10 Aralık 2021 Cuma

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ ETKİSİ VE ÖNEMİ. BÖLÜM 2

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ  ETKİSİ VE ÖNEMİ. BÖLÜM 2





İnönü ile Bayar arasındaki dördüncü görüsme 17 Haziran tarihlidir. 


Bu görüsme Bayar’ın istegi üzerine yapılmıstır 9. Bayar, görüsmeye daha önceki görüsmelerini arkadaslarına anlattıgını söyleyerek baslamıs, partili arkadaslarının oynadıgı hakemlik rolünden dolayı İnönü’ye minnet ve sükranlarını sunduklarını belirtmistir. Bayar, ardından baskı iddialarını ve hükümet tarafından kamuoyuna bir açıklamada bulunulması isteginin arkasında durduklarını yinelemistir. Ancak, Bayar, İnönü’nün, böyle bir açıklamanın soru-cevap biçiminde yapılması istegine çekince koymustur. Bayar bu endisesini su sekilde belirtmistir: “Kanun dısı hareket, ihtilal tesebbüsleri düsünmüyoruz demek bile gücüme gidiyor” 10 . İnönü’nün Bayar’a bu noktada hak verdigi anlasılıyor. İnönü’nün “tatilde ne 
yapacaksınız?” sorusundan sonra “mitingler olacak mı?” diye de sorması, mitinglerin iktidarca etkili bir yöntem olarak kabul edildigi biçiminde yorumlanabilir. Öte yandan muhalefet kanadında, Bayar’la İnönü arasında yapılan bu görüsmelerin DP’nin tabanında “muvazaa” seklinde algılanmaması için bir çaba içine girildigi de görülmektedir. İnönü, Bayar’ın kendisini oyalanıyor olarak gördügünü, bu yüzden de kendisini örgüte “yürüdügümüz yolda devam edecegiz” anlamında genelgeler göndermek zorunda hissettigini belirtiyor 11 . 
İnönü’yle Bayar arasındaki besinci görüsme 20 Haziran 1947’de bu kez İnönü’nün istegi üzerine gerçeklesmistir. İnönü Bayar’a, konustuklarını Peker’e aktardıgını söyledi. Peker’in iki parti arasındaki iliskilerden övgüyle söz ettigini belirtti. Bayar ise buna, henüz fiili bir sonuca ulasamadıkları biçiminde karsılık verdi. İnönü, geçmisteki olayların sürekli gündeme getirilmesinin yanlıslıgından bahsetti. “Siz baskıdan sikayetçisiniz. Yani çalısma emniyeti istiyorsunuz. Hükümet sizin ihtilal metotları takip ettiginizi ileri sürüyor. İlk isimiz, bu iki nokta üzerinde arada bir emniyet kurulmasıdır” dedi 12 . İnönü, görüsmeler sürerken gösterdigi anlayı ve hosgörünün, muhataplarında, yalnız kendilerini haklı görmek egiliminin 
güçlenmesine neden oldugundan yakınmaktadır 13 . İnönü, Bayar’ın bir yandan kendisiyle görüsürken, bir yandan da örgütünün heyecanını gönderdigi genelgelerle ayakta tutma çabalarını yadırgadıgını saklamamaktadır. İnönü, Bayar’la yaptıgı görüsmelerin kamuoyunda yanlı yorumlara yol açmaması için bir tebli yayımlamıstır. 

İnönü, tebliginde, Bayar’la memleket sorunları etrafında görüstüklerini, görüsmenin ardından Bayar’ın “Cumhurbaskanından baskının kaldırılması için delaletlerini rica ettim. Herhalde hükümetle görüstükten sonra olacak, baskının kaldırılacagını hükümetin vadettigini söylediler” dedigini, sonra da muhalefet liderinin Sivas’a hareket ettigini belirtmistir 14 . İnönü, H. Suphi Tanrıöver’i Bayar’la görüsmesi için görevlendirmis, Tanrıöver de Bayar’la görüsmesini İnönü’ye aktarmıstır. Tanrıöver, Bayar’ın ardından Köprülü ile de bir görüsme yapmıstır. Görüsmede, nönü’nün partiler arasındaki arabuluculuk tutumunun takdire sayan oldugu yinelenmis. Köprülü, karsılarında CHP gibi bir partinin bulunmaması durumunda bir yıl bile dayanamayacaklarını söylemis. Çünkü, DP’nin içinde “ihtiras adamları, muvazenesizler, kötü ruhlu ve hesapsız unsurlar” vardır 15 . 
Bayar, bu arada, 27 Haziran’da Sivas’ta halka yönelik bir konusma yaptı 16 . Bayar, her zaman yaptıgı gibi, Sivas’taki konusmasına da, Sivas’lıları överek basladı. Bayar’a göre, “Sivas ve Sivas’lılar, mazideki tarihi medeniyet eserleriyle birlikte Türk inkılabının temelinin kendi 
sehirlerinde atılmı olmasıyla da haklı olarak ögünebilirler”. Bayar, yurttasların siyasal görüsleri yüzünden baskılara ugramaması gerektigini, DP iktidara geldiginde bu ilkeyi içtenlikle uygulayacagını söyledi. Bayar, radyonun ve halkevlerinin yalnızca iktidar partisine hizmet ettiginden yakındı ve esit muamele istedi. Bayar’a göre, memleketin çıkarı DP Kongresinde alınan Hürriyet Misakı kararları geregince Meclis’ten çekilmeyi gerektirirse bunda tereddüt edilmeyecektir. Suikast, hükümet darbesi gibi seyler asla akıllarından geçmiş degildir. Bayar, son zamanlarda İnönü ve Peker’le yaptıgı görüsmelere temas etti ve Peker’e, partinin kurulusundan bu yana geçirilen asamaları ve zorlukları anlattıgını ve bunların çözümünü istedigini belirtti. Bayar’a göre Peker, DP’nin hükümetin düsmanlıgına maruz kalmadıgını düsünmektedir ve hükümetin DP’ye karsı tarafsız davrandıgı kanısındadır 17 . Bayar, bir de her zaman oldugu gibi, devlet baskanı ile parti baskanının aynı kiside birlesmemesi geregi üzerinde durmustur. Bayar’a göre Atatürk, Serbest Fırka zamanında Ben particilere karsı bitarafım. Reisicumhur oldugum müddetçe partinin reisligini yapmayacagım. Bu vazifeyi bilfiil İsmet Pasa görecektir” anlamına gelen bir söz söylemi ve böylelikle geçmiste hayırlı bir yol açmıs. Bayar, aynı tutumu Atatürk’ün ardılından da beklemektedir 18 . 

İnönü, 5 Temmuz’da Bayar’la bir kez daha görüstü. Bu görüsmede, muhalefetin nönü’den bekledigi hakemlik müdahalesinin içerigi üzerinde duruldu. İnönü’nün düsündügü formül, simdiye kadarki durumun hikaye edilmesi ve güvenceleri de içeren dileklerin kagıda dökülmesidir 19 . 
İnönü ile Bayar, 7 Temmuz günü bir kez daha görüstüler 20 . Bu görüsmede kamuoyuna duyurulacak bildirinin biçimlendigi anlasılıyor. 
İnönü, tasarladıgı bildiri metnini Bayar’a verdi 21 . 
Bu arada Bayar ile Peker arasında karsılıklı demeç düellosu basına yansımaktadır. Peker, Bayar’ın Sivas konusmasına sert bir sekilde karsılık 
verdi 22 . Bayar ise Peker’in bu açıklamasıyla, iç politikada memleket ve dünya sartlarının gereklerini yerine getirme yeteneginden uzak oldugunu ortaya koydugunu söyledi 23 . 
İnönü, Bayar’ı 10 Temmuz günü yeniden kabul etmis, bu görüsmede “beyanname” üzerinde uzlasmaya varılmıstır. nönü’den beyanname örnegini alan Bayar, DP Genel dare Kurulunu toplantıya çagırdı. Bayar, toplantıda o güne dek yaptıgı görüsmeleri anlattı ve bildiri örnegini okudu. 

Bu noktada DP önde gelenleri ikiye ayrıldı. Üyelerin bir bölümü bildiriyi olumlu karsılarken, bir bölümü de karsı çıkıyordu. Partideki ılımlı kanat, bildirinin DP’ye yönelik baskıyı ortadan kaldırması bakımından yararlı olacagını vurguluyorlardı. “Müfrit”ler ise, İnönü’nün devlet baskanlıgı ile parti baskanlıgından hiç birisini bırakmadan demokrasi oynamak istedigini iddia ediyor ve bildirinin kabul edilmemesini, görüsmelerin kesilmesini istiyorlardı 24. Yusuf Kemal Tengirsenk, Ahmet Tahtakılıç ve Ahmet Oguz partideki asırıları temsil ediyorlardı. DP’nin kurucuları ise, ılımlı kanattandı ve Bayar’ın bunlara dahil olması güçlerini artırıyordu. Toplantının ilerleyen bölümlerinde Tengirsenk’in dısındaki asırıların yumusadıgı anlasılıyor. 
Ancak asırılar, bildiri metninde ufak tefek bir takım degisiklikler yaptırmayı basarıyorlar. Bildirinin sonuna ise, “beyanatın nesrinden önce basbakanla muhalif parti lideri görmüslerdir” kaydının konması çogunlukla benimseniyor 25. 
Aykırı kalan tek kisi Yusuf Kemal Tengirsenk’tir 26 . 
“12 Temmuz Beyannamesi” adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verilmis, 12 Temmuz günü ise ulusal gazetelerde yayımlanmıstır 27 . İnönü’nün bu bildirisi, muhalefete verilen güvenceler açısından çok önemlidir. nönü, bildiride önce, iktidar ve muhalefet kanadıyla yapmı oldugu görüsmeleri hikaye etmis, sonra da iki taraftan beklentilerini açıga vurmustur. nönü, bildirinin amacını, iki taraf arasında dügümlenen iliskileri yansız konumuyla çözmek olarak açıklıyor. Ona göre, suasamada kimin haklı kimin haksız oldugunu ortaya koymanın bir yararı yoktur. 
İnönü, asırıya kaçmakla birlikte iki tarafın da yakınmalarında haklılık payı oldugu kanaatini tasımaktadır. İnönü’nün bu sözlerinden, Peker’e ragmen, muhalefetin dillendirdigi baskı iddialarını kabul ettigi anlamı çıkıyor. İnönü, iki partiye de esit uzaklıkta oldugunu, “ihtilalci bir tesekkül degil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalısan muhalif partinin, iktidar partisi sartları içinde çalısmasını saglamak gerekir” sözleriyle ortaya koyuyor 28 . İnönü’ye göre, 
“mesru ve kanuni siyasi partilere karsı tarafsız ve esit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel sartıdır”. Ancak siyasi partiler de, mensuplarının ya da öyle görünen özel amaç sahiplerinin “sirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda” dikkat göstermelidirler. İnönü’nün varmak istedigi sonuç, iki partinin birbirlerine güven duymalarını saglamaktır. “Muhalefet, teminat içinde yasayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde 
olmadıgından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından baska bir sey düsünmediginden emin bulunacaktır”. Bu sözlerden de anlasıldıgı gibi, 12 Temmuz Bildirisi, ülkenin geri dönülmez bir biçimde çok partili yasama geçmiş oldugunu ortaya koyan bir belge niteligindedir. İnönü, 1959 yılında Akis’ten Hamdi Avcıglu’nun, Türkiye’de çok partili yasama geçilmesinin asamaları hakkında sordugu bir soruya su yanıtı vermistir: “Demokratik 
hayata geçmek kararımızın ciddiyetine inanılmak için oldukça zaman geçmistir. DP’nin kurulmasından sonra da endiseleri yenmek için uzun müddet sabır ve yardım göstermemiz lüzumlu olmustur. Kararın dönülmez tabiatta oldugu anlasıldıktan sonra, gittikçe artan bir siyasi cesaret havası yayılmıstır. Ölçülerin kaçtıgı, sabırların tükendigi devreye girmistik. 

1947 hakiki bir buhran noktasıdır. Ümitsizlik asikar bir hale geldigi zaman 12 Temmuz Beyannamesiyle demokrasi hayatının yerlesmesi için kat’i tedbir tarafımızdan alınmıstır” 29 . 
Muhalefete en yetkili agız tarafından güvence verilmistir. İnönü bu bildirisiyle muhalefetin kurumsallasmasına çok önemli bir katkıda bulunmustur. 

Bildiriden sonra, iki parti arasındaki iliskilerin tümüyle bahar havasına girdigi sanılmamalıdır. 
DP yönetiminin, içindeki “müfrit”leri zaptetmek için tuttugu iki yönlü politikanın bundan sonra da sürdügü görülüyor. İnönü’nün ise partiler üstü konumunu iyice kanıksadıgı bir döneme giriliyor. 

***

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ ETKİSİ VE ÖNEMİ. BÖLÜM 1

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ  ETKİSİ VE ÖNEMİ. BÖLÜM 1




Fehmi AKIN * 
* Yrd. Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 03200
 
AFYONKARAHİSAR. 
Sosyal Bilimler Dergisi 

ÖZET 

DP kurulduktan sonra bir süre iktidar partisinin hoşgörüsüyle karşılassa da, belediye seçimlerini boykot etmesi ve umulanın üzerinde bir örgütlenme başarısı göstermesi üzerine iktidar partisinin ona karşı tutumu giderek sertleşmiştir. Gerginligin doruga çıkması üzerine İnönü devreye girmiş ve iki parti arasında arabuluculuga soyunmuştur. Cumhurbaşkanı İnönü, Tarihe “12 Temmuz Beyannamesi” olarak geçen bildirisiyle muhalefetin de iktidar partisinin koşulları içinde çalışacagı güvencesini vermiş ve çok partili
dizgenin süregenligini saglamıştır. 

GiRİŞ

Demokrat Parti (DP) 7 Ocak 1946’da kuruldu. 1946 Mayısında yapılan belediye seçimlerini boykot etse de 21 Temmuz 1946’da yapılan erken genel seçimlere katılarak 66 milletvekili çıkardı. Kurulmasından tam bir yıl sonra birinci büyük kongresini yaptı. 7 Ocak 1946’dan 12 Temmuz 1947 Beyannamesine degin geçen bir buçuk yıllık süre DP ile iktidar partisi 
CHP arasında zaman zaman siddetini artıran gerginliklere sahne oldu. Bu makalede önce 12 Temmuz’a giden süreç ele alınmıs, sonra da beyannamenin sonuçları üzerinde durulmustur. 

12 Temmuz Beyannamesi 

DP Birinci Büyük Kongresi ve hemen ardından yapılan Muhtar seçimlerinden kısa bir süre sonra iki parti arasında adım adım tırmanan gerginlik “Aldogan Olayı”ndan sonra1 zirveye ulastı. nönü, 6 Haziran’da, İngiltere’den yeni dönmş olan Fuat Köprülü’yü telefonla arayarak 
kendisiyle görüsmek istedigini söyledi. İki saat süren görüsmede Köprülü, İngiltere izlenimlerini anlattı2, sonra da Türkiye’deki iç politika konusuna girdi. Köprülü’nün en çok yakındıgı konu, yöneticilerin baskısıdır. Köprülü ayrıca, halkı ayaklandırma gibi, ihtilale tesvik etme gibi konuların siddetle aleyhinde oldugunu ekledi. 
Bu arada, DP Ankara İl Baskanı Üzeyir Avunduk ve İşadamı Vehbi Koç’un iki parti arasında arabuluculuk girisiminde bulundugu görülmektedir. 
İnönü, Avunduk ve Koç’la görüstügünü, daha sonra da 7 Haziran’da Bayar’a randevu verdigini anılarında anlatır3. Bayar, görüsme sırasında yine yöneticilerin baskısına degindi. Partisine mensup olanların dövüldügünü, tehdit edildigini, islerinden çıkarıldıgını anlattı. Muhtar 
seçimleri sırasında yasanan olayları gündeme getirdi. 21 Temmuz seçimlerinden sözederek yüzlerce milletvekilinin kendilerinden haksız olarak alındıgını söyledi. nönü’nün buna, bazı haksızlıkların olmu olabilecegi, ancak bunların Meclis’teki komisyonlarda görüsülüp karara 
baglandıgı biçiminde karsı çıktıgı görülüyor. nönü bir de Bayar’a “Meclis çogunlugunu haklı olarak CHP’nin kazanmı oldugundan süpheniz var mı?” sorusunu yöneltince Bayar’ın, zaten yeteri kadar aday göstermediklerini, dolayısıyla çogunlugun CHP’de olacagını söylemesi anlamlıdır 4. Bayar, aynı görüsmede, partisine hakim oldugunu, asırıların hakkından gelecek güce sahip oldugunu belirtmiştir. 
Bayar bir de, ordunun politikaya karıstırılmasının tümüyle aleyhinde oldugunu göstermeye çalısmıstır. İnönü, görüsmenin sonunda bir çıkar yol bulmaya çalısacagını ve görüsmelerin sürecegini söylüyor 5. İnönü, Bayar’la görüsmesinin hemen ardından Peker’le bir araya geldi ve Bayar’ın “bundan sonra baskı yapılmayacagı” yolunda bir genelge çıkarılmasını arzu ettigini hatırlattı. Peker’in ise buna yanasmadıgını ve kendisine, simdilik görüsmelerin kesilmesinin 
daha dogru olacagını söyledigini aktarıyor İnönü 6. 11 Haziran’da İnönü, Bayar’la yeniden bir araya geldi ve yakınma konularını hükümet kanadına ilettigini söyledi. nönü, ayrıca bundan sonraki görüsmenin iki tarafın da hazır bulundugu bir biçimde yapılması önerisinde bulundu ve Bayar, bu öneriyi yerinde buldu. 14 Haziran’da bu dogrultuda taraflar bir araya geldi. Görüsmede iktidar kanadını Peker’le birlikte CHP Genel Baskan Yardımcısı Mümtaz Ökmen temsil ediyordu. Bayar ise yalnız gelmeyi yeglemisti 7. Basta İnönü, iki tarafı da dinleyip bir çıkar yol bulmayı amaçladıgını söyledi. Sonra Bayar söz aldı. Bayar, her zaman oldugu gibi en 
büyük sorunun yöneticilerin baskısı oldugundan dem vurdu. Yakındıkları konular hakkında iktidarın hiçbir islem yapmadıgını söyledi. Basbakan ise, bunun dogru olmadıgını, sikayetlerin üzerine gidildigini fakat yüzde 90’ının dogru çıkmadıgını ifade etti. Ökmen de onu onayladı. Basbakan ayrıca, muhalefetin ihtilal metotlarından yakındı. “Üç aya, altı aya kadar iktidara gelecegiz. Nasıl gelecegiz, geldigimiz zaman görürsünüz” gibi sözlerin baska anlamı olamayacagını söyledi. Bayar, bu iddiaları siddetle reddetti ve söz konusu ihtilal iddialarına dayanak olusturan olayların seçimlerin hemen ertesinde yasanan “infial”lerden ibaret oldugunu vurguladı 8. 
İnönü ise, iki tarafın da söylediklerinin önemli oldugunun altını çizerek yine de anlasmaya engel bir durum görmedigini söyledi. 
İnönü, bu sırada Peker’e, Bayar’ı hosnut etmek için ne yapılabilecegini sordu ise de Peker’den tatmin edici bir yanıt alamadı. Görüsmenin özeti sudur: 
Bayar, sikayet konularını sıralayarak, hükümetten, baskı yapılmayacagına iliskin bir genelge yayınlamasını istemektedir. Peker ise, böyle bir genelgenin simdiye dek baskı yapıldıgı anlamı çıkarılabilecek bir itiraf gibi anlasılmasından korkmaktadır. İki taraf arasındaki diyalog bu noktada tıkanma göstermektedir. İnönü ise, Bayar’ın bütün hırçınlıgına ve Peker’in de bütün vurdumduymaz tavırlarına ragmen pes etmemekte ve iki taraf arasında ortak noktalar bulmaya çalısarak, sonuna kadar hakemlik tutumunu sürdüreceginin isaretlerini vermektedir. 

***

ETKİN PİŞMANLIK YASASI VE SALIVERİLEN TERÖRİSTLER.. BÖLÜM 2


ETKİN PİŞMANLIK YASASI VE SALIVERİLEN  TERÖRİSTLER.. BÖLÜM 2




        Ve teröristlerin, Habur Sınır Kapısı'ndan, dağda ki kıyafetleri ve PKK rozetleri ile girmeleri ayrı bir PKK propagandasıdır.. Amaçlarına da ulaşmışlardır..
        Dolayısı ile kimse, bizleri daha fazla aptal yerine koymasın ve gözümüzün içine baka baka bunlar için; “barış elçileri” yalanını yutturmaya kalkmasın! 
        Her hareket, her söylem, aynen planladıkları gibi yürümektedir..
        Teröristler, DTP ve AKP, senkronize bir şekilde hareket etmektedirler.. 
        Etmektedirler, ancak; hükümet yine aynı hatayı yapmış, vatandaşının duygu ve düşüncelerini umursamayan (öncelikle Şehit aileleri ve Gaziler olmak üzere) bir yönetimle, olaylar yaşandıktan sonra, birçok konuda yaptıkları gibi, geri adım hamlesi yapmak durumunda kalmışlardır! 
        Hükümet bu ülkenin vatandaşını biraz fazla küçümsemektedir..
Hükümetin görmediği, belki de görmek istemediğini, bizler sıradan vatandaşlar olarak bile görebilmekteyiz..
        Dağdan inen teröristin, yarınlarda legal yollarla bile olsa, meclise girmesine karşıyız ve silahsızda olsa, yöre halkının beyinlerine nifak tohumlarını atacak olanlar yine bunlardır.
        Ne sanıyordunuz ki? Bunların dağa çıkış sebepleri ilk başlarda ne idi, bir düşünün hele!.. 
        Bunlar; ‘en başında’ ” TC Devleti bizi tanımıyor” “Türkiye’de Kürtçe konuşamıyoruz” diyerek tavır koydukları için çıkmadılar mı O dağlara!! 
        Peki, geçen süreç içinde Türkiye zaten (Özal dönemi ile birlikte) Kürtçeyi konuşmalarını serbest bırakmadı mı? (Resmi dil Türkçedir.)
        “TC Devleti bizi görmüyor, tanımıyor” ifadesi ise bir fiyaskodur! Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devlet olarak kendi eli ile On’lara bir ayrımcılık yapmamıştır.. 
        Vatandaş olarak ve Hukuken Kürt ya da Türk ayrımı yapmamış, herkese olması gerektiği gibi eşit davranmıştır!
        Bu konuda var olduğu iddia edilen eksikliklerini ise gidermiştir..
        Burada Türk Kürt ayrımcılığı yine "belli bazı odaklar tarafından," öncelikle vatandaş eli ile kızıştırılmaya başlanılmıştır!
        Günümüze döndüğümüzde ise; PKK’nın bu gün ve hatta yıllar öncesinden başlayan istekleri yön değiştirmiş; ülkeyi bölme ve bir Kürdistan hayali 
ile yollarına devam etmeye başlamışladır.. Yani Terörist; ilk dağa çıkış sebebini unutmuş ve tüm iyileştirmelere rağmen, süreci suiistimal etmiş ve “daha fazla daha fazla” diyerek yola devam etme kararını almıştır..
        Bu durumda da birkaç satır yukarıda belirttiğim üzere yineliyorum; “Dağdan inen teröristin, yarınlarda legal yollarla bile olsa, meclise girmesine karşıyız ve silahsızda olsa, yöre halkının beyinlerine nifak tohumlarını atacak olanlar yine bunlardır.” Diyorum!..
        Özetle, askere nişan alırken kafalarının içinden geçenler; “Kürtçe konuşmak, daha fazla demokrasi ayakları, ya da bölgede daha fazla istihdam sağlanması için falan değildir”! Aksine “Türkiye’yi Amerika ve Avrupa’nın hedefleri doğrultusunda" parçalayarak, bölgede bir Kürdistan haritası emelleri için yıllarını O dağlarda geçirdiler!.. 
        Şimdi de bir çoğu kalkmış, “kimse bölünme istemiyor” yalanı ile kafaları karıştırıyorlar..
        Yöre halkının kafasına ‘ırkçılığı’ kazıyanların yine PKK olduğunu unutmayın! Halkın kafasını işleyerek ülkeye karşı tavır aldırıyor, sonra da kalkıp, “ bölünme istemiyoruz” diyorlar!
        Buna kargalar bile güler.. 
        Bre Allahsızlar, “bölünme” değilse derdiniz, O zaman ne b.. yemeğe dağlarda binlerce askeri şehit ettiniz?? 
        Neydi sözde uğruna verdiğiniz savaşın adı? Neydi ellerinizde ki (bu gün hala) salladığınız ve “sözde Kürdistan bayrağı” dediğiniz O bez parçası?
        Şimdi Türkiye’ye “barış elçileri” adı altında gelerek, sözde “Açılıma demokrasi adına katkıda bulunma” tiyatrosunu çeviriyorsunuz!
        Ne yani, tüm ideallerinizden “VAZ GEÇTİĞİNİZİ Mİ söylüyorsunuz ??
        Yoksa şeytani bir planla, amaçlarınızı (güya silahsız olarak) sokaklara ve meclise taşımayı mı düşünüyorsunuz? 
        Bir kez daha tekrarlıyorum; bu bir tiyatro senaryosu.. Yine “yerseniz” misali gerçekleşti işte!
        Yoksa yöre halkını düşünen ve "Açılımı" başlatmış olan yetkililer, yöre halkının isteklerini, “Türkiye’nin istekleri olarak kabul eder” ve yapılması gereken varsa yapılır!.. Bölgeye daha fazla önem verilmesi gerekiyorsa, bu da yapılır.. 
        Toplum olarak istediğimiz, daha fazla "demokrasi" ise eğer, bu da "Kürt halkı" diyerek yapılmaz!! "Açılım böyle olmaz, tüm ulusu, tüm ülkeyi ilgilendiren bir şekilde gerçekleştirilir!..
        Ve bütün bunlar PKK eliyle değil, devlet eliyle olur. 
        Bu sorun Kürt sorunu falan değil… Bu sorun resmen PKK sorunudur!
        Bunun böyle olduğunu yetkililer de bildiği halde, bizleri NEDEN daha fazla gererek birbirimize düşürmeye çalıştıklarını varın siz bulun!
..

ETKİN PİŞMANLIK YASASI VE SALIVERİLEN TERÖRİSTLER.. BÖLÜM 1

ETKİN PİŞMANLIK YASASI VE SALIVERİLEN  TERÖRİSTLER.. BÖLÜM 1



 
       " Memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar  Gaflet, Dalalet ve hatta Hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. 
         Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!.." 
         M. Kemal Atatürk



Semra KILINÇ 

Önce, 
ETKİN PİŞMANLIK NEDİR? 

        5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nun “Etkin pişmanlık” başlığını taşıyan ve “Etkin pişmanlıktan” yararlandırılan birçok maddesi olmasına rağmen, biz konumuz gereği şu anda sadece 6. Madde 221 i burada işleyeceğiz..
        Madde 221 - (1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.
        (2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
        (3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
        (4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.
        (5) Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle  denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla kadar uzatılabilir.
        YORUM
        Bu durumda anlamamız gereken; yaptığı işten, hoş olmayan davranıştan, hiçbir baskı görmeden kendi rızası ile yani gönüllü olarak pişman olan ve bu pişmanlığını dışa vurarak bunu ifade eden, hareketleri ile de bunu pekiştiren kişi/ler “Etkin pişmanlık” yasasından yaralandırılmaktadırlar…
        1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren "Örgüt Üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması, örgütte olduğuna pişman olduğunu ve örgütten gönüllü olarak ayrıldığını," (yani yukarıda bahsi geçen “şartları” barındırması durumunda) ilgili makamlara bildirmesi halinde; Türk Ceza Kanunu`nun 221/2 maddesine göre, pişmanlığın etkin, olması kaydı ile, çok sayıda teröristin daha önce de, Habur Sınır Kapısı`ndan geçerek güvenlik güçlerine teslim oldukları biliniyor..
        Haklarında örgüt üyesi olmak suçundan dava açılan PKK`lıların,  çıkarıldıkları ilk duruşmada tahliye oldukları, çoğunluğunun da etkin pişmanlık yasası kapsamında cezai işleme gerek olmadığına karar verilerek dosyalarının kapatılmış olduğu da bilinmektedir..

        Günümüze, bu günkü son gelişmelere döndüğümüzde ise; teröristler hakkında gazetelerden ve televizyonlardan edindiğimiz bilgiler bize; PKK lıların ‘etkin pişmanlıktan’ faydalanmak için herhangi bir talep ileri sürmediklerini gösteriyor..
        Bu durumda T.C.K. da 221. madde de yer alan ve suçlunun "Etkin pişmanlıktan" yararlanmasını sağlayan şartların neler olduğunu, yetkililer bildikleri halde; gelen bu teröristlerin hiç birinin “etkin pişmanlık” şartlarını barındırmadıkları da ortada iken, nasıl olurda teröristler jet hızı ile yargılanır ve serbest bırakılırlar, anlamak mümkün değil! 
        34 PKK lının yargı önüne zorla getirilmedikleri, kendilerinin geldikleri (daha doğrusu Öcalan’ın isteği doğrultusunda gelmiş oldukları) yine kendi ifadelerince söylenmektedir.
        Oynanan tiyatro gereği, gönüllü olarak örgütten ayrılmış görünüyorlar. Ama diğer yandan da, örgütten ayrılmadıkları, örgüte ve sözde liderlerine duydukları saygı ve bağlılıkları yine kendi ifadelerince çarpıcı bir şekilde öne çıkıyor… Yani efendim, “pişmanlık” ile ilgili en küçük ne bir söz, ne de bir davranış yoktur burada! 
        “Etkin Pişmanlık Yasası’ndan” yararlanabilmeleri için, tüm bu şartların oluşmuş olması gerekmiyor muydu?
        “Açılım’ı” başlatmış olanların ve teröristi “öylesine” salıverenlerin, bunların cevaplarını vatandaşa vermeleri gerekmektedir!

        Terörist pişman ise eğer; “pişmanım” demeli…
        Silah bıraktığını beyan etmeli…
        “Kürt halkının lideri Sayın Öcalan” dememeli, aksine; örgüt hakkında güvenlik güçlerine bilgi vermeli…
        “ Öcalan söyledi geldik ” diyemez! (Etkin pişmanlık yasasının gereği, teröristin kendisinin karar vererek gelmesi şartı olduğuna göre...) Sözde lider dediği kişinin emirleri doğrultusunda hareket etmesi demek, O’nu hala amaçları doğrultusunda lider olarak gördüğü ve sözünden çıkmadığını gösterir ki; bu da zaten açılımın içine eder!

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


Demokrasi, İstatistiklerin İstismar edilmesidir

Demokrasi, İstatistiklerin İstismar edilmesidir




Alçaklık ve İhanet Kuramı
“Demokrasi, İstatistiklerin İstismar edilmesidir” 
Borges Ulus Baker 



Borges’in alçakları komplocudurlar. Elbette popüler polisiye kültürünün bildik kişelerinin çok ötelerine geçerler. 
Ama kurdukları komplolar, hesapçı, doğrudan doğruya ‘fesat’ ile tanımlanamaz bir “dolandırıcılık” türünü çağrıştırırlar. Kâh Pampaların macho’ları, kâh beynelminel ve kozmopolit Dünya Savaşı çağı uygarlığının karanlık kişilikleri olarak çıkarlar karşımıza. 
Alçaklıkları, günlük hayatın, “küçük adamların” alçaklıkları değildir; “Yolları çatallanan bahçe”lerin, labirentlerin, kaosun hakim olduğu bir uygarlık türüne uygun düşer: 
“İnsanın kendini hergün yeni alçaklıklara terk edeceğini görüyorum şimdiden; öyle ki sonuçta sadece haydutlarla askerler kalacak geriye.
” Ufak tefek “kötüye kullanmaları”, günlük hayat içinde genellikle “bağışlanabilir” küçük komplocukları, karı-koca kavgalarındaki minik “hainlikler” birikimini, kedilerin kuyruklarına bir şeyler bağlayan çocuklarınkini, Nietzsche’nin bahsettiği “sürü insan”na ait bir ressentiment, içerleme alçaklığını Borges’in tasnifinde bulamazsınız.
Çok bilgili yazarımız, “alçaklık” ile “ihanet” arasındaki farkı da  ayırdedememektedir. Bunun nedeni, alçaklarını sanki birer “kahraman”, Poe’nunkiler türünden, üstün ve adsız, kişisel olmayan bir zekânın , önceden kestirilemez labirentlerini kateden ve her noktada, gereğini yapmaları şartıyla mutlak başarıya erişmeleri kuşkusuz her zaman muhtemel olan aktörler olarak kurgulamasıdır. Ona göre, alçaklığın kurgusu more geometrico, geometrik üslûpta 
işlemelidir. 
Alçaklık bir satranç tahtası üzerinde yapılan hamleler gibi icra edilir ve labirentin “sonsuzluğunun” yalnızca bir türüne uygunluk gösterir: 
“Herhangi bir vahşi eyleme girişecek kimse sanki bu eylem önceden gerçekleşmiş gibi davranmalı, kendine geçmiş kadar geriye getirilemez bir gelecek dayatmalıdır.” (Yollan Çatallanan Bahçe) Leibniz’in “sonsuz”unu yorumlayışı zamana endekslenmiştir böylece. Her öykünün bitişi, mutlak ve katıksız alçaklığın belirmesiyle mümkündür ancak. Geriye cevaplanmamış soru kalmayacak, ancak alçaklığın içerdiği ve büyük bir ustalıkla çekip çevirdiği zekânın karşısında, hüzünlü bir hayranlık damaktaki acı lezzetini bırakacaktır. Borges alçaklığı bir icraat alçaklığı değil, bir taraftan buluşlara, öte taraftan da evrensel bir insan 
mefhumuna gönderen bir alçaklıktır: “Bir kişinin yaptığı, bir ölçüde, bütün insanların yaptığıdır. Bu yüzden bir bahçede yapılan bir başkaldırı bütün insan ırkına bulaşır. 
Öyleyse, tek bir Yahudinin çarmıha gerilmesinin ırkı kurtarmaya yeterli olması adaletsiz değildir.” 

(Kılıcın Biçimi) Hiyerarşideki yüksek konumların kötüye kullanılmasıyla gerçekleştirilen “tezgâh” ile sokaktaki bir işportacının tezgâhında atacağı kazık arasında bir fark kalmamaktadır böylece.

Elbette Borges alçaklarını yalnızca üst sınıflardan seçmemektedir: Sokaktaki adamlar ve kadınlar da bu alçaklıklar tarihinin kişilikleri arasına girebilirler. 
Ancak bir şartla: Alçaklık her zaman bir komplonun labirentinden geçerek, sonsuzcasına dallanıp budaklanarak, suça dair olağan kavramlarımızın çatlaklarını zorlamalı, suçlamanın ve nefretin yönünü alçağın zararına uğrayan kurbanın aleyhine dönüştürmeye her an aday olan bir güç gösterisi yapabilmelidir. Böylece Borges, yazının araçlarıyla, kendi oluşturduğu 
labirentin içinde, kurguladığı alçakla belli birnoktada karşılaşacak, ama o andan itibaren onunla eşitlenecektir: “Tarihin tarihi taklit etmek zorunda oluşu yeterince harikadır; tarihin edebiyatı taklit edişi ise inanılmaz bir haldir.” 
(Hain ile Kahraman) Alçağın öyküsünün bitiş noktası, işte bu karşılaşma ve eşitlenme andır. Bir öykü olarak “alçaklığın” anlatısı, eninde sonunda “yazar”ın ta kendisinin ürettiği bir kurgu değil midir? Modern edebiyata özgü olduğu hep söylenen “yazarın, kendini yazının ardında görünmez kılışı”, böylece uzun, dolambaçlı yolların en son noktasında belirecek ve böylece suça, nefrete ve antipatiye ilişkin duyguların Aristocu katharsis’inin elinden kurtulamayacaktır.
Erken dönem kitaplarından Alçaklığın Evrensel Tarihi, bu yüzden ne yeterince “evrensel”dir, ne de yeterince “Tarih”. Öncelikle, Ortaçağ edebiyatında rastladığımız “demonolojik”, iblisvari alçaklık türünü dışlamaktadır. 
Klossowski’nin gösterdiği gibi, Şeytan, aslında bir “yanılsamalar satıcısı”, bir “gözbağcı” değil, tam aksine, bir “karışımlar” ve “alaşımlar” zanaatçısı, “saf ve temiz”, pürüzsüz kavram olarak İyi’nin, Güzelin, Doğru’nun, Öz’ün, ve “Tann”nın despotluğuna, yani evren üzerindeki evsahipliğine başkaldıran salt üretkenlikti. Ama. bu üretim “ruhsal” malzemeyle gerçekleştiriliyordu: Ruhta önceden bulunmayan hiçbir karanlık yanın Şeytan tarafından üretilmesi bu yüzden mümkün değildi. Oysa Borges’e göre, “Hiçkimse herhangi biridir, biricik, tek bir ölümsüz insan bütün insanlardır. 
Cornelius Agrippa gibi, Tanrıyım, kahramanım, filozofum, iblisim ve dünyayım; bu ise varolmadığımı söylemenin sıkıcı bir yoludur.
” (Ölümsüz) Gilles de Rais ya da Mavi Sakal, giderek Kont Dracula, kapalı cemiyetler ve “compagnonnage”lar, sır kardeşlikleri içinde örgütlenen zanaatçı kültürleri karşısındaki bir köylü kültüründen bağımsız çıkmamışlardı ortaya. Sahtelikleri ve masalsı yüzeysellikleri bundan gelmektedir. 
Ancak, Borges tipi “alçaklık”, Ortaçağ kültüründe kaynaşıp duran ve sivrilen bu “alçaklıklardan”  bazı unsurları ödünç almakta, üstelik modernleştirmekte ve yeniden uygulamaktadır. Borges, anlattığı alçağın “şeytani” bir kişilikle de belirlemesini arzulamaktadır. Ancak her türden “illüzyon”un mutlak bir “gerçeklik” olarak kabul edilmesi gibisinden, bütün eserinin, kuşatan bir tema, tam da bu noktada, “alçaklığın tasvirinde” doyum noktasına varmaktadır. 

Borges’in labirenti hiç de “sonsuz” değildir.

Ancak, Borges’in anlamak istemediği ve “evrensel” tarihine katmaya lâyık görmediği çok önemli bir alçaklık türünü, yalnızca “modern” edebiyatın değil, modern yaşam tarzlarının ta göbeğinde keşfedebilenler de vardı: Gogol, Brecht, Kafka ve Foucault tipi alçaklardır bunlar. Yazarlarının onları asla “alçak”diye damgalamıyor olmalarıyla ayırdedilirler. “Ölü can” alıcısının “içtenliği”, onu her türden “demonolojik” çağrışımdan, gürültüyle patlayıveren komplodan, 
“entrikacı” zihniyetten uzak tutmaktadır. O, basit bir memur gibidir ve çökmekte olan bir toplumun ekranında beliren çatlaklar boyunca “yolunu bulmaktadır”.

Günahkârlık, Tanrıyla birlikte çoktan geri çekilmiş, onların bıraktıkları boşlukta “herkes gibi” olan “alçaklar” kaynaşmaya başlamışlardır. 
Bizi Musil’in “Niteliksiz Adam”ına götürecek yollan, gerçek anlamda ilk kez açan, kahramanları “Büyük Adam”ın gölgesinde iş gören Dostoyevski değil, Gogol’dür bu yüzden. 
Gogol’ün alçağı, sanki Hegelci “büyük adam” tarihinin (Rusya’da Hegel bile inanılmaz ölçüde ‘vülgarize’ edilebilmişti) kurnazlığının panzehiridir: 

Bir ‘küçük adamlar ve masum alçaklıklar tarihi’… Gogolcü alçağın ana formülü, en belirgin biçimiyle Müfettiş’te ortaya çıkar: Her alçaklığın zorunlu olarak uğradığı “yanılsama”, kasabanın bütün ileri gelenlerini sararken, sahte müfettişin “memuriyet”ini geçici birkaç çıkar (birkaç kıza kur yapma fırsatı, başka bir durumda asla karşılaşmak şansına sahip olamayacağı, bir “ast”ı aşağılayıp, azarlama fırsatı, vb.,) uğruna üstlenişi, alçaklığın doğasında bulunan, çok özel türden bir “karşılıklılığı” ifade etmektedir. Foucault’nun modern adalet cihazının isimsiz kahramanları olarak tanıttığı, köşebaşı muhbiri, apartman kapıcısı gibi biridir o: İktidarın “kurbanı” olmadığı gibi, ona sahip de değildir; hep iki arada bir derede, iktidara “dayanak” oluşturur. 
Gerçekten de “sarhoş edici” bir güçten çok uzakta, üstelik asla bir “mülk” gibi düşünülüp konulamayacak bir iktidar tipi söz konusudur. Bu iktidar tipi, Evde, Günlük yaşamın dolambaçlarında, köşebaşlarında, komşular arasında, cemiyetin kenarında köşesinde belirir. 

   Bu köşebaşı insanları, istedikleri kadar “politik” kimlikten yoksun olmak, sıradanlaşmak, ortadan kaybolmak istesinler, yine de iktidarın “dayanakları” olmadan edemezler. Kafka’nın formülü işte tam da bu hali anlatıyor bize: “Bir babanın oğluna verdiği her buyrukta binlerce ölüm hükmü saklıdır.”

Borges – Ulus Baker
Alçaklık ve İhanet Kuramı


***
   

18 Kasım 2019 Pazartesi

HACI PAŞANIN ANAYASASI.,

HACI PAŞA'NIN ANAYASASI






30/5/2016
- 10:00 -
Mehmet Eymür
      
İstanbul Beylikdüzü’nde SADAT isminde askeri egitim veren bir sirket var. Belirtildigine göre yöneticileri ve personeli irticai faaliyetleri nedeniyle ordudan uzaklastirilmis veya emekli edilmis subay ve astsubaylar. Basinda emekli Tuggeneral Adnan Tanriverdi bulunuyor. Tanriverdi, 1944 yilinda Konya'nin Aksehir ilçesinde dogmus. 1964 yilinda Kara Harp Okuluna girmis ve Topçu Subayi olarak okulu bitirmis. Dört yil Özel Harp Dairesi ve 1986-88 arasi Kibris dâhil çesitli yerlerde görev yaptiktan sonra, 1992 tarihinde Tuggenerallige yükselmis ve 30 Agustos 1996 yilinda kadrosuzluktan emekliye sevk edilmis. Askerlik hayati sirasinda Kara Harp Akademisini, Silahli Kuvvetler Akademisini bitirmis, Özel Tekâmül Kurslari, Fransizca Kursu ve Gayri nizami Harp (GNH) Kursu görmüs. 
Evli ve iki çocuklu.


sadat_1

Adnan Tanriverdi Emekliye ayrildiktan sonra, bir yil Üsküdar FM Radyosunun Genel Koordinatörlügünü yapmis, 2004’te Ihlas Marmara Evleri Camii Yaptirma ve Yardim Dernegi Yönetim Kurulunda yer almis. 2004-2009 arasinda halen ‘Onursal Baskani’ oldugu ‘Adaleti Savunanlar Dernegi’nin (ASDER) Genel Baskanligini yapmistir. Bu dernegin yönetici ve üyelerinin de ayni sekilde irticai faaliyetler nedeniyle ordudan uzaklastirilan kisiler oldugu belirtiliyor. Subat 2012’de Müslüman ülkelerde faaliyet yürütmek ve yabanci ülkelerdeki savasçilari egitmek, silahlandirmak üzere basinda ‘Türk BLACKWATER'i diye adlandirilan, hayli soru isaretli SADAT (Uluslararasi Savunma Danismanlik Ticaret AS.) adli sirketi kurmus. 2013 yilinda ise, Islam Ülkelerinin birligi için ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Arastirmalar Merkezi Dernegi) ve YUSDER’i (Yunus Uluslararasi Doga Sporlari Dernegi ve Deniz Sporlari Kulübü) kurmustur. Halen; SADAT A.S. ASSAM ve YUSDER Yönetim kurulu Baskanliklarini aktif olarak yürütmektedir. Ayrica Milli Gazete ve Vakit Gazetesinde yazarlik da yapmis olan Tanriverdi’nin ‘Yeni Anayasa’sina bir göz atalim.

YENI ANAYASA’YI 2011’DE HAZIRLAMIŞ.,

Emekli Tuggeneral Adnan Tanriverdi kendisine ait internet sitesindeki 22 sayfalik “YENI ANAYASAMIZ HAYIRLI OLSUN” baslikli bölümde hazirladigi anayasa taslaginin 30 Aralik 2011 tarihinde Onursal Baskani oldugu ASDER vasitasiyla TBMM’ne yollandigini belirtiyor.

Tanriverdi, yeni anayasasinin baslangiç bölümünde “Giris, Neden Yeni Bir Anayasa, Darbelerin Anayasal Dayanaklari, 12 Eylül 1980 Darbesinin Yasal Dayanagi, 28 Subat 1997 Post Modern Milli MGK Darbesinin Anayasal Dayanagi, 27 Nisan 2007 Internet Bildirisinin Anayasal Dayanagi” gibi basliklarla tahlillerde bulunuyor.

Devaminda; “Anayasal Dayanakla Tasfiye Kurulu Haline Getirilen YAS, YÖK Darbeleri ve Anayasal Dayanagi, Yargi Darbeleri ve Anayasal Dayanaklari, 03 Mayis 2007 Yargi Darbesi, 05 Haziran 2008 Yargi Darbesi, 30 Temmuz 2008 Yargi Darbesi, Darbelere Dayanak Olan Istikrarsiz Dönemler” gibi basliklarla agirlikli olarak kendisince “yargi darbeleri” olarak nitelendirdigi dönemleri inceliyor.

Gelelim esas konuya, “Nasil Bir Anayasa” olmasi gerektigi kismina:

a. Anayasada resmi ideoloji olmamalidir
b. Degismez maddeler bulunmamalidir
c. Laiklik ilkesi anayasada bulunmamalidir
d. Resmi dil Türkçe olmali, ana dilde egitim imkâni saglanmalidir
e. Temel insan hak ve özgürlükleri kisitlanmamalidir
f. Idam cezasi konulmalidir
g. Vatandasin anayasal sifati olmamalidir
h. Baskanlik sistemi olmalidir
i. Yönetim sekli, bölgeli üniter devlet ve idari özerklik ilkelerine göre düzenlenmelidir
j. Milli iradenin bütün devlet kurumlari üzerinde otorite kurmasi saglanmalidir
k.Sivil diktatörlügün yolu kapatilmalidir
l. Siyasetin üzerinde yargi vesayeti olmamalidir
m.YÖK kalmali, üniversitelerde bilimsel özerklik saglanmalidir
n. Asker siyasetin üzerinde vesayet kuramamalidir

• Milli güvenlik kurulu kaldirilmalidir
• Genelkurmay Baskanligi MSB'ligina baglanmali ve TSK yeniden yapilandirilmalidir.
• Türk Silahli Kuvvetlerinin vazifesi yeniden ifade edilmelidir
• iç Güvenlik Içisleri Bakanligina, disa karsi savunma da MSB'ligina verilmelidir
• Jandarma Genel Komutanliginin Gn. Kur. ile organik agi koparilmalidir
• Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden (MGSB) iç tehdit degerlendirmeleri kaldirilmalidir
• YAS'in yapisi degistirilmeli ve bütün kararlari yargiya açikolmalidir
• Askeri yüksek yargi kaldirilmali, askeri hâkimler üniformasiz olmalidir.

Tanriverdi, “Temel insan hak ve özgürlükleri kisitlanmamalidir” demis ama arkasindan da “idam cezasi konulmalidir” diyerek insanin en temel hakki olan yasam hakkini kisitlamistir. Yine de kirbaçlama ve Recm (taslanarak öldürülme) cezalarini önermemis olmasina sükretmeli. TBMM Baskani Ismail Kahraman’in “Yeni anayasa dindar olmali” açiklamalarina da 29 Nisan 2016'da Yeni Akit Gazetesindeki beyanati ile destek veren Adnan Tanriverdi "istikrarin teminati olmak üzere” baskanlik sistemini destekledigini belirtiyor ve inanç özgürlügünün müdahalesiz yasanabilmesi için de laiklik ilkesinin anayasadan çikarilmasini zaruri görüyor. Bu nedenle? “TBMM Baskanimiz Sayin Ismail Kahraman’i destekliyor, yeni anayasadan laiklik ilkesi çikarilsin ve ‘Devletin dini Islâm’dir’ hükmü anayasaya dahil edilsin” diyor.

Tanriverdi’nin yeni anayasasini okuyunca aklima ilk gelen ABD’nin “BÜYÜK ORTADOGU” ve “BÜYÜK KÜRDISTAN” projeleri oldu. “Baskanlik” ve “Eyalet” sistemini getir, Türkiye’yi eyaletlere böl, bu eyaletleri “bölgeli üniter devlet ve idari özerklik ilkelerine göre düzenle ve kestirme yoldan Türkiye’yi böl, isi bitir.

sadat_2

Daha geçenlerde New York Times gazetesi Osmanli topraklarini dagitan Sykes Picot anlasmasinin yüzüncü yili münasebetiyle “Böyle olsa daha mi iyi olurdu?” diye alternatif bir harita yayinladi. Harita’da bizi kusa döndürmüsler. Dogu ve güneyde Ermenistan’a, Kürdistan’a ve Suriye’ye toprak vermisiz. Batida Istanbul ve binlerce sehidimizin yattigi Çanakkale’nin tamamiyla, Balikesir ve Bursa’nin büyük bir kismi ve Trakya’nin bütünü elimizden çikmis, MILLETLERARASI KOSTANTINOPOLITAN EYALET haline gelmis. Bitmedi, Izmir bölgesi de Türkiye’ye bagli, yari bagimsiz eyalet haline getirilmis.

Haci Pasam, sizin önerdiginiz sekildekine uygun bu haritayi begendiniz mi? Türkiye’yi bölmek isteyenleri mutlu edecek fikirler sizde nasil ve neden dogdu, yoksa Büyük Kürdistan, Büyük Ortadogu gibi kanli ABD projelerinin yeni “Esbaskani” siz mi oldunuz?

24 SENE ÖNCEKI ERBAKAN IKAZI.,

Milli Görüs Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1992 yilinda TBMM’deki bütçe konusmasinda Türkiye üzerinde oynanan büyük oyuna ve emperyalist güçlerin Kürt Devleti Planina dikkat çekiyor. Amerikali bir Albay'in Riyad'da bir gazeteciyle arasinda geçen diyalogu aktaran Erbakan:

“Riyad'da bizim bir gazetecimize sunlari söylüyor. Amerikali Albay söylüyor bunlari... Eli harita üzerinde diyor ki: 'Iste Kürt devleti burada kurulacak. Savas bitecek. Saddam çökmüs olacak'. Daha Körfez harbi bitmemis. Harpten önce söylüyor adam. ‘Saddam çökmüs olacak, bu yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun bir bosluk dogacak. Kürtler bir devlet kurarak buradaki boslugu dolduracaklar. Belki de Türkiye'den toprak isterler’. ‘Türkiye bunu kabul etmeyecegini açiklamis bulunuyor’ dendigi zaman kendisine, ‘O zaman çarpisacaksiniz’ diyor. Simdi tekrar kendisine deniyor ki; ‘Türkiye'nin düzenli ordulari, silahlari, toplari, zirhlari, tanklari, uçaklari, füzeleri var. Böyle bir büyük güce nasil karsi koyarlar? Hem gerek Iran gerek Suriye, Irak'in toprak bütünlügü için açik tavir koymus bulunuyorlar. Onlarin da bölgede bir Kürt devleti olusmasina göz yumacaklarina nasil ihtimal veriyorsunuz?’ denildigi zaman Amerikali Yarbayin söyledigi sözler sunlar: ‘Irak'in Kuzeyindeki Kürtlerinde yakinda çok silahlari olacak. Saddam'in biraktigi silahlar onlara kaliyor. Belki Türkiye'de sizinkilerden bile ileri silahlari olacak. Uçaklari, tanklari, füzeleri, zirhlilari, helikopterleri, hava limanlari ve saire’. Ne zaman söyleniyor bu sözler? Körfez harbinin basinda daha Körfez harbi yapilmamis. Muhterem milletvekilleri, aziz milletimizin evlatlari; bu okudugum vesika ne gösteriyor? ABD, dis güçler, Israil bütün bu olaylarin hepsini planli olarak yapiyor. Onlarin uzun vadeli planlari var. Batili ajanlar cirit atiyor. Onlarin bu uzun vadeli planlari var da bizim kisa, orta ve uzun vadeli milli planlarimiz nerede? Kim yapacak bunlari ve yapmasi icap edenler bir plan sahibi olmadiklari gibi sadece onlarin planlarina alet oluyor. Bak onlar, orta doguda Müslüman ülkeler arasinda is birligi olmasin, Türkiye Suriye ile, Türkiye Irak’la, Türkiye Iran ile çatissin istiyorlar ve bunu gerçeklestiriyorlar. Öyleyse bu emperyalizmin ve Siyonizm’in planini bozmamiz lazim”.

Rahmetli Necmettin Erbakan’in o günlerde, yani 25-30 yil önce söyledigi her sey, yasadigimiz bu sikintili günlerde tek tek dogrulaniyor. Bir baska konusmasinda Suriye’ye de girilecegini ve böleceklerini belirttigi gibi…

SADAT’a dönelim… SADAT’in genis bir danisman kadrosu var: Yeni Akit yazarlari Abdurrahman DILIPAK ve Ahmet VAROL gibi siviller hariç hemen hemen tamami eski asker. Bazilari Kuzey Irakta görev yapmis ve Arapça biliyorlar miş.

Bu Danışmanlar:

(E) Tuggeneral Adnan Tanriverdi, (E) Tuggeneral Mehdi Sungur, (E) Tuggeneral Korkmaz Tagma, (E) Tabip Albay Prof. Dr. Nevzat Tarhan, (E) Tabip Albay Prof. Dr. Yavuz Senol Önal, (E) Ögretmen Albay Prof. Dr. Mehmet Zelka, Prof. Dr. Mustafa Nutku, (E) Tabip Kd. Albay Turgay Göncü, (E) Tabip Kd. Albay Hüseyin Uludag, (E) Dis. Tabip Albay Kemal Mete, (E) Hâkim Albay A. Cengiz Tangören, (E) Hâkim Albay Yusuf Çaglayan, (E) Ögretmen Kd. Albay Mehmet Inkaya, (E) Ögretmen Bnb. Selahattin Arslan, Elektronik Mühendisi A. K. Melih Tanriverdi, (E) Tankçi Kurmay Kd. Alb. Fethi Kiran, (E) Piyade Kd. Albay Süleyman Türkmen, (E) Piyade Kd. Albay Mustafa Uçtu, (E) Piyade Kd. Albay Ersan Ergür, (E) Piyade Kd. Albay Yakup Baykan, (E) Piyade Kd. Albay Erol Gündüz, (E) Piyade Kd. Albay Cahit Uygur, (E) Tankçi Kd. Albay Mehmet Yavuz Ay, (E) Topçu Albay Nejat Özden, (E) Tankçi Binbasi Mustafa Bozgeyik, (E) Tankçi Kd. Basçavus Nurettin Yavuz, (E) P. Kd. Basçavus Hilmi Yüksel, (E) Ikmal Yarbay Hulusi Gülen, (E) Ikmal Yarbay Zafer Sahin, (E) Personel Kd. Basçavus Resat Fidan, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ömer Yenici, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ismail Kaplan, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Ridvan, Çayhan, (E) Teknisyen Astsubay Dursun Öztürk, (E) Is.Tek. Basçavus Yavuz Sulumese, (E) Sat Kd. Basçavus Dr. Naci Efe, (E) Sat Kd. Basçavus Mehmet Emin Koçak, (E) Sat Kd. Basçavus Musa Menekse, (E) Sat Kd. Basçavus Hayrettin Kocaoglu, (E) Kd. Basçavus Engin Yilmaz, (E) Kd. Basçavus Mehmet Kurt, (E) Kd. Basçavus Ahmet Türkan, (E) Yük. Mühendis Kd. Albay Nuri Onay, (E) Eln. Kd. Basçavus Bülent Uzman, (E) Bilgisayar Müh. Astsubay Mesut Kaya, Hv. Yer (Kont.) Kd. Alb. Mustafa Hacimustafaogullari, (E) Pilot Kd. Albay Haluk Yildirim, (E) Pilot Kur. Yb. Hayati Atalay, (E) Kd. Bnb. Gürcan Onat, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Osman Kaçmaz, (E) Teknisyen Kd. Basçavus Fethi Çoban, (E) Istihkâm Kd. Basçavus Cemil Turan, (E) Jandarma Kd. Alb. Çetin Zamantioglu, (E) Jandarma Kd. Alb. Irfan Çaliskan, (E) Jandarma Kd. Alb. Ibrahim Töre.

SADAT’in resmi internet sitesinde verdigi “Egitim Hizmetleri” söyle siralaniyor: “Sabotaj, suikast, pusu, baskin, adam kaçirma, tedhis (terör), gerilla harekâti, tahrip, sokak hareketleri ve gizli etkinlikler.

Yetkilileri tarafindan inkâr edilse de, basinda ve Internet’te SADAT’in faaliyetinin kanunsuz oldugunu, Suriyeli muhalifleri, ülkemizde yasayan Çeçen militanlari, hatta ISID mensuplarini egitip, Suriye ve Irak’a yolladigina dair çok miktarda idea var.

Nitekim Ocak 2015’de eski Büyükelçi Milletvekili Osman Korutürk, Suriye’deki muhaliflerin egit-donat projesi çerçevesinde Türkiye’de egitilecek olmasi ile ilgili kaygilarini TBMM gündemine tasimisti.

Korutürk, “Bilindigi gibi Suriye rejimine karsi uluslararasi planda askeri önlemler alinmasi hususunda Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi’nce alinmis herhangi bir karar mevcut degildir. Bu durumda böyle bir operasyonun uluslararasi mesruiyete sahip olmayacagi da açiktir” dedi. Korutürk Ahmet Davutoglu’na su sorulari yöneltti:

•“Birlesmis Milletler Antlasmasi, bir üye ülkenin baska bir ülkenin toprak bütünlügüne ve siyasi bagimsizligina yönelik kuvvet kullanmasini ya da kuvvet tehdidinde bulunmasini yasaklamaktadir. Mevcut Sam yönetiminin Birlesmis Milletler tarafindan mesru hükümet olarak taninarak Birlesmis Milletler Teskilati nezdinde temsil edilmekte oldugu bir ortamda Suriye’deki silahli muhalif gruplara askeri egitim verilmesi hükümetinizce hangi uluslararasi hukuk ilkelerine dayandirilmaktadir?

• Egit-donat projesi kapsaminda Türkiye’ye gelecek yabancilar, hangi ulusal ya da uluslararasi hukuk mevzuatina tabi olacaklardir? Bunlarin Türkiye’ye gelmesi ve ülkemizde bulundurulmasi için anayasanin 92. maddesi uyarinca TBMM’nin onayi alinacak midir?

• Türkiye’de egitilip donatilacak yabancilarin karisabilecekleri adli olaylarda hangi hukuk uygulanacaktir? Türkiye’de egitilenlerin egitim dönemlerinin sonunda kendi ülkelerine ya da baska ülkelere gittiklerinde oralarda katilabilecekleri terör ya da baska yasadisi eylemlerden dolayi Türkiye Cumhuriyetinin sorumlu tutulmasi nasil önlenecektir?

• Türkiye’nin “egit-donat” projesine bagli gelismeler sonucunda uluslararasi hukuk çerçevesinde davalara, hatta yaptirimlara muhatap olma riski hesaplanmakta midir?

• Egit-donat projesi çerçevesinde ülkeye girecek gruplarin içinde ISID, El Kaide, El Nusra ya da diger terör grubu mensuplarinin olup olmadigi nasil saptanacaktir? Yoksa bu gruplara mensubiyet arastirilmayacak midir? Bu tür kisilerin Türkiye’de kalip terör eylemlerine ve yasadisi faaliyetlere girismeleri, devlet güçlerine, kurumlarina ya da sivillere yönelik silahli eylemlerde bulunmalari nasil önlenecektir?

• Egit-donat projesi kapsamindaki askeri egitimler Türk Silahli Kuvvetleri’nce mi verilecektir? Öyle ise söz konusu projede görev alacak olan Türk Silahli Kuvvetleri personelinin, bu tip hukuki mesruiyeti tanimlanmamis silahli örgütlere egitim vermesi hangi yasal mevzuata dayandirilacaktir?

Korutürk tatmin edici bir cevap aldi mi, aldi ise ne dediler bilmiyoruz. Ancak Korutürk 18.03.2015'de yaptigi bir açiklamada, ABD’nin “egit-donat” projesini, AKP iktidarinin yanlis anladigini söyledi. “ABD’liler, bu projeyi ISID’e karsi gerçeklestirdiklerini anlatiyorlar. Hükümet ise ’egit-donat’ projesini Suriye’ye karsi anlatiyor” Ayni dalga boyutunda degiller” diye konustu.

Karisik bir dönem yasiyoruz. Içimizde binlerce hain varken gizli isler yapmaya, boyumuzu asan, projeler gelistirmeye çalisiyoruz. Tam ellerimizi ovusturacakken bir de bakiyoruz basimiza çuvali geçirmisler.

Oslo görüsmeleri gibi, Disislerinde, zamanin Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu, Disisleri Müstesari Feridun Sinirlioglu, Genelkurmay 2. Baskani Orgeneral Yasar Güler ve MIT Müstesari Hakan Fidan arasindaki konusmalarin ortalara dökülmesi tam bir meydan okuma. Birileri “Senin her adimindan haberim var, Aklini basina topla” mesaji veriyor.

Evet, Haci Pasam. “ En kisa zamanda Sam'a gidecek, Insallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri basinda Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazimizi da kilacagiz. Bilali Habesi'nin, Ibni Arabi'nin Türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu Istasyonu'nda kardesligimiz için özgürce dua edecegiz ” gibi iddiali söylemlerle cosmusken, arkaya dönüp bir de bakarsiniz ki vatan topraklari elden gitmis…

Iste o zaman heyecanla alkislayanlar, ölünüze bile Lanet okurlar…


Rahip Brunson ve karışık işler...

Rahip Brunson ve karışık işler...



Ahmet Dogan Şimşek

ahmetdogan.simsek@gmail.com 
Aug 11 10:17PM Rahip Brunson ve karışık işler...
 09.08.2018

*Batuhan Yaşar*


http://www.turkiyegazetesi.com.tr/#

http://www.facebook.com/sharer.php?u=http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/batuhan-yasar/603603.aspx


Enseyi karartacak durum yok.. Türkiye karşısına çıkartılan devasa
problemlerle mücadelesine devam ediyor..
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net söyledi:
*“Ekonomik savaşla karşı karşıyayız.. Hiç endişeniz olmasın bu savaşı da
kazanacağız..”*
-‘Eski pozisyonuna dön’;
-‘Etliye-sütlüye karışma’;
-‘Otur oturduğun yerde’ diyorlar..
Her 10 yılda darbe.. Her 5 yılda ekonomik kriz..
İki yakası bir araya gelmeyen.. Ağzı, burnu, dişleri kırılmış.. Biraz
toparlanınca bir şamar daha atılan bir ülke..
İstedikleri tam da bu..

*BRUNSON VE DOLAR*

Doların fiyatını sadece rahip Brunson’a bağlamak yanlış olur..
*Sanki rahip hapiste olmasaydı dolar yerinde mi sayacaktı? **Başka bahane
devreye sokulacaktı..*
Dolar sadece Türkiye’de değil dünyada ve gelişen piyasalarda da
değerleniyor..
Trump vaatlerini bir bir yerine getiriyor.. Başka da olan bir şey yok..

*IMF’NİN AÇIKLAMASI*

Ortada fol yok, yumurta yokken IMF mail yoluyla birilerinin sorularını
cevaplıyor:
*“Türkiye’den kredi talebi gelmedi..”*
* ‘Hazır kıta bekliyoruz, yeter ki borç verelim’ demek bu..*
İlla da verecekler..
Bu haberleri ortalıkta dolaştırmanın arka planında başka bir şey var:
*-Piyasaları baskı altında tutmak..*

*HER FIRSATTA SIKIŞTIRMA*
 

Kredi derecelendirme kuruluşları son dönemde hiçbir fırsatı
kaçırmadı.. Türkiye’ye para girişini engellemek için her şeyi yaptı..
Şimdi Ağustos’un son haftasında yine not açıklayacaklar..
Türkiye onlara akredite değil ama..
Reyting kuruluşlarına para ödemezseniz ölçüm yapmazlar..
‘Beni takip etmeyin’ dediği hâlde zorla izlemeyi sürdürüyorlar..
Şu nedenden:
*Sıcak para, fon ve doğrudan yatırım girişini en asgaride tutmak için..*
Türkiye nasıl ihracatını çeşitlendirdi..
*Şimdi alternatif finans kaynaklarına yöneliyor:*
-Yatırımcı tabanını genişletiyor..
-Gelişmiş ülkelerdeki kalkınma bankacılığına geçişin altyapısını
oluşturuyor..

*İYİLEŞME SONBAHARLA BİRLİKTE*
 

Temel ekonomik parametrelerde problem yok.. Enflasyonda Ağustos’la birlikte
ciddi gerileme bekleniyor.. Tek haneli rakamla sonunda tekrar tanışacağız..

*DOLAR FİYATI HAYATIMIZA YANSIMADI Kİ*
 

Bir dolar tartışmasıdır gidiyor.. Sonunda ABD’nin Ankara Büyükelçiliği bile
resmî açıklama ile bu işe girmek zorunda kaldı..
Söylentiler.. Duyumlar.. Dedikodular..
Büyükelçilik demişken;
Resmî twitter hesabının, kırmızı bültenle aranan bir FETÖ’cüyü takip etmesi
rahatsız edici..
Bu Washington’daki Türk Büyükelçilik hesabının El-Kaideli birini takip
etmesinden farksız..
Stratejik ortak bunu yapar mı?
*Daha dün Büyükelçilik sağlam dostluk ve müttefikliğe vurgu yapmadı mı?*
Özetle “Darbeyi organize eden FETÖ elebaşlarından birinin” resmî hesaptan
takibi doğru değil..
Neyse biz tekrar dolara dönelim..
Şuna ulaştı buna çıktı..
*-Dolar algı operasyonlarıyla neredeyse iki katına çıkarılmadı mı?*
*Ne oldu peki?*
*-Hayatımıza yansıdı mı?*
*-Cebimizden para mı eksildi?*
*-Tatile mi gidemedik?*
*-Benzin mi zamlandı?*
*-Perakende satış endeksi mi düştü? (Hayır aksine arttı)*
Dolar fiyatı hiç mi önemsiz.. Tabii ki önemli ama dolarla yatıp dolarla
kalkmayalım..

*CARRY TRADE OLAYI ÖNEMLİ*

Niye Merkez Bankası’nın her toplantısı öncesi hep bir ağızdan ‘faiz’ diye
bağırıyorlar dersiniz?
Şu yüzden:
-John gidiyor ABD’deki bankadan 100 dolar çekiyor..
-Faiz yüzde 2..
-Geliyor Türkiye’de bozduruyor..
-500 TL..
-Bir yıl için faize yatırıyor..
-Faiz yüzde 20..
-500 TL oluyor 600 TL..
-100 doları oluyor 120 dolar..
-5 dolarını düş..
-Kemiksiz 15 dolar hoop cepte..
Var mı böyle bir kârlılık dünyada?
Düşünün bu örneği sadece 100 dolar için verdik..
1 milyar dolar getirenler var..
Kazanca bak kazanca..
*Yüzde 1’lik artı faiz milyonlarca dolar ek kazanç demek.. **Faiz ne kadar
yüksek olursa o kadar John’un lehine.. *
*Olay bu..*

*TÜRK BANKALARI SIKINTILI MI?*

Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın NTV’de bütün rakamları verdi..
Hepsi resmî ölçümler..
Yabancı basında çıkan haberlere kulak asmamak lazım..
Hâlâ da iyi kârlar yapıyorlar..
Biz işin operasyon kısmını anlatalım:
Türk Bankacılık Sistemini de kıskaç altına alınmak isteniyor..
İlk darbeyi buradan vuracaklar çünkü..
*Bir bankanın öz sermayesi 10 milyar dolarsa borsadaki değerinin de o kadar
olması lazım..*
Bizde yarısı kadar..
Aynı durum kârlılık çarpanı için de geçerli..
*Bütün Türk bankalarında durum aşağı yukarı böyle..*
Nedeni yabancıların bu kârlılığa ve öz sermayeye inanmaması..
Kardeşim işte kasa orada..
Para da orada..
Bakın..
*‘Yok ben inanmam’ diyor..*
*Gözlerini kapatıyor..*
2008’de kendi bankaları nasıl patladı..
Türk bankaları dimdik ayakta dururken..
Bir taraftan da ‘Türk bankalarında bombalar var’ söylentisi yayıyorlar..
Bunlar da aşılacak..
*Hepsi geride kalacak.. Hiç kuşkunuz olmasın..*


http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/batuhan-yasar/603603.aspx


Dolar savaşı
*D**OSTLARLA *konuşurken sık sık bir şeyin altını çizerim.

*OLMASI DÜŞÜNÜLEN VE **OLMASI İÇİN ÇALIŞILAN HER **OPERASYONUN
İPUÇLARI **BASINDA VARDIR.*


Yapmanız gereken tek şey, zamanınız varsa bir de okumayı biliyorsanız *MEDYAYI
TAKİP* etmektir. Önceleri Türkiye'de *ŞİFRE* isimler vardı. Yazdırılırdı.
Kendi fikirleri yoktu.
Beyinleri kiralıktı. Ama dünyada da bu model hep işbaşındaydı.
Medya operasyonları küçük küçük olacakları haber verse de asıl olarak
sonuçlarına kitleyi ikna etmektir.
*GÖREVLİ **MEDYA **BUDUR, **BÖYLE **ÇALIŞIR...*
Okuduğumuzu unutuyoruz!
Geçtiğimiz günlerde çok saygın (!) bir dergi *ERDOĞAN'*ı kapak yaptı.
Manşete taşıdı. İnanılmaz cümleler kullandı: Erdoğan Kürtler'i kırmak ve
Osmanlı'yı diriltmek istiyor. Türkiye, bir zamanlar demokratik ve
ılımlıydı, artık değil. Türkiye, terör rejimine doğru yöneliyor. Esad'ı
devirmek için Kürtler'i katlediyor. Sünniler'in lideri Erdoğan, Ortadoğu'da
da karışıklığa neden oluyor.
Erdoğan'ın dış politikası akıl dışı. Türkiye, tüm dünya açısından tehlikeli
hale geldi. Dünyanın en güçlü devleti olan Amerika, bu konuda önemli
adımlar atabilir.
Özgür dünya Erdoğan'a karşı ne kadar çabuk hareket ederse, dünyamız o kadar
güvenli olacaktır.
Türkiye dönüştürülmeli. Bu konuda vakit kaybetmemek gerekiyor..." 

*ŞAKA GİBİ DEĞİL Mİ!*
Türkiye kime ne yaptı?
Kimin kötülüğü için hareket etti?
Kendi sınırları içinde güvenle yaşamak dışında kime el kaldırdı?
Soruların cevabı önemli değil.
Bu satırları yani *NEWSWEEK'*i hazırlayanlar da bunları biliyordu.
Ama işlerine gelmiyordu...
İşaret *DERGİ *üzerinden fazlasıyla verildi zaten. Bugün yaşanılanların
öncüsüydü!
Devam...
Son günlerde yine en çok *EVANGELİZMİ *konuşur olduk...
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence'i dikkatlice dinlerseniz açık şekilde
hedefinde Türkiye'nin olduğunu görürsünüz.
Evangelist'tir kendisi...
Evangelistler, Katolikler'den hoşlanmaz. Hatta düşmanlardır.
Evangelistler için Hristiyanlığın Siyonistleri yaklaşımı hep güçlüdür.
Zaten Evangelistler İncil'in dışında Tevrat ve Zebur'u da ciddiye alır.
Bugün ABD'de güçlenen Katolikler'e karşı Evangelistler'in de güçlenmesi
anlaşılır gibi değildir.


*KAFA KARIŞIKLIĞI **BURADA ASLINDA!*


Evangelistler'le Katolikler, Türkiye konusunda birleşti. Bunu anlamak
gerçekten zor. Bu anlaşmanın detaylarını incelemek gerekirse, ABD'nin
taleplerine bakmamız gerekiyor. Pastör Brunson'ın serbest bırakılması bir
Evangelist talebidir.
Ancak Türkiye'nin IMF ile anlaşması, Katolik talebidir.
Çünkü bugün IMF Başkanı Christine Lagarde, Katolik'tir.
Evangelistler'i de sevmez.


*PENTAGON'UN DA KATOLİK **OLDUĞUNU UNUTMAMAK **ŞART!*


Türkiye'nin Merkez Bankası'na müdahalesini engellemek isteyenler ise
Evangelistler'le Yahudiler'dir.
Yine Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasından rahatsız olanlar, S-400
anlaşmasına tepki gösterip NATO darbesi için adımlar atanlar ise
Katolikler'dir.
Van ve Hakkari'ye yeni NATO üsleri isteyen de dolayısıyla Katolikler'dir.
Doğu ve Güneydoğu illerine özerklik verilmesini isteyenler de ABD'deki
Yahudiler'dir.
Aynı şekilde Ankara'nın Akdeniz'deki petrolden pay istemesini engellemek
isteyenler de Yahudiler'dir.
Aynı Yahudiler, Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasını, NATO'dan ayrılmasını
da talep etmektedir.
*Şimdi Türkiye böylesine güçlü* *bloklarla mücadele etmektedir...*
Silah lobisinin etkin olduğu ABD'de Katolikler, yıl sonu gelmeden
Türkiye'nin IMF ile anlaşmasını istiyor. Hiç ortada yokken IMF'nin
*"Türkiye'nin* *IMF ile anlaşmasını* *gerektirecek bir* *durumu yok" *resmi
açıklaması, akıllarda *"Evet IMF ile* *anlaşma yakın"* algısı için yapıldı.
Adresi gösterdiler yani!
Katolikler'le Evangelistler'in Türkiye karşıtlığında birleşmelerinin en
önemli nedeni ise Ankara-Moskova, Ankara-Tahran ve Ankara-Pekin'in kendi
para birimleriyle ticaret hamleleri oldu.
Bu bölgede dolarla ilgili ilk ve önemli bir başkaldırı olarak algılandı.
Türkiye'nin atacağı güçlü adımlar *DOLAR'*ı en azından *ENERJİNİN* *DOLAŞTIĞI
YERLERDE* bitirebilir ya da kısıtlayabilirdi.
*RAHATSIZ OLDULAR*.

Bir de görmemiz gereken önemli bir detay daha vardı!
Türkiye, ABD ile ciddi bir mücadele içindeydi ama 60'tan fazla *MÜSLÜMAN *ülke
bu duruma uzak kaldı.
Yanımızda olanı görmedik.
Gelmediler de...
Mesela *KÖRFEZ'*den bir destek gelse *DOLAR *sadece burada değil dünyada
değer kaybederdi. Ama herkes *WASHINGTON *ile yan yana... Mesela Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri destek olsa iklim değişirdi.
İçeri baktığımızda *DOLAR *borcu olanların 

*ÖZEL ŞİRKETLER* *OLDUĞUNU
GÖRÜYORUZ.*

Bu baskı sürerse şirketlerin değer kaybı devam eder, işsizlik baş gösterir,
enflasyon iyice canlanır...
Buna oynuyorlar zaten!
Borcu olanların *YÜZDE **80'*i şahıslar, özel sektör yani...
Ancak gözden kaçırdığımız önemli bir ayrıntı vardı! Nedense kimse bunu
konuşmuyor. Yazan çizen de yok!
Nedenini bilmiyorum ama olanları biliyorum!
Garip şeyler oldu çünkü! Gözden kaçtı, görülmedi, gösterilmedi ve bir hamle
yapılmadı!
*DOLAR OPERASYONU **GELMEDEN ÖNCE * ABD'nin bazı özel adamları *TÜRKİYE' deki bazı büyük özel isimleri uyardı. *DOLAR* fırtınasından haberdar etti.
2017'nin ilk günlerinde Türkiye'nin önemli şirketlerine bu konuda ne
yapmaları gerektiği tek tek anlatıldı! Onlar da gizli tedbirlerini aldı.
Arkasından *YAPILANDIRMA TALEPLERİ **GÖRMEYE BAŞLADIK...*
Krizi tetiklemek için mi yapılıyordu, gerçekten ihtiyaç olduğu için mi!
Bilmiyorum. Bilenlerin olduğunu düşünmek istiyorum!
Ancak *DAHA DIŞARIDAN* *"İFLAS ETTİK" *açıklamasını yapın emri gelmedi.
Yakında bunun gelmesi beklenmekte...
Türkiye'ye karşı yapılan saldırının açıkça yıkıcı ve kalıcı hasar bırakması
için bu adımın atılacağı söylenmekte...
Fısıltılar bu! Yani *"İFLAS* *ETTİK" *çığlıklarıyla erozyonu büyütecekler...
*AĞIR FATURA ÇIKARMAK **İÇİN, TÜRKİYE'NİN **KONTROLÜNÜ ELE **GEÇİRMEK İÇİN *
*GELİYORLAR... *İçeride konuştukları 12-13 aile...
Anlamadığım bunu kontrol etmek bu kadar zor mu?
Sonuçlara bakılınca zormuş demek!
Üzerimize yürüyen ittifak her an *TRUMP'*ı bile indirebilir. *BÜYÜK*
*ANLAŞMA *için eller kenetlenmiş gibi. Trump'ın *PENTAGON'*u mutlu edecek
mesajlarına bakmayın!
Ayakta kalmak için mecbur.
Kavga büyük...
Daha pekçok gelişme göreceğiz...

* Ergün Diler*

*https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/08/11/dolar-savasi
<https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/08/11/dolar-savasi>*

BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLININ YÜZ KARASI SEVR, YENİDEN...

BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLININ YÜZ KARASI SEVR, YENİDEN... 



10 Ağustos 1920 -10 Ağustos 2018 (KURAMSAL AKTARIM & METİN AYDOĞAN) 


-İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış, Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla durumuna getirilmişti.


BÜYÜK UTANÇ VE OSMANLI'NIN YÜZ KARASI
SEVR, YENİDEN... 











(10 Ağustos 1920 -10 Ağustos 2018)
KURAMSAL AKTARIM & METİN AYDOĞAN
Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan Devletler, 10 Ağustos 1920’de Paris’in banliyölerinden porselen fabrikasıyla ünlü Sévres’de, bir araya geldiler.
Osmanlı Devleti’ne, kendi varlığına son veren bir barış anlaşması imzalatılacak ve toprakları nüfuz bölgelerine ayrılarak paylaşacaklardı.
Hindistan ve Çin’e ulaşan ana ulaşım yolu üzerindeki Mezopotamya, Filistin ve Suriye ele geçirilecek, kapitülasyonlar (yabancılara verilen ayrıcalıklar) genişletilecek ve Boğazlar denetim altına alınacaktı.
Osmanlı İmparatorluğu savaşın en değerli ganimetiydi.
Stratejik konumu dışında; el değmemiş petrol yataklarına, bakır, gümüş, demir başta olmak üzere bilinen hemen tüm değerli madenlere ve “hidroteknik mühendislerinin yardımıyla muazzam ölçüde ürün verebilecek, olağanüstü verimli tarım arazilerine”1 sahipti.
Amerikalı tarihçi Prof. Paul C.Helmreich, Paris’ten Sevr’e (From Paris to Sévres) adlı yapıtında, Sevr Antlaşması için, “19.yüzyıl sömürgeciliğini izleyen, mükemmel bir emperyalist çözüm” der ve o günlerdeki Türkiye için şu değerlendirmeyi yapar:
“Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu.
Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan ‘uyutma antlaşmaları süreci’, yerini açık olarak yürütülen ‘nefret’ tutumuna bırakmıştı.
‘Barbar bir ulus’ olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı.
Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş; Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu.
Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu.
Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi.
Çünkü; Türkiye, doğası gereği zengin ve emperyalizm oburdu”.2

Galip devletler, Osmanlı topraklarını savaştan hemen sonra işgal etmiş, eylemsel olarak aralarında paylaşmışlardı.
İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış, Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla durumuna getirilmişti.
Toprak paylaşımının biçim ve miktarı, savaş içinde gizli-açık 9 uluslararası antlaşmayla önceden belirlenmişti.3

Yemen’den Balkanlar’a, Kafkasya’dan Ege adalarına dek büyük bir coğrafyada sınırlar yeniden çizilmişti.
Rusya’nın devrim nedeniyle paylaşım dışı kalması üzerine, San Remo’da gözden geçirilen yeni düzenleme, şimdi Sévres’de uluslararası bir antlaşmaya dönüştürülecek ve uygulanacaktı..
Sevr Anlaşması’nda; Kars, Erzurum dahil, ülkenin Doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere veriliyor (88-94.Madde), Fırat Nehri’nin doğusundaki topraklar Özerk Kürt Ülkesi yapılıyordu. (62-64. Madde)
Suriye’den sonra İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın Kuzeyi’ne dek uzanıyordu (Ek Protokol).
Antalya merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseri’ye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyi’nde kalan tüm Güneybatı Anadolu ve Onikiada, İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).

Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dahil, tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (84-87.Madde).
İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden arındırılıyor, İtilaf Devletleri’nin denetimine veriliyordu.4

Türklere, ‘ekonomik değeri ve gelişme olasılığı bulunmayan’5 topraklar olarak kabul ettikleri, Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu.
Ordu dağıtılıyor, yerine 50-700 kişiyle sınırlandırılan ve subay kadrosu içinde 1500 yabancı denetmenin görev yapacağı bir jandarma örgütü kuruluyordu.
Askerlik yükümlülüğü kaldırılarak, ordunun silah donanımı İtilaf Devletleri’ne devrediliyor; silah üretim ve dışalımı yasaklanıyor; deniz birliklerindeki gemi sayısı, 6 torpido ve 7 hücumbot ile sınırlanıyordu.6
Ekonomik, siyasi ve hukuki ayrıcalıklardan oluşan kapitülasyonlar, sınırları genişletilerek yeniden düzenleniyor,Garanti Sistemi adıyla yeni ayrıcalıklar getiriliyordu (261.Madde).
Demiryolları, limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu. (Madde 328 -360).7
Devlet bütçesi; İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan bir kurul tarafından düzenlenecekti.
Kurula katılan Türk temsilcinin oy hakkı bulunmayacak, yalnızca danışma niteliğinde görüş bildirecekti.
Türk Hükümeti, kurulun onaylamadığı herhangi bir mali düzenlemede bulunamayacak, Gümrükler Genel Müdürü, bu kurul tarafından atanacak ya da görevden alınacaktı.
Türk Devleti’nin para politikası, Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye İdaresi ile birlikte çalışacak bir Mali Komisyon tarafından belirlenecekti.
Komisyon, devletin gelirleri ile önce işgal güçlerinin giderlerini ve savaş tazminatı ödeyecek, sonra geri dönen azınlıkların giderlerini karşılayacak, kalanını Türk halkının gereksinimleri için kullanacaktı (Madde 231-266).8

Büyük devletlere tanınmış olan kapitülasyon ayrıcalıklarından, Yunanistan ve kurulacak olan Ermenistan yurttaşları da yararlanacak, herhangi bir ticari kısıtlamaya bağlı olmadan ülkenin her yerinde çalışabileceklerdi.
Yabancı kargo ve posta kuruluşları yeniden açılacaktı.
Konsolosluk Mahkemeleri, gelişkin yetkilerle yeniden kurulacak, Türk Mahkemeleri yabancıları yargılayamayacaktı.9

Sevr; azınlıklar, dinsel özgürlükler ve demokratik haklar konusunda, özellikle Rum ve Ermeniler’e, Türkler’in yararlanamayacağı geniş haklar getiriyordu.
Savaş nedeniyle yerlerinden ayrılan azınlıklar, hiçbir koşula bağlı olmaksızın geri dönebilecekler ve komisyona bildirdikleri maddi zararları, Türk maliyesinden alabileceklerdi.
Azınlıklar; okul, kimsesizler yurdu, hastane, kilise, havra gibi toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede tümüyle özgür olacaklar, hiçbir denetime bağlı kalmayacaklardı.10

Anadolu’daki Türk egemenliğini kesin biçimde sona erdiren Sevr, onu imzalayanlar için “sonsuz bir utanç belgesiydi”.11

En küçük ayrıntıya dek yüzlerce maddeyle belirlenen parçalama girişimi, birkaç sözcükle özetlenirse, ortaya çıkan somut gerçek şuydu:
“Osmanlı Padişahı ve bütün İslamların Halifesi olan Sultan Mehmet Vahdettin”12, dedelerininSelçuklulardan devralarak büyük bir imparatorluğun ana yurdu yaptığı Anadolu’yu, hiç direnmeden, üstelik direnenlere karşı direnerek elden çıkarıyordu.
İşin acı yanı, “mahvolmak istemeyen ve anavatanını her türlü fedakarlığa katlanarak savunmaya karar veren Türk milletine, tutsaklık ve utanç zincirini takmak için, büyük devletler ve Yunanlılarla birlikte saldırıyor, bu saldırıda silah dahil, her şeyi kullanıyordu”.13

Yabancılar, bugün Türkiye’de Türk yurttaşlarının ödediği; kira geliri, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz geliri, serbest meslek kazancı, banka faiz geliri, ücret kazancı ve repo geliri gibi kazançlarda vergi ödemiyor.
1838 Türk-İngiliz Serbest Anlaşması’nda (Baltalamaya Anlaşması) bile, Türk tüccarlar yüzde 12 vergi öderken, yabancılar yüzde 5 vergi ödüyordu.
Sevr’deki “Mali Komisyon”, savaş tazminatları ve borç ödemelerine öncelik vermişti.
Bugün dış borç ödemelerine kaynak ayırmak için, Kemal Derviş’in çıkarttığı Merkez Bankası Yasasıkullanılıyor ve “faiz dışı fazla” peşinde koşuluyor.
Dış borç bulmak için Hazine altınları rehin veriliyor, devlet işletmeleri Varlık Fonu adını verilerek borç garantisi olarak kullanıyor.

Sevr’de, Demiryolları, limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu.
Bugün, bunların büyük bölümü devlet yönetiminden çıkmıştır.
Limanlar satılmış, akarsular HES’lerle doldurulmuş durumdadır.
Sevr’de, azınlıklar; okul, kimsesizler yurdu, hastane, kilise, havra gibi toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede denetim dışına çıkarılmışlardı.
Sevr’in bu maddeleri, bugün hükümet, uygulaması haline gelmiştir.
Patrikhane ve azınlık kuruluşları, eski mülklerine kavuşmuş, çalışmalarını denetimsiz biçimde sürdürmektedir.

Sevr’de, yabancılar kendi nüfuz alanlarında, maden arama ve işletmede serbesttiler.
Şimdi Türkiye’nin büyük bölümünde, kiralamalar ya da satın almalarla arama ve işletme haklarına sahipler.

Duyunu Umumiye’nin reji idaresinden alınıp devlet tekeli haline getirilen tütün üretim ve işletmeciliği, bugün yeniden yabancı sigara şirketlerinin tekeline verilmiştir.
Pancarın yerini, yabancı kaynaklı mısır ve yapay tatlandırıcılar almıştır.
Tütün ve pancarın ekim alanları sınırlandırılmıştır.
Milli bankaların yerini, büyük oranda uluslararası bankalar almıştır.
Sevr’de, Anadolu Avrupa devletlerinin nüfuz bölgelerine ayrılmıştı, şimdi Türkiye’nin tümü yabancıların açık pazarı durumunda.
Sevr’de, ordu tasfiye edilmişti.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra çıkarılan kararnamelerle; ordu polis gücüne dönüştürüldü, okulları kapatıldı, hastaneleri ve mahkemeleri elinden alındı.

DİPNOTLAR

1 “Woodrew Wilson, Dünya Savaşı, Versailles Barışı” R.S.Becker, sf.96; ak.A.M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.39
2 "Sevr Entrikaları” P. C.Helmreich, Sabah Kit., İstanbul-1996, sf.22
3 Ana Britannica, 27.Cilt, Ana Yay. A.Ş. İstanbul-1994, sf.361
4 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.192
5 a.g.e. sf.192
6 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.241
7 “Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156-157
8 "Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195-196
9 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.242
10 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, sf.10403
11 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.64
12 a.g.e. sf.65
13 a.g.e. sf.65

ADD "GENEL MERKEZ" YÖNETİM KURULU

KİMSE BÜYÜK ATATÜRK'Ü VE TÜRK KURTULUŞ TARİHİNİ UNUTTURMAYACAKTIR!..

Büyük Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu'nun şimdiki Başkanı medyaya yansıyan açıklamasında "Okul kitaplarında Sevr'i antlaşma değil belge olarak alınması " yönünde girişimde bulunacaklarını İfade ederek, "Çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun kafası karışıyor "demiştir.

Kafası karışık ve kafa karıştırmaya çalışarak, gündemi değiştirme çabasında olanlara bir kez daha SEVR Antlaşmasının 98. yıldönümünde diyoruz ki:
1. Sevr, Padişah Vahdettin'in bizzat görevlendirdiği Reşat Halis, Rıza Tevfik ve Hadi Paşa'larca 10 Ağustos 1920 de imzalanmış bir ANTLAŞMA' dır.
2. Sevr, Türk Milleti'nin idam fermanıdır. Sevr'i hafifletme çabaları asla kabul edilmeyecektir. Bu çabalar traji komik ve basit bir girişimden öteye geçemeyecektir.
3. Sevr'i "Antlaşma değil", " Belge" olarak sunmak Türk Kurtuluş Tarihini açıkça çarptırmaktır, tarihimize ihanettir...

4. Sevr imzalanmadı savsatasıyla Osmanlı Yönetimi aklanmaya Mustafa Kemal ATATÜRK ve mücadelesi de küçümsenmeye çalışılmaktadır. Türk Milleti bu zavallı oyunun farkındadır.

5. Sevr, bir kefen olarak Türk Milletine giydirilmeye çalışılmıştır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK liderliğinde Türk Milleti bu kefeni parçalayıp, tarihin çöplüğüne atmıştır. Unutulmamalıdır ki ADD olarak tarihin tekerrür etmesine asla izin vermeyeceğiz. Çünkü bizler Mustafa Kemal'in manevi askerleriyiz.

6. Lozan'la Milli Kurtuluş Savaşımızı taçlandırdık. Ulusal Onurumuzu, geleceğimizi ve vatanımızı güvence altına aldık. Lozan'a laf edenler Sevr'i "antlaşma değil" "belge" olarak sunanlar, unutmasınlar ki Atatürk’ün eşsiz liderliğini ve milletimizin kahramanlığını hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir koşulda unutturmayacak tır.
Aziz Milletimize diyoruz ki;

Sevr'i imzalayanları aklamaya çalışanları, Lozan'a laf edenleri ve ülkemizi kuruluş felsefesinden uzaklaştıranları Tarih, Cumhuriyet ve ATATÜRK adına yakın takipteyiz. Fırsat vermeyeceğiz.

ADD Genel Merkez Yönetim Kurulu