Sorunları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sorunları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2015 Pazartesi

Barış Sürecinin Sorunları ve Çözüm Yolları II






Barış Sürecinin Sorunları ve Çözüm Yolları II



Dünyada ulus devletler ile örgütler arasında gerçekleşen barış süreçlerine baktığımızda bunların iki amaç güttüğünü söyleyebiliriz. 
Bu amaçlardan birincisi egemenliğin yeniden paylaşımı, diğeri ise toplumsal barışın inşasıdır. 
Devletler ve devlet olmayanlar arasında çıkan çatışmaların büyük birçoğunluğu ülke içerisinde bir grubun,egemenliği, ulusun kimliğini ve yönetim hakkını tekelleştirme sinden kaynaklanmıştır. 
Nitekim Başbakan Erdoğan,PKK’ye, kendisinin ve arkadaşlarının rejimle sürdürdüğü silahsız mücadeleyi örnek gösterirken, PKK’nin temsiline 
soyunduğu Kürtlerin, kendini öncelikle Müslüman olarak tanımlayan ve kamusal alanda bu şekilde var olmakisteyenlerin ve Türkiye’deki bir çok diğer kesimin tarih boyunca devlet yönetiminden ve ulus kimliğinden dışlandığını kabul etti.

Hatta denebilir ki

AKP’den CHP’ye Türkiye’deki bir çok siyasal ve toplumsal kesim bugün, Kürtlerin Türkiye’de sistematik olarak haksızlığa uğramış olduğuna, toplumsal ve siyasal manada dışlanmış olduğuna dair yaygın bir kanıya sahip. İşte barış sürecinde tartıştığımız aslında bu kanının hangi siyasetlere tercüme edileceği. Yani yeni düzende Türk egemenlik tekeli hangi yöntemlerle yeniden bölüşülecek, siyasi vekültürel iktidar nasıl paylaşacak, Türkiye’nin siyasi kimliği ve vatandaşlık anlayışı nasıl değişecek?Türkiye’de bu “nasıl” sorusunun cevabı “demokratikleşme” olarak verildi.
Belirtmek gerekir ki; dünyada benzer sorulara çok farklı cevaplar veriliyor. Örneğin bilindiği gibi İrlanda’da egemenliğin paylaşım yöntemi olarak

İrlandalıların özyönetimi benimsendi, Kolombiya’da ise toprak reformu. Bugünitibarıyla Türkiye’de bu tür ulusal /otonomist ve sınıfsal talepler 
siyasi alanda daha az seslendiriliyor. Çözüm, anadilin de eğitim ve vatandaşlık tanımınındeğişmesi de dahil olarak, tüm kesimlerin kendilerini ifade etme ve 
yeniden üretme haklarının tanınması olarak tarifleniyor. Sınıfsal ya da demokratik özerkliğin de bir çeşidi olduğu öz yönetim, barış süreci sonrasında 
yürütülecek siyasi mücadelenin parçası olarak tanımlanıyor. Zaten bundan dolayıdır kiaçıklanacak olan demokratik reform paketi bağlamında 
tartışmalar, anadilde eğitim ya da seçim barajı gibi bireysel ve siyasi hakların dışına çıkmıyor.Toplumsal barışın inşasına gelince; toplumsal barış çatışma ve hak ihlalleri sebebiyle tahrip olmuş toplumsal ilişkilerin tamirini içeriyor. Yine bukonuda da dünyada farklı yaklaşımlar sergilenmiş. 
Düşmanlaşmış gruplar arasında toleransın geliştirilmesi için programlar, eğitim müfredatının değiştirilerek sadece bir etnik grubu değil o ülkede yaşayan tüm etnik grupları içerecek şekilde yenilenmesi, yakın tarihte yaşanan hak ihlallerinin ve buna karşı mücadelelerin resmi tarih anlatılarına katılması, yakın geçmişte yaşanmış gerçeklerin ortaya çıkması ve toplumda yayılması için komisyonlar kurulması,rehabilitasyon ya da tazmin ve telafi programları,toplumsal barışın inşası içinoluşturulmuş yöntemlerden bazıları. Nitekim Türkiye’de süren savaş sırasındave sonrasında,bir çok İnsan Hakları Örgütü ve STK,hem devleti bu konularda adım atmaya zorluyor hem de aslında devletin yapması gereken bu tür işlerin birkısmını gerçekleştirmek için çaba harcıyor. Yine bu son süreçten evvel, bu konuile ilgili eksik de olsa devlet tarafından yapılmış yegane sistematik düzenlemenin köy boşaltmalarla ilgili olduğunu hatırlamak gerek. 
Bu düzenleme sayesinde Türkiye ilk kez devletin işlediği suçların (köy yakma, boşaltma, köylüleri kurşunadizme, kaybetme) varlığını yasasına 
yazmış oldu.


Barışmanın ya da Çözümün Stratejileri


Dünyadaki barış süreçlerinde, yani örgütler ve devletler “masaya”oturduğunda, yukarıda bahsi geçen iki amacı gerçekleştirmek için genellikle dört strateji benimsenmiştir. Bu yöntemler 

1) Yasal ve anayasal düzenleme 
2) Ateşkes, Çekilme ve Silahsızlanma
3) Hakikatlerin ortaya çıkarılması, faillerin yargılanması ve çatışmaların yol açtığı zararların tazmin ve telafisi ile 
4)Devletin askeri güçlerinin daha önce işlediği suçları işlemelerini engelleyecek çapta geniş güvenlik reformlarıdır.

 Bu stratejilerin ilk ikisi daha çok egemenliğin yeniden paylaşımı / demokratikleş me bağlamında ele alınabilecekken, son ikisi ise toplumsal barışın 
inşası açısından önemlidir. Bilindiği gibi Türkiye’de Ocak ayından itibaren esas olarak tartışılan ilk iki strateji olmuştur. 
Dünkü yazım da bunlardan yasal ve anayasal düzenleme konuları söz konusu olduğunda asıl anlaşmazlığın içerikten çok yöntem olduğunu belirtmiştim. AKP’nin demokratikleşme sürecini dahi bir egemenlik gösterisi haline getirdiğini anlatmıştım; bunun ise ancak barış süreci uluslararası kriterleri benimseyen yasal bir çerçeveye oturtulduğunda ve toplumsal tartışma kanalları açıldığında engellenebileceğinden bahsetmiştim. AKP’ nin bugüne kadar açtığı toplumsal kanalların toplumu, hassasiyetli, duygusal, fevri, heyecanlı bir kırmızı çizgiler üreticisi haline indirgediğini söylemiştim. (Yrd. Doç. Bülent Küçük buna müşteri
memnuniyeti yaklaşımı ismini veriyor.) KCK’nin esas itirazının barış sürecini güvensiz leş tiren, muğlaklaştıran bu yasasız ve toplumsuz yönteme olduğunu belirtmiştim. Nitekim bu yüzden paket açıklandığında içeriği ne olursa olsun toplumsal gerilim yaratacağı kesin. Bugünkü yazısında Cengiz Çandar’da benzer bir saptamada bulunmuş.

Çekilmeye gelince:

Yasal düzenleme egemenliğin demokratikleşmesini sağlıyorsa; ateşkes, çekilme ve silahsızlanma ise devletin bölgesel olarak kaybetmiş olduğu egemenliğin yeniden tesisi anlamına geliyor. Ondan bu ikisüreç birbirleri ile son derece ilintili. PKK’nin biri olmadan diğeri olmaz konusundaki ısrarının arkasında yatan da bu. Yani PKK eyer ki bölgede silahla kendine ve Kürtlere açmış olduğu alandan vaz geçecekse bunun yasal bir güvencesi ve sonucu olmalı.Öte yandan Türkiye’de şu anda ateşkes, çekilme ve silahsızlanmaya bir çerçeve ve bir takvim oluşturacak; böylelikle de konuyu Suriye-Ortadoğu vs.bağlamından göreceli bağımsızlaştıra cak hiç bir yasal düzenleme bulunmuyor.

Oysa örneğin Kolombiya’da daha görüşmeler başlar başlamaz söz konusu edilenlerin başında bu konular ile ilgili düzenlemeler geliyordu. Elbette
silahsızlanma başlı başına son derece zorlu ve uzun soluklu bir konu. Ancak şunu söyleyelim: çekilmenin olması demokratikleşmeye bağlıysa, silahsızlanma da silahlı militanların yasa ile düzenlenmiş toplumsal katılımı ile gerçekleşebilir. Ayrıca bu konu elbette Abdullah Öcalan’ın geleceği meselesini de içeriyor.Akil İnsanların Raporlarından medyaya yansıdığı ölçüde anladığımız iseTürkiye’de Kürtler ve Türkleri en azından görünürde en keskin ayıran konununbu olduğu. Yani hem Öcalan’ın durumu, hem de silahsızlanma ve sonrası, toplumsal barış ile yakından ilgili.

Toplumsal Barış: 

Hakikatler Türkiye’de barış sürecinin gidişatında, daha önceden tartıştığımız ve egemenliğin paylaşımının hangi içerikle olduğundansa hangi yöntemle olduğu konusundaki büyük sorunların yanı sıra bir sorun daha bulunmakta. O ise toplumsal barış ayağının tamamıyla boş bırakılması.Türkiye’de sürecin daha baştan “barış” yerine “çözüm” olarak tanımlanması -- ki bu Türkiye Devleti tarafından “terör sorunun” çözümü olarak anlaşılırken, Kürtler tarafından “Kürt sorunun” çözümü olarak anlaşılıyor —toplumsal barış meselesinin daha az gündeme gelmesine sebep oluyor elbette.Ancak çatışmanın bir egemenlik ve güvenlik sorunu dışında tartışılması için kanalların açılmaması, savaş sırasında yaşanan büyük felaketlerin hala bir kamusal sorun olarak değil birer özel sorun olarak görülmesi de, toplumsal barış sorun salının lafta değil ama özde konu dışı kalmasına sebep oluyor. Kayıplar,katliamlar, faili meçhuller, dışlanmalar, tacizler, tecavüzler, ancak kişiselçabalarla, anlatılar, romanlar, projeler vasıtasıyla gündeme geliyor.
Savaşın büyük hakikati ve felaketinin toplumları yarması halihazırda bir “empati” sorunu olarak görülüyor. Oysa ihtiyacımızı olan ciddi bir hakikat ve telafi politikası. Aksi takdirde ne Öcalan, ne de bir çok başka mesele hakkında uzlaşma geliştirmek mümkün olmayacak. Ne de yeni anayasa konusun da.Yukarıda da belirttiğim gibi dünyada toplumsal barışın sağlanması ile ilgili benimsenmiş stratejilerden biri hakikatlerin devletin kurduğu ve sivil toplumun katıldığı hakikat komisyonları ile ortaya çıkarılması ve bu minvalde yargılamanın yapılması. 
Bu bir yandan ortak bir tarihin oluşmasını sağlar, bir yandan savaştan zarar görmüşlerin deyimi yerindeyse gönüllerini soğuturken,bir yandan da devletin demokratikleşmesini, şeffaflaşmasını ve sorgulanabilir olmasını sağlıyor. Türkiye’de bugün itibarıyla ne devletin bölgede işlediği suçlar ne de sivil kurumların ve kişilerin bu suçlara iştiraki ile ilgili sistematik bir sorgulama yapılmış değil.Bilindiği gibi AKP’nin bu konu ile ilgili tavrı 1990 lar ile 2000 leri ayırmaktan geçiyor. Buna göre Türkiye’de 1990’larda hak ihlalleri yaşandı yaşanmasına ancak AKP iktidarı ile birlikte durum değişti. AKP’ye göre zaten bir
zamanlar mazlum ve mağdur olanları temsil eden AKP’nin iktidara gelmesinin kendisi geçmişle bir çeşit kopuşu kanıtlıyor, simgeliyor ve icra ediyor.
Oysa hak ihlalleri; özellikle sivillerin askeri güçler tarafından öldürülmesi ya da gösterilerde polisler tarafından öldürülmesi AKP iktidarında da sürdü. Çocuklara yönelik devlet şiddeti ve tacizi arttı. Ancak bunlar olmasaydı dahi sorunbitmezdi. 1990larda suç işlemiş ya da mülki amirlikler tarafından suç işlenirkenotorite pozisyonunda bulunmuş onlarca kişi bugün hükümetin içinde veyagözetiminde. Yani bu açıdan AKP bir kesintiyi değil devamlılığı icra ediyor.

AKP hakikatlerle yüzleşmeyi sistematik bir siyaset in parçası yapmamasını kültürel bir başka savla da destekliyor. Buna göre örneğin “Hakikat komisyonları” ve benzerleri Türkiye kültürüne uygun değil; Türkiye kültürüne “ Helalleşme ” uygun.  Kültürcülük le ilgili yapılabilecek eleştiriler bir yana,helalleşmenin ya da kan davalarında “barışmanın” eşitler arasında olduğunu unutmamak gerekir. 

Dünyada hakikat komisyonlarının ortaya çıkması devlet ve halkın; ya da farklı halkların devlet nezdinde eşit olmamasından kaynaklıdır.Üstelik kimi modeller bağlamlarını aşarak evrenselleşir. Nasıl ki devlet terörü (faili meçhuller, koruculuk sistemi, Jitem gibi paramiliter örgütlenmeler, kayıplar, köy boşaltmalar) evrenselleşmiş tir; hakikat komisyonları da buna karşı halkların evrenselleştirdiği bir modeldir.
Hakikatlerle ilgili ve bunların hangi mekanizmalarla toplumsallaşacağı ve bunun barışa katkısı ile ilgili söyleyecek çok şey var. Ancak kısaca başka bir konuya değinelim. Türkiye’de ne yazık ki toplumsal barış mekanizmaları şehitlerve gaziler için de çalıştırılmıyor. Ailelerin bugün kendilerine barışla ya da savaşla
ilgili anlatabilecekleri tutarlı bir toplumsal ve siyasi hikaye yok. Tam tersine : onlarca savaşmış erkek bir yandan bölgede yaptıkları hak ihlallerini
sır olarak saklamaya devam ediyor ve bu sayede devlet e rağmen devlet egemenliğiyle özdeşleşiyor. Bir yandansa acıyla, sakatlıkla, travmalara, şimdi üstelik bir de anlamsızlıkla boğuşuyor. Hakikatler ve hakikatlerin toplumsallaşması, kamusallaşması, yakın tarihe ortak bir anlam verilmesi onlar için de elzem. Oysa Türkiye’de benimsenen politika helalleşme kisvesi altında dahi olsa hakikatlerin hala ört bas edilmesi: Böylelikle zamanı geldiğinde Kürtlere, muhaliflere karşı kullanılacak acılarını, sırlarını özel yaşama hapsetmiş, kırgın bir sivil /militer ordu kenarda tutuluyor.

Toplumsal Barış:

Güvenlik Reformu Dünyada toplumsal barışın diğer bir ayağı geniş güvenlik reformlarının gerçekleşmesinden güç alır. Türkiye’de, “çekilme” dendiğinde, bu sadece PKK’nin silahlı güçlerinin sınır dışına çıkması olarak anlaşılıyor.
Ancak dünyada çekilme ve silahsızlanma sadece örgütlere yönelik değildir. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi egemenlik ihlali örgütler tarafından yapılsa
da; hak ihlallerinin çoğu devletin askeri güçleri tarafından gerçekleşir. Bu sebeple barış süreçlerin de geniş güvenlik reformları yapılır. Bu güvenlik reformlarında amaç,

1) çatışmanedeniyle militarize edilmiş bölgelerde silahlı kuvvet sayısını normale çekmek
2) Güvenlik güçleri ve sivil vatandaşlar arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemek,
3) Paramiliter güçleri tasfiye etmek olarak sıralanabilir.

Halihazırda içinde onlarca askeri tesis bulunan ve onlarca sivil katliama tanıklık etmiş Lice’de, Yüksekova’da, Cizre’de, Bingöl’de yeni karakol yapmak,var olan karakolları büyütmek, askeri güç ve sevkiyat ı her yerde arttırmak, yeni korucular almak bu anlamıyla barış sürecini ve daha önemlisi toplumsal barış imkanını esastan sabote etmek anlamına geliyor. Nitekim gazetelere azca yansısada bölge halkı özellikle de kadınlar, sabah akşam ayakta, gergin, öfkeli, onlara enfazla ölüm ve taciz olarak geri dönmüş bu karakolların yapımını engellemeyeçalışıyor.KCK’nin çekilmeyi durdurmasında etken olan sebeplerden biri bu. KCK bunun kendine yönelik bir tehdit, bir çeşit savaş hazırlığı olduğu kanısında. Yine sürecin nesnel kriterlerle izlenmesini engelleyen çerçeve yokluğu, anlaşma yokluğu, sivil gözlemci yokluğu süreci muğlaklaştırıyor, karşılıklı niyetler, el yoklamalarla yürüyen bir güç oyununa döndürüyor.

 Çözüm..


Dünkü yazıda da belirttim. Barış sürecinin tüm bu zorluklara rağmen yürüyeceğine inananlardanım. Ancak sürecin kalıcı ve sürdürülebilir olması için dünyada onca birikmiş deneyimin göz ardı edilmesi anlaşılır gibi değil. Özellikle
bölge denklemlerinin bu hızla değiştiği bir durumda sürecin bir an evvel yasal bir çerçeveye kavuşması, bir zaman tablosu çıkarılması ve toplumsal müzakere ve barış kanallarını açacak komisyonların kurulması gerek. Süreci izleyecek nesnel kriterlerin ortaya çıkmaması ve bununla ilgili kurumların kurulmaması hepimizi sinir uçları açık bir biçimde spekülasyona, heyecana ve umutsuzlukla umut arasında hızla yalpalamalara itiyor. Daha da kötüsü süreci tamamen uluslararası siyasetlere en çok da Suriye’deki gelişmelere endeksliyor. Ne Türkiye’nin Suriye’ye bu kadar endekslenmesi ne de Suriye’nin buraya, bölge açısından faydalı değil. 

Çatışmalar yayılarak değil ancak ve ancak çerçevelenerek çözülebilir, küçültülebilir.

Nazan Üstündağ

https://www.academia.edu/4762074/Bar%C4%B1%C5%9F_S%C3%BCrecinin_Sorunlar%C4%B1_ve_%C3%87%C3%B6z%C3%BCm_Yollar%C4%B1_II

Barış Sürecinin Sorunları ve Çözüm Yolları I


 
Barış Sürecinin Sorunları ve Çözüm Yolları I


 
Bugünlerde barış -- ya da içinde yer alan siyasi aktörlerin adlandırdığı haliyle çözüm - sürecinde netameli zamanlardan geçiyoruz. Kürt aktörlerin tamamı bir ayı aşkındır, sürecin tek taraflı yürüdüğünden şikayet ediyor ve 1Eylül ve 15 Ekim ’i “ Kürt Sorununun ” çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyolunda adım atılmasını bekledikleri dönüm noktası tarihler olarak telaffuzediyorlardı.
Nitekim hafta başında KCK, beklenen tarihlerde adım atılmadığı için çekilmen in durdurulduğuna dair bir açıklama yaptı.
Şimdi hükümetinaçıklayacağı çözüm paketini bekliyoruz.
Ve elbette tansiyonun düşmesi ya daartmasında önemli rol oynayacak İstanbul KCK davasının gidişatını takipteyiz.
Siyasi gerilimin arttığı ve her düzenlemeye ya da beyanata aşırı siyasi ve sembolik anlam yüklendiği böyle dönemlerde hem sorunların kaynağını anlamanın hem de sorunları gidermenin önemli yollarından biri sürece karşılaştırmalı bir çerçeveden bakmak.
Bir diğer deyişle Türkiye Devleti ve PKK arasında yürüyen süreci benzer dünya örnekleri ışığında değerlendirmek.
Böylebir bakış açısı dünyada son 25 yılda birikmiş deneyimi temel alarak, siyasete mesafeli bir yaklaşım oluşturmaya katkı sunabilir.
Üstelik bu sayede KCK’ninTürkiye’ye yönelttiği eleştirinin bir güç gösterisi değil, devletin barış sürecininkalıcı olması ile ilgili hiç bir önlem almamasından kaynaklandığını görmek mümkün olabilir.





 
Dünyada Barış Deneyimleri,
 
Devletlerin kendilerine karşı mücadele eden devlet dışı aktörlerle bugünbildiğimiz anlamda “ Barışma ” pratiği geliştirmelerinin esas olarak 1990’ larla birlikte ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bunun çok farklı sebeplerisayılabilir. Örneğin özellikle 1970 lerde sindirme, terörize ve yok etme teknolojileri nin gelişmesiyle birlikte, devletlerin kendilerine isyan eden halk veörgütleri maruz bıraktığı kitlesel acının bir toplumsal kopuş ve yarık yaratması; ve bu yarığı ve kopuşu saklamanın ve görmezden gelmenin sürdürülemez halegelmesi bu sebeplerden biridir ki; İrlanda barış süreci buna iyi bir örnek teşkileder.
 
Güney Afrika, Arjantin ya da Guatemala barış süreçlerinde, hem bu faktör rol oynamış, hem de uluslararası baskı, devletleri barışa mecbur bırakmıştır.
Sudan’da olduğu gibi isyan eden taraf ve devletin mevcut konjonktürde karşılıklı yenişemezliğinin ortaya çıkması da barış için bir sebeptir.
 
Bugün Türkiye’de buüç sebebin de sürecin başlamasında yer teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Öte yandan dünyada 1990larla birlikte ortaya çıkan 100ü aşkın barış sürecinin yine 1990 larla birlikte kurumsallaşan küresel kapitalizmle olan ilişkisi deyadsınamayacak derecede açıktır.
 
Nitekim küresel sermayenin iç savaş ve devlet terörü ile “olağanüstü hale” gelerek üretim ve tüketim pazarlarından kopmuş (yada henüz hiç dahil edilmemiş) yerelliklere göz dikmesinin dünya çapında birbarışma ve uzlaşma rejiminin tesis edilmesine sebep olduğunu söyleyenlerazımsanmayacak sayıdadır.
Kürt meselesi bağlamında ele alırsak, bölgenin doğalkaynaklarına, ucuz iş gücüne ve civarında gelişen pazara göz dikmiş küresel ve Türkiye sermayelerinin barış sürecinden beklentileri ortadadır.
Ulus devletler kendilerine karşı mücadele edenlerle yaptıkları barışı hemen her zaman bir tasfiye ve entegrasyon süreci olarak tariflerler.
Barışsürecinde atılan adımların tamamı, şiddet kullanma ve yasa yapma gücünün tekrar devlet elinde tekelleşmesini,savaş sırasında çoğullaşmış tarih
anlatıları vehafıza biçimlerinin  “ Ötekileştirilmiş ” olanları da  içererek, tekilleştirilmesini veyasa dışı kalmış alanların kapitalist ilişkilere açılmasını içerir.
Bu sayede silahlımücadele süresince delik deşik olmuş “mülk” ve “vatan” yeniden inşa edilir.Örneğin Güney Afrika’da kurulan yeni anayasal düzen eşitsizliği kurumsallaştır mış ve beyazların mülkünü dokunulmaz ilan etmiş, öte yandan siyahlar ve beyazların ayrı tarihleri, Af ve “ Hakikat Komisyonları ” aracılığıyla aynı vatanın parçası kılınmıştır. İrlanda’da ise İngiltere devleti IRA’nın mücadelesinibir talepler manzumesine indirgemiş, talepleri kısmi olarak gerçekleştirip, IRA’yı silahsızlandırmış,tasfiye etmiş, bu sırada kendini de Protestanlar ve Katoliklerarasında arabulucu ilan edip temize çekmiştir. Endonezya ise uzun yıllar etnik vesınıfsal bir bağımsızlık mücadelesi veren Açe bölgesini barış sürecinde küreselsermayeye açmış ve kalkındırarak kendine rakip yaşam tahayyüllerini saboteetmiştir.Devlete karşı savaşanlar için ise çoğu zaman barış, siyasi mücadeleninsilahsız yapılabileceği bir yasal ve toplumsal zeminin inşası ve yeni mücadelealanları ve birliktelikleri yaratılmasından
ibarettir. Örneğin El Salvador’da ve Güney Afrika’da kadınlar, Guatemala’da yerliler ancak barış sürecinin mümkünkıldığı yasal zemin ve alanların açılmasıyla siyasette görünür aktörler haline gelmişlerdir.
 
Bir diğer deyişle ; Ulus Devletlere meydan okuyan çoğu örgüt ve halkhareketi, barışı stratejik bir değişim olarak görürler.
 
Bu stratejik değişimsayesinde siyasi alanda farklı kesimlerin ortaklaşabileceğini ve önceden imkanbulunmayan ittifakların kurularak mücadelelerin
yürütülebileceğini umarlar.
Ulus devlet ve örgütlerin farklı anlamlar yükleyerek girdiği barış süreçlerinde en önemli mücadele alanlarından biri yasa olmuştur. Çünkü silahsız bir siyasi mücadelenin şartlarını sağlamanın yolu da, yasa ve şiddetitekelleştirmenin yolu da yasal değişimden ve müzakerede varılan mutabakatınkurumsallaşmasından geçer.
Ayrıca verilen mücadele sadece hangi yasal düzenlemelerin olacağı değil, aynı zamanda bu yasal düzenlemelerin hangiyöntemle gerçekleşeceği konusundadır da.
Nitekim bugün geldiğimiz noktada KCK’nin AKP hükümetine eleştirisi ve itirazı büyük ölçüde yöntemselken, AKPhükümeti bu temel eleştiriyi içeriksel düzenlemelerle geçiştirmeye çalışmaktadır. Ancak aşağıda da anlaşılacağı gibi bu yöntemsel itiraz aslındabarışın esasına; yani hayati bir soru olan barışın toplumsallaşması ve sürdürülebilir olması meselelerine bağlanıyor.
 
Yasal Çerçeve
 
Türkiye’de çözüm sürecinin ilk gününden beri karşılaştığımız en önemlisorun yasal çerçeve yokluğu dur. Referans alabilecek, tartışılabilecek ve izlenebilecek bir çerçeve bulunmadığı için süreç, tamamıyla verilen sözler, jestlerle gösterilen ya da kullanılan kelimelerden okunan niyetler, sürekli ölçülen “ Samimiyetler ” kıstaslarıyla yürümekte; hayal kırıklıkları, tansiyon, sabırsızlık ve güvensizlik sürece eşlik etmektedir. Her ne kadar Kürt tarafının 1 Eylül ve 15 Ekim tarihlerini telaffuz etmesi ortada bir takvim olduğu görüntüsünü verse de,halihazırda kamuoyuna açıklanmış bir sözleşme bulunmamaktadır.
Bu sözleşmenin yokluğu ise devletin resmi olarak Abdullah Öcalan ya da PKK ile bir anlaşma yapması tahayyül dahi edilemediği için makulmüş ve meşruymuş gibi görülmektedir. Oysa dünyada 1990 dan bugüne devletlerin PKK türü örgütlerle yaptığı 600’e yakın anlaşma vardır.
 
Bu tür anlaşmaların yapılmasını kolaylaştırmak için uluslararası hukuk, önce yerlileri (Kızılderililer, Mayalar, Aborjinler, Açeliler, Filistinliler, Kürtler gibi), sonradan ise devlet olması ileridemuhtemel sayılan aktörleri (mesela Sudan’da ya da Eritre’de olduğu türden örgüt ve liderleri) veya çatışarak halkların mağdurluklarına sebep olacak ya daçeşitli programlarla bu mağdurlukları giderecek kapasitede olan örgütsel yapıları (mesela FARC, IRA, ETA gibi ), ulus devletlerle anlaşma yetkisi bulunan “ Tüzel ” kişilikler olarak tanımıştır.
Nitekim PKK’nin bünyesine katılan çocuklarsebebiyle bazı uluslararası anlaşmalarda imzacı olduğunu, yani uluslararasıhukukta çoktan bir tüzel kişilik olarak kabul edildiğini biliyoruz. Bir diğer deyişle PKK ile devletin ya da Öcalan ile hükümetin bir yazılı anlaşma yapmasıkarşısında teknik ve hukuki bir engel bulunmuyor.
Ancak bilindiği gibi dahasürecin kamuya açıklandığı ilk dönemde imzalı bir sözleşme olmasa dahi, çekilmenin yasal bir çerçeve dahilinde gerçekleşmesi gerektiği BDP tarafındandile getirildi ve hükümet tarafından ret edildi.
  Öte yandan  ortada bir anlaşmanın olması, bu anlaşmanın pazarlığa ya da bozulmaya kapalı olduğu anlamına da gelmemektedir.
 
Örneğin yukarıda bahsi geçen 600 ’e yakın anlaşmanın yarısı ilk beş yılda; üçte ikisi ise ilk on yılda bozulmuştur. Bozulmanın sebebi hemen her zaman,
anlaşmalarda uzlaşmayavarılan konuların ulus devletler tarafından yasaya bağlanmamasıdır. Nitekim gerek Kolombiya, gerek Nepal, gerekse Guatemala gibi büyük umutlarla başlanmış barış süreçleri sürece başlarken temel alınan anlaşmaların daha sonrayasallaşmamasıyla kesintiye uğramıştır.Barış süreçlerinin yasal çerçevesini inceleyenler barışın üç aşamadagerçekleştiğini söylerler.
 
Bunlardan birincisi görüşme öncesi aşamadır ki, bu aşama genellikle gizli ve arabulucular dolayımıyla yürütülür.
 
Bu aşamada, ileride olması muhtemel müzakereye, kimlerin hangi statü ile katılacağı belli olur. Hemİrlanda hem de Kolombiya’da bu aşamanın  medyaya sızması sürecin kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Öte yandan İrlanda ve İspanya’da bu süreçleroldukça uzun sürmüştür. Sonuçta hem İrlanda hem İspanya devletleri masayaancak siyasi parti temsilcileri ile oturacaklarını söylemişlerdir .
 
Bu aşamada ikinci amaç bir çeşit ateşkese varılmasıdır.
 
Ancak ateşkes sağlanıncaya kadar özellikledevletlerin masaya oturacak tarafı güçsüz düşürmek için suikastlara ve saldırılara devam ettiği de görülür.
Örneğin yine Kolombiya’da FARC’ın üç lideribu aşamada öldürülmüştür.

Türkiye örneğine gelindiğinde, bilindiği gibi Türkiye devleti Oslo’da MİTaracılığı ile PKK temsilcileriyle görüşmüş ancak o süreç hala tam olarak bilmediğimiz sebeplerle bitmiş ve yeni süreç Abdullah Öcalan’la başlatılmıştır. Ancak devlet Öcalan’ı tecritte tutarak, adaya gelip giden vekillere müdahale ederek ve hem Kandil ile İmralı, hem de İmralı ile dışarısı iletişimini sınırlayarak Öcalan’ın sürece eşit katılımını imkansızlaştırmakta ve süreci kendi kontrolü altında tutmaktadır. İşte süreci tıkayan noktalardan biri budur. KCK açıklamasından anladığımız, hükümetten beklentilerin başında, Öcalan-Kandil- BDP ve dışarıdaki diğer toplumsal ve siyasi aktörler (ki Öcalan gazeteciler ve danışabileceği başka bazı kişilerle görüşmek istediğini belirtti) arasında ki iletişimin bir çerçeveye kavuşması geliyor. Oysa AKP bu konuda hiç bir adımatmayarak adeta bir yandan Öcalan’la görüşüyor, bir yandan da Öcalan’ı bir muhatap olarak güçsüz leştirmeye, değersizleştirmeye kalkışıyor. Şimdiki moda  deyimiyle KCK
açıklaması bu değersizleştirmeye karşı esastan olduğu kadar aynı zamanda bir haysiyet itirazı.
 
 Barış süreçlerinde ikinci aşamada, çatışmanın çıkmasına sebep olmuş faktörlerin belirlenmesi ve çatışmanın yeniden başlamasını önleyecek yasal değişimlerin
müzakeresi ve kararlaştırılması amaçlanır. Bu aşamanın şeffaf olması gereklidir. Çünkü bu aşamada sürecin siyasi aktörler dışında da tartışılması ve toplumsal
mutabakatın sağlanması hedeflenir ki barış sürdürülebilir olsun.
 
Ayrıca bu aşamada genellikle mutabakatı kolaylaştıracak,sorunları çözebilecek ve tarafların varılan mutabakata uyumunu gözlemleyecek sivil yapılar oluşturulur.
Türkiye’de en önemli sorunlardan biri bu aşamanınşeffaf yürümemesi.
Daha da önemlisi bu aşama ve bir sonrakinin gerçekleşmesi için gerekli me kanizmaların ve sivil gözlem heyetlerinin kurulmaması.AKP barış süreci ile ilgili olarak iki mekanizma kurdu. Bunlar Akil İnsanlar ve Çözüm Komisyonu. Ancak  Akil İnsanlar Raporu kamuya açıklanmadı; Çözüm Komisyonu’nun raporu ise henüz hazırlanmadı.
 
Üstelik Akil İnsanlar Komisyonu’nun raporunun gündeme gelişinden anladığımız kadarıyla bu raporabir çeşit kırmızı çizgi belirleme rolü atfedildi. Yani AKP, “Türk”
vatandaşlarının nelere itirazı olacağını saptayarak, demokratik pakete nelerin konulmayacağını,nelerin ise sorunsuz kabul edileceğini belirledi. Bu zaten
AKP’nin bugüne kadar yaygın olarak kullandığı ve “ Katılımcılık ” niteliği atfettiği yöntem: “ Milletin ” nabzını ölçerek, çeşitli grupların  içinde kendini bulabileceği, kendinin temsil edildiğini hissedebileceği paketler hazırlamak. AKP sağlık reformundan sosyalyardıma, yargı reformuna kadar çok çeşitli alanda bu tür bir yöntemle hareket etti.
Ancak demokrasi paketi söz konusu olduğunda mesele bu yöntemin negatiften işletiliyor olması. Yani yöntem paketi tamamlamak için değil,eksiltmek için kullanılıyor .
 
AKP’nin paketi tek başına hazırlamasına, CHP ve MHP sürece katılmadıkları için itiraz etseler de, nihayetinde onlar da paketin içeriğinizenginleştirmek için değil,
eksiltmek için uğraşacaklar.
 
Her durumda paket açıklandığında AKP, bir çok kesimle karşılaştırıldığında kendini daha demokrat ve ilerici olarak temize çekecek. Oysa meseleyi seçime, popülizme endeksliyor diyerek AKP’ye itiraz eden Kürt tarafı tam da meselenin, paketin içeriğinden çok, paketin karşındakini hiçe sayan, müzakereyi bir egemenlik aracına dönüştüren oluşturuluş yöntemine itiraz ediyor.
Elbette dünyada katılımcılık veya toplumsal tartışma dendiğin de bu yöntem anlaşılmıyor. AKP ise dünyada 100 ü aşkın deneyimde benimsenmişdiğer yöntemleri kendi ihraç edilebilir barış modelini geliştirme sevdasıyla ret ediyor.
İşte KCK’nin açıklamasında geçen ve Öcalan’ın öngördüğü ancak AKP’nin hayata geçirmediği 8 komisyonun kurulması Güney Afrika’dan, Afganistan’a, Guatemala’dan Uganda’ya dünyanın bir çok yerinde benimsenmiş bu yöntemlerden biri.
 
İkinci bir yazıda bahsedeceğimiz gibi Öcalan’ın teklif ettiği bu komisyonlar çatışmaya sebep olan ve çatışmanın sebep olduğu çok çeşit alandane gibi siyasetler ve düzenlemeler geliştirilmesi gerektiğini topluma tartıştırmayıve makul öneriler geliştirmeyi hedefliyor. Soruyu genel bir “ne olmaz”sorusundan ya da hassasiyetler, öfkeler ve sitemler alanından çıkartıyor.
Toplumsal aktörlere sorunun çözümünün parçası olmak konusunda sorumluluk veriyor.
Barış süreçlerinin son aşaması yasallaşma ya da yine Türkiye’de adlandırıldığı haliyle normalleşmedir.
Yani bundan böyle içinde yaşanacak olan toplumsal ve siyasal yapının karara bağlanması. Yasallaşma elbette bir kerede olmaz ve yeniden müzakereyi de içerir.
Nitekim AKP’nin açıklayacağı çözüm paketinde anadil veya baraj gibi Kürt toplumu ve Türkiye’deki sol muhalif kesimlerin üzerinde anlaştığı bir dolu düzenlemenin var olmaması muhtemel. Buise özellikle Kürt toplumsal ve siyasi çevrelerinde büyük sorun yaratacak.
İncelemeler bu aşamanın zaten en zorlu süreç olduğunu göstermektedir. Bu sürecin başarısı üç faktöre dayalıdır. Bunlardan birincisi müzakere de varılan mutabakatın bağlayıcılığıdır.
Dünyada bu bağlayıcılık genellikle uluslararası alanda kabul gören anlaşma belgeleriyle sağlanmıştır ancak şeffaflık da bağlayıcılığı sağlamak için önemli bir faktördür.
İkinci Faktör yapılacak şeylerin muğlak olmaması yani mümkün olduğu kadar somut tariflenmesi dir. Son olarak ise sürecin, varılan mutabakatın tarafı olmayan kesimler tarafından denetlenebileceği bir mekanizmanın oluşturulması gerekmektedir.
Bu denetleme genellikle ya uluslararası aktörler, ya başka ülke yönetimleri ya da toplumsal aktörler tarafından yapılmaktadır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi AKP sürecin başarılı olmasınısağlayacak olan bu üç faktörün üçünü de gerçekleştirmiyor.
KCK’nin haftabaşında yayınladığı açıklama ve çekilmeyi durdurması bu anlamıyla üçüncü aşamayı zorlaştırmak değil kolaylaştırmak amacını taşıyor olarak da okunabilir.
Çünkü KCK metninde özellikle komisyonların yani sivil yapıların kurulmaması veÖcalan’ın sürece katılımının ve siyasi ve toplumsal aktörlerle iletişimininengellenmesi ile paketin kimseyi katmaksızın ve tartışmaksızın hazırlanmasının üzerinde duruyor.
KCK’nin itirazı öncelikle yöntemsel derken bunukastediyorum. Bu üç faktör yerine gelmedikçe açıklanacak paket de sorunuçözmekten uzak olacak.
Üstelik toplumsal gerilimi arttıracak.
Kimileri paketifazla kapsamlı bulacak. AKP onlar karşında kendisinin ne kadar demokrat ne kadar milliyetçilikten uzak olduğundan dem vuracak.
Paketi dar bulanları ise kötü niyetle, süreci sabote etmekle, samimiyetsizlikle suçlayacak.
Süreci şeffaflaştırmadığı, mutabakatı bağlayıcı ve denetlenebilir kılmadığı için AKP hep haklı ve hep haksız olacak.
 
Ancak sürecin yine de bozulmaması muhtemel.
 
Türkiye’deki demokratikkesimlerin ve son 9 ayda nesnel çıkarının barışta olduğu anlaşılmış bütün halklar bu tökezlemeyi bir fırsat olarak görmelidir.
Toplumsal kesimler olarak süreçte daha aktif rol almayı ve uluslararası kriterlere uygun bir sürecin gerçekleştirilmesini talep etmek gerekli.
Dünyada yapılmış araştırmalar başarılıbir barış sürecinin ancak toplumsal baskı ile oluştuğunu gösteriyor.
Ancakhakiki bir toplumsal katılımın sağlanmasıyla.
 
Bir sonraki yazıda barışı süreciniiçerik açısından ele alacağım.
 
 
 Nazan Üstündağ


https://www.academia.edu/4762073/Bar%C4%B1%C5%9F_S%C3%BCrecinin_Sorunlar%C4%B1_ve_%C3%87%C3%B6z%C3%BCm_Yollar%C4%B1_I