TÜRKLER VE ERMENİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKLER VE ERMENİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2016 Salı

TÜRKİYE-FRANSA İLİŞKİLERİ, TÜRKLER VE ERMENİLER




TÜRKİYE-FRANSA İLİŞKİLERİ, TÜRKLER VE ERMENİLER


YAZAN 
Özdem SANBERK
2012 Ocak

Fransa Ulusal Meclisi, 22 Aralıkta, Soykırımı inkâr edenlere para ve hapis cezası verilmesini öngören bir kararı kabul etti. 577 üyeli Fransa Ulusal Meclisinde, 50 kişilik katılımla, 38 üye tarafından kabul edilen bu kararın Türkiye’yi ve Türkleri hasmane bir tavırla hedef aldığını, sunucularının sözleri ve tartışmaların içeriği açıkça ortaya koyuyor. Oysa Türkiye, Fransa’nın böyle düşmanca bir tutum göstermesine neden olacak bir harekette bulunmadı. Bu nedenle bu karar, neresinden bakılırsa bakılsın, Türkiye’de milyonlarca insan tarafından kendi gurur ve haysiyetlerine karsı yapılmış bir saldırı olarak görülüyor. Buna ek olarak, Senato ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yürürlüğe girmesi halinde aynı karar, Fransa’da yaşayan yüzbinlerce vatandaş ve soydaşımızın gündelik yaşamlarında, temel hakları, huzur ve güvenlikleri üzerinde açık bir tehdit oluşturacak.

Aynı zamanda, Fransa’daki vatandaşlarımızın bu huzursuzluğunun çevrelerine de sirayet etmemesi ve bu ülkede yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı tetiklememesi düşünülemez. Bu durum ise Fransa’da toplumsal barış ve istikrar için doğrudan bir risk teşkil ediyor.
İnsanlığın bugün vardığı uygarlık düzeyinde her bir bireyin, gerçek olan ve olmayan görüşleri kabul veya inkâr etme hakkı kısıtlanamaz. Hele hele şiddet içermeyen aykırı görüşlerin hapisle cezalandırılması ise tamamen çağdışı bir uygulama. İfade özgürlüğünün 301 gibi bir madde ile Türkiye’de kısıtlanmış olmasının Fransa’ya bu özgürlüğü ihlal hakkı verdiğini savunmak da mümkün değil.
En azından bu düşünceler, Türkiye’nin bu saldırı karşısında tepkisiz kalmasına ve kararı adeta bir nevi rasyonalize edip sembolik yanıtlarla yetinmesine imkân bırakmıyor. Aksi takdirde, zaten pusuda bekleyen başka saldırılara süratle maruz kalacağımız gibi, zaten görünür bir gelecekte çözümü imkânsız olan bu sorundan kaynaklanan siyasi sakıncaları daha da ağırlaştırmış olacağımız açık.

Fransa’da soykırım kampanyasını yürüten odaklar, bunu Ermenilere duydukları sempatiden değil, Türkiye’yi aşırı tepkilere sevk ederek yalnızlığa itmek ve zaafa uğratmak hedefinden hareket ediyor.
Türk Hükümeti de, esasen verdiği ilk tepkilerle bu tuzağa düşmediğini gösterdi. Bu tepkiler abartılı ve duygusal değil. Fransa’ya, doğru yönde harekete geçmek ve toplumlar arasında meydana gelen güvensizliği değilse bile, doğan siyasi krizi telafi etmek için zaman bırakıyor. Fransa geri adım atarsa Türkiye’nin bu tavrı cevapsız bırakmayacağını ima ediyor. Türk kamuoyunun ezici bir bölümü, sivil toplum kuruluşları ve en önemlisi muhalefet partileri bu tepkinin arkasında.
Bu atmosfer içinde, Fransa Ulusal Meclisi kararı vesilesiyle ve yaklaşan 2015 yılı dolayısıyla, “tarihimizle yüzleşelim, Ermenistan ile imzaladığımız protokolleri yürürlüğe koyalım veya sınırları açalım” şeklindeki düşünceler bu aşamada gerçekçi görünmüyor. Bu tür görüşlerin iyi niyet ve iyimserliğinden kuşku duyulmasa bile dış politikada iyimserliğin zaman zaman hedeflenenin tersine sonuçlar verdiği ve ciddi riskler taşıdığını deneyimler ortaya koyuyor.

Türkiye Kamuoyu Savaşını Kaybetti,

Türkiye, kamuoyu savaşını kaybetmiş görünüyor. Bugün dünyada yirmiden fazla yerel ve ulusal parlamento ve yüzlerce sivil toplum kuruluşu ve mesleki örgüt 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmiş durumda. Dünya medyası da bu görüşü savunuyor. Bu görüş doğrultusunda yazılmış çok sayıda eser kitapçıların, kütüphanelerin raflarını ve üniversite kürsülerini dolduruyor. Sanat ve edebiyat eserleri, TV programları ve filmler soykırım öykülerini yansıtmakta. Medyanın, edebiyat ve sanat dünyasının doğruluk algısını yarattığı bir konunun yanlış olduğunu kanıtlamak bir noktadan sonra mümkün değil. Bu ancak zaman içinde, hatta kuşakların değişmesi ile mümkün olabilir. Tabii konunun tüm yönleriyle ve sürekli şekilde serbestçe tartışılmasına olanak verilirse...
Olayın bu noktalara gelmesinin birinci nedeni, bu meselenin çok yakın zamana kadar en başta kendi memleketimizde tartışılmasının yasaklanmış olması. Bu durum, işin peşinde olan Ermeni odaklarının ekmeğine yağ sürdü. Çünkü bu odaklar, mesele tartışılırsa öykünün Türkçesinin de dünya tarafından öğrenileceğini biliyorlardı. Bugün bize, “önce kabul edin sonra tartışalım” diyorlar. Biz konuşmayı kendimiz yasakladığımız için “bırakalım sorunu tarihçiler tartışsın” tezimiz hem inandırıcı hem de geçerli olmuyor.
Bu şartlar altında atılacak en doğru adım, soykırım iddialarıyla ilgili tartışmaların Türkiye’de artık tam bir özgürlük içinde yapılmasına imkân verecek siyasi, hukuki ve akademik koşulların süratle yaratılmasıdır.

Babaların günahını çocuklara yüklemek,

Aslında soykırım konusu Türkiye’de son yıllarda doğru zeminlerde konuşulmaya başlandı. “İnkâr edelim” diyenler oldu. “Kabul edelim” diyenler oldu. Özür dileyenler oldu. Bu sağlıklı bir başlangıç. Kendi özgür iradeleriyle özür dileyenlerin sayısı 30 binlere ulaştı. Bu sayı 75 milyon içinde bir şey ifade etmese de bir ilk oluşturması itibarıyla sembolik değer taşıdığı muhakkak. Soykırım kampanyalarının arkasında bulunan odakların yarattığı gerginlik ve şantaj baskısının ortadan kalkması halinde kendiliğinden doğacak empatinin bu sayıyı daha yukarılara çekebileceği, hiç değilse Türklerle Ermeniler arasında yeni bir anlayış ve dayanışma havasının doğabilecegine muhakkak nazarı ile bakılabilir.
Türkler 1915 olaylarını şantajla hatırlamaya zorlanıyor. Hatırlama bölünme kabul etmez. Türkler 1915 olaylarını hatırlamaya zorlanırlarsa, kendi kayıplarını, yitirdikleri toprakları ve o topraklar üzerinde maruz kaldıkları katliam, sürgün ve trajedileri de hatırlayacaklar. Bunun da kimseye bir yararı olmaz.
Hatırlamak ve unutmak travma karşısında gösterilebilecek iki meşru davranış tarzı. Osmanlı imparatorluğunun dağılma sürecinde yabancı diyarlara göç eden Ermeniler hatırlamayı, Anadolu topraklarına dönen Türkler ise unutmayı tercih ettiler. Ermeniler kendi kimliklerini kendilerinin ve ana-babalarının çektikleri ısıtraplarda aradılar, orada buldular. Bu ıstırapları hergün yaşıyorlar. Soykırım onlar için tarihi bir olay değil. Çünkü yeni yurtlarında, göçmenlik ve yabancılık koşullarında bu travmanın yerine ikame edecekleri başka bir ideal ve huzurlu yeni bir ortak yaşam bulamadılar. Bu travmalar, üçüncü ülkeler tarafından kendi siyasi amaçları için kullanıldı. Hala da kullanılmakta…
Türkler ise kimliklerini yaşadıkları ıstıraplarda değil, kendi kurdukları yeni Türkiye Cumhuriyetinin başarılarında aradılar. Kendi topraklarında geçmişte değil, gelecekte yaşamayı seçtiler. Ama aynı nedenle kendi yaslarını da tutamadılar.

Ermeniler “ Biz yasımızı her gün yaşıyoruz ” diyorlar. Bunun doğru olduğuna şüphe yok. Türkler de kendi yaslarını tutabilmeli. Çünkü her iki halk da büyük acılar çekti. Acılar paylaşılınca hafifler, köprüler yaratır. Bu gerçeğin anlaşılması için şu veya bu ülkenin Parlamento kararına gerek yok. Bu anlayışı iki halk ve onların çocukları, bugün değilse bile belki yarın kendileri gerçekleştirecek. Tabii başkaları onları rahat bırakırsa…


http://www.analistdergisi.com/sayi/2012/01/turkiye-fransa-iliskileri-turkler-ve-ermeniler