Sena Gizem Demir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sena Gizem Demir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2016 Pazartesi

" IŞžİD KOALİSYONU ABD’NİN BİR STRATEJİSİDİR, ABD İLE NATO STRATEJİSİ AYNI DEĞİLDİR! "







" IŞžİD KOALİSYONU ABD’NİN BİR STRATEJİSİDİR, ABD İLE NATO STRATEJİSİ AYNI DEĞİLDİR! "


USAK Başkanı Büyükelçi (E.) Özdem Sanberk ile IŞžİD’in elinden kurtarılan rehineler ve Türkiye’nin bundan sonraki aşamada nasıl bir dış politika izleyeceğine dair bir mülakat gerçekleştirdik:















USAK MÜLAKATLARI
USAK BAŞKANI ÖZDEM SANBERK: 
Mülakat: Sena Gizem Demir

Sayın Büyükelçim, uzunca bir süredir ne olacağı konusunda merakla beklenen, IŞžİD’in rehin aldığı Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’ndaki 49 rehinenin kurtarılması durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Büyükelçi Özdem Sanberk: Ben de memnuniyet ve sevinç duyuyorum. Elbette bu bir başarıdır ancak bu başarıyı tek bir kuruma yüklemek yerine bir parça nüans getirmek isterim. Türkiye Devleti’nin içinde hükümet de var muhalefet de var. Bu noktada CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’nu unutmayalım. Kılıçdaroğlu’nun Sn. Başbakana hemen telefon etmesi bence çok önemli bir mesaj içeriyor. Duyduğumuz sevinç aslında toplumun bütün kesimleri tarafından genel olarak paylaşılan bir duygu. Dolayısıyla bu durum bizim hep şikâyet ettiğimiz “kutuplaşma ve toplumsal ayrışmanın” üstesinden gelmek için bir başlangıç olabilir. Fırsatı iyi değerlendirmek gerekir. Az önce de ifade ettiğim gibi eğer ana muhalefet partisinin başkanı böyle bir adım atmışsa bu, geçiştirilip bir tarafa bırakılacak bir adım değildir. Kutuplaşma Türkiye’nin en büyük sorunudur. MHP Genel Başkanı Sn Devlet Bahçeli’den de böyle bir beyan geldi, biraz daha nüanslı ancak onu da çok önemli görüyorum. Elbette yapılan bu beyanların karşılıksız kalmaması önemli. Kutuplaşmanın kabahati genellikle muhalefette bulunuyor, konu dışına çıkmadan belirtmek gerekirse, kanaatimce bütün bundan çıkarılacak ders, Türkiye’nin kaynaşmış bir toplum yapısının olduğu ve bu kaynaşmış toplumun potansiyellerini değerlendirmemiz gerektiğidir. Ortaya çıkan tabloda yaratılan fırsat mutlaka değerlendirilmeli. 

Başkonsolos kendisine silah doğrultularak, kendisinden kamera karşısında bir açıklama yapmasını istediklerini fakat bunu etmediğini söylüyor. Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi durumundaki Başkonsolosun bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Büyükelçi Özdem Sanberk: Çok önemli bir konu. Sayın Başkonsolosun açıklamalarını dinledim. Kendisi ve tüm rehinelerimiz elbette 101 gün boyunca bizim tanık olmadığımız, duymadığımız bundan başka birçok olaya tanıklık ettiler. Olaylar karşısında son derece ketum davranıyorlar, o da ayrı bir takdir konusu. Bazı konulara girmek istemiyorlar. Ancak denilebilir ki, her şeyden önce Başkonsolos Öztürk Yılmaz son derece zor şartlar altında, çok ciddi bir liderlik sınavı verdi. Kanaatimce bu durum hem kendisi açısından çok takdire şayan, hem de Dışişleri Bakanlığı’nın böyle memurlara sahip olması hepimiz için iftihar verici bir durum.

Başkonsolos telefonunu parçalara ayırarak gizlediklerini ve gerektiğinde tekrar birleştirip durumları hakkında bilgi verdiklerini belirtiyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz? 

Büyükelçi Özdem Sanberk: Durumu çok büyük bir kendi kendini kontrol etme yeteneği ve soğukkanlılığın bir göstergesi olarak değerlendiriyorum. Hedefinden ayrılmadan, paniğe kapılmadan hem maiyetine sahip çıkmak hem de sonucu umutla beklemek bir başarıdır. Fırtınaya yakalanmış bir kaptan gibi, durumu kontrol altında tutarak süreci çok iyi yönetti, kendisini kutluyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı 40 kadar şehit vermiş bir bakanlıktır. Tabii yalnızca Başkonsolos da değil, bu sınavı veren ve sonucundaki başarıyı paylaşan maiyetindeki diğer tüm kadın, erkek hatta çoluk çocuk hepsi takdir ve teşekkürü hak ediyor. Yerlerinin değiştirilmesine rağmen, artık bilemiyoruz nasıl öyle oldu, nasıl başarıldı, birbirlerinden ayrılmadılar. IŞžİD belki de onları dağıtsaydı bugünkü mutlu sona ulaşılamazdı. Gerek merkezden, Ankara’dan yapılan yoğun temaslar ve gerek Başkonsolos ve maiyetindekilerin orada gösterdiği sağduyu ve soğukkanlılık bizi bu noktaya ulaştırdı.

Unutulmaması gereken son bir teşekkür de Türk kamuoyu için olmalı. Türk kamuoyu her şeye rağmen, gerçi bir yayın yasağı vardı ama kimse bu yayın yasağını delmek için özel bir gayret sarf etmedi, büyük bir dayanışma örneği gösterdi. Elbette şu veya bu sesler çıkabilir. Ancak 76 milyondan bahsediyoruz.  Bu konuda herkes büyük bir özen gösterdi. Bu itinalı tavır,  bizi en başta vurguladığım ifadeye getiriyor:  Türkiye ve Türk toplumu gerektiği zaman çok büyük bir dayanışma gösterme kapasitesine sahip. Sorgulanması gereken konu neden normal zamanlarda birbirimizi kırıyor ve yoruyor olduğumuzdur. Buradan verebileceğimiz en önemli mesaj, Türkiye’nin iftihar edilecek bir dayanışma yeteneğine sahip olduğudur. 

Rehine yakınlarından biri yayın yasağının kaldırılması için siyasi bir basın toplantısına katıldı. Kendisi konuşmadı, fakat orada bulundu. İfade ettiğiniz üzere bu durum dayanışma örneğinden sapma olarak değerlendirilebilir mi? 
Büyükelçi Özdem Sanberk: Bunların yaşanması tabii ki doğal, 76 milyondan bahsediyoruz.  Üstelik de rehinelerin yakını olarak, böyle bir olay karşısında insanların duygusal durumunu da anlayışla karşılamak gerekiyor. Netice itibariyle, “iyi biten her şey iyidir” diye bir söz var, biliyorsunuz.

Türkiye’nin rehinelerin kurtarılmasından sonra IŞžİD konusundaki stratejisi ve koalisyona katılmama kararı değişir mi?

Büyükelçi Özdem Sanberk: Türk dış politikasının çok temel bir kuralı vardır. Kural derken geçmişten gelen bir tatbikatı, çünkü zaten tatbikatlar kuralları getiriyor, teamülü kastediyorum. Türkiye, coğrafyasında bulunan sıcak ve kanlı çatışmalara üç istisna dışında girmez.

Bu istisnalarının birincisi BM Güvenlik Konseyi kararlarıdır. Bu tabii  Cumhuriyetimizin çok uzun yıllardan beri uyguladığı dış politikanın herzaman meşruiyet temelinde kalınmasını öngören ve 1990lı yıllarda rahmetli CB Özal ın da SB’nin dağılması sonrasında Balkanlarda ve Kafkaslarda çıkan iç savaşlara tek taraflı katılmamaya ilişkin politikalarında, uyulmasına titizlikle özen gösterdiği bir tatbikatımızdır. İkincisi üyesi bulunduğumuz NATO gibi kuruluşlarda alınan ortak kararların gerektirdiği askeri operasyonlardır. Türkiye bu kararların gerektirdiği şekilde hareket eder. Üçüncü istisna da kendisine doğrudan bir taarruz olmasıdır. Bu üç istisna dışında Türkiye, etrafındaki, ister Ortadoğu olsun ister Kafkasya olsun ister Balkanlar olsun tek taraflı askeri bir operasyona girişmez, şimdiye kadar da girişmedi. Türkiye’nin dahil olduğu diğer bütün askeri operasyonlarda bu üç unsuru görürsünüz. 

Dolayısıyla Türkiye’nin tutumu değişir mi sorusuna verilecek cevap da belirginleşiyor.  Türkiyenin ne IŞžİD’e karşı ne de müttefiklerimize karşı tutumu değişmez. Zaten Türkiye’nin ABD’nin açıkladığı stratejiye verdiği cevap da bunu ortaya koyuyor. Kaldı ki şunu da önemle tekrar etmek lazım, ABD’nin önerdiği strateji bir NATO stratejisi değildir, ABD’nin stratejisidir. Başkan Obama kendi yönetimi içinde bir toplantı yaptı, kendi önceliklerini hesaba katarak ortaya bir plan koydu. Bunu yaparken, ne Ortadoğu’daki partnerlerine ne Avrupa’daki partnerlerine, ne de başka kimseye de danıştı. Planını ilan ettikten sonra ilgili partnerlerinden operasyona katılmalarını istedi. Elbette, doğal olarak plana katılan ülkeler oldu, katılmayanlar da. Türkiye de Amerikan yönetimine görüşlerini izah etti. Zannediyorum Kerry ve öncesinde Savunma Bakanı Yardımcısı ile Ankara da temaslarda bulunuldu. Dolayısıyla iki ülke arasında bu stratejiye Türkiye nin katkısı konusunda Hükümetler düzeyinde bir ihtilaf yok. Basında yaratılan algının aksine diplomatik düzeyde ikili münasebetlerimize sinen olumsuz bir durum mevzu değil. Ancak belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin daha fazla dâhil olmasını isteyen çeşitli menfaat grupları, çeşitli ülkeler, çeşitli örgütler tarafından basın yoluyla Türkiye’ye baskılar muhakkak olacak. Diğer taraftan ABD ile Türkiye arasında farklı bazı gerginlikler söz konusu. Elbette çeşitli konularda  görüş ayrılıkları  var. Ancak belirtilen konularda bir ihtilaf olduğunu zannetmiyorum. Çünkü bu  konu konuşularak, anlaşılarak  varılan bir durumdur.

BM’de Türkiye’nin ağırlıklı olarak üzerinde duracağı tampon bölge konusunda ne düşünüyorsunuz?

Büyükelçi Özdem Sanberk: Tampon bölgeyi uçuşa yasak bölgeyle beraber konuşmak gerekir. Uçuşa yasak bölge deyince de kara kuvvetlerinin devreye girmesi mevzu oluyor. Böyle bir durumda, bu aşamada yanılıyor olabilirim, yalnız Rusya’nın veya Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkmasını veto etmelerinden ibaret kalmayacağını buna ABD’nin dahi razı olacağını düşünmüyorum.  Bunun da gayet basit bir sebebi var. Tampon bölgeyi yalnızca Irak-Türkiye sınırında kurmak bir anlam ifade etmiyor, çünkü İŞžID’in yayıldığı iki ülke toprağı var. Bunlardan biri de Suriye. Tabi Suriye meselesi işin içine girince tamamıyla yepyeni politikalara dönmek gerekiyor. 910 km’lik sınırda bir tampon bölge ve bunun oradaki yerel kuvvetlerle çözülmesi kolay bir iş değil. Bölgeye muhakkak bir batılı gücün, özellikle ABD’nin kara kuvvetlerini göndermesi lazım, ancak ABD de bu bölgeye Amerikan postallarının değmeyeceğini açıkladı. Sonuç olarak bu son derece zor bir şey. Bu da tabi dönüp dolaşıp bizi tekrar ABD planının başarısızlık katsayısının çok yüksek olduğu kanaatine götürüyor. Sonuçta maalesef sonuçta iş yine Türkiye’nin kendi siyasi ve diplomatik çabalarına kalıyor.


http://www.usak.org.tr/tr/yayinlar/usak-mulakatlari/usak-baskani-ozdem-sanberk-is-id-koalisyonu-abd-nin-bir-stratejisidir-abd-ile-nato-stratejisi-ayni-degildir


..