DEĞİŞİMİ ZORLAMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DEĞİŞİMİ ZORLAMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2016 Cumartesi

DEĞİŞİMİ ZORLAMAK




DEĞİŞİMİ ZORLAMAK


2011 Mart

YAZAN;  Özdem SANBERK

Elbette bu ortamda sessizce ne olacağını bekleyenlerin yanı sıra, fırsattan istifade edip olacakları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışanlar da olacaktır.
Bu meyanda uluslararası sistemde kimi devletler, statükonun devamı yönünde politika izlemekte, değişim algısı bu devletler açısından tedirginlik yaratmaktadır. Sadece Arap Dünyasında değil, dünyanın birçok yerinde, tarihin birçok safhasında değişime direnen ya da en azından tereddüt ile yaklaşan yapılar var olagelmiştir. Örneğin Sovyetler Birliği’nin yıkılması sürecinde her ne kadar Batı Bloğu değişimden yana tavır almış olsa da değişim akabinde sistemin evrileceği şekil tedirginlik yaratmıştır. Çünkü yeni düzenin tanımlanması sorunu, beraberinde birçok soru işaretini getirmiştir.
Tarihsel süreç incelendiğinde, Batı’nın bilhassa çevre ülkelerinin demokratikleşme çabalarına özel bir önem atfettiği görülmüştür. Batı tarafından ilgi sahasında bulunan ülkelerin deneyimlediği demokratikleşme süreci öncelikli olarak ele alınırken, uzak coğrafyalar bir anlamda kendi kaderini yaşamaya terk edilmiştir. Örneğin, Soğuk Savaş sonrası dönemde “Avrupa’ya Geri Dönüş” projesi adı altında Doğu Avrupa ülkelerinin Batı ile entegrasyonunu sağlamak adına her türlü siyasi, ekonomik ve sosyal tedbirlere başvuran AB, söz konusu Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri olduğunda mesafeli duruşunu korumuştur. Bunun en önemli nedeni ise AB’nin bu coğrafyayı kültürel havzası dâhilinde görmemiş olmasıdır. Bu yüzden kültürel kimi ön kabuller psikolojik bariyer olarak ortaya çıkmıştır.
Son aylarda Tunus ve Mısır özelinde yaşanan olaylara ilişkin bir değerlendirme yapacak olursak, öncelikle bu değişim hareketlerinin temel dinamiklerinin ortaya konmasında büyük fayda bulunmaktadır. Olayların bu şekilde patlak vermesine neden olan unsurlar detaylı bir şekilde ele alınmazsa sağlıklı bir sonuca varılamayacaktır.
Mısır’da ele alınan sivil inisiyatifin, Doğu Avrupa ve Kafkasya ülkelerinde yaşanan Renkli Devrimlerde olduğu şekliyle bir toplum mühendisliği ürünü değil de halk menşeli olması, uzun vadeli sonuçlarının kalıcı olması ihtimalini güçlendirmektedir. Dolayısıyla bu son olaylarda iç dinamiklerin dış faktörlere nazaran daha etkili olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Elbette ki, bu değişim hareketinin kısa sürede siyasal rejimin her alanına nüfuz edeceği beklentisi gerçekçi değildir. Ancak unutulmamalıdır ki Mısır bundan sonra eski Mısır olmayacaktır.
Halkın beklentilerini yüksek bir sesle dile getirmesiyle birlikte psikolojik eşik aşılmış, toplumu saran korku duvarında zafiyetler baş göstermiştir. Bundan sonraki dönemde Mısırlılar taleplerinin arkasında daha güçlü bir şekilde durmaya devam edeceklerdir.
Toplumsal değişim hareketlerinin ardında tamamen dış odaklı aktörleri aramak, resmin tümünü görebilmeyi büyük ölçüde zorlaştıracaktır. Zira donanımlı, güçlü ve dolayısıyla fırsatçı ülkelerin bu tür halk hareketlerini zamanla manipüle etme olasılıkları yüksek olmakla beraber, toplumda var olan değişim algısı ve hazır olan psikolojik atmosfer süreci ateşleyen esas güç olmuştur.
Mübarek yönetiminin İsrail ile olan yakın müttefiklik ilişkisi halkın tepkisini uyandıran temel etkenlerden biri idi. İsrail’in bölgenin barış ve istikrarını bozacak nitelikteki girişimleri karşısında Mısır yönetiminin kayıtsız kalması, halk nezdinde hınç duygusunun yeşermesine zemin hazırlamıştır. Başka bir vesileyle bu durum da göstermiştir ki İsrail, uyguladığı politikalar ile dostlarına bile bedel ödeten bir ülke olma özelliğini korumaktadır.
Günümüzde Batılı güçlerin Ortadoğu halkları özelinde başarılı bir toplum mühendisliği yürütebildiğini söylemek pek mümkün değildir. Bilhassa Irak’ta yaşanan süreç bunun en somut göstergesidir. Bu anlamda ABD’nin Mısır’daki gelişmelere yönelik itidalli bir yaklaşım sergilediği söylenebilir. Bölgedeki önemli müttefik ülkelerinden birini kaybetmek istemeyen, öte yandan Mısır halkı tarafından dillendirilen demokrasi ve refah taleplerinin göz ardı edilemeyeceğinin farkında olan ABD, uzun vadeye yayılan yumuşak bir geçiş dönemi öngörmektedir.
Zamanla nüfuz edebileceği yeni bir siyasal rejimin kaçınılmaz olduğunu düşünen ABD, kendisini bu hareketin müsebbibi olarak gösterebilecek her türlü radikal açıklamadan uzak durmaya özen göstermektedir. Dolayısıyla ABD, Mısır yönetimi ile ilişkilerine zarar vermeden ve bölgedeki diğer müttefik otoriter iktidarları ürkütmeden kontrollü bir demokratikleşme sürecini hayata geçirmek istemektedir.
Son tahlilde, geçen yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’da komünizmin çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile başlayan büyük değişim hareketi, 21. yüzyılın başında, küreselleşme olgusunun da etkisiyle artık Ortadoğu’yu da içine alan daha geniş alanlara yayılmaktadır. Etrafındaki değişiklikleri tehdit olarak algılayan ve bunlara direnç gösteren bölge ülkeleri bağımlılıktan kurtulamayacaklardır. Doğru adımları zamanında atmayan ülkelerin büyük bedeller ödediğini tarih bize öğretmektedir.