25 Mart 2017 Cumartesi

KIBRIS’TA SİRTAKİ Arka Kapımıza Dayandılar BÖLÜM 7


 KIBRIS’TA  SİRTAKİ  Arka Kapımıza Dayandılar  BÖLÜM 7



ZÜRİH VE LONDRA ANTLAŞMALARI

Ada’da iki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucu, Rumların savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karşı bir orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğar. Bu fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra, 11 Şubat 1958'de Zürih Antlaşması, 19 Şubat 1959'da da Londra Antlaşması imzalanır. Bu anlaşmaların altına, İngiltere ve Türkiye’nin yanısıra, artık iki anavatandan biri sayılan Yunanistan ile her iki toplumun eşit statüdeki iki ortak kurucusu imza atar. Böylece Kıbrıs’ın, iki halkın ortak egemenliğinde ve yönetiminde,  iki toplumlu bir Cumhuriyet olduğu ilan edilir.
Zürih ve Londra antlaşmalarına göre, Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktır. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum, 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı ile iki toplum fertlerinden kurulacaktır. Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi bulunacaktır. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyacaktır, ayrıca din, eğitim ve kültür işlerinden de sorumlu olacaktır. İç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktır. Ceza davalarında mahkeme heyeti, suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluşacak, beş büyük şehirde ayrı belediyeler ile resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktır. Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto yetkisi vardır ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu aranacaktır. Her iki anavatan, kendi toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecektir.
Enosis ve Taksim Anayasa ile yasaklanmıştır. Ancak Rum liderliği, bütün eski EOKA'cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleştirdiği gibi, Enosis faaliyetleri bizzat Makarios'un önderliğinde sürdürülür.
Antlaşmalara göre, anayasal konulardaki anlaşmazlıklar için bir Türk, bir Rum ve bir de tarafsız yargıçtan oluşacak Anayasa Mahkemesi kurulur. Bu mahkemenin ilk tarafsız yargıcı, Alman Anayasa Hukuku Profesörü Ernest Forsthoff olur. Yardımcısı ise Christian Heinze’dir. Ne var ki Rumlar, tarafsız yargıcın verdiği adil kararlardan rahatsızlık duyar, tehdit, baskı ve yıldırma kampanyası sonucu Forsthoff ve yardımcısını, istifa edip adadan ayrılmak zorunda bırakırlar. 

GARANTÖRLÜK ANTLAŞMASI

Zürih ve Londra antlaşmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Antlaşması'nın 1. maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Tarafsız hukukçular, bu maddeye göre Kıbrıs’ın, Yunanistan, Türkiye veya AB ile birleşmesinin mümkün olmadığı görüşündedir. 
Garanti Antlaşması’nın, İkinci maddesinde, "Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler" , 4. Maddenin son paragrafında ise, “Ortak veya anlaşarak hareket imkanı olmadığı takdirde, garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.” hükümleri yer almaktadır. 
Türkiye, 1974 Barış Harekatını, işte anlaşmanın 4. maddesinin kendisine verdiği bu hakka dayanarak yapmıştır. Böylece, 1974 Barış Harekatı ile uluslararası bir anlaşmadan doğan bir hak kullanılırken, o anlaşmanın yüklediği sorumluluklar da yerine getirilmiştir. Rum-Yunan liderliğinin sürekli olarak Garanti Anlaşmasına saldırmasının ve en azından tek yanlı müdahale hakkından taviz verilmemesi halinde, herhangi bir anlaşmayı imzalamayacaklarını söylemesinin sebebi budur. Daha doğrusu 1966 yılında ortaya çıkan Akritas Planı böyle söylemelerini emretmiştir. 

İTTİFAK ANTLAŞMASI

Taraflar arasında bir de İttifak Anlaşması imzalanır. Anlaşmanın 1. maddesine göre, taraflar ortak savunma için işbirliği yapacak, savunma sorunlarında birbirlerine danışacaklardır. 2. madde de tarafların, “Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karşı doğrudan veya dolaylı yöneltilen herhangi bir hücum ve saldırganlığa, ortak karşı koymaları” öngörülür. İttifak Anlaşmasının 3. maddesi ise, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında kurulacak üçlü karargahı düzenler ve “Üçlü, karargaha katılacak Yunan askerlerinin sayısını 950; Türk askerlerinin sayısını ise 650” olarak belirler. Buna paralel olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı ve Yardımcısı anlaşarak, Yunan ve Türk Hükümetlerinden birliklerini artırmayı ve azaltmayı isteyebilecek, Yunan ve Türk birliklerindeki subaylar, Kıbrıs Ordusunun eğitimi işini de üstlenecektir. Üçlü Karargahın komutanlığı, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı ile Yardımcısının atayacakları Kıbrıslı, Yunan ve Türk generaller tarafından bir sene süre ile “rotasyonla” yürütülecekti. Ayrıca Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye Dışişleri Bakanlarından oluşan ortak bir komite, bu ittifakın en üst organı olacak ve üç  ülkenin hükümetlerinin sunacakları ittifakı ilgilendiren sorunları inceleyeceklerdir. 
Londra-Zürih Antlaşmalarının hem Yunanistan ve Rum kesiminde ve hem de Türkiye ve Kıbrıslı Türkler arasında büyük yankıları olur. Rum ve Yunan ikilisi, antlaşmaları içine sindiremedikleri için ilerideki  bölümde de anlatılacağı gibi sadece 3 yıl dayanır ve bunları yok sayar. Kıbrıs Türk toplumunda ise küçük bir grup Taksim tezinin terk edilmesine tepki gösterse de, genel olarak sükunetle ve temkinli bir şekilde karşılanır. Kıbrıs Türk Toplumu Lideri Dr. Fazıl Küçük, Ada’ya dönüşünde, havaalanındaki karşılama töreninde şunları söyler:
“Hepinizden tekrar rica edeceğim ki, bugünden itibaren mesaimize ve çalışmalarımıza daha büyük hız vereceğiz. Yeni kurulacak hükümette, biz Kıbrıs Türkü daimi surette hissiyatımızı gösterecek ve Kıbrıs Türkü her zaman olduğu gibi, kanun ve nizamlara itaat etmiş kimseler olduğumuzu ispat edeceğiz.”
Dr..Küçük’ten sonra söz alan Rauf Denktaş’ın konuşması da özetle şöyle olur: 
“Bu anlaşma, tam istediğimiz şekilde, istediğimiz gibi son bulmuş değildir. Artık Türkiye bizimle ilgilenmeyi, biz haksızlığa uğrarsak müdahale etmeyi, buraya askeriyle gelme güvence altına almış, taahhüt etmiş bulunuyor. 1878’den bu yana tek bir Türk askeri görmemiş olan, Türk askerine özlem duyan bu topraklar, kısa bir zaman sonra Türk askerine, Mehmetçiğine kavuşacaktır. Kıbrıs’ta Türk haklarının korunması için bundan daha büyük bir garanti, daha kuvvetli bir dayanak olabilir mi? Biz, şerefli bir anlaşmaya imza koyduk. Haklarımızın korunacağına inandığımız için bu anlaşmayı imzaladık. Şartımız budur: haklarımıza saygı gösterilecektir. Köle muamelesi, azınlık muamelesi istemiyoruz.”       
Anlaşmalar, Türkiye basınında genelde olumlu bir üslupla değerlendirilirken, en ciddi ve kapsamlı incelemeyi yapıp, eleştiri ve uyarılarını bir yazı dizisi ile açıklayan Coşkun Kırca olur. Coşkun Kırca, Ulus Gazetesi’nde (7 Mart 1959) yayınlanan yazılarında, hem hükümeti, hem de kamuoyunu uyarmaya çalışır. Sonraki yıllar ve gelişmeler  Kırca’yı haklı çıkarır. 
Anlaşmalar, TBMM’de ise, 1-4 Mart 1959 tarihleri arasında yapılan bütçe görüşmeleri sırasında ele alınır. Bilgi veren Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs’ın hiçbir zaman yabancı bir devlete ilhak edilmemesi, adadaki Türk toplumunun azınlık konumuna düşürülmesine asla izin verilmemesi gerektiğini anlatır ve İngiliz üslerinin bir güvence olduğunu kaydeder. Daha önce İngilizlerin Ada’yı terketmeyeceği iddia edilip, İngilizlerin varlığının güvence olduğu söylenirken, görüldüğü gibi 9 yıl sonra artık İngiliz üslerinden medet umulur hale gelinir. Meclis’te Kıbrıs anlaşmaları ile ilgili esas tartışma 4 Mart 1959’da olur ve 4 saat sürer. Ana muhalefet partisi CHP Lideri İsmet İnönü, anlaşmanın Enosis’e karşı bazı açık kapılar bıraktığını ifade ederek, şu önemli uyarda bulunur:
“Unutmamalı ki, böyle bir zamanda, anlaşmayı ihlal eden Kıbrıs Cumhuriyeti, BM’nin azası bulunacaktır. İhtilaf bütün dünya teşkilatının ve hususiyle Güvenlik Konseyi’nin müşterek meselesidir. Bu vaziyette Türkiye, eğer süratle hakkını kullanarak, müdahale imkanına malik olursa yapacağı haklı bir emrivaki ile davasını kazanabilir. Halbuki, şartların tarafımızdan süratle bir askeri hareket yapmaya müsait olduğu ve her zaman olacağı iddia edilemez. Bu sebeple, anayasa dışı teşebbüs edilecek Enosis hareketini, işbu anlaşma hukuken bertaraf etmiş görünürse de, fiilen bertaraf etmemektedir. Halbuki taksim tezi hukuken olduğu gibi fiilen de bertaraf edilmiştir.”          
TBMM’deki görüşmelerde, anlaşmalar konusunda muhalefetin diğer temsilcilerinin üzerinde söz birliği ettiği konuların başında, “Kıbrıs’ın Nato’ya üye olması gerektiği ve adada bir askeri üssün bulunmasının kaçınılmazlığı ile Enosis tehlikesinin tam olarak giderilemediği” hususları gelir. Gelişmeler, Coşkun Kırca gibi merhum İnönü ve muhalefet sözcülerini haklı çıkaracaktır.   
Yunan Parlamentosu ise anlaşmaları 23-28 Şubat 1959 tarihleri arasında sert, zaman zaman kavgalı oturumlarla tartışır, muhalefet sözcüleri, hükümeti “Bir ata toprağını terk  ve ihanetle” suçlar.    
Türkiye’de bu yıllarda, Kıbrıs meselesinin öneminin henüz çok iyi anlaşılmadığını ve tam da sahiplenilmediğini belirtmiştik. TMT’nin kurucularından emekli Albay İsmail Tansu da, anılarını derlediği kitabında, 1960 dönemi ile ilgili olarak ana başlıkları ile şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Doğrusunu açıkça ifade etmek gerekirse 27 Mayıs İhtilali Türkiye için olduğu gibi, Kıbrıs mücadelemizin Kuvay-i Milliyesi olan Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı için de hayırlı olmamıştır. Örneğin; ihtilal rejiminin yöneticilerine, Türk-Rum ortak Cumhuriyeti’nin kurulması ile Kıbrıs sorunun çözümlendiği fikri hakim olmuştur. Bu, düzeltilmesi çok pahalıya mal olan vahim bir hata idi. Öte yandan Kıbrıs’ta Makarios ileride oynatacağı oyunların mizansenini hazırlıyordu. Her vesile ile anayasanın değiştirilmesi gerektiğinden söz ediyordu. Bir yandan da Albay Grivas ile birlikte, Türkleri Ada’da  yok etme veya kaçırmak için Akritas adı verilen katliam planları yaptırıyordu.  Bu arada Papaz Makarios, anayasayı değiştirme planının bir parçası olarak Türkiye’ye de ziyarette bulunuyor, ihtilal yönetiminin devlet Başkanı ve Başbakan Orgeneral Cemal Gürsel tarafından Devlet Başkanlarına mahsus törenle karşılanıyor ve kabul ediliyordu. Kıbrıs’ta bütün bu olan bitenler karşısında ihtilal rejiminin hükümeti son derece duyarsız davranıyordu.”
İsmail Tansu, Kıbrıs davamızın 50 yıllık seyrini kronolojik olarak da şöyle sıralamıştır:  
“1950-1955: Ada’nın gelecekteki statüsü hakkında önceden tespit edilmiş bir politika çizgisi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olayları günlük önlemlerle karşılamaya çalışmaktadır. Kıbrıs Türk halkı ise kaderini Türkiye’ye bağlamış, girişilen milli mücadele için önceden hazırlanmış bir plan ve programı yok, toplum liderlerinin nutukları ile oyalanmaktadır, gelecek karanlık görünmektedir. 
1955-1957: Rumlar’ın Enosis yolunu açmak için harekete geçmesi karşısında Kıbrıs Türk halkının (Ne olacak halimiz?) dediği karamsarlık dönemidir.
1957-1960: Kıbrıs Türk halkının yüzünün güldüğü ve geleceğe umutla baktığı yıllardır. Gerçekten de artık Türk halkının can ve mal güvenliğini sağlayan, Türk subaylarının komutasında, eğitilmiş, örgütlendirilmiş ve silahlandırılmış, yer altında eli tetikte bekleyen, TMT mücahitleri vardır. 
1960-1963: Umutla başlayan, hayal kırıklıkları ile süren bu yıllar, Papaz Makarios’un ihanetlerinden kaynaklanan huzursuzluk, Türk halkının ufkunu karartan kara bulutların oluştuğu ve meş’um günlerin habercisi olayların olduğu trajik yıllardır. 
1963-1974: 21 Aralık 1963’te Makarios’un Noel katliamı ile başlayan, TMT mücahitlerinin silahlarına sarılıp, yeraltından çıkarak direnişe geçmeleri ile devam eden ve 11 yıl süren bu direnişte, acılara, ızdıraplara ve yokluklara rağmen, yaratılan kahramanlık destanlarının yazıldığı yıllardır bu yıllar. Ve nihayet  20 Temmuz 1974, Kıbrıs Türk halkını karanlıktan aydınlığa çıkaran ve kara bulutları dağıtan ve Türk Ulusunun göğsünü kabartan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Barış Harekatı. Bundan sonra ise; Kıbrıs Türk halkının özgürlüğü, toprakları üzerinde egemenliği ve bağımsızlığı ve 23 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti”                       

KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN YIKILIŞI

 Zürih-Londra Andlaşmaları ile Kıbrıs Türk ve Rumlarının eşit siyasi haklarına dayalı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da Rumların, Enosis arayışları çeşitli şekillerde yeniden gündeme gelir. Hatta imzaların hemen ardından gerek Yunan devlet adamları, gerekse de Makarios, “Ada idaresinin 8 asırdan bu yana ilk kez Rumların eline geçtiği, bağımsızlığın nihai bir hedef olmadığını, sadece Enosis’e giden yolda bir ara aşama olduğu” açıklamalarını yaparlar. Kıbrıs Başpiskoposluğu Sekreteri ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Atina Büyükelçiliğine atanan Nikos Kramidiotis de, 1959 Zürih-Londra Andlaşmaları'nın imzalandığı günlerde Kıbrıs Rum halkı ve siyasi liderliğinin duygularını şu şekilde dile getirir:
"Enosis arzusu Kıbrıs Rumlarının gönüllerinde kök salmış bir biçimde güzel bir ideal ve son çözüm olarak yaşamaya devam ediyordu, fakat, en azından şimdiki aşamada uluslararası ortam bu amacın gerçekleşmesine müsait değildir. Böylece, Kıbrıs Rumları duygusal olarak ENOSIS -ideallerini geleneksel Yunan mücadelesi ruhu ile uzun vadede kavuşacakları ülküleri olarak gönüllerine saklarken, (Zürih-Londra) Antlaşmalarını, sadece bazı şeylerden kaçınmak için değil, aynı zamanda daha çok özgür olacakları bir dönemin başlangıcı olarak kabul ediyorlardı. " 
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılışını birçok yazar kaleme almıştır. Mesela Profesör Richard A. Patric, Rum liderliğinin Cumhuriyeti yıkmak için sürdürdüğü gizli hazırlığı, "Kıbrıs Rum gizli ordusunun el altında kadrolarının doldurulması, eğitim ve teşkilatlanması, 1961'in ilk aylarında başladı. 1955-59 döneminin EOKA teşkilatı dağıtılmıştı ama silahlarının çoğu Kıbrıs polisine teslim edilmemişti. Teşkilatın hücrelerinin karşılıklı bağımsızlık ve yükümlülükleri de hala canlıydı. Bu hücreler yeni kuvvetin önce çekirdeğini oluşturdu. 1967'de bölük çapındaki birliklerin atış ve silah eğitimleri Kıbrıslı Rum subay namzetlerinin nezaretinde ve hükümetin silah depolarından ödünç alınan silahlarla Trodos dağlarında yürütülmekteydi. 1963 Aralık olayları başladığında, saldırılara katılan ve belli bir derecede eğitilmiş 5000 civarında Rum vardı" diye anlatmıştır. 
Yazar Purchell ve Prof. Pierre Oberling ile 1960-1963 döneminde Kıbrıs Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı olan Alman hukukçu Dr. Christian Heinze’in, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılışına ilişkin gözlemlerinden bazı başlıklar ise şöyledir:
“Yalnızca Türk Rum oranı bozulmakla kalmadı. Anayasanın izin verdiği yardımcı Rum polis kuvveti de yaratıldı. Özel olarak yaratılan kadroların çoğu da eski EOKA'cılara nasip oluyordu: Hem polis, hem de jandarmada terfi edenler, çoğunlukla bu teşkilatın eski adamlarıydı.”
"Kıbrıslı Rumların anayasayı ihlal ettikleri örneklerden Kıbrıslı Türkler için en ciddi sonuçlar taşıyan bir tanesi, yani beş kentte ayrı ayrı Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk belediyeleri kurulması hakkındaki anayasa hükmünün ihlali Kıbrıs Cumhuriyeti Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin önüne getirildiğinde Rumlar davayı kabul ettiler. Ancak bundan daha önce ve özellikle 1963 Nisan'ında verilen karardan sonra da Kıbrıs hükümetinin Rum kanadı, bu kararı tanımayacağını ilan etmişti. Bu, anayasanın ihlalinin resmen hukuki olarak geçerlilik kazanması ve Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasındaki uyuşmazlıkların getirilebileceği tek bağımsız merci olan Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin işlemez hale getirilmesi demekti".
"Forsthoff ve Heinze, Makarios'un anayasa ihlallerini ortaya koyduklarında Kıbrıs Rum Cemaati Liderleri için önemli bir sorun haline geldiler. Saygınlıklarını lekelemek ve istifaya zorlamak üzere dedikodu kampanyası başlatıldı. Dr. Forsthoff küçük rütbeli bir nazi subayı olmakla suçlandı ve Heidelberg Üniversitesi'nin 2. sınıf bir profesörü olmakla nitelendirildi. Dr. Heinze'nin Türklerden aldığı rüşvetle lüks içinde yaşadığı söylentileri yayıldı, hayatı bile tehdit edildi."
"Müşterek bir yasama oluşturmadaki başarısızlık ilgili tarafların beceriksizliğinden değil, yönetimdeki Kıbrıslı Rumların egemen kesiminin işbirliğine gitmek veya bir uzlaşmaya varmak çabası harcamayıp varolan anayasayı göz ardı etmelerinde ve hiçe saymalarında artan bir inatla diretmelerinden gelmektedir. Anayasanın başarısızlığı, bundan yararlanmak için iyi niyetin olmamasındandı" .
"Veto hakkını ortadan kaldırmak bahanesini gösterip, gerçekte kanuna uydurup, Enosis'i gerçekleştirmek istemekteydiler. Bu tasarıyı uygulamak üzere Makarios, Yorgacis, Papadopulos ve Glafkos Klerides gizli bir eylem planı hazırlamakla görevlendirildi. İlk defa 21 Nisan 1966'da Patris gazetesinde yayınlanan meşhur Akritas Planı, biraz da gizemli bir biçimde (Şef Akritas) diye imzalanmıştı. Oysa, bu, Akritas aynı dönemde adada iç barışı sağlamakla görevli olan Yorgacis'ten başkası değildi. Plan, Enosis'i gerçekleştirmek amacı ile hükümet içinde bir darbe yapılmasını ve güçlenmesine izin vermeden, Türk muhalefetinin temizlenmesini öngören bir programdı."
O dönemde, Enosis’in önündeki engelleri kaldırmak isteyen Makarios, bu amaçla Türk halkına da söz hakkı veren Anayasanın 13 maddesini değiştirmek için bir plan hazırlamıştır. Bu plana göre, söz konusu maddelerin değiştirilmesini Türklere teklif edecek, reddedilmesi halinde zorla empoze edilmesi yoluna gidilecekti. Karşı konulduğu takdirde de "Türkler hükümete isyan etti" diye olay dünyaya duyurulacak, "asilerin ezilmesi", Kıbrıs hükümetinin bir iç meselesi olarak sunulacaktı. Makarios’un tahmin ettiği gibi Anayasa değişikliği, Türk halkı ve Türkiye tarafından derhal reddedilir. Makarios’un değişiklik teklifleri şöyleydi:
Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Muavini'nin Veto haklarının kaldırılması. (Anayasaya göre Başkan ve Yardımcısı Bakanlar Kurulu ve Meclis'in Dış İlişkiler, Savunma ve Güvenlik konularındaki kararlarını veto etme hakkına sahipti)
Cumhurbaşkanı yurt dışında iken veya görevlerini yerine getirmeyecek durumda olduğunda, Başkan Yardımcısının ona vekalet etmesi.  
Rum Temsilciler Meclisi başkanı yurt dışında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meclis Başkanlığı görevinin Meclis Başkan yardımcısı tarafından yerine getirilmesi.
Meclis Başkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayrı ayrı seçileceklerine, her ikisinin de Meclis Genel Kurulunca seçilmesi. (Bu durumda çoğunlukta Rumlar olduğu için Meclis Başkanı hep Rum olurken, Türk Yardımcı, Rumların istediği bir kişi seçilecekti ve tümüyle Türklerin birliğini bozmaya yönelik bir teklifti)
Bazı yasaların Meclis'te onaylanması için, ayrı çoğunluk şartının aranmaması. (Anayasa’ya göre vergi, belediyeler ve seçim yasaları için ayrı ayrı çoğunluk gerekiyordu. Bu durumda Rumlar çoğunluklarına dayanarak, istedikleri düzenlemeyi yapabilecekti) 
Birleşik Belediyelerin kurulması. (Anayasaya göre, beş büyük şehirde ayrı belediyeler olacaktı. Ancak değişiklikle belediye başkanlıkları sadece Rumların eline geçecekti.)
Adalet hizmetlerinin birleştirilmesi. (Rum suçlulara Rum, Türk suçlulara da Türk yargıçlar bakıyordu. Bu durumda Türk sanıklar suçsuz olsalar bile Rum yargıcın insafına bırakılacaktı. Bunun bir başka tehlikesi de, Rum yargıçlardan alınacak tutuklama ve arama emirleri ile Türk evleri ve yerleşim yerlerinin aranması, kişilerin tutuklanıp baskı altına alınmasının yolunun açılmasıydı)
Güvenlik kuvvetlerinin, polis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilmesi, güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenmesi. (Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanı ve yardımcısı sayıyı ortaklaşa azaltıp, çoğaltabileceklerdi), hükümete ve orduya, iki toplumun katılma oranlarının, iki toplumun nüfusuna göre değiştirilmesi.(Bu teklif, Kıbrıs Türklerinin yönetimden tümüyle dışlanması anlamına geliyordu.)
Kamu Hizmeti Komisyonu'nun üye sayısının, 10'dan 5'e indirilmesi,(On üyeden üçü Türk'tü)  Komisyonu'nun tüm kararlarının basit çoğunlukla alması. (Çoğunlukta Rumlar olacağı için  istedikleri kararı alabileceklerdi)
Rum Cemaat Meclisi'nin yürürlükten kalkması. (Cumhuriyet yönetimini bir Rum yönetimi haline getirmenin başka bir yolu açılacaktı)
Orta Doğu uzmanı Prof. Clement H.Dodd’un, bu dönemle ilgili değerlendirmeleri şöyledir: 
“Sonunda, Kıbrıs Rum kesimi Anayasayı işlemez ilan etti. Bunun yanısıra, Kıbrıslı Rumların istediği, Taksim fikrinin tohumlarının yeşermekte olduğunu gördükleri, kendi kendilerini yöneten Türk belediyelerinden kurtulmaktı. Bu özellikle, enosis fikrinin reddedilmesini gerçeklikten ziyade bir formalite olarak görenler için böyleydi. Bütün bunların neticesinde çok ciddi bir problem ortaya çıktı. Bundan sonra ne yapılmalıydı? Yapılacak şey garantör devletler olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a başvurmak ve anayasal sorunları ortadan kaldırmak olmalıydı. Ancak Makarios, böyle yapmak yerine, o zamanki İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından anayasaya konulması uygun görülen 13 maddelik değişikliği önerdi. Bu öneriler Türk hükümeti ve Kıbrıslı Türkler tarafından reddedildi. Daha sonra Makarios, Türk toplumunun isteklerini reddetmek amacıyla kuvvet kullanmaya karar verdi. Planın adı meşhur Akritas Planı’ydı ve anayasal değişikliklerin uygulanması sırasında çıkabilecek her türlü Kıbrıs Türk tepkisine karşı özel güç kullanımını öngörüyordu. Aralık 1963’te önceden tasarlanan olaylar patlak verdi ve yüzlerce Türk öldü.”   


8.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder