31 Ekim 2016 Pazartesi

Türkiye'nin Çevre Ülkeleriyle İlişkileri BÖLÜM 1

 
 
 
 
Türkiye'nin Çevre Ülkeleriyle İlişkileri
BÖLÜM 1
 
 
Armağan Kuloğlu
ORSAM ANALİZ
2010-12-20

Özet

Türkiye’nin çevre ülkeleri ile olan ilişkilerine etki eden birinci faktör, ülkeye müteveccih dış ve iç tehditlerdir. Daha sonra bunu politik, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkiler takip eder. Tehditler çevre ülkelerinden kaynaklanabildiği gibi, Türkiye’nin etki ve ilgi alanından, küresel güç unsurlarından, bu kapsamdaki gelişmelerden, bölücü faaliyetlerden, irticadan ve her türlü kutuplaştırmaya yönelik hareketlerden kaynaklanabilir. Ancak bir eylem veya gücün tehdit olabilmesi için sahip olunan değerlere zarar verme niyetinin olması ve elinde bu niyetini gerçekleştirebilecek yeterli imkân ve vasıtalarının bulunması gerekmektedir. Türkiye kendisine yönelen tehditlerin tümüne karşı koyabilecek güçtedir. Bu gücü tarihi geçmişinden, gelenek ve göreneklerinin de içinde olduğu kültürel yapısından, milletinin duygularından, coğrafyasından, jeopolitik durumundan ve öneminden, silahlı kuvvetlerinden, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışından ve Atatürkçü düşünce sisteminden almaktadır.
  Tehdit algılaması öncelikli konu olduğunda “ulusal güvenlik” kavramı ön plana çıkmaktadır. Ulusal Güvenlik konusu da çok boyutlu bir kavramdır.
 
 
Mevcut ve potansiyel tehditlere karşı alınacak önlemler manzumesinin tümünü ihtiva eder. Sadece askeri tedbirler yeterli olmayabilir. Ulusal güvenlik kavramının içinde ulusal çıkarlar, ulusal hedefler, ulusal politika, ulusal strateji ve ulusal güç bulunmaktadır. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra riskler ve belirsizlikler oluşmuş, tehditler değişik boyutlar kazanmıştır. Gelinen durum, reaktif (etki-tepki) önlemlerden çok proaktif (ön alıcı) tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Caydırıcı tedbirler önem arz etmektedir.
 
 Türkiye`nin politik, askeri ve ekonomik stratejik güvenlik sınırlarının öncelikle Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya`yı kapsayacak şekilde belirlen mesinin ve buna Ege Denizi, Akdeniz ve Karadeniz’in de dâhil edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.  Dünyanın içinde bulunduğu küreselleşme ortamı bir gerçektir.
Onunla birlikte yaşamak, faydalı kısımlarından yararlanmak, tehdit olan kısımlarından korunmak gerekmektedir. Küreselleşmenin başlıca hedefi ulus devlet anlayışının yok edilmesidir. Esas korunması gereken nokta budur. Ulus devlet, laik devlet, üniter yapı mutlaka korunması gereken değerlerdir. Türkiye’nin enerjisini, etnik, dini, çeşitli olaylardan dolayı rövanş alma, menfaat sağlama gibi düşüncelerle dışarıdan destekli veya desteksiz iç çekişmelere harcaması, ülkede kutuplaşmalar yaratmakta, birlik ve beraberliği bozmakta bu husus da güvenliği olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye’nin güvenlik algılamasının esasının birlik, beraberlik ve bütünlükten geçtiği, içeride yaratılacak güçlü durumun her şeyden önemli olduğu bilinmelidir. Türkiye’nin kendini koruyan bağışıklık sisteminin çökmesine asla izin verilmemelidir.
 
 Anahtar kelimeler: Çevre, Ülke, Güvenlik, Tehdit, Risk, Ulus Devlet, Laik Devlet, Üniter Yapı.  

Çevre Ülkeleriyle İlişkiler
 
       Ülkelerin çevreleriyle olan ilişkileri, onların bulunduğu coğrafyaya, jeopolitik duruma, sosyo-kültürel yapılarına, politik anlayışlarına, ideolojilerine, tarihi
geçmişlerine, askeri ve ekonomik güç ve imkânlarına ve dünyaya hâkim genel siyasi atmosfere göre şekillenmektedir. İlişkilerin bu faktörlerin ışığında şekillenmesinde ön plana çıkan husus, çevredeki ortamın ve ülkelerin tehdit olup olamayacağı konusudur. Daha sonra bunu politik, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkiler takip eder.
Tehdit olma konusu ön plana çıkınca da güvenlik kavramı önem kazanmaktadır. Bölgemizin özelliğe nedeniyle güç kavramı ve güce dayanan politikaların da öncelik olması nedenliyle konuyu, güvenlik konusu esas alınmak suretiyle incelemekte yarar görülmektedir. 
 
Güvenlik ve Ulusal Güvenlik

  Güvenlik kavramı günümüzde çok boyutlu bir kavrama dönüşmüş ve bu kavrama askeri güvenliğin yanında siyasi, ekonomik, hukuki, sosyolojik, psikolojik, teknolojik ve coğrafi faktörler de dâhil olmuştur.  Reaktif (etki-tepki) yaklaşımlarla sınırların korunması esasına dayalı askeri savunma anlayışı yerini, proaktif (ön alıcı) yaklaşımlarla milli çıkarların sınırların ötesinde daha uzaktan korunmasını esas alan ‘stratejik güvenlik’ anlayışına bırakmıştır. Bu kapsamda, ‘stratejik güvenlik’ kavramını, potansiyel tehditleri öncelikle tehdide dönüşmeden belirleyip onları sınırların ötesinde caydırmak, bu mümkün olmuyorsa yönlendirmek ve bu da mümkün olmuyorsa önlemek amacıyla alınan ve uygulanan tedbirler manzumesi olarak tanımlamak mümkündür. Bu tanımın içindeki geleceğe yönelik saklı olan en önemli husus proaktif yaklaşımlardır.
  Stratejik güvenlik; politik, askeri ve ekonomik olarak üç ana boyutta önem kazanmaktadır. Politik güvenlik, devletin yapısının, yönetiminin ve rejiminin korunmasını; askeri güvenlik, mevcut askeri imkân ve kabiliyetlerin muhtemel hasım ülkelerdekilerle aynı etkinlikte ve / veya onlara nazaran nisbi bir üstünlük seviyesinde muhafazasını ve sürekli geliştirilmesini; ekonomik güvenlik ise, tüm çalışmaların amaçlarına uygun olarak en iyi seviyede yapılmasını sağlayan ekonomik imkân ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve korunmasını kapsamaktadır.
  Ulusal güvenlik; devletin anayasal düzeninin, varlığının, bütünlüğünün, bütün çıkarlarının ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunmasıdır.
Ulusal güvenlik; ulusal gücün geliştirilmesini ve ulusal çıkarları gerçekleştirecek biçimde kullanılmasını, uluslararası koşullara uyarak belirli hareket tarzlarının
saptanmasını ve uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Ulusal güvenlik kavramının içinde; ulusal çıkarlar, ulusal hedefler, ulusal politika, ulusal strateji ve ulusal güç bulunmaktadır. Ulusun ortak çıkarları, devlet idaresinde temel düşünceyi oluşturur. Ülkenin güven içerisinde refah ve mutluluğunu temin için zaruri olduğu değerlendirilen hususlar ulusal çıkar olarak nitelendirilir. Hükümetlerin asli görevi, ulusal çıkarların sağlanması ve korunmasıdır. 

  Ulusal hedefler, elde edilmeleri halinde ulusal çıkarlara ulaşmayı sağlayan sonuçlardır. Ulusal hedefler, ulusal politikaya yön verir. Ulusal hedefler; genellikle ekonomik refah, politik istikrar, sosyal ve endüstriyel gelişim ve diğer bir ülkenin tecavüz ve saldırısına karşı güvenlik hususlarını kapsar.  Ulusal çıkarlar, durum ve uluslararası ilişkilere bağlı olarak değişebilir, kapsamları geniştir, devamlıdır ve sayıları azdır. Ulusal çıkarlar, ulusal hedef ve ulusal politikaların ortaya konmasında bir hareket noktasıdır. Ulusal hedeflerde istikrar unsuru önemlidir. Siyasal iktidarların değişmesine karşılık, ulusal hedeflerin devamlılık gösteren nitelik arz etmesi, bu hedeflerin sık değiştirilmemesini de beraberinde getirmektedir. “Ulusal Güvenlik”, devletin politik, askeri, ekonomik, sosyal ve teknolojik çıkarlarının geliştirilmesi, idamesi ve korunmasına yönelik en üst düzeydeki güvenlik yapılanmasını bünyesinde barındıran en geniş güvenlik yelpazesidir. Bu nedenle ulusal güvenlik, milli güç unsurlarının ve kendisinin altındaki diğer güvenlik kategorilerinin bir şemsiyesi konumundadır.  Milli güç unsurlarından politik gücün ve askeri gücün devamlılıkları, stratejik açıdan ekonomik güç ile doğrudan irtibatlıdır. Ekonomik güç bir noktada ulusal güvenlik ve onun şemsiyesi altındaki milli güç unsurlarının etkinliğinin
başat belirleyicisi konumundadır.
 
 Ulusal güvenlik politikasının tespitinde; ulusal, bölgesel ve uluslara¬rası konjonktürdeki değişimler ve gelişmeler dikkate alınırken, önceden belirlenmiş olan ulusal çıkar ve ulusal hedef veya hedeflerin de göz önünde bulundurulması gerekir. Ancak bölgesel ve özellikle uluslararası ilişkilerdeki çağdaş değişiklikler ve gelişmeler de gözden uzak tutulmamalıdır.  Ulusal güvenlik politikası belgeleri (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi), Türkiye’de MGK tarafından kabul ve tavsiye edilen, Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konan, “çok gizli” gizlilik derecesi taşıyan, kamuoyuna açıklanmayan, hatta sınırlı sayıda siyasetçi ve bürokrat tarafından bilinen belgelerdir. Türkiye’ye özgü şartlar böyle olmasını gerektiriyor olabilir. Ancak bu belgelerin ana çerçevesini belirten ve kamuoyu tarafından bilinmesinde fayda görülen hususların açıklanmasında yarar görülmektedir. Bu suretle hükümette görev almayan siyasi partilerin de, konsept hakkında bilgi sahibi olmaları, parti programlarını ve seçim bildirgelerini hazırlarken bunları dikkate almaları sağlanabilir.  Diğer taraftan kamuoyunda stratejik zihniyetin bilinçli olarak oluşmasına da imkân yaratılmış olur.
A
ncak bu belgenin hükümetlerin ideolojik yaklaşımlarını değil, devletin güvenliğe ilişkin gerçek durumunu yansıtması önem arz etmektedir.  
 
Güvenlik Sınırlarının Belirlenmesi
 
 Farklılaşan risk ve tehditler ve bunlara paralel olarak değişen güvenlik ortamı, sahip oldukları özellikler nedeniyle ülkeleri farklı boyutlarda etkilemektedir.
Bu nedenle, ülkelerin, güvenlik stratejilerinin oluşturulmasında, yeni güvenlik ortamının değişen parametreleri ile sahip oldukları özellikler arasında bir denge
gözeterek stratejilerini bu çerçevede oluşturmaya yöneldikleri görülmektedir. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren yöneldiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefi kapsamında, mevcut laik, demokratik ve hukukun üstünlüğünü esas alan rejimini koruması ve güçlendirmesi amacıyla yakın ilişkiler kurmasında yarar görülen ülkeler, üye olmasında fayda sağlayacak uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile örgütler, uluslararası kamuoyunda etkin olan sivil toplum örgütleri ile ilişkiler, Türkiye’nin politik güvenlik sınırlarını belirleyici unsurlar olarak değerlendirilmektedir.  Savunma sanayii, araştırma ve geliştirme çalışmaları, harp silah, araç ve gereçlerinin temininde dışa bağımlılık tan kurtulmak için milli kaynaklara yönelme gayretleri, içinde bulunulan askeri iş birlikleri, üyesi olunan uluslararası güvenlik ve savunma örgütleri, çeşitli ülkelerle imzalanan ikili askeri anlaşmalar, muhtemel kriz bölgeleri, kitle imha silahları, konvansiyonel silahlar, balistik füzeler ve terörizmle mücadele alanındaki mevcut belirsizlikler, risk ve tehdit algılamaları, Türkiye’nin askeri güvenlik sınırlarını belirleyici faktörler olarak düşünülmektedir.
  Türkiye`nin, her şeyden önce, milli güç unsurlarından başta ekonomik gücü olmak üzere politik gücünün ve askeri gücünün öncelikle bölgesel alanda, daha sonra etki alanına giren çevrede, kendisini hissettirecek kadar güçlü, ilgi alanına giren diğer bölgeler için yeterli seviyede olması gerekmektedir.
  Türkiye`nin jeopolitik önemi ile sahip olduğu coğrafi, nüfus, bilimsel, teknolojik, sosyal ve kültürel güçlerin ülkemize sağladığı avantajlar da dikkate alınarak, politik, askeri ve ekonomik stratejik güvenlik sınırlarımızın öncelikle Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya`yı ve bu kapsamda Ege Denizi, Akdeniz ve Karadeniz’i içine alacak bir bölgeyi içermektedir. Bu çerçeve sadece güvenlik açısından değil, aynı zamanda etkili olabileceği ve ilgi gösterebileceği bir alanı da ihtiva etmektedir. Ancak, Türkiye`nin bu bölgelerin tamamını, şu anda tek başına etki alanı haline getirmesi görünür gelecekte mümkün görülmemektedir.
Türkiye`nin bu bölgelerde etkin olabilmesi için bölgesel ve küresel stratejik ortaklıklara ve iş birliğine ihtiyacının olduğu ve bu nedenle bölgede çıkar sağlamaya çalışan diğer devletlerin özelliklerinin bilinmesi gerektiği kıymetlen dirilmektedir.       
 
Risk ve Tehditler   
 
Ülkelerin sahip olduğu değerlerden bir kısmı, diğer ülkelerin de sahip olmak istediği veya en azından diğer ülkeler tarafından sahip olunmasından rahatsızlık duyulan değerler ise, bunlar çeşitli yönlerden gelen tehditlerle karşı karşıyadırlar. Bu nedenle korunması gerekmektedir.
 
Değerlerin korunması, ona yönelik tehditlerin sağlıklı bir şekilde tespit edilmesini ve bu tehditlere karşı tedbir alınmasını gerektirmektedir.
Güvenlik politikaları da, jeopolitik ile tehdidin bir arada düşünülmesi sonucunda şekillenmektedir.
Ancak bir konunun tehdit olarak algılanabilmesi için, sahip olunan değerlere hasmın zarar verme niyetinin olması ve elinde bu niyetini gerçekleştirebilecek yeterli imkân ve vasıtalarının bulunması gerekmektedir.    Soğuk Savaş sonrası ‘Küresel Merkez’ Avrupa’dan doğuya doğru kaymış ve Türkiye’nin güvenlik algılamalarının merkezine oturmuştur. Risk ve tehditler simetrikten asimetriğe doğru kayarak geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bu geniş yelpaze; bölücü ve irticai faaliyetler, terörizm, uyuşturucu ticareti, kitle imha silahlarının yayılması, insan kaçakçılığı ve yasa dışı göç ile teknolojik [siber] tehditler gibi asimetrik unsurların yanı sıra; komşu ülkelerden kaynaklanabilecek istikrarsızlıklar olarak Türkiye'nin güvenliğini doğrudan etkileyebilecek risk ve tehditleri içermektedir.
 
Bu risk ve tehditlere, yeni NATO Konseptinde de kabul gördüğü üzere Balistik Füze Sistemleri de dahil olmuştur.  
 
Küreselleşmenin Tehdit Boyutu
 
  Küreselleşme, sanayi toplumundan bilgi toplumuna, işgücü ağırlıklı teknolojiden yüksek teknolojiye, ulusal ekonomiden dünya ekonomisine, merkezi yönetimden yerel yönetime, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş gibi sosyal, siyasal, ekonomik ve yönetim faaliyetleri açısından çeşitli değişim ve dönüşümler yaşanmasına neden olmaktadır. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler küreselleşmenin yayılmasını sağlarken, müşterek bir kültür ve egemenliği sermayenin elinde olan tek bir küresel pazar anlayışı da küreselleş menin görünürdeki hedefleridir. Küreselleşme yalnız ekonomik alanda değil; hukuki, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda da yaşanan değişim sürecidir. Ulus devlet üzerinde bir hegemonya siyaseti uygulama ve bu oluşumu zayıflatma bilinci ise, küreselleşmenin politik hedefi olarak görülmektedir.
  Küreselleşme sürecinin başlıca özelliği, ulusal sınırların önemini yitirmesi ve ulus devletin ekonomi üzerindeki denetiminin ortadan kalkmasıdır.
Ulus devlet, sınırlarından geçen bilgi, mal, sermaye ve insan kaynakları üzerindeki denetimiyle bir siyasal kurum olarak kendi toprakları üzerinde egemenlik sağlar.
Denetim gücünü bir başkası ile paylaşması veya egemenliğinin dolaylı da olsa sekteye uğraması, ulus devletin varlığını tehlikeye sokar.
Devletin kontrol kapasitesinin azalması; vatandaşlarını diğer güçler tarafından alınan kararlardan ve kendi sınırları dışında oluşan olaylardan etkilenmesine karşı koruyamaması anlamına gelir.
Karar alma süreçlerinde giderek artan meşruiyet kaybı da demokratik meşruiyet açığını ortaya çıkarır. Ancak küreselleşme bir gerçektir ve tüm dünyada etkisini
göstermektedir. Ülkeler bir taraftan küreselleşmenin etkisi ile onun bir parçası olma durumunu yaşarken, diğer taraftan da yine küreselleşmenin etkisi ile varlıklarının ve egemenliklerinin tehlikeye girdiğini değerlendirmekte ve bu nedenle onu korumaya yönelik refleksler göstermektedir. Korunacak değerler olduğuna göre, bunun karşısındaki olgu, tehdit olarak algılanır. Bu durumda küreselleşme de bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Hedefi ulus devlettir. Ancak küreselleşme yaşanan bir gerçektir. Önemli olan küreselleşme ile birlikte yaşamak, ancak onun ülkenin varlık ve egemenliğine yönelik tehditlerini bertaraf etmeye yönelik tedbirleri almaktır. 
 
Ülkemizde de küreselleşmenin etkisi görülmekte ve doğal olarak karşı tepkiyi yaratmaktadır. Diğer ülkelerde, ırkçı bir milliyetçilik politikası izlenirken, ülkemizde savunma amaçlı, ancak ırkçılığa dayanmayan, “Atatürk Milliyetçiliği”ni esas alan bir milliyetçilik anlayışı doğmuştur. Fakat son yıllardaki gelişmeler, bu anlayışı tehdit etmektedir.  
 

Türkiye’nin Etki ve İlgi Alanındaki Ülkeler ve Tehdit Algılamaları;

  Türkiye’nin çevre ülkeleri ile ilişkilerde güvenlik algılamaları ön plana çıkmakta, bu durum, doğal olarak tehdit algılamaları ile de doğru orantılı olmaktadır.
21. Yüzyıldaki tehditler, küreselleşmenin yaygınlaşmasına paralel olarak değişim göstermiştir. Riskler ve belirsizlikler ön plana çıkmıştır.
 
Türkiye’nin etkisi altında kaldığı ve önümüzdeki dönemde de etkisinin hissedileceği tehditleri; terör başta olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, insan, uyuşturucu ve silah kaçakçılıkları, yasa dışı kitlesel göç hareketleri, siber taarruzlar, balistik füzeler gibi genel tehditler; çevre ve ilgi alanındaki ülkelerden kaynaklanan dış tehditler;  jeopolitik özelliğinden dolayı dışarıdan da destek gören bölücülük ve irtica olarak ön plana çıkan iç tehditler olarak tasnif etmek mümkündür.

Tehditlerin mahiyetinden de anlaşılacağı üzere bunlara karşı alınacak önlemleri yalnız askeri anlamda düşünmek de yeterli olamamaktadır. Politika başta olmak üzere, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, kültürel ve hukuki alanlarda alınacak tedbirler de önemli ve gerekli mütalaa edilmektedir. 
  
Dış Tehditler  
Tehdit ve buna göre şekillenen güvenlik algılamalarının çıkış noktası olan, genel anlamdaki tehditlerin dışında dış tehdit olarak kabul edilebilecek veya tehdit olması beklenmeyen Türkiye’nin çevresindeki ülkeleri incelediğimizde aşağıdaki düşünceler ön plana çıkmaktadır. 
 
 Rusya
 
  Soğuk Savaş döneminde asıl tehdit olarak görülen ve güvenlik politikalarımızın tamamen kendisine ve lideri durumunda olduğu Sovyetler Birliği ve Varşova Paktına karşı tedbir olarak şekillenmesine sebep olan bu ülke, değişen şartlar nedeniyle şimdilik tehdit olarak görülmemektedir. Bölgesel ve küresel menfaatlerimiz açısından iş birliği yapılabilecek bir konumdadır. Rusya; Türkiye`nin etkili olmasının öngörüldüğü bütün bölgelerde tek başına bunu başarmasının görünür gelecekte mümkün olamayacağı, bu nedenle bölgesel ve küresel stratejik iş birliği yapabileceği ülkelere ihtiyaç duyabileceği gerçeğine uygun bir örnek durumundadır. Karadeniz’deki hak ve menfaatlerimizi korumak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sağladığı egemenlik haklarımızı gözetmek, Kafkasya ve Orta Asya’da etkili olabilmek için bu ülke ile iş birliği yapılabilir. Ancak böyle bir iş birliğini gerçekleştirirken diğer müttefiki olduğumuz ve iş birliği yaptığımız ülkelerin tepkisini çekmemeyi ve dengeli bir tutum
izlemeyi gözetmemizde fayda görülmektedir. Diğer taraftan bu ülkenin ileride tehdit olabilecek bir potansiyel olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
  
 Ukrayna ve Gürcistan
 
  Gerek ülke gücü ve gerek tutumları itibariyle tehdit olarak görülmemektedir. Ancak Gürcistan’daki çatışma ortamını sürekli takip etmek, güç odaklarının etki sağlama çabalarında ulusal menfaatlerimiz istikametinde pozisyon almak gerekmektedir.   
 
Ermenistan
 
  Ülke gücü olarak tehdit olamaz. Ancak diasporanın etkisi ve diasporanın bulunduğu ülkelerin desteği ile sözde soykırımı gündeme getirip, uluslararası ortamda sırasıyla tanıma, tazminat ve toprak talebinde bulunabilir. İlişkilerin düzelmesi yönünde, ABD’nin de telkinleri ile ortaya çıkan genel açılım politikaları çerçevesinde, “Ermenistan Açılımı” da söz konusu olmuş, bu konuda protokoller yapılmış, ancak özellikle Ermenistan’ın olumsuz tutumu nedeniyle yürürlüğe girememiş ve dondurulmuştur. Bu açılım çerçevesindeki görüşmeler ve hazırlanan protokollerde, diplomatik ilişkilerin kesilmesindeki gerçeklerin göz ardı edildiği, bir noktada tavizkâr bir tutum izlendiği, hatta bu kapsamda “bir millet iki devlet” olarak dış politikamızı şekillendirmeye çalıştığımız Azerbaycan ile olan ilişkilerimizin de bu açılımdan olumsuz etkilendiği müşahede edilmiştir. Diasporanın da etkisi ile iki ülke arasında yeniden gerilim doğabilir. Bu durum, başta ABD olmak üzere diğer ülkeler ile ilişkilerimizde olumsuz sonuçlara sebep olabilir. Kendisine karşı sürekli olarak ihtiyatlı olunmasını gerektiren bir ülke konumundadır.  
 
İran
 
  Türkiye ve İran’ın, tarih boyunca birbirlerine karşı fazla düşmanca duygular beslemeyen, ancak bölgede etkinlik sağlayabilmek için birbirleri ile daima rekabet içinde olan, devlet geleneğine sahip köklü iki ülke olduğu görülmektedir. Bu nedenle zaman zaman gerginlikler yaşanmıştır. İran’ın birkaç yıl öncesine kadar, Türkiye’yi zayıflatarak kendisinin bölge etkinliği konusunda üstün duruma gelmek için PKK örgütüne verdiği desteği ve rejim ihracı politikasını unutmamak gerekir. İran son yıllarda Türkiye ile yakınlaşma politikası uygulamıştır ve uygulamaya da devam etmektedir. Siyasi, askeri ve ekonomik alanda ilişkileri geliştirmek arzusundadır. 
İran, hem kendi toprakları içinde, hem de Irak sınırı ve hatta sınırın Irak tarafındaki PKK terör örgütü ve onun uzantısı PEJAK terör örgütü ile mücadele halindedir.
Bu konuda Türkiye ile bir iletişim içinde olduğu bilinmektedir. Bu eylemi, bölgede yaşanan gerginlik ve üzerindeki ABD baskısı nedeniyle Türkiye’nin desteğini kazanmak istemesinden dolayı gerçekleştirdiği değerlendirilmektedir. Aynı zamanda Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi oluşumunun, bölgede gelişmekte olan Kürtçülük hareketinin Büyük Kürdistan beklentisi ile kendisine de tehdit olacağını düşündüğü kıymetlendirilmektedir.
Ayrıca PEJAK’ın İran’ı istikrarsızlaştırmak için PKK’nın bir uzantısı olarak ABD tarafından kurgulandığı, bu nedenle İran’ın kendisini savunmak durumunda olduğu da bir gerçektir.
 
 Türkiye’nin de iyi komşuluk münasebetleri, güvenlik ve ekonomik menfaatleri çerçevesinde bu yakınlaşmaya olumlu cevap verdiğini, ancak bunu zaman zaman çeşitli nedenlerle ölçülü tuttuğunu söylemek mümkündür. ABD de, Türkiye’nin olası bir müdahalede veya müdahale olmasa dahi uluslararası kamuoyunun beklentileri doğrultusunda hareket etmesini, Batı Kulübü içinde kalmasını ve İran ile olan ilişkilerini sınırlamasını arzu etmektedir.  Diğer taraftan önce ABD projesi olarak çıkan daha sonra bir NATO projesine dönüştürülen Füze Savunma Sistemi’nde asıl tehdidin İran olarak belirlendiği de bilinmektedir. Türkiye, İran ile ilişkilerin bozulmasına sebep teşkil edeceği düşüncesi ile Füze Kalkanı projesinde İran’ın açıktan tehdit olarak ifade edilmesini arzu etmemiştir. Ancak bu projeye katılmayı da kabul etmiştir.
İran’ın şimdilik 2500 km.ye kadar ulaşabilen balistik füzelere sahip olduğu ve bu menzili zaman içinde daha da arttırabileceği, güdüm sistemini uydulara dayandırarak isabet ihtimalini de daha etkin hale getirebileceği beklenmektedir. Nükleer çalışmaları da dünyaca takip edilmektedir.
  Bölgesel etkinlik ve güvenlik açısından İran’ın nükleer silaha sahip olması Türkiye açısından olumsuz bir gelişme olacaktır.
Bu bakımdan İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için yapılacak çeşitli müdahalelerin Türkiye’nin menfaatlerine uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Ancak komşumuz İran’a yapılacak bir askeri müdahalede ABD tarafında yer almanın ve buna doğrudan destek sağlamanın, Türkiye’ye karşı olası terör hareketlerini tetikleyebileceği, bölgede kültürel, dini, sosyal, ekonomik ve politik açıdan yaralar açabileceği ve gerginlikleri derinleştirebileceği düşünceleri ile mahsurlu olacağı kıymetlendirilmektedir. Ayrıca bölgede bu ülke ile beraber yaşamak durumunda olduğumuz ve ABD nedeniyle ilişkilerimizin derin izler bırakacak tarzda zedelenmesinin de menfaatlerimize uygun olmayacağı dikkate alınmaktadır. Bu nedenlerle Türkiye’nin krizin çözülmesi için diplomasi ve müzakere yolunu sonuna kadar desteklemesi ve her iki tarafı da çatışmadan uzaklaştırmak için gayret göstermesi gerekmektedir.

  Müdahale kaçınılmaz duruma gelmişse tarafsız bir tutum içinde olması ve uluslararası ilişkiler açısından mecbur kalınması halinde, tepkilere neden olmayacak şekilde ilerleyen zaman içinde yapılan müdahaleye dolaylı destek vermesi gerekebilir. Mümkün olduğunda bunu NATO bünyesinde gerçekleştirmesi tercih edilmelidir.
Ancak bu desteğin zaman içinde Türkiye aleyhine geri dönüşünün olabileceğini de düşünmek gerekir. Diğer taraftan İran’a ve müzakere ortamı yaratılmasına destek olurken, müttefik durumunda veya içinde bulunduğumuz uluslararası kuruluşlar ve ülkelerin Türkiye’ye karşı tavır alabilecekleri durumunu da hesaba katmak gerekir. İran sahip olduğu imkân ve kabiliyetleri itibariyle potansiyel olarak tehdit olabilecek boyutta bir ülkedir. Tehdit olama durumu şartlara göre değişebilir.
 
 
2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
 
 
****
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder