananlar pes etmediler. Silahlı mücadeleye başladılar. Devlet Başkanı BUDİAF bir süre sonra bir suikatle öldürüldü.
Eski YUGOSLAVYA parçalanmıştı. KATOLİK ve PROTESTAN olduğu için BATI, bilhassa ALMANYA, HIRVATİSTAN ve SLOVENYA'ya hemen sahip çıktı. Ancak SIRPLAR'ın BOSNA-HERSEK'i MÜSLÜMANLAR'dan temizleyip SIRBİSTAN'a katma teşebbüslerine ses çıkarmadılar. SIRPLAR, BOŞNAKLAR'a saldırdı. Bir gün önce komşu olan kişiler şimdi MÜSLÜMANLAR'ı öldürüyor, kadınların ırzına geçiyor, hatta onları SIRPLAR için genelevlerde topluyorlardı!..

Bu savaşta 200.000 MÜSLÜMAN kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürüldü, toplu mezarlara gömüldü, sağ kalanlara işkence edildi, toplama kamplarında aç bırakıldı. BATILI ZALİMLER uzun süre sadece seyrettiler!

ERMENİLER önce KARABAĞ'a saldırdılar, sonra İRAN sınırına kadar inip iki bölgeyi birleştirdiler. Böylece AZERBEYCAN topraklarının %29'si ERMENİ işgali altına girdi. Sözde "müslüman" İRAN, bu savaşta ERMENİSTAN'I destekledi! Çünkü ELÇİBEY'in GÜNEY AZERBEYCAN dediği kendi bölgesinde 17 milyon AZERİ vardı. KUZEY İRAN'ın hemen tamamı TÜRK'tü!..Bölgenin kendisinden kopması ihtimali vardı!

AFGANİSTAN'da RUSLAR'ın çekilmesinden sonra birbirleriyle çatışmaya başlıyan mücahit grupların mücadelesi şiddetlendi. Devlet Başkanı NECİBULLAH istifa edip BİRLEŞMİŞ MİLLETLER binasına sığındı. 1996'da TALİBANLAR tarafından öldürülünceye kadar da orada hapis hayatı yaşadı.

BUSH'un "barış" hayalleri kendi ülkesinde bile varlığını sürdüremedi. Bir zenciyi öldüresiye dövmekten sanık 4 polis beraat edince, zenciler ayaklandılar. Los Angeles şehrini 3 gün süreyle yakıp yıkıp yağma ettiler, 9 kişi öldü, 138 kişi yaralandı. Olaylar diğer şehirlere de yayıldı, günlerce ABD'de anarşi ve terör hakim oldu, 30 kişi öldü, en az 100 kişi yaralandı. Milyarlarca dolarlık zarar meydana geldi.

SOMALİ'de Devlet Başkanı'nın kaçmasından sonra iki gruba bölünen halk birbiriyle vuruşmaya başladı. Ülkenin zaten çok zayıf olan ekonomisi tamamen çöktü. Hiç bir geçim yolu olmayan, maaş alamıyan insanlar ülkenin tesislerini söküp satmaya başladılar. Bu meyanda telefon direkleri, telleri bile söküldü, hurda olarak satıldı. Açlık inanılmaz boyutlara ulaştı. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, daha doğrusu AMERİKA, bu MÜSLÜMAN ülkeye de müdahale kararı aldı.
Müşterek bir ordu SOMALİ'ye çıktı, liderleri yakalamaya çalıştı, ancak AFRİKALI "VAHŞİLER" bir defa daha AMERİKA'ya mağlubiyeti tattırdılar. Sonunda birlikler SOMALİ'den çekildi. Ülke çeşitli BATILI ülkelerin desteklediği iki liderin eline, ve kaderine terkedildi.

AZERBEYCAN'da seçimleri TÜRKİYE ve ATATÜRK hayranı EBULFEZ ELÇİBEY kazandı. Ancak bir süre sonra HAYDAR ALİYEV tarafından devrildi. HAYDAR ALİYEV, SOVYET zamanında POLİTBÜRO'ya seçilen TEK TÜRK asıllı komünist idi!..Elçibey bize dosttu, şair ruhlu idi, ama ALİYEV gerçek bir DEVLET ADAMI olarak o göreve daha layıktı.

ÇEKOSLOVAKYA devleti anlaşarak ÇEKYA ve SLOVAKYA diye ikiye bölündü. GÜRCİSTAN Devlet Başkanı Gamsakurdiya ülkeyi terketmek zorunda kaldı, bir süre sonra yerine Şverdnadze geldi. GÜRCİSTAN'da ABHAZYA, GÜNEY OSETYA ve ACARİSTAN bölgesindeki MÜSLÜMANLAR Gürcüler'den ayrılmak istediler. Ordu birlikleri ABAZALAR ile çatışmaya başladı. OSETYA'da da olaylar çıktı. HİNDİSTAN'da 400 yıllık bir camiye fanatik Hintliler'in saldırması üzerine çatışmalar çıktı, 50 kişi öldü, çok sayıda insan yaralandı. KOLOMBİYA'da UYUŞTURUCU MAFYASI lideri OSCOBAR 9 arkadaşı ile birlikte hapisten kaçtı. (29)

Burada özellikle belirtelim ki, "soğuk savaşın bittiği" ve "barış dolu serbest pazarlı yeni dünya düzeninin başladığı" söylenen 1990'dan sonra IRAK, SOMALİ, AZERBEYCAN, BOSNA-HERSEK, AFGANİSTAN ve CEZAYİR'de 2.000.000 MÜSLÜMAN öldü! En az 4.000.000 MÜSLÜMAN yaralandı, 50.000.000 milyon MÜSLÜMAN da daha önce hiç yaşamadığı AÇLIK, HASTALIK ve SEFALET ile karşı karşıya kaldı. Bu "yeni düzen" yüzünden 200.000.000 ORTODOKS (Rus, Ukraynalı, Beyaz Rus,vs.) ve 1.000.000.000 BUDİST Çinli SEFALET'e, SIKINTI'ya düştü. YENİ DÜZEN sadece KAPİTALİST, EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI'ya ve JAPONYA'ya yaradı!

TÜRKİYE için büyük ehemmiyet arzeden MAASTRİCHT ANLAŞMASI imzalandı. İmzalayan ülkelerde REFERANDUM'a sunuldu. AVRUPA TOPLULUĞU adını AVRUPA (SİYASİ) BİRLİĞİ'ne çeviren, ve böylece ülkelerin EGEMENLİK haklarını büyük ölçüde ellerinden alan bu anlaşmayı DANİMARKA halkı gururuna yediremedi ve imzalamadı. Eski düşmanı ALMANYA ile birlikte AVRUPA'ya hakim olmak isteyen FRANSA'da ise halk anlaşmayı kabul etti, ancak %50 ile!.. Yani orada bile halkın yarısı bu işe taraftar değildi! (30)
Bir önemli olay da 12 yıldır YÖK'ün başına çöreklenmiş olan İHSAN DOĞRAMACI'nın bu görevi kendiliğinden bırakmasıydı. Aslında bırakmasa onu kimse bu görevden alamazdı. Öyle ya, ÖZAL 1987 seçimlerini BİRİNCİ ancak MAĞLUP bitirince, İKİ HEDEF açıklamıştı: CUMHURBAŞKANLIĞI ve YÖK'TE DEĞİŞİKLİK!..
Adam kendini CUMHURBAŞKANI seçtirmişti de, 3 yıldır DOĞRAMACI'ya dokunamamıştı. Dokunamazdı!.. Çünkü o herif ve KIZILAY'ın kaşarlanmış başkanı KEMAL DEMİR denen namussuz, BEYNELMİLEL MASON idi!.. Sırtlarını yabancılara dayamışlardı! İkisi de yıllarca koltuklarında oturdular ve milletin malını har vurup harman savurdular.

1993 yılının önemli olayı ÖZAL'ın ölmesi idi. (31) 
21 Nisan'da öldü, 24 Nisan'da toprağa verildi. Ondan sonra DEMİREL’in " BABA " kisvesiyle sürdürdüğü yarı "padişahlık" devri başladı... KARGAŞA ve İSTİKRARSIZLIK had safhaya ulaştı.

..