ORTADOĞUDA DENGELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ORTADOĞUDA DENGELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2016 Perşembe

ORTADOĞU’DA DENGELER YENİDEN Mİ DEĞİŞİYOR?






ORTADOĞU’DA DENGELER YENİDEN Mİ DEĞİŞİYOR?

YAZAN ; Özdem SANBERK
Köşe / 2015 Haziran

Ortadoğu’da dengeler aslında hiç bir zaman sabit olmadı. On yıllardan beri ittifaklar ve koalisyonlar hemen hergün kuruluyor, hergün bozuluyor, sonra tekrar kuruluyor.(*) Çünkü dış politikanın oluşturulmasında ve uygulanmasında halkların bir rolü yok. Monarşik, ideolojik, despotik yönetimler birbirleriyle ve aynı zamanda kendi halklarıyla sürekli mücadele içinde. Bu mücadelelerin ıztıraplarını ise mazlum ve mahrum halk kitleleri çekiyor. Arap Baharı anlık taze bir nefes gibi geldi geçti. Gerçi savurduğu özgürlük tohumları yok olmadı. Ama tekrar ne zaman filizlenirler belli değil. Bölge dışı güçlerin ilgileri buradaki zengin enerji kaynaklarının ötesine geçmiyor. Ortadoğu son yetmiş yıldan bu yana giderek artan istikrarsızlık ve güvensizlik içinde bir karışıklıktan diğerine savrulup duruyor.

Suudi Arabistan’da yeni yönetim

Bölgedeki siyasi dengelerin değişimini bu kez Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ölümü tetikledi. Yeni Kral Salman bin Abdülaziz Ocak ayında tahta geçer geçmez yönetimde ve krallığın dış politika önceliklerinde köklü değişiklikler gerçekleştirdi. İçişleri Bakanı Prens Muhammed bin Nayif’i veliaht, aile dışından profesyonel diplomat olan Washington Büyükelçisi Adil el Zübeyir’i de dışişleri bakanı olarak tayin etti. Başkan Obama’nın Amerika’yı Ortadoğu’da askerî operasyonlara sokmama yolunda ikinci döneminin başından beri kararlılıkla uyguladığı strateji, bir süreden beri bölgedeki kuvvetler dengesini muhafazakâr Arap monarşileri aleyhine değiştirmişti. Suudi Arabistan’ın tehdit değerlendirmelerini ciddi surette etkileyen bu değişiklik yeni Kral Salman’ın dış politikasına güçlü biçimde yansıdı. IŞİD ve benzeri Selefi akımlarla mücadele, İran, İslam ve demokrasi gibi konular, Suudi Krallığı’nı ve Körfez emirliklerini tehdit eden en önemli unsurlar olarak ön plana çıktı. Suudi Arabistan özellikle İran’ın nükleer konuda Batı dünyasıyla vardığı ön mutabakattan sonra bu ülkenin dünyada ve Ortadoğu’da artan nüfuzunu sınırlamak amacıyla ilk başta Yemen ve Suriye kapsamında proaktif bir politika izlemeye başladı. Yeni Dışişleri Bakanı Zübeyir, bir yandan Suudi Krallığı’nın Amerika’yla iyi ilişkilerini korumaya çalışırken diğer yandan Körfez İşbirliği Konseyi’ni (KİK) daha işlevsel hale getirdi. Bir taraftan da bölgede Mısır ve Türkiye dâhil, Sünni ağırlıklı nüfusa sahip büyük ülkelerle ilişkilerini sıkılaştırdı. Kral Salman, Yemen’de ayaklanan Şii Husilere karşı hava harekâtı gerçekleştirirken, aynı zamanda Müslüman Kardeşler’e karşı daha ılımlı bir tavır sergilemeyi yeğledi.

Körfez’de ve Yemen’de yaşanan bu gelişmelere paralel olarak, Suriye ve Irak dinamiklerinde de hareketlilik meydana geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kral Salman’ın görevine başlamasından hemen sonra Riyad’a gitti ve yeni Kral’ın, İran’a karşı bölgede bir Sünni bloğu kurma yolundaki politikalarını reddetmeyen bir tutum sergiledi. Özellikle Suudi Arabistan’ın Yemen’de İran destekli Husilere karşı giriştiği hava harekâtına siyasi destek verdi. Erdoğan ayrıca İran’ı, bölgedeki yayılmacı politikaları dolayısıyla kamuoyu önünde eleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eleştirilerine İran’da bilhassa meclis çevreleri tepkisiz kalmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna rağmen Tahran’a da önemli bir ziyaret gerçekleştirdi.

Suriye iç savaşında Rusya ve İran’ın Esed’e vaki desteği sayesinde rejimle muhalefet arasında uzun süredir devam eden kilitlenme son bir iki ay içinde rejim aleyhine bozuldu. Muhalefet arazide durumu kendi lehine döndürmeyi başardı. Katar ve Suudi Arabistan tarafından askerî olarak, Türkiye tarafından da siyasi olarak desteklenen muhalif güçler, El Fetih ordusu ile İdlip, Jisr El Shugur’u ve Şam’ın bazı mahallelerini ele geçirdi. Cephedeki bu gelişmelerde Al Nusra ve Ahrar Al Sham gibi Al Kaide ile irtibatlı örgütlerin alandaki etkin rolü de ön plana çıktı.

Rejimin mevzi kaybetmesi diplomatik çevrelerde Esed’in takatinin kalmadığı şeklinde yorumlandı. Arazideki dinamiklerin değişmesi BM’yi de harekete geçirdi. BM temsilcisi Mistura da Suriye’de geçiş sürecini başlatmak için Cenevre’de 15 Mayıs’tan itibaren uzmanlar düzeyinde istişareleri başlattı. Bu istişarelere ABD’ nin terör listesinde yer alan Al Nusra ve Ahrar Al Şam hariç, muhalefeti oluşturan bütün gruplar ve rejim temsilcileri davet edildi. Ayrıca, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin memnuniyetsizliğine rağmen bu kez İran da çağrıldı. Temmuz’a kadar sürmesi beklenen bu istişarelerin bir amacının da zaman kazanmak olduğu söylenebilir. Çünkü P5+1 ile İran arasında varılan anlaşmanın Haziran sonunda kesinleşmesi sözkonusu. Başkan Obama anlaşmanın mutlaka kesinleşmesi taraftarı. Bu nedenle de İran’la Batı arasında gerginlik yaratacak bir politika izlemek istemiyor. Eğer anlaşma kesinleşirse İran’ın uluslararası toplumla bütünleşmesi, Amerika ve İran’ın birbirlerine daha çok yaklaşması kuvveden fiile çıkabilir. Bu durumun başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinde ve hatta İsrail üzerinde yaratacağı endişe ve memnuniyetsizliği tahmin etmek zor değil. Esasen Başkan Obama’nın da 14 Mayıs’ta Camp David’de KİK liderleriyle gerçekleştirdiği zirve toplantısının bu endişeleri gidermek amacına yönelik olduğu malum. Fakat Kral Salman’ın katılmadığı bu toplantının amacına ulaştığını söylemek mümkün değil.

İran’la Nükleer anlaşmanın Haziran sonunda kesinleşmesinin Suriye’deki savaş üzerinde sonuçları nasıl olur? Bunu şimdiden kestirmek zor. Fakat hiç değilse ABD’nin İran’ı uluslararası toplumla daha fazla bütünleştirmek için bu ülkenin hassasiyetlerini gözetmeyecek bir politika izlemeyeceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Nitekim Obama Camp David’de İran’ın marjinalleştirilemeyeceğini açıkça belirtti. Bunun anlamı ise Washington’ın Ortadoğu’daki önceliklerinde ve özellikle Suriye politikasında en azından Obama’nın görev süresi bitene kadar bir değişiklik yapmayacağı. Suriye ile sınırımızda uçuşa yasak güvenli bir bölge kurulması meselesi belirsizliğini korurken IŞİD’in Ramadi’yi ele geçirmesi dâhil, artan tehditlerine rağmen Amerika’nın bölgeye ilişkin stratejisinin askerî boyutunda, bazı nokta hareketleri dışında bir gelişme yok.(**) ‘Eğit-Donat’ programının eğitim aşaması henüz yeni başladı. Rusya’ya gelince bu ülkenin, Ukrayna’da yaşadığı sorunlara rağmen Suriye rejimine, eski boyutlarda olmasa bile, desteğini devam ettirmeyeceğini düşünmek zor.

Rejim gücünü kaybediyor

Ne var ki bu tahlil Suriye rejiminin hala güven içinde olduğu anlamını taşımıyor. Tam tersine rejimin büyük bir güvensizlik havası içinde bulunduğu görülmekte. Kısa süre önce Palmira da IŞİD’in eline geçti. Yönetim kademesinde zorlukların bulunduğu ve rejimin istihbarat şeflerinden General Ali Memluk’un göz hapsinde bulunduğu gibi haberler basına yansıyor. Beşinci yılına girilen kanlı savaşın rejimin takatini tükettiğini değerlendirenler bu ülkenin devlet yapısında ani bir çöküş yaşanabilmesi ihtimalini ciddi görüyorlar. Böyle bir gelişmenin ise hazırlıksız yakalanıldığı takdirde, başta ülkemiz olmak üzere, herkes için yaratacağı siyasi ve güvenlik riskleri aşikâr. Bu nedenle, Türkiye’nin bölgede ve BM’de, ikili ve çok taraflı alanlarda halen bulunduğu diplomatik girişimler hiç şüphesiz isabetli.

Ancak bu aşamada rejimin çözüldüğünü söylemek mümkün değil. Esed’e asıl destek veren ülke İran. İran’ın Suriye’de önemli milis güçleri var. Ayrıca İran’da halen 430 bin kadar bulunan  Hazara’nın 3-3,5 bininin Suriye’de olduğu bilinmekte.

Karanlık bir gelecek

Yukarıdaki gelişmeler bölgenin yakın ve orta vadedeki geleceğinin büyük belirsizlikler içinde olduğunu gösteriyor. Ortadoğu halen, İran ve Suudi Arabistan arasındaki bölgesel hegemonya rekabeti yanında, tarihin derinliklerinden yüzeye doğru tehlikeli şekilde kabaran mezhep savaşları girdabına doğru sürükleniyor. Herkes için ciddi tehdit barındıran bu girdabın bizi de içine çekmemesi ve değişmeyi daha uzun yıllar sürdürecek olan bölgedeki dengelerin istikrar ve güvenliğimizi etkilememesi için Türkiye’nin sağlam bir çıpaya ihtiyacı var. Bu çıpa ise 21’inci yüzyıl standartlarında bir demokrasidir. Bu çıpaya tutunabilirsek kendi güvenlik ve refahımızı teminat altına alacağımız gibi bölgeyi istikrara kavuşturacak oyun kurucu kapasitemize yeniden kavuşuruz.


(*) “Orta Dogu için uzun vadeli tahmini sadece çılgınlar yapar.” (Only a fool offers longer term predictions about the Middle East.) (Graham Fuller)
(**) IŞİD’in Abu Sayyaf adlı komutanının bir baskınla öldürülmesi.

http://www.analistdergisi.com/sayi/2015/06/ortadogu-da-dengeler-yeniden-mi-degisiyor