15 Aralık 2015 Salı

RAMAZAN SİYASETİ.,



 
RAMAZAN  SİYASETİ.,
 
 
 



 
 
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,
 
Ramazan, AB istemlerini karşılamak amacıyla TBMM’nin ikinci kez olağanüstü toplanması, Papa’nın islâmiyete yönelik sözleri ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Harp Okulu konuşmasının yankılarıyla başladı. Oy ve iktidar için inanç sömürüsünü yöntem durumuna getirenler çabalarını yoğunlaştırdılar. İftar çadırları, armağan paketleri, sözde yardımlar birbirini izlerken her organa, her birime tırmanan gericiliğe ilişkin her gün yeni yakınmalar duyulmaya başladı. Hastanelerde koridorları dolduran cuma namazları, cep telefonlarıyla öğrencilerine gerici mesajlar gönderen öğretmenler, adliye önünde gericiliği öven müfettişler, dinsel içerikli broşürler, safsata sayfalı kitaplar, neler, neler… Avrupa Birliği için yeni dayatmalar, Kıbrıs’ta yeni koalisyona ilişkin savlar, söylentiler. İçaçıcı bir şey yok. Vergilerle memur aylıklarına zam çalışanın belini büsbütün bükecek düzeyde. Sorunları akla uygun, gerçekçi, bilimsel biçimde çözüm ilgililerin umurunda değil. Verimi artırmak, üretimi çoğaltmak, çalışanın sayısı ile doyurucu aylıkları amaç edinmek unutulmuş gibi. Öldürmeler, kapkaç, terör de hız kesmeden sürüyor. Şehit babası “Vatan sağolsun diyemem” diyor. Kısa zamanda nerden nereye geldiğimiz ortada. Hanedan övgüleri, hanedana acımayla Atatürk karşıtlığını yayma ve artırma çabaları, Kemalizmin kökünü Osmanlı’ya bağlama oyunları hiçbir çekinme olmadan birbirine ekleniyor. Bu ortamda çağdaşlık koşusunda yer almak. Hele ermeni, rum, kürt çekiciliği (!)yle Türk ve Türkiye düşmanlığına soyunmak. Nerdeyse ün yapmanın, dışarda tanınmanın, kitap satmanın koşulu oldu. Böyle çelişkiler ve olumsuzluklarla günler geçip gidiyor. Üzülmemek elde değil.
Dış olaylar dizisi Türkiye karşıtlıklarıyla ağırlık taşıyor. Irak’ın kuzeyiyle daha doğrusu PKK’yla ilgili koordinatör atanması E. Orgeneral Edip Başer’in haklı çıkışıyla da geçiştirilebilecek bir durum değil. ABD’nin bugüne kadar PKK konusunda sözden başka bir kıpırdanışı görülmedi. Türkiye’ye karşı kullanmak için avucunda tuttuğu bir örgüt görünümü değişmedi. Irak’ın geçici devlet başkanı Talabani’de tehditleriyle birlikte ele alınınca sanki bir yetersizlik varmış da onu gidermek için ek görevliye gereksinim duyulmuşçasına yapılanmaya gidildi. Bu yöntem ABD’nin yeni bir oyalaması ve PKK’nın siyasallaşmasına kapı açılmasıdır. Görevdeki asker, görevdeki bürokrat. Hükûmet yetersiz de yeni organlar, birimler oluşturuluyor kanısı veriliyor. Koordinasyonun içinde olmasa da tarafında PKK yer alacaktır. Sakınca da burdadır. İster PKK olayında, ister Avrupa ülkelerine sığınıp değişik bahanelerle geri verilmeyen teröristler konusunda, ister Yunanistan’ın havdalaşları, deniz kötülükleri ve Trakya’da Türk azınlığa uygulamaları sorunlarında ve sözde ermeni soykırımını kabûl etmediği için partiden çıkarılan Hollanda’daki Türk asıllı aday konusunda dostlarımızın, ortaklarımızın tutumuna bakınız. Kimden yanalar? Talabani’nin PKK’yı ateş kesmeye ikna etme sözü bile sahnelenmek istenen oyunun perdelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. İçerdeki kürtçülerin tutumu, Avrupa’da destek aramaları niçin, zafer işareti yapan eller kime karşı? AB Anayasası sorunu çözümlenmeden yeni üye alamayacaklarını Barosso söyledi. Abdullah Gül’ün AB için yazdığı söylenen, dışarda yayımlanan makalenin içtenlikli görüşler olduğunu sanmıyorum. AB’yi kandırmaya yönelik sunuşlarıdır. Takiyye yalnız içerde değil, dışarıya karşı da sürdürülmektedir. AB yetkilileri Türkiye’yi üyeliğe almayacaklarını açıktan söylemiyor, dolaylı biçimde anlatıyor. Anlamayanlar ödünlerle sonuç alacaklarını sanıyor. AB Dış İlişkiler Komisyonu’nda kabûl edilen rapor bu gerçekleri içeriyor. AB Parlamentosu’nda düzeltilmesine çalışılan yönler içinden sıkmabaşın çıkartılmaması çabası iktidarın içtenliksiz davranışının kanıtıdır.
Her istediklerini almaya alışan AB’lilerden Komisyonun Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Kretschmer 22.9.2006 günü Ankara’da Tesev’in “Almanak: Türkiye, Güvenlik Sektörü ve Demokrat Gözetim” adlı yayınının tanıtımında konuşturulunca silâhlı üzerinde sivil kontrol sağlanmasının AB sürecinde kilit konulardan biri olduğunu söylemiştir. Şemdinli provakasyonuna dayanarak silâhlı kuvvetleri suçlamıştı. Silâhlı Kuvvetlerin Türkiye Cumhuriyeti için özgün yerini bir türlü kabûl edememektedirler.
Gericiler her ülkede örgütlüdür. Avustralya Hazine Bakanı Peter Costello’nun Türkiye’yi islâm dünyası için model, Atatürk’ü de liderli feneri olarak göstermesini Avustralya’daki islâm kuruluşları büyük tepkiyle karşıladı. Şeriatla koşullanıp katılaşan kafaların aydınlık düşmanlığının ilâcı yoktur.
ABD’li emekli general Joseph Ralston, koordinatör değil, temsilci olduğunu söyledi ve PKK’lıların ateşkes çağrısını ciddiye almadığını bildirdi. Kendini devlet yerine koyan PKK ve yandaşları görsünler.
AB Parlamentosu ermeni soykırımını çıkararak Türkiye’ye yeni koşullar öne süren raporu kabûl etti. Daha neler getirecekler. Yunanistan aramızdaki protokole aykırı biçimde göçmenleri Türkiye karasularına bırakmayı sürdürüyor, üstelik Türkiye’yi suçluyor. Dost değil düşman sanki. Güvenlik ve insanlık boyutlarıyla olay dünyaya duyurulmalıdır
İçeriye dönersek
Dış olaylar kimi oldubittilerle sürerken içerde de olumsuzluklar giderek artmaktadır. Hangi yana bakılsa, hangi konu ele alınsa üzüntü ve düşünce ağırlığı insanı bunaltıyor. Başbakanın konuşmalarında iktidar partisi yetkililerinin açıklamalarına uzanan çizgide türlü çelişkiler ve aykırılıklar sıralanmaktadır. Toplumumuz gerçekleri saptamakta duraksamaya düşmektedir. İktidarın her yaptığını alkışlayıp karşı çıkışları kötüleyen yalaka yazarlar var. Aklı ersin-ermesin, uzmanlık alanına girsin-girmesin, katılıkları ve bağımlılıkları öyle koyu olanları var ki artık tiksindiriyor. Sırf milletvekili olmak için AKP’ne giren kimilerinin tutumu ve konuşması, kişiliklerine gölge düşürmeleri üzüntüyle izleniyor. Şakşakçı yazarlar içinde öyleleri var ki onun yüzünden gazete-dergiyi elinizden atasınız geliyor. Haydi, ikinci dünya savaşı zamanında yaşları küçüktü, algılamaları beklenemezdi, bilgileri yetersizdi. 1950 sonrasını unutup tüm aykırılık ve yanlışlıkları Atatürk-İnönü ikilisine yüklemek, günümüzdeki her sakıncanın nedenini kuruluş dönemine bağlamak, aşırılarla, köktendincilerle, kürtçülerle birleşip yabancıları düşmanları sevindirmek ne oluyor? İçimizdeki sapkınlar dışardakileri gereksiz kılıyor.
İslâmiyette olmayan bir tür ruhban sınıfı türedi. Türkiye’nin birçok yerinde ramazanda öğle namazı nedeniyle eczaneler, iftara kadar lokantalar kapalı idi, şimdi Ankara ve ilçelerinde bu yöntemi uygulayanlar var. Çocuk, yaşlı, hasta düşünen yok.
Cumhurbaşkanı’nın uyarılarına saygısız karşılık verenlere KKK’nın konuşmasına yanıt vermeye kalkışanlar eklendi. Yasasız suç ve ceza olmaz. Yasalar, kurallar her sakıncalı, her aykırı davranışı suç olarak belirleyemez. Böyle olunca da işlem konusu yapılamaz ama zararı, kötülüğü açıktır. Kimi açık, kimi kapalı biçimde lâikliği, cumhuriyetin niteliklerine karşı yürütülen işlem ve eylemler gericiliğin iktidara kadar gelişini somut biçimde ortaya koymaktadır. İktidar kesimi ne yaptıklarını bilmiyor mu? Atamalar, kadrolaşma, af yasaları, yeni kurallar, imam hatip ve sıkmabaş direnmesi, yurttaşları azarlama, kayırmalar, ruhsatlar, içte ve dışta aykırı elatmalar, özelleştirmeler, saymakla bitmeyecek olumsuzluklar herkesin gözü önünde oluyor. Belge, başka kanıt istemek, Cumhurbaşkanından bildirmesini istemek siyasal terbiyeyle bağdaşmıyor. Gericilikle tırmanan gericiliği tırmandıran iktidardır. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı devletin kararına karşın, El-Kadı için temyiz başvurusunu geri çekmişlerdir. Millî Eğitim Bakanlığı’nda yaşananlar, kitaplar, broşürler, tarikatlar, cami cinayetleri vd. gericiliğin çirkin boyutunu ortaya koymaktadır. Başbakan ve Bakanlar kişisel düşüncelerini devlete mal edemezler. Devrim Yasaları konusundaki tutumları bile amaçlarının kanıtıdır.
Cumhurbaşkanlığına sataşma, yargıyla, silâhlı kuvvetlerle, üniversitelerle zıtlaşma, köktendincilik konusunda inatlaşma, şehitleri küçümseme, çalışanlara ve yurttaşlara sert davranma, yargıya elatma biçiminde tutum, şeriatçı ve tarikatçıları koruma neyin göstergesidir? İrtica iktidarda ise karşısında kim-kimler olur? Şimdiden 2008 yılında yapılacak Rektör atamalarının hazırlığı yapıldığı açıklanmıştır. Gereksiz ve sakıncalı uğraşlarla zaman ve değer yitirilirken ayrılıkçı terör yandaşlarının oyalayıcı girişimlerine, imzacı ve bildiricilerin yaygaralarına ve yalanlarına karşın kıyımını sürdürmektedir. Iğdır’da, Van’da patlamalar, yaralılar, şehitler her gün yürekleri dağlamaktadır. Büyük kentlerde yasadışı örgütler boş durmamakta, çocukları ve kadınları öne sürerek eylemlerini kamu araçlarına zarar vererek genişletmektedirler. İktidarın etkisiyle olacak etkin önlemler alınmamaktadır.
Her şeyle oynuyorlar
Millî Eğitim Bakanlığı’nın okullarla, öğrenci yerleştirme ve yurtdışı burslarla oynaması yetmiyormuş gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ödeneklerini kesmiş, hiçbir destek vermemiştir. Eğitim, sanat, spor bu iktidar döneminde derin yaralar almıştır. Kanımca, irticanın kaynağı ve gücü olan, irticaya güven veren iktidar, eğitimi “millî” olmaktan çıkarmaktadır. İrticanın kucağındaki enteller ve birbirinin karşılıklı oyuncağı durumundaki gericilerle sözde ilericiler yumağı yozlaşmanın somut belirtisidir. Devleti iş adamlarını yönettiği görünümüne imzacı-bildiricilerin ilişkileri ekleniyor.
Demokrasi yalancıları iktidarın tek parti diktasına yönelişine ilgisiz ve tepkisiz. Tek parti iktidarını suçlayanlar sessiz. RTE’ın Çankaya’ya çıkışı yakınılan kötülüklerin en beterinin yaşanması olur. Bu yapılanma tek partiden başka ne olabilir? Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany’in karşılaştığı olayların öğretici yanı yok mudur?
Başbakanın, Rauf Denktaş’a yönelik sözlerini uygun görmek olanaklı mı? Demokrasiyi sömürerek değişik kökenli ve amaçlı Türkiye karşıtlarının buluştuğu-kurduğu neoliberal takım kimi pislikleri içine sindirebiliyor.
RTE “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım” diyor. Tanık ve kanıt istemeyen bir olgu. Ancak konuşmaları ve davranışları, iddiaları ve inadı sıfatıyla bağdaşıyor mu?
Linç’i intihar gösterme çabaları, kürtçülerin eğitime, şeriatçıların yargıya ve yönetime yerleşme girişimleri, PKK ve yandaşlarının tüm Türkiye’yi istediklerini gözardı eden aymaz aydınların yavanlığı, Anayasa ve yasa değişikliklerinde hukukçuların büyük ölçüde sessizliği kaygıları artırmaktadır. Oktay Ekşi’nin ve Deniz Baykal’ın olumlu yaklaşım ve değerlendirmelerine karşın Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camiler, kuruluştan ayrılanlar, kurslar, denetimler, dinsel içerikli yayınlar konusunda başarılı olduğun u söylemek güçtür. Her sorunu, her sistemi, her gereksinimi ve tepkiyi gerçek çözümlerle değil, dinle karşılamak bu iktidarın işidir. Safsatalar, hurafeler öğrencilere parasız kitaplarla dayatılmakta, fetva ve ferman dönemi Başbakanın yargı yerine “Ulemaya başvurulsun” önerisiyle hortlatılmaktadır.
Ortamı elverişli bulan yasadışı örgütler, bu tür niteliklere uyan kimi siyasal partiler yürüyüşler düzenliyor. PKK ve APO lehine sloganları, resim ve pankart taşımayı, kolluk güçleriyle çatışmayı olağan karşılar duruma getirmişlerdir. Kimi gazete ve dergilerde sözde ateşkes önerileriyle tanıtılmak istenen ayrılıkçılarla röportajlar yayımlanmakta, karşıtlıkları bilinen sözde yazarlara sayfalar açılmaktadır.
Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS-2)’nda sıkmabaşa olur verilmekte (17.9.2006), Başbakan başka dilleri kullandıklarını unutup “Türkçe konuşan dealetler topluluğu” önermektedir (1.9.2006). İyi ki “Müslüman devletler, lâiklik karşıtları ya da din devletleri topluluğu” dememiştir. Başbakanın iyi konuştuğu kanısında değilim. Ezberci yanıyla kendisine verilenleri seslendiriyor. Köktendincilere uyarıda bulunduğuna rastlamak güç. Tarikat liderlerine saygısını açıklayan Başbakanın din adına, dindarlıkla bağdaşmayan eylemleri, cinayetleri, terör olaylarını kınamaması ilginçtir. AKP’li belediyelerden kimilerinin dincilik çabalarına sessiz kalması da destek sayılır. RTE’nın vücut dili iyi olabilir ama asıl dili bozuk.
Bu tutumdan cesaret alan kürtçüler Diyarbakır olaylarını saptırmakla kalmayıp devlete yüklemek istediler, gösterilerinde PKK ve APO övgüsüyle zafer işaretleri yaptılar. Kepenk kapatma ve açma olayları bilinen kişilerin buyruğuyla gerçekleşiyor. Yasadışı örgüt gibi bir Platform adına yapılan açıklamada “Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi suçludur. Sorumlusu kontrgerilladır, Jitem’dir” deniliyor. Devlet bu savı yanıtlamalıdır. Doğruysa gereği yapılmalı, değilse suçlayanlar kovuşturulmalıdır. 3.9.2006’daki sözde Barış Mitingi yine terör örgütünün gösterisine dönüşmüştür. Demokratik Toplum Partisi’nin “Barışçı çözüm ve eşit bir Türk-Kürt birliği” çağrısı içtenlikli ve inandırıcı değildir. Kürt kökenliler neyde eşit değiller? Düğünlerindeki paralar kimde var? Ne kadar acı ki kimi yazarlar, kimi kuruluşlar bunlara kanıyor, kendi varlığını, devletini kötülüyor. Kimileri de bunlar gibi çıkıp yaptıkları belli Turgut Özal’ı övüyor. Türkiye’ye bugünkü sıkıntıları kim getirdi?
Ekonomide büyüme sözde kalıyor. Borçlar da büyüyor. İyileşme yurttaşlara yansımıyor. Zam yağmuru fırtınayı geçti, kasırgaya dönüştü. Atatürk’e karşı olan asla milliyetçi olamayacağı gibi gerçek hiçbir milliyetçi ümmetçiye destek vermez, kimlik tartışması açan, Türk kimliğini yadsıyan kişilere, örgütlere oy vermez.
Tuhaflıklar
Büyük kesimiyle terör aygıtına dönüşen medyanın zararları her gün artıyor. Atatürk ilkelerini savunmamızı, pisliklere, haksızlıklara, yolsuzluklara, ahlâksızlıklara, adaletsizliklere, düşmanlıklara, şeriatçılığa, bölücülüğe, sapkınlığa karşı çıkmamıza katlanamayıp bize saldıranlar Türkiye ve Atatürk karşıtlarını, çıkar kaynaklarını ve dayanaklarını ateşli biçimde savunuyorlar. Onlarınki anlatım (ifade) özgürlüğü oluyor, bizim anlatımlarımız suçlanıyor. Sözcük ve anlatım oyunlarıyla, kendi görüşlerini başkalarına söyleterek tanınmaya, ün yapmaya, gelir sağlamaya çalışıyorlar. Dayanışmaları da ilginç, savunmaları da. Türkiye’ye ve Atatürk’e saldırmadan, düşmanlara övgü dizmeden, yalanlara başvurmadan yazı yazılamaz mı? Bugünlerde Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin tümüyle kalkmasını isteyenlerden başlayıp değişik öneriler getirenler çıktı. Aslında hukuk konusunu siyaset adamı Adalet Bakanı’nın oluruna bırakmamak, açık ve doyurucu kurallarla Cumhuriyet Savcısı ile Türk yargıcına bırakmak gerekir. Hatır için, arkadaşlık, ideoloji birliği ve başka yandaşlıklarla hukuk siyasete kıydırılamaz. Önceki Ceza Yasası’nın 163. maddesinin kaldırılması irticanın iktidara yürüyüşünün gücünü oluşturduğu gibi dinsel terörü azdırdı. 301. madde kalkarsa Türkiye karşıtlarını tutmak, karşıtlıkları önlemek büsbütün güçleşir. Sorunun demokrasiye, anlatım özgürlüğüne bağlanması da yanlıştır. Avrupa’nın birçok ülkesinde benzer kurallar daha sert yaptırımlarla yürürlüktedir. AB’nin Türkiye’yi yıpratma amaçlı çifte standardı bu konuda da gündemdedir.
Bir de “Lâtife Hanım Modası” çıktı. Lâtife Hanımın küçümsenmesine, kötülenmesine karşı olduğumuz ölçüde abartıya, Lâtife Hanımı övmek için Atatürk’ü aşağılayıp karalamaya da karşıyız. Özel yaşam özen gerektirir. Birlikteliğin ve ayrılığın dışa vurulabilecek yanları, nedenleri ve gerçekleri ortaya çıkarır ama bu konuda daha fazla ayrıntıya gerek olmadığı gibi saygı göstermek zorunludur. Atatürk karşıtları, yanlı ve gerçek dışı anlatımlara sarıldılar ama ne yapsalar boşuna. Atatürk her zaman büyük ve en büyük Türk.
Adalet yoksa devlet yoktur. Dünyanın temeli olan adaleti içinde yaşatmayan ve yaşamayan çevresinde de bulamaz. Yıllardır söyleyip yazdıklarımızın özeti biçimindeki içeriğiyle Sayın Öztin Akgüç’ün 17.9.2006 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Cumhuriyet Karşıtı İç Cephe” başlıklı yazısını her yurtseverin okumasını, okutmasını önererek destekliyorum. Bu arada dolambaçlı sözlerle bizi suçlamayı alışkanlık durumuna getiren bir sözde yazara “Aramızda Miloseviç ile Saddam’a tapan olmamasına karşın tersini söyleyen alçaktır” diyerek yanıt vermek istiyorum. Yazarlara karşı açılan dâvaları kınayanlar, anlamadıkları, bilmedikleri konularda kalem oynatanlar, bilim adamlarına karşı açılan dâvalarda nerdedirler? Kimileri bürokratları “Bizim Hazineden geçinenler takımı” (31.8.2006) diye nitelendirmekle yetinmiyor, çalışanların büyük kesimini de “Köylülerin oluşturduğu işçi sınıfı” (1.9.2006) olarak küçümsüyor. Bilinenlerden birisi de Atatürk dönemini kötüleyip suçladıktan sonra “Bu ülkenin ihtiyaç duyduğu en son şey asker-sivil çatışmasıdır, krizdir, siyasal gerginliktir..” diyor. Olmaması istenilen durum böyle mi anlatılır. Bunlara hiç gereksinim duyulmaz. Atatürkçülük ve ulusalcılık adına kimse kanlı sayfa istemez. Hukukdışılık ilkellerin işidir. Atatürk ve dâva arkadaşları zamanında “..olumsuz sonuçları bugünlere kadar sarkan bazı aşırılık ve yanlışlıkların altına atılmıştır.” diyerek kendine göre aykırılıklar sıralayarak suçlamayı sürdürmek öğrenmesi gerekli çok şey olanların öç alma oyunlarıdır. Tutsaklıktan bağımsızlık ve özgürlüğe, tebaadan yurttaşlığa, ümmetten ulusa, şeriattan hukuka, kapitülâsyonlardan eşitliğe, sömürüden sahipliğe, yağma ve Düyun’u Umumiye’den ulusal ekonomiye, yıkımdan dirilişe, teokratik monarşiden cumhuriyetle demokrasiye geçiş, kurtuluş, kuruluş, yapılanma, yenilenme her şey, hepsi unutuluyor, unutturulmak isteniyor. Osmanlı torunu olmanın yüklediği görevi böyle algılayanlar türedi. Tıpkı İstanbul Emniyet Müdürü’nün “Güzel tepki sözleriyle demokratik tepki gösterenleresaldıranları kışkırtan tanımı gibi. Aklını darbeyle bozan medya bozguncuları da tutarsız.
Yarası olan gocunur
Orgeneral Büyükanıt ile Başbuğ’un konuşmaları iktidar kesimini kızdırıyor. Huysuzluklarını olur olmaz sözlerle, ilkel tepkilerle açıklıyor, çocukça yanıtlar vermeye çalışıyorlar. Generaller “Demokrasiyi, insan haklarını kaldırınız. İktidara başkaldırınız” demedi. İktidar, irticanın temsilcisi ve sözcüsü gibi davranıp yanıt vermeye, savunmaya çalışıyor. Asıl amacı Çankaya Köşkü’ne sıkmabaşı taşımak olan Başbakan lâf yetiştirme çabasında. Talabani’ye, AB sözcülerine, Demokratik Toplum Partisi yöneticilerine, terör örgütü mitinglerine yanıt verse yeter. Lübnan hevesine karşı çıkanları ihanetle suçlamak beceri değil. İncirlik Üssü yerine ABD’ne Türkiye Üssü kullandırmak başarı hiç değil.
Balıkesir-Bandırma Müftülüğü’nün “Her eve bir Kur’an Meali Projesi” kapsamında Kur’an kursuna giden 4 bin öğrenciye ve cezaevindeki 400 mahkûma da verilmesi çalışması Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni bir kez daha anımsattı. Bu gereği yerine getirmeyenler utansın. Ezanı Türkçe okutamayıp bir minareye ondan fazla hoparlör koyduranlara ne demeli? Yüksek ses yüksek müslümanlığı mı gösterir? Vicdanı, eli, dili, gözü temiz olması gereken müslümanlar çevre temizliğine de önem vermelidir. Çocuklar, yaşlılar, hastalar düşünülmelidir. Cami avlularından Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’a tehdit savuran İbda-C’liler tutuldu mu? Ne yapıldı? Hizbullahçılara ne uygulanıyor? Soruşturma, kovuşturma var mı bilinmiyor. Bunlar insanımızı soğutuyor, çekindiriyor, uzaklaştırıyor. Hani halk dilinde “Dinden-imandan soğutuyorlar” denir ya öyle. Bu dönemde yapılanlar daha çok hristiyanların işine yarıyor. Kiliseler açılıyor, misyonerler çoğalıyor, cemaat vakıfları, gelirleri artıyor, yeni olanaklar sağlanıyor. Ruhban okulu ile Patrikhanenin ekümenliği konuşuluyor.
Gerici medyanın yayınları ibretlik. Televizyonları, radyoları saçmalıklarında sınır tanımıyor. Kullandıkları sözcüklerin dindarlıkla hiçbir ilgisi yok. Saygısız dindar olamaz. Yalan iftira, yakıştırma, hakaret, gerçekdışılık temiz inançla bağdaşmaz. Kışkırtma, teröre özendirme, her tür kötülüğü din için geçerli saydırma bunların karası.
Ramazanın adına, saygınlığına aykırı davranışlar giderek artıyor. Aldatıcı reklâmlar, yüksek fiyatlı satışlar, lâikliği delme girişimleri, pahalı iftarlar ve iftar gösterileri, ramazan trafiği sorunu, görevden erken kaçışlar, dalgınlığı, yanlışlığı, amaçlı işlemi, sakıncalı tutumu, hızı, sinirliliği, hastalığı oruca yükleme kolaycılığı. Bayramda bayrama kahramanlık, ramazandan ramazana müslümanlık. Barış yok, kavga var. Yaralama, öldürme, uyuşturucu kaçakçılığı, hırsızlık, kapkaç ve daha niceleri. Eğitimsizliğin boşluğunu inançla doldurmanın yetersizliği. Bilgi yerine dini koymanın sonucu. Yozlaşma o kadar arttı ki film festivallerinde bile fatiha okumaya başlandı. Namazda, mezarlıkta, anma toplantısında olsa kimse bir şey diyemez. Kimileri yakalığı ve yavşaklığı, yaranmayı ve yanaşmayı dini kullanarak yapıyor. Kişiliksizlik yarışı aldı yürüdü. İktidara ve yandaşlarına hoş görünme çabası onuru unutturuyor. Siyaset için her şeye kıyılıyor.
Yine de
Tüm olumsuzluklara karşın yılmak yok, umutsuzluk yok. Kimi kuruluşlar, kimi kişiler, kimi sözler, kimi yazılar direncin korunmasına yarıyor. Yargıtay Başkanı’nın lâikliğe ilişkin gereksiz, yanlış sözünün yarattığı olumsuz havayı, Danıştay Başsavcılığı’na Sayın Tansel Çölaşan’ın seçilmesi giderdi. Kendisini içtenlikle kutluyoruz. Üniversiteleri özerk olmayan, Baroları özel olmayan ülkede bağımsız yargı organları, yansız temsilcileri ulusun güven duygusunu korumasında başlıca etkendir. Bu bağlamda Danıştay Başkanvekilliğine seçilen Sayın Sinan Yörükoğlu’nu da kutluyoruz. Çölaşan’a ve Yörükoğlu’na başarılar diliyoruz.
Üniversitelerinin açılış törenlerinde yaptıkları konuşmalarla tehlikelere karşı uyarı görevlerini yapan Rektörleri de kutluyoruz.
Türkiye, Avrupa Sosyal Şartı’nı adaletli ücret konusunda çekince koyarak imzaladı. PKK, AB Terör Listesi’nden çıkarılması için başvurmuş. Ne yüzle? Avrupa Adalet Divanı karar verecek, göreceğiz.
Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasını İngiliz The Guardian gazetesi eleştiriyor. Kimden yanasınız? diye sormak gerekiyor. Anlamak istemedikleri çok şey var. Bir de aynada kendilerine baksalar ya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder