15 Aralık 2015 Salı

GÖSTERİLER,


 

GÖSTERİLER,



 


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,
29.01.2007

 
Seçim yılında iktidar ve muhalefet partilerinin değişik biçimli ve içerikli gösterileri izlenmektedir. Ulusal kimliği ağzına almayıp alt-üst kimlik tartışmalarını açan iktidar kesimlerinin takiyye temelli siyaseti Başbakanın Ay-yıldız’ı anımsayan afişleriyle yeni bir ivme kazandı. Anamuhalefet lideriyle bu konuda çocukça sayılacak tartışmaları seçim gösterilerinin giderek artacağını anlatmaktadır. Irak’ta yuvalanan PKK için ABD’ni eleştirmesi, İstanbul Ticaret Odası’ndaki konuşmasında AB’ne “Ankara ve İstanbul kriterleri”yle alternatif göstermesi seçmene selâm türü yaklaşımlar olarak değerlendirilmelidir. Bu gidişle Irak’ın kuzeyine yönelik bir askerî operasyon da deneyebilir. Seçmenleri okşamak, kabadayılık ve kahramanlık izlenimi yaratarak oy toplamak için sonucuna aldırmadan askerlerimizi Irak batağına sokabilir, atabilir. Anamuhalefet lideri de yeşil ışık yaktıktan sonra bu maceraya daha kolay girişebilir. Kerkük, PKK desteği, kürt devleti oluşumu, Irak’ın bölünmesi konuları ve ABD uygulamalarında uslu çocuk görünümüyle seyirci durumunda kalarak etkinliğini yitiren Türkiye’nin alnına dayan namlular karşısında bu iktidar döneminde doyurucu sonuçlar alacağını sanmıyoruz.

Saddam’ın, kardeşinin ve yakın adamının idamlarıyla çalkalanan Irak’ta aslında İran yanlılarıyla karşıtları çarpışıyor. Bu Sünnî- Şiî çatışması değil, arap milliyetçileriyle İran Şiilerinin kapışmasıdır. Hepsi ve her şey ABD oyunudur. Saddam’ı silâhlandırıp saldırtan, Halepçe olayını hazırlayan, 500 bir kürdü bir günde Türkiye’ye sokan, Ortadoğu projesiyle Türkiye’ye özgü plânları olan, Türkiye’yi oyalayan, Talabani ve Barzani ilişkisini Türkiye’den daha çok önemseyip destekleyen ABD’dir. İdam yöntemleriyle bir kez daha doğrulanan insanlıkdışı yaklaşımları, ABD ve İngiliz şirketlerinin petrolden alacakları yüksek kâr payına ilişkin düzenlemelerle iyice açığa çıkmıştır. Irak’a elatmanın gerçek nedeni petrole elkoymaktır. ABD hiçbir engel tanımak istemediğinden İran ve Suriye senaryolarını gündeme almak üzeredir. Türkiye’nin sırası ve günü şimdilik belli değildir.


İktidar seçim hesapları peşinde. 215 bin geçici işçinin kadroya alınması kararı bunu doğrulamıyor mu? Altı çocuklu aileye devlet katkısı böyle değil mi? Yalnız rejimi değil, yaşamı alt-üst ediyorlar. İstanbul’a vize önerisi de öyle.

Dış cephe

Arjantin’den sonra ABD’nde yeni atak, İki Demokrat Parti’li Senatör ermeni soykırım tasarısını Temsilciler Meclisi’ne sunuyor. Kuşatma ve yıldırma sürüyor. ABD’nin İran’a saldıracağı olasılıkları gündemde. Türkiye’nin olası bir sınır ötesi operasyonuna karşı çıkan ABD göstermelik denetimleri “Baskın” olarak veriyor. Yaptığı hiçbir şey yok. PKK’yı besleme ve destekleme yanlışını sürdürüyor. Irak’lı kürt liderlerin Türkiye’ye karşı yaklaşımları, söylemleri de ABD desteğine dayanıyor. Önceleri yalvaranlar, şimdi kükrüyor.

AB Dönem Başkanlığını üstlenen Federal Almanya’lı Hıristiyan Demokrat Hans Gert Pöttering AB’nin yeni Başkanı oldu. Almanya Başbakanı Bn. Merkel “AB Anayasası’nın hıristiyan temele dayanması özlemi”nden sözediyor.

İç cephe

A Ke Pe iktidarı yeni yıl hazırlıklarına hız verdi. Bütçe musluklarının seçime elverişli duruma getirilmesini, geçici işçilerin kadroya alınmaları, yargı kararlarına karşı direnme, bildiğini okuma, üniversitelerde kadrolaşma, Kıbrıs için Denktaş’a çatma, amaçlarına uygun yasa düzenlemeleri izliyor. Geçim koşullarının giderek ağırlaşmasını, yurttaşların yaşadıkları güçlükleri gözardı edenler, ekonomik alanda yıldızlaşmadan, demokraside parıltıdan söz ediyorlar. Halkla alay edercesine süslenen söylemler yurt gerçekleriyle bağdaşmıyor. Adaletli paylaşım, aylık-ücret dengesi, asgarî geçim indirimi, ayrıcalıklı sınıflar kimsenin umurunda değil. Siyasal gerginlik ayrı. Seçimler yaklaşırken umutlar azalıyor. Siyasetçilere güvensizlik giderek yaygınlaşıyor.

Unutuyor, abartıyoruz

Her şeyi hemen unutuyor, her şeyi abartıyoruz. Övgüyü de, yergiyi de, hoşgörüyü ve acımayı da. Yansız ve gerçekçi davranan çok az. İnsanları yitirince arıyor, değerli sayıyoruz. Yalancı tanıklık aldı yürüdü. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, ermeni asıllı Hrant Dink’in yazı ve konuşmalarını, eylemlerini, yasa kurallarını ve yargı kararlarını, destekçileriyle karşıtlarını, medyanın, özellikle Agos’un yazdıklarını, yönetimin, emniyetin ve savcılığın tutumunu, Asala’nın yaptıklarını, ermeni lobilerinin, diasporanın katkılarını, kitle örgütlerinin, ailelerin, köktendincilerin, ırkçıların, kışkırtıcıların, siyasetçilerin davranışlarını, partizanlıkları unutuyoruz. Hemen devleti suçluyor, kolaycılığa kaçıyor, sorunların özünü bırakıyoruz. Türkiye düşmanlarına cinayetlerle, tutumumuzla fırsat, olanak ve güç veriyoruz. Gösterişi yeğliyoruz. Öldürmekle hiçbir şey çözümlenemez ve kazanılamaz. Öldürmeyi, öldüreni, öldürtenleri, ölümlerden yararlanmayı düşünüp isteyenleri, öldürmelere engel olamayanları, suçluları ve dayanaklarını bulup cezalandırılmalarını sağlayamayanları kınıyorum. Ölçüsüzlükleride.

Tabular yıkılıyor

42 bini geçen yabancının İzmir, Antalya ve Muğla’da 33 bine yakın taşınmaz aldığı, İstanbul Müftüsü’nün dinsel selâmlaşmayı öğütlediği, birçok Bakanlık ve Genel Müdürlük koridorlarında cuma namazının kılındığı, ahlâksızlık olaylarının en çirkinlerinin gazete sayfalarını doldurduğu, kadrolaşmanın ve partizanlığının yaygınlaştığı, içteki düşmanların dış düşmanları aratmadığı bir ortamda MİT Müsteşarı’nın konuşmasında uyarı sayılacak bölümler iktidarı yüzünü buruşturdu. Eğrilerle doğruların çizelgesi sayılacak konuşma metninden yararlanacak yerde umursamazlıkla karşılamak iktidar kabadayılığına bağlanmalıdır. Herkes her şeyi kendi işine geldiği gibi yorumluyor. Gerçekçi ve yansız olamıyorlar. Medyanın yaklaşımı bu kanının kanıtı. İktidar şakşakçıları insanı tiksindiriyor. Konunun öneminin bilincinde bile değiller. Patron beslemeleri kendi telörgülerin arkasından bağırıp duruyor. Kurumlar, organlar, temsilcileri aracılığıyla kendileriyle ilgili konuları, sorunları kamuoyuna uygun biçimde sunmakla görevlidir. Siyaset yapmak başka şeydir. Görev gereklerine değinmek başka şeydir. Gerçek demokraside tabu yoktur. Denetim ve hesap verme vardır.

Karşıdevrim atakları

Kendi aklına bakmadan başkalarına akıl vermeye kalkışan kimi yazar sanlılar saçmalıklarını sürdürüyor. Türkiye’de demokrasiyi feda etmek isteyen yok. Ama cumhuriyeti feda etmek isteyen çok. Özü, temeli, içeriği cumhuriyet olmayan demokrasi gerçek demokrasi değildir. Kurtuluş ve kuruluş felsefesinin anıtı olan cumhuriyetin tacı olan demokrasi, karşıdevrimcilerin cumhuriyetten arındırma çabalarıyla karartılmakta, sulandırılmakta ve yozlaştırılmaktadır. Tüm kötülüklerine karşın iktidar diktasını, Meclis’teki sayısal çoğunluğu “istikrar” diye savunan aymazlar türedi. İstikrar sayıda değil, yönetimde olur. Bunca kötü uygulamayı, çirkinlik, soygun ve pislikleri olağan gösteren demokrasiyi överek tertemiz cumhuriyeti yermek anlaşılır şey değil. Sanki Atatürk ilkeleri tümüyle, özenle uygulanmış da aykırılıklar yaşanmış gibi sakat bir anlayışla yaklaşılıyor. Atatürk’ü ve cumhuriyeti anlamayan neyi anlar? Nasıl din sömürüsüne, dindar geçinenlere ve dinsizlere bakıp gerçek dindarlar eleştirilemezse sahte Atatürkçülere bakıp Atatürkçülük karalanamaz.

Kemalizm(Atatürkçülük)i irtica nitelemesiyle kötüleyen onursuz, soysuz, akılsız, vicdansız, ahlâksız, nankör, hain kalemler var. Ve bunlara ortam ve olanak sağlayan doyumsuz çıkarcılar var. Bir tür alçaklık ortaklığı. Suskun kalanlar da böyle. A ahmak, a avanak, a aptal, a şerefsiz, Kemalizm Kurtuluş Savaşı demek, bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik demek, lâiklik, aydınlanma, insanlık, bilimsellik, dostluk, eşitlik demek. Gençliğe Sesleniş, Bursa Konuşması, 10. Yıl Söylevi’nde yansıyan ruh ve anlayış demek. Ahlâk ve adalet demek, namus demek, emperyalizme, tutsaklığa, sömürüye, soyguna yağmaya karşı durmak demek. Türkiye’yi Türkiye yapan düşün dizgesi demek. Bunları bilmiyor, anlamıyorsanız uydusu ve uşağı olduğunuz çevrelere yaranmak için başka uğraşlar seçiniz. Atatürkçülük her şeyden önce adam olmak, yurttaş olmak demektir. Bir büyük oyun oynanıyor. Hangi üniversitede, nerde tanınmak için Atatürk karşıtlığını yeğleyen aymaz-sapkın varsa onu bulup buluşturuyor, konuşmalar, yazılar, röportajlarla sahneye çıkarıyorlar. Bu oyunun maşaları görevlerini yerine getiriyor, birbirlerine yollama yaparak saldırganlığı sürdürüyorlar. Utanmak, arlanmak yok. Bunun adı da demokrasi oluyor. Sahipler, yöneticiler de destekçi. Yazıklar olsun!

Değişik yönler

İktidar Genelkurmay’ı, MİT’i, üniversiteyi, yargıyı, demokratik kitle örgütlerini, bilimi, hukuku dinlemiyor. AB’ni, ABD’ni, tarikatları, gerici medyayı dinliyor. Gizli-saklı dinledikleri ve dinlettikleri ise karşıt saydıkları. Bir de Kıbrıs’lı MAT’ı dinliyor.


Solda ittifak dinsel zaaflı görülüyor. “Müslüman sol”a ve “sıkmabaş”a yakın duruyor. Müslümanlığın ne duruma getirildiğini, sıkmabaşın ne amaçla kullanıldığını ve ne için kullanacaklarını anlayıp kestiremeyenler nasıl siyaset yapacak? Basiretleri mi bağlanmış?

Sözde “Barış” toplantısı için kimi beklenen tepkiler duyulmadı, okunmadı. Yansıtmalar destek verircesine. Kürtçüler ve destekçileri nasıl kolay birleşiyor. Şeriatçı, ırkçı, bölücü yıkıcı Türkiye karşıtlığında hemen buluşuyor. Eski teröristler, eski tüfekler, kışkırtıcılar hemen boy gösteriyor. Konuşmalar, yazılar, bildiriler ilginç. “Gerilla” ya da “terörist” ne fark eder? Devlete karşı ayaklanan, adam öldürmekten çekinmeyen silâhlı kişi ya da gruplar. Amaçları belli. Haklı, geçerli ve mâsum göstermek için sözcüklerle oynuyorlar. Hele “kürt sorunu demek gerekirken terör denilemez” anlayışına bakınız. Asıl ezberci, kopyacı ve taklitçi bunlar değil mi? Terörü yadsımanın, geçerli göstermenin, sorun sözcüğüyle yumuşatıp kapatmanın kurnazlığı. Terör de bir sorundur ama her sorun terör değildir. Kürtçülük terörü sâde sorun değil, başbelâsıdır. Silâhı, ölümü, ayaklanmayı, hiçbir eşitsizlik yokken ayrı devlete uzanan amaçları saklamak niye? Bu da bir katılma, bir destek, bir savunmadır.

14.1.2007’de bir gazete tapu sorunu nedeniyle kimi köyler için “Osmanlı köyleri” arabaşlığını kullanmıştı. Özensizlik, dikkatsizlik. Türkiye’de Osmanlı köyü yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin köyleri var.

Cumhurbaşkanı seçimi tartışmaları sürüyor. Önceki sayıdaki değinmemizde direniyoruz. AKP’nin istediği gibi olmazsa kriz çıkacağını söyleyerek felâket tellâllığına soyunanlar çıktı. Anayasa’ya uyulsun, hukuka uygun olsun, geçerli olsun özeni ve duyarlığı yok. Hukuktan anlamadığı belirgin kimilerinin hukukçuluk taslaması ne kadar gülünç. Ama bizim yazarlarımız her alanın, her konunun, her mesleğin ustası, uzmanı. Toplantı 184’le açılır, başlar ama oy sandığından 367 oy çıkması gerekir. Hukuksal gerekçelerine, nedenlerine, dayanaklarına girmiyoruz. Gerisi boş lâf, Anayasa’nın kötü yazılışına sığınanlar az değil.

Göz gördüğünü, kulak duyduğuna inanır. Tanıklık, başkasının anlatmasını iletmek değil, kendi görüp duyduğunu açıklamaktır. Menderes’e prostat muayenesi yapıldığı sözleri yeni dalgalanmalara, gereksiz tartışmalara neden oldu. Anımsadığımıza göre Prof. Dr. Sedat Tavat’ın da aralarında bulunduğu hekimler kurulu gerekli muayeneyi hiçbir aykırılığa sapmadan yapmışlardı. Aldığımız duyum böyle idi. Önceki günlerde de idrar yapma güçlüğünü gidermek için gerekli müdahalede bulunup rahatsızlığın giderilmesine çalışılmış, sonda konulmuştu. İşlemin hastalıklı durumda iken yapılıp yapılmadığını saptamak için zorunlu bir muayene yapılmışsa ya da sıkıntıyı giderip rahatlık sağlamak amacı güdülmüşse bunu çirkin amaca bağlayıp hekimlerimizi, görevlileri suçlamak yanlıştır. Ama ilgili kuruluşların sessizliği dikkat çekicidir. Söylentileri ekranına taşıyan bir televizyon istasyonu spikerinin (9.1.2007, saat 19.23) ortaya atılan dayanaksız savlardan sonra “Gerçek şu ki 27 Mayıs, demokrasi tarihinde kara bir sayfadır” sözü düşündürücü ve üzücüdür.


Her şeye hayasızca saldırılan bir dönem yaşanıyor. Aileye, ahlâka, devlete, hukuka, silâhlı kuvvetlere, devlet kurucularına, tüm değerlere, kurumlara, organlara, Bozulma ve çürüme açık.

Acının yıldönümü

Değerli bilim adamı Prof. Dr. Muammer Aksoy’un 17., değerli gazeteci Uğur MUMCU’ nun 14. ölüm yıldönümleri. İki Atatürkçüyü de iyi duygularla anıyorum. Bu arada öldürülmelerine tepkileri anımsayıp günümüzdekilerle karşılaştırıyor ve üzülüyorum. İlgi, destek, tepki karşıt olmakla mı bağlantılı? Ölümlerden yalnız siyasetçiler, yöneticiler, yakınlar ve uzaklar mı sorumlu? Toplumun, tutumlarıyla suskunluğu, kışkırtıcılığı seçenlerin suçu yok mu? Herkes ne yapıp ne yapmadığını düşünmeli, özeleştiriyle gerçeği bulmalıdır.

Ödül gerekmez mi?

Hrant Dink’e kıyan çocuğunu güvenlik güçlerine bildiren babaya örnek davranışı nedeniyle ödül verilemez mi? Çocuğunun çocuğu durumuna düşenler gözetilerek örnek davranış değerlendirilmelidir. Kahraman yaratmadaki cömertliği açık toplumumuza içtenlikli bir öneri. Bilelim ki siyaset duygusallıkla yürütülmez. Ölümler ödün nedeni olmamalı. AB’ne, ABD’ne verildiği gibi Ermenistan’a da ödün verilmemeli, siyasetin gerekleri insanlık ve dostluk anlayışıyla yerine getirilmelidir.



29.01.2007

http://www.turksolu.com.tr/124/ozden124.htm



.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder