G20 ANTALYA ZİRVESİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
G20 ANTALYA ZİRVESİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2016 Perşembe

G20 ANTALYA ZİRVESİ’NDE KAÇIRILAN FIRSAT




G20 ANTALYA ZİRVESİ’NDE KAÇIRILAN FIRSAT


YAZAN Özdem SANBERK
Köşe / 2015 Aralık

Ortadoğu’yu yıllardan beri kasıp kavuran kanlı terör hareketleri bir süreden beri Avrupa’ya sıçradı. Hatta daha geniş coğrafyaları da tehdit ediyor. Bu şiddetin tetiklediği kitlesel göçler ise Avrupalılar için ilave bir kâbus. Biz kendi ülkemizde zaten 30 yıldır, dış dünyanın kayıtsız nazarları altında on binlerce cana mal olan PKK terörünü yaşıyoruz. Ancak uluslararası toplum 13 Kasım gecesi Paris’te IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliamdan sonra bu türlü bir şok içine girdi.  İnsanlık uzun, ıstıraplı ve müzmin bir korku ve şiddet döneminin başlangıcına adım atmakta olduğunun bilincine vardı. Bu korku ve güvensizlik duygusu ise tam da terör örgütlerinin ulaşmak istediği hedef. Zira bedbin bir ruh hâlinin tüm uygar dünyada içe kapanma reflekslerini güçlendirdiği, sağcı siyasi hareketleri yükselttiği ve liberal demokrasiyi temellerinden sarsarak dünyayı bir kaos ortamına sürüklediğini hep birlikte görüyoruz.

Karanlıkla aydınlık arasında bir savaş

Terör örgütleri rasyonel davranmaz. Terörün mesajı korku salmaktır. Terör karanlıkta hareket eder. Devletler ise mücadelelerini aydınlıkta sürdürür. Karanlığı aydınlatan hukuk, eğitim ve özgürlükler temelinde gelişen demokrasidir. Liberal demokrasilerle terör arasındaki bu savaş da aslında karanlıkla aydınlık arasında yaşanan savaştır. Terör örgütleri eylemlerinde kural ve ahlak tanımaz. Ancak uygar dünya, kuralsız savaşa karşı kuralsız hareket edemez; kendi koyduğu demokratik ve etik kuralları yok sayamaz. Eğer sayarsa bundan kazançlı çıkacak taraf terör olur. Bu nedenle bu savaşı ancak demokrasiye, hak ve özgürlüklere güçlü bir şekilde sarılan taraf kazanacaktır.

İçe kapanma

Uygar devletlerin bugün terörle mücadelelerinde haklı olarak güvenlik ağırlıklı bir yaklaşımı benimsediklerini görüyoruz. Tehdidin ciddiyeti ve yaygınlığı karşısında toplumların koruma reflekslerinin harekete geçmesi doğal. Göçmenler ülkesi ABD’de Kongre’nin göçmen kabulünü kısıtlayan son yasası bu yaklaşımı açık şekilde kanıtlıyor. Ancak devletler bu mücadeleyi sırf savaş mantığında yürütürlerse teröristlerin oyun alanında kalırlar. Bu da felaketin reçetesidir.  George W. Bush 15 yıl önce, 11 Eylül’den sonra el-Kaide terörüne karşı, bugün aynen Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in yaptıkları gibi, intikam ve savaş mantığı içinde teröre karşı savaş ilan etmişti. Ne var ki 15 yıl sonra dünya kendini terör karşısında tekrar aynı yerde buldu. Çünkü el-Kaide dönüşmüş ve IŞİD adı altında yeni bir ölüm makinası olarak dünyayı kana bulamaya başlamıştı. 11 Eylül’den sonra Ortadoğu’da kesintisiz süren fakat Batı’da pek dikkat çekmeyen terör ve can kayıpları şimdi Avrupa kentlerine atlayınca şiddet sorunu dünya gündeminin birinci sırasına oturdu. Ölümler yalnız Batı’da değil Ortadoğu’da, Afrika’da yaşandığı zaman da ıstırap verir. Bunun anlamı, teröre karşı mücadelenin tüm ülkelerin beraberce vermesi gereken ve vatandaşların hükümetleri ile sıkı bir işbirliğini gerekli kılan bir süreç olduğudur.

Savaş mantığı

Fakat ne yazık ki bu tür sözler şu sırada safça bir temenniden öteye gitmemeye mahkûm. İntikam, aynı merhamet gibi insani ve meşru bir duygu. Fransa, Paris’teki katliamdan ve Rusya da Sina’da düşürülen uçağında 224 sivil yolcusunu kaybettikten sonra, IŞİD’i cezalandırmak amacıyla örgütün merkezi Rakka’ya bombalar yağdırmaya başladı. Bu şiddet, tüm bu kaos ortamında en korumasız toplumlardan biri olan Bayır-Bucak Türkmenlerini de vurdu. Bu bombardıman İkinci Dünya Savaşı’ndaki Dresden bombardımanından farklı değil. Ne kadar çocuk, kadın, yaşlı sivilin can verdiğini bilmiyoruz.

Bu bombalar terörü yok etmez, güçlendirir. Çünkü terör kandan ve şiddetten beslenir. Nitekim IŞİD’in ortaya çıkmasından bu yana ona karşı her geçen gün daha şiddetli bir savaş veriliyor. Rusya neredeyse iki aydan beri Suriye’de IŞİD’i bomba yağmuruna tutuyor. Amerikan savaş uçakları iki yıldan beri yüzlerce sorti yaptı. Örgüt belki bazı topraklarını kaybetti ancak son iki yılda militan sayısını sürekli artırdı. Ayrıca Irak ve Suriye toprakları dışına taşarak ses getiren cüretkâr terör eylemleri yapma kapasitesine sahip olduğunu ortaya koydu.

Uygar dünya bu eylemlere karşı IŞİD’e misliyle cevap veriyor. Bu tepkisel şiddet belki terör kurbanı ülkelerde kamuoylarını teselli edebiliyor,  ama sorunları çözmüyor. Çünkü örgütün beklediği tepki tam da şiddete dayalı bu tepkiden başka bir şey değil. Zira ‘asimetrik’ savaşta karşılıklı şiddet zaten teröristin silahı. Karşılıklı şiddetin ürettiği kaos ortamı da teröristin hareket alanı… Kaos kinleri keskinleştirir, nefretleri biler, özgürlükleri ise sınırlar. IŞİD aşırı güç kullanımıyla belki geriletilebilir. Fakat hangi adı taşırsa taşısın, terör kaos ortamında kendini yeniden üretir. İnsanlık da böylece sonu gelmez bir husumet kısır döngüsü içinde bir şiddet sarmalından diğerine savrulur.

Şiddet çözüm değil

Antalya G20 Zirve toplantısında dünya liderleri de terörle mücadelede kendi halklarını ve dünya kamuoylarını rahatlatan kararlılık mesajı verdiler. Bu mesaj,  güçlü devletlerin teröre karşı savaşı şiddetle sürdürecekleri anlamına geliyor. Bu kararlılık hem hükümetlerin hem de halklar olarak hepimizin, doğal yollarla savaş mantığından çıkamadığımızı kanıtlıyor. Bu tür yüksek seviyeli medyatik zirvelerde ne yazık ki sorunların özüne girilemiyor ve esas meseleler tartışılamıyor. Oysa bugün dünyadaki terör sorununun birinci sebebi kitlesel yoksulluk, ikinci sebebi bölgeye silah satışları.

G20 Antalya Zirvesi, Paris saldırıları ile hemen hemen aynı günlerde gerçekleştirildi. Ama liderlerin hiçbiri kitlesel yoksulluğun silinmesi ve Ortadoğu’ya yönelik kontrolsüz silah akışının durdurulması veya silah trafiğinin kontrol altına alınması zaruretini dile getirmedi. Oysa hem IŞİD’in ve diğer terör örgütlerinin silahlarının tamamı hem Suriye savaşında kullanılan silahların tümü hem Bamako rehin alma olayındaki silahlar hem de Paris saldırılarında kullanılan silahlar Antalya Zirvesi’nde teröre karşı kararlılık bildirisi yayınlayan liderlerin kendi ülkelerinin ürettiği silahlar. Altını bir kez daha çizmek gerekir ki bölgeye giren kontrolsüz silah akışı durdurulmadan veya silah trafiği kontrol altına alınmadan dünyada terör ve şiddetin bitmesi mümkün değil.

Barış mantığı

Ancak bunun yapılabilmesi savaş değil ‘barış mantığını’ gerektiriyor. İntikam duygularıyla dolu siyasilerin olayların sıcaklığında savaşı bırakıp barış mantığına geçmeleri mümkün mü? Evet, mümkün. Barış savaşta hazırlanır ve barış mantığı kendi yol haritasını kendi bulur. Ama bunun için dünyanın vizyoner devlet adamlarına ihtiyacı var. 1945’te İkinci Dünya Savaşı tam bitmeden ileri görüşlü devlet adamları San Francisco’da toplanarak savaştan sonra 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulacak yeni dünya düzeninin temellerini attılar. Böylece savaşın son aylarında toplanan devletler, Nisan 1945’te San Francisco Konferansı’nda daha savaş sona ermeden alınan kararlar sonucu Birleşmiş Milletler’i kurdular. Bu Konferans o tarihte, savaşın bunalımını yaşayan insanlığa da dayanışma ve umut içeren güçlü bir barış mesajı göndermiş oldu. Aynı vizyoner liderler ayrıca savaş biter bitmez Avrupa’yı savaşın tahribatı sonrası yeniden yaşama kavuşturma anlamını taşıyan Marshall Planı’nı yürürlüğe koydular.               

Bugün tüm dünyanın güvenliğini etkileyecek devasa bir çöküş yaşayan Ortadoğu’nun kurtarılması için insanlığın aynen Marshall Planı gibi uzak görüşlü bir vizyona ve benzeri geniş ufuklu bir emele ihtiyacı var. Dünya gayrisafi yurt içi  hasılasının yüzde 85’inden fazlasını temsil eden 20 ülkenin Antalya’da, Ortadoğu’nun çöküşünü durduracak ve mültecilerin yurtlarında kalmasını özendirecek bir umut mesajı verebilmesi insanlık için büyük önem taşıyacaktı. Ama bölgede her geçen gün artan kontrolsüz silahların mevcudiyetine son verilmeden sırf ekonomik tedbirler terörü yok edemez.

Bu mesajlar verilebilseydi bugün belki Avrupa’da ve dünyada herkese hâkim olan korku, yılgınlık ve tedirginliğin yerini cesaret, umut ve güven duyguları alabilirdi. Bugün dünyayı saran terör dalgasının sebepleri muhakkak ki sadece bölgenin yoksulluğu ve Ortadoğu’ya silah sevkiyatı olmayabilir. Ama bu ikisi, en ciddi sebeplerden. Antalya’da en azından bu tespit yapılabilseydi o zaman bu zirvenin gerçek anlamda tarihî bir zirve olarak anılması mümkün olabilirdi. Bu fırsat ne yazık ki kaçırıldı. 

http://www.analistdergisi.com/sayi/2015/12/g20-antalya-zirvesi-nde-kacirilan-firsat



..