Cumhuriyette Birleşmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumhuriyette Birleşmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2015 Pazar

Cumhuriyette Birleşmek



Cumhuriyette Birleşmek



YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN, 

83. yıldönümünü yaşadığımız lâik Atatürk Cumhuriyeti’ni yeniden tanımlamaya, tanıtmaya ve anlatmaya gerek olmadığını sanıyorum. Anlayanlar, benimseyenler için ne söylenip yazılsa fazladır. Anlamayanlar ve anlamak istemeyenler için de gereksizdir. Bu kanıyla önceleri yazdığım dokuz makaleyi okuyucularımızın beğenisine sunuyorum. Yıllarıyla birlikte değerlendirilmesini istiyorum. Bugün, yüzüncü yılını yaşamak endişesini taşıyanların az olmadığı bilgisi içinde kimi üzüntülerle sarsılmaktayız. Cumhuriyeti cumhuriyet olmaktan çıkaran siyasetçi-yönetici bozuklukları, cumhuriyeti sorgulayıp suçlamaya çalışan sözde aydınların aymazlık ve sapkınlığıyla yarışır durumdadır. Yedikleri ekmeği, içtikleri suyu, soludukları havayı, tüm varlık ve değerlerini borçlu oldukları cumhuriyet kurulmasaydı nerede ve nasıl olacaklarından önce yaşamda olup olmayacaklarını düşünmeleri yeter. Uzak-yakın kimi ülkelere bakıldığında otoriter-totaliter düzenlerle, köktendinci sistemlerle, biçimsel cumhuriyetlerle neler çektikleri görülmektedir. Atatürk’leri olmayan, demokrasiyi amaçlayan cumhuriyetten yoksun kalan toplumların boğuldukları karanlık katlanılması olanaksız ağırlıktadır. Cumhuriyet öncesini özleyenlerin, cumhuriyetle demokrasiyi birbirine karşıt göstererek kuralsızlığı ve disiplinsizliği savunanların, cumhuriyet kazanımlarının değerini bilmeyenlerin arttığı günümüzde korumak ve kollamak görevinin önemi de artmaktadır. Kurucusu Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne yönelen iç ve dış kaynaklı saldırılar, İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin kaldırılması önerileri demokratikleşme çabalarına değil, kendi amaçladıkları cumhuriyete bağlanmalıdır. Numaracılar türemiş, cumhuriyeti kâğıt üzerinde ve sözde bırakan sözde siyasetçiler etkin yerlere gelmiş, Şeriatçı-ümmetçi militanlar yönetime egemen olmuşlardır. Daha açık bir anlatımla lâik cumhuriyet karşıtları cumhuriyetin çağdaş, değiştirilmesi bile önerilemez niteliklerini yozlaştırıp yok etmek için kolları sıvamışlardır. İrtica iktidardadır. Cumhuriyete en büyük tehdit iktidardan gelmektedir. Yurttaşlık bilinci sağlıklı herkes, bize yurt kazandıran, devlet armağan eden Atatürk ve arkadaşlarının kutsal emanetini korumak için, canlarını adayanlara yaraşır olmak için olanca güçleriyle çalışmak zorundadır. Bu bir insanlık borcudur. Cumhuriyet bizim her şeyimizdir. Varlığındaki aykırılıkların düzeyi yaralarken bir de olmadığını varsayalım, nelerle karşılaşacağımız kestirmek bile ürkütür.
Cumhuriyetimizin korunmasını ve savunmasını yalnız kurucusu Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden beklemek büyük yanlıştır. Türklüğünden, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmaktan mutluluk ve kıvanç duyan, övünen herkes sonsuza değin bağımsız yaşatma andıyla onur duymalıdır. Anayasa’nın 4. maddesiyle güvenceye alınan Anayasa’nın 1. maddesi, 2. maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi yeterli olmayıp Anayasa’nın “İnkılâp kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesi de 4. madde kapsamına alınmalıdır. Cumhuriyetin ilkeleri, nitelikleri ve değerleriyle yavaş yavaş budanması ancak böyle önlenebilir. Devrim yasalarının yalnız anayasa aykırılığının ileri sürülememesi, TBMM tarafından değiştirilip yürürlükten kaldırılmasına engel değildir. Günümüzde giyim, yazı, öğrenim birliği, şapka kullanımı, nikâh, tapınma yerleri konusundaki olumsuzluklar açıktır. Yasama organı çoğunluğuna her şeyi bırakmanın yanlışlığı ortadadır. Çoğunluk diktasına engel olmadıkça gerçek demokrasiyi yaşamak da olanaksızdır.
Büyük Atatürk’ün özgür düşünceli, özgür bilgili, özgür inançlı, beden yapısı güçlü, yüksek karakterli cumhuriyet koruyucuları istemesi, tüm öbür sözleri gibi her gün bir kez daha doğrulanmaktadır. Eğitim her oluşumun, her olgunun kaynağı, temeli, dayanağıdır. Eğitimdeki boşluklar ve bozukluklar toplumsal düzeyle doğrudan ilgilidir. İyi yurttaşın, bilinçli yurttaşın yetişmesi eğitimle sağlanır. Eğitimi dinselleştirmek, insanları her şeye katlanır, suskun, tepkisiz, uysal, giderek uydu ve uşak durumuna getirmek için yapılanlar izlenmektedir. Cumhuriyetin aydınlığını, eşitlik ve güzelliklerini yaşamak ve bunlardan yoksun kalmamak için herkese sorumluluk düşmektedir. Toplumsal barış, ulusal dayanışma, direnme hakkı konularında çağdaşlığın ve uygarlığın tüm yöntemleri kullanılmalı, iç ve dış kaynaklı tüm olumsuzluklara karşı çıkılmalı, anlamsız aykırılıklara ve anlaşmazlıklara son verilerek lâik Atatürk cumhuriyeti için birleşilmelidir. Cumhuriyetimizi korumakta birleşemeyenlerin cumhuriyete yaraşır oldukları savunulamayacağı gibi kazanımlarından hak ileri sürmeleri de olanaksızdır. Bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve Türkiye aydınlanmasıyla çağdaşlığı çağrıştıran cumhuriyet, hepimizin kutsal varlığı, onurlu simgesi ve ulusumuzun esenliğini amaçlamış Atatürk güneşidir. Hilâfet ve hanedan özlemiyle yanıp tutuşanlar cumhuriyet ateşiyle gönenmelidir. Fetva ve ferman dönemlerini bekleyenler hukuk güvencesiyle güçlenmelidir. Atatürk’ün sesi sürekli kulaklarımızda olmalıdır. Cumhuriyeti yitirdiğimizde hiçbir şeyimiz kalmaz biz de kalmayız.


Cumhuriyet Erdemdir 

(Cumhuriyet, 29 Ekim 1998)


Genelde ve kuramsal bağlamda devletin siyasal kimliği, türü ve yönetim biçimi olarak özetlenilebilecek cumhuriyet, uygulandığı ülkenin ya da toplumun adıyla birlikte anılır. Yayılmacı ve sömürgeci güçlere karşı kazandığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, yurdu kurtarmadan ötede bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve uygarlık uğraşı olarak gerçekleştiren Atatürk, 1907’den beri düşündüğü düzeni yaşama geçirerek en büyük Türk Devrimi’ni başarmış ve 29 Ekimleri de ulusal bayram olarak armağan etmiştir. Bugün yeni oluşumun 75. yıldönümünü kutluyoruz. Açık yürekle belirtelim ki, özellikle 1950’de başlayan, “Karşı devrim” sayılacak gericiliklere verilen siyasal ödünlerle geçen 50 yıla yaklaşan zaman sonunda, cumhuriyetin değerini bilmemenin, ona yaraşır olmamanın acılarını yaşıyoruz. Yönetim sorumluluğunu yüklenen kimilerinin çelişkili, sakıncalı tutumları, cumhuriyetin anlam ve amacıyla bağdaşmayan davranışları, hakları ve özgürlükleri kötüyü kullanma eğilimleri, bilgisizlik, yetersizlik ve beceriksizlikleri, yurtseverlerin, içini karartan durumlara neden olmuştur. Kimi kentler, kimi sokaklar, kimi alanlar, kimi katlar kararmış, kulluktan ve tutsaklıktan kurtararak ümmetten ulus düzeyine çıkardığı ulusun her yönden eşit kişilikli bireyi kıldığı kimilerince “zulüm” olarak nitelenmiştir. Devletin, hukukun, düşünce ve inancın ne olduğunun ayırdında bulunmayan kimileri, dinsel sömürüyle değişik ayrımcılık ve yıkıcılığın pencesinde varlık nedenlerini yadsıyıp ırkçılık ve Arap milliyetçiliği çığlıkları atmaktadır. Karşıtlığı, kendini gösterme yöntemi sanan ruhsal ve beyinsel özgürlülerle çıkarcılar, bağnazlar, aymazlar, işbirlikçiler, ilkesizler, sapkınlar, sözde ilerici ve sözde demokrat numaracılar, Türk, Türkiye ve Cumhuriyet düşmanlığını, Atatürk ve Atatürkçü düşmanlığıyla özdeşleştirmişlerdir.
Oysa Atatürk, halkını karanlıktan aydınlığa çıkarmış, dışlayıp kötülenen bir toplumken ulus bilinciyle donatmış, her yurttaşa her yolu açarak insan olma kıvancını tattırmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Ulusu denir” sözüyle vurguladığı gerçek, ulusal onurdur. Sonsuza değin koruyup savunma görevini verdiği, bilgisi, düşüncesi, inancı özgür, yüksek ıralı (karakterli), sağlam yapılı Türk Gençliği yükümlülüğünün bilincindedir. “Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olan Cumhuriyet’i bir erdem olarak niteleyip gençliğin bekçiliğine bırakan Atatürk, gelecekte kimi karşıtlıkların olasılığına değinerek uyanık kalmayı öğütlemiştir. 75. yılda, 10. yılın coşkusu, devirgenliği, ilkeliliği, çalışkınlığı, saygınlığı özlenmektedir. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında her biçim ve kılıkla sürdürülen bozgunculuğa karşın cumhuriyetin gücünü yitirmemesi, demokrasi amaçlanarak benimsenmesinde, bir yaşam felsefesi olarak özümsenmesinde ve sağlam dayanaklar üzerinde kurulmasındadır. Ayrıntıda yönetenlere bağlanması gereken eksiklik ve aksaklıkları cumhuriyet kurumuna yükleme çabaları boşunadır. Yabancı sözcükler, karışık ve dolambaçlı anlatımlar, önyargılı, koşullanmış, özel amaçlı yüzeysel yaklaşımlarla açıklanan düzey, düşündürücüdür. Cumhuriyeti koruyamayanlar, değerini bilemezler. Cumhuriyetle demokrasiyi isteyip gerçekleştirmek kolaydır. Baskıcı, kişisel-dinsel yönetimden cumhuriyeti çıkarmak, üstün kişilere özgü unutulmaz bir olaydır.
Türkiye Cumhuriyeti bir bilim devleti olarak kurulmuştur. Lâiktir. Cumhuriyet özde, ulusal egemenlik, eşitlik ve adalettir. Cumhuriyet, kullar değil yurttaşlar düzenidir. Cumhuriyet özgürlükçüdür, devrimcidir, gerçek demokrasinin çekirdeğidir. Cumhuriyet, anlayış yenilikleriyle nitelikli yeni insan, yurttaşlarla yeni bir toplum oluşturdu. Kuralları ve kurumlarıyla devleti yepyeni kıldı. Bugün her alanda bize mutluluk duyuran, kıvanç veren ne varsa cumhuriyetin ürünüdür. Cumhuriyet olmasa idi, ne olacağı uzak-yakın ülkelerde izlenen acı ve utanç verici olaylarla anlaşılmaktadır. Paslanmış, çürümüş, kokuşmuş ne varsa atılıp çağdaşlığın gerçeklerine yönelinmiştir. Sarığı beynine, kravatı beline dolayan inanç sömürücüleri, bilgi, us, halk ve insanlık düşmanları, ticaret destekli aşiret-siyaset-şeriat ortaklığı, cumhuriyetin yüzkarasıdır. Çete-mafya oluşumunun sorumlusu oy avcıları, toplumsal birliği bozarak geleceğimizi karartmaktadırlar. Devlete ve cumhuriyete güveni sarsan, bölücü ve yıkıcılara ortam hazırlayıp olanak veren, ulusumuzu cumhuriyeti “Tam bağımsız bir hukuk devleti” olarak yaşama gönencinden yoksun bırakan, aldatıp avutan sentezciler, uluslararası paralı güçlere eğilerek alnımıza gölge düşürmüşlerdir. İlerici atılımlarla, millet mektepleri, halkevleri, halkodaları ve köy enstitüleriyle, üniversiteleriyle aydınlanan Türkiye, gericilik olayları, kökten dinci kıyımlar ve bölücülükle kararmıştır. Çözüm bekleyen hukuksal, siyasal ve ekonomik sorunlarla kimsenin cumhuriyeti özürlü duruma sokmaya hakkı yoktur.
50 yıldır kimi iktidarların, çoğunlukla ve ağırlıkla, şeriat yanlısı olmasa da köktendinci akımlara yakın ve yatkın olmasını, tarikatçı kadrolaşmaya ve örgütlenmeye karşın Cumhuriyetimiz varlığını koruyorsa bu olgu kuruluşundaki güce bağlanmalıdır. Halk dalkavukluğunu demokratlık, yönetim şakşakçılığını ilericilik diye dayatan şerbetçilere alt-üst kimlik, anayasal vatandaşlık, çok kültürlülük tartışmalarını sürdüren bilgiç(!)lere kanılır, çok yüzlü bölücülerin oyunlarına gelinirse cumhuriyet bir düş olur. Cumhuriyeti geçerli ve çağdaş cumhuriyet kılmadıkça demokrasiyi gerçek anlamıyla yaşayamayız. “Devlet dinin hizmetindedir, şeriat dindir” sözleri cumhuriyetle ters düşmenin kanıtlarıdır. Ermenistan, Kürdistan ve Boğazlar düzenini değiştirme girişimleriyle, Sevr’i gerçekleştirme kalkışmaları, Türkiye’yi içerden yıkma, dışardan kuşatma izlenceleri, parçalama amaçlıdır. 75. yılda “Niçin böyle olduk, nasıl olmalıyız?” diye kendimizi sorgulayıp özeleştiriye bağlı tutmalıyız. Toplumsal doku, toplumsal bellek, toplumsal bilinç, cumhuriyetin doğal ve gerçek güvencesidir. Cumhuriyet, karanlıktan aydınlığa çıkmak, uygar, çağdaş olmaktır. Cumhuriyet, halkçıdır. Eğitimden çok eğlenceye, bilgiden çok inanca, bilimden çok dine, gerçekten çok varsayıma, yaraşmaktan çok yaranmaya, haketmekten çok yok etmeye, kurtarmaktan çok yıkmaya, güç vermekten çok güçlük çıkarmaya, söylemekten çok söylenmeye, eleştirmekten çok alıştırmaya ağırlık veren bir toplum, kendini yıkar. Çakıcı-çıkıcı, hacı-bacı, baba-dayı, koca-hoca, şeyh-derviş, dergah-türbe, tekke-zaviye düzenine dönüşme olasılıkları herkesi uyarmalıdır. “İnanıyorum o halde varım”dan “Düşünüyorum o halde varım”la yazgıcılıktan yaratıcılığa taşıyan cumhuriyetin değerini bildiğimizi savunamayız. Tersi doğru olsaydı, yakındığımız durumlara düşmezdik. Öncesiyle karşılaştırmak, değerini belirlemek için yeterlidir. Anayasa ve yasalar yamalı, lider diktalı demokrasi yaralı. İçine kimi cumhuriyet karşıtları doluşan yasama organı durgun. Başta üniversiteler, toplum suskun. Tam bağımsız olmayan yargı yorgun. Memur, işçi, öğrenci, emekli kırgın. Bu tablo cumhuriyetin değil, cumhuriyetçilik oynayanlarındır. Katlanamadığımız durumları düzeltmek, iyileştirmek zorundayız.
Cumhuriyet erdemdir ve ulusal onurumuzdur. Tüm engellerinden arındırıp özlenen düzeye getirmek, yurttaşlık borcumuzdur. Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleri doğrultusunda çalışıp özenli ve duyarlı davranarak gücümüze güç katmalı, kıvancını, mutluluğunu, esenliğini birlikte duymalıyız. 1923’ten sonsuza hep gönenli, hep görkemli, hep yükseklere, hep yücelerek... Kurucularını yürekten saygıyla anarak ve bağlı kalma andımızı yineleyerek...

Türkiyemiz ve Cumhuriyetimiz

(Popüler Bilim Dergisi, 1998)


19 Mayıs 1919’da başlayan kutsal yürüyüşün Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara, İnönü, Sakarya, Dumlupınar dönemeçlerinin örnek başarılarla geçilip 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’le tamamlanması yeni bir yaşamın gerçekleşmesidir. Ölüm fetvalarını, idam fermanlarını hiçe sayarak, tüm resmi san ve görevlerini bırakarak, bir vatan çocuğu olarak kendini ülkesine adayan Atatürk, öğrencilik yıllarında yönetim biçimi olarak düşündüğü Cumhuriyet’i “en büyük Türk devrimi” nitelemesiyle ulusuna armağan etmiştir. Halife askerlerinin, saltanat güçlerinin ve sapkınların birlikteliğini, yurtsever arkadaşlarının dayanışmasıyla karşıladıktan sonra kazandığı utkularla kucaklanınca, izlediği hukuk yolundan sapmamış, yeni bir anlayışla, kul-kölelikten kurtulan kişilikli bireylerle, ümmet durumundan ulus düzeyine yükselen toplumla sonsuza değin yaşayacak cumhuriyeti kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, yalnız Türk çoğunluğun değil, Türkiye’de yaşayan, vatandaş-yurttaş olarak “Ne mutlu Türk’üm” diyerek kıvanç duyabilen herkesin cumhuriyetidir. Bu nedenle adı “Türk Cumhuriyeti” değil, “Türkiye Cumhuriyeti” olmuştur. Yönetim biçimini belirleyen bir olgu sayılmaktan ötede, kurallardan kurumlara değin yepyeni bir toplumun, yepyeni bir devletin yapısal özü olarak değerlendirilmelidir. Dinsel ağırlıklı kişisel yönetim yıkılmış, Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla ülke yalnız dış düşmanlardan değil, içteki engellerden de temizlenmiş, askeri zaferlerin kazanılmasıyla çağdaşlaşma, aydınlanma savaşı başlatılmıştır. Günümüzdeki ulusal varlıkların ve değerlerin kaynağı cumhuriyettir. Ölüm-kalım savaşının utkuyla sonuçlanması, ulusal gücün etkinliğini doğrulamış, başarılanlar başarılacakların güvencesini oluşturmuştur. Atatürk’ün, temelini Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olarak gösterdiği cumhuriyeti, O’nun öngördüğü ereklere ulaşarak gerçek kılmak zorundayız. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir bilim devleti olarak kurmuş, us ve bilimle, toplumsal barış ve dayanışmayla uygarlık düzeyini aşabileceğimizi düşünmüştür. Amacı da, hiç kuşkusuz, demokrasi idi. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkı Türk Ulusu olarak tanımlaması, hükümetleri halk hükümeti olarak nitelemesi, kimi çok parti denemeleri kanıtlamaktadır ki demokrasiyi gerçekleştirme amacını hiç değiştirmemiştir. Önderlik ettiği Türk Devrimi’nin değişik alanlardaki uygulamaları bunun açık belirtisidir. Anayasa, yasalar, giyim, yazı, eğitim-öğretim, sanat, aile, ekonomi, hukuk konularındaki unutulmaz çabaları, yaşadığımız aydınlığın güçlü dayanaklarıdır. Anlayıştan ilkelere, kurullardan kurumlara, kurtuluş ve kuruluş felsefelerine uygun yeniden yapılanma, cumhuriyettir. 1930 dünya ekonomik buhranı, İkinci Dünya Savaşı ateşleri içinden başarıyla çıkarak 75 yıllık barışı yaşayan Türkiye’nin 1950’lerde siyasal ödünlerle başlayan sıkıntılarının sorumlusu, “sistem” değil “insan”dır. Yöneticilerin us ve bilim yerine kendi düşkünlükleri için yeğledikleri varsayım yandaşlığı, bunalımların nedenidir. Demokratik, lâik, sosyal hukuk devletinin, çağdaş öğelerin kiminden uzaklaşması, kimi eksiklikleri, sistemin özüyle değil, uygulama yöntemiyle ilgilidir. Bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, barış ve hukuksallıkla bilim ve uygarlık temelinde yükselen yapının yıkılmasını isteyen düşmanlarla işbirlikçileri, karşıdevrimciler her organda, her birimde, her kesimde değişik kılık ve biçimle uğraşlarını sürdürmektedirler. Cumhuriyet’e yaraşmayanların kötülükleri, değişik bozukluklarla yalpalayan çıkarcıların sapkınlıkları, aymaz, bağnaz ve yobazların çabaları, yurtseverleri uyanık tutmalıdır. Cumhuriyet’i “otoriter ve donmuş bir ideoloji”, cumhuriyetçileri “militarist güçler” olarak nitelemenin “despotik cumhuriyetçiler” gibi suçlamadan farkı yoktur. Kimi amaçlı ve yapay sorunları ırk ve soy sorunu gibi göstermek, Devletin yurttaşlara yaklaşımı ayrıymış gibi ülkenin kimi yerlerinde ayrı uygulamalar olduğunu ileri sürmek, devlet adına yetkiyi kötüye kullananları görmezlikten gelip onların suçlarını devlete yüklemektir. Bir insan ve hukuk kurumu olan devlet, ülkeyi ve ulusu kapsayan yapının adıdır. “PKK’nın kürt kökenli yurttaşlar topluluğuna dayandığını...” söyleyip yazacak kadar sürdürülen aymazlık, aydınlarımızı düşündürmelidir. Cumhuriyet onurdur ve erdemdir. Kendini bilen her yurttaş, cumhuriyetin daha güçlü, daha başarılı olmasını ister. Bu, yüce Atatürk emanetini savunup korumak ve sonsuza değin bağımsız yaşatmak, birincil ödevimizdir. Gösterişli sözlerle, bilgi yetersizliği ve nankörlükle cumhuriyeti suçlamaktan, cumhuriyete numaralar koymaktan vazgeçip demokratik niteliğini edinmesine yardımcı olunmalıdır. Herkes kendini özeleştiriye bağlı tutup sorgulamalıdır, cumhuriyet için yapıp yapmadıkları konusunda. Sözde ilericilik, sözde demokratlıkla, tembellik ve umursamazlıkla bir yere varılamaz. Gerçekçi davranışlar, içtenlikli çabalarla ülkeye hizmet edilir. Dayanışma olmazsa çocuklarımız bizi bağışlamaz.
Eğitimde, sanatta, askerlikte, bayındırlıkta her konuda kazandırdıklarıyla özümsenen bir kaynak olan cumhuriyet, çok renkli Türkiye bahçesinin iklimidir. Bu güzelliğin bahçıvanı dün Atatürk ve arkadaşları idi, bugün ve yarın da Atatürkçülerdir. Cumhuriyet gelecektir ve en sağlıklı güvencedir. Ümmetten ulusa, karanlıktan aydınlığa, ilkellikten uygarlığa, bağnazlıktan çağdaşlığa, kuşatılmışlıktan özgürlüğe, bağımlılıktan bağımsızlığa her kapı cumhuriyete açılmaktadır. Yıllardır Atatürk karşıtlığıyla oy toplayıp iktidar olma oyununu sürdürenler bile Atatürk’e övgüler yağdırıyor. O’nu savunuyor, O’na sığınıyor. Dünyanın benimsediği gerçeği itmenin, ona karşı çıkmanın olanaksızlığı açıktır. İçten ve dıştan bunca saldırıya dayanması, ne kadar güçlü kurulduğunun kesin kanıtıdır. Unutmamalı ki, ulusal kimliğinin bilincinde olmayanlar ulusal varlıklarını sürdüremezler. Türkiye ve Cumhuriyet birbirinden ayrılamaz. Demokrasi, cumhuriyetin çağdaş aşamasıdır. Demokrasiyi cumhuriyete borçluyuz. Düşüncesi, bilgisi, inancı özgür, bedeni güçlü, yüksek karakterli bekçileriyle Atatürk Cumhuriyeti hepimize kıvanç veren görkemli yapısını sonsuza değin sürdürecektir. Yeter ki kendimizi bilelim, yolumuzu ve yönümüzü değiştirmeyelim. Her şey, başkası olmayan Türkiye için!

Cumhuriyeti Gerçek Kılmalıyız 

(Hacettepe Üniv. Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cumhuriyet’in 75. Yılı Özel Sayısı, 1998)

Kişilikli bireylerden oluşan ulusal yapıya, barışa ve eşitliğe dayanan cumhuriyet, gerçek bir halk yönelimidir. En büyük Türk Devrimi bildiğimiz cumhuriyet, Büyük Atatürk’ün 1907’de düşündüğü, 27 Eylül 1923’de Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan demecinde açıkladığı, düzenli girişimlerden sonra kendisinin hazırladığı Anayasa değişikliğinin benimsenmesiyle yaşama geçmiştir. 1921 Anayasası’nda, bir hükümet biçimi iken, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında devlet biçimi olarak vurgulanmıştır. Atatürk’ün 10. Yıl söylevinde, temelini “Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” gösterdiği cumhuriyet devrimlerin bayrağıdır. Koruyucuları, etnik ve dinsel özelliklerini açıklama özgürlüğü içinde “Ne mutlu Türk’üm” demekle kıvanç duyan her yurttaştır. 1927’deki Büyük Söylev’iyle bilgisi, düşüncesi, inancı özgür, bedensel ve ruhsal yönden sağlıklı, yüksek karakterli gençlerin savunmasına ve sonsuza değin korumasına emanet ettiği bu insanlık kurumu, ülkemizin aydınlanmasının başlıca gücü olmuştur. Ulusal kimliğimizin benimsenip özümsenmesi, böylece dünyanın onurlu ulusları içinde kendimize yaraşır yeri almamız sağlanmıştır. Demokrasiyi amaçlayan cumhuriyet hukuksal yönetim biçiminin adı olmaktan ötede, ulusal yaşama yön veren bir özdür. Teokratik monarşiden çağdaş yönetime geçişin, bu yolla tüm yeniliklerin, tümden yapılanmanın kaynağıdır.
Bugün edinmekle övündüğümüz olguları ve varlıkları cumhuriyete borçluyuz. Barışın, halkçılığın, eşitliğin dayanağı, gücü ve uygarlığın ışığıdır. Demokrasinin özgürlük, hukuk ve insanlık olduğu gerçeği cumhuriyetle anlam kazanmıştır. Bağımsızlık ülküsünün hukuksal bağlamda kurumlaşması, ulusallığın her yönüyle yaşama geçmesi olan cumhuriyet, ulusal egemenliğin işlerlik kazanmasıdır. Bir evrim değil, gerçek bir devrimdir. Tam bir yeniden doğuş, günü gözetildiğinde tam bir yeniden yapılanmadır. Yeniliklerin, kurallardan kurumlara, ilkelerden topluma, insandan ulusa her yeni oluşumun nedenidir. Devlet yönetiminin halkta olduğunun kanıtıdır. Batılılaşma devingenliğinin gerçekleşmesidir. Kişiyi ve toplumu içeren bir siyasal kalıp değil, geleceğe tüm çağdaş gereklerle en bilinçli akıştır.
Gerçekte 23 Nisan 1920’de kurulan, 1921’de “Egemenlik, bağsız-koşulsuz ulusundur” kuralıyla güçlendirilen cumhuriyetin adı 29 Ekim 1923’te konulmuştur. Yurt ve ulus bilincinin kaynağı ve dayanağı olan cumhuriyet, ulusal ıramıza en uygun yönetimdir. Günümüzdeki kimi bozukluk, kimi çarpıklık, kimi aykırılık ve kimi sapkınlıkların cumhuriyete değil, cumhuriyet yönetimlerinde görev alan kimi yetkililerin yetersizlik ve niteliksizliğine bağlamak gerekir. Cumhuriyet ekonomide, hukukta, sanatta, kültürde, sporda, siyasette, askerlikte, bayındırlıkta, eğitim, aile ve toplum yaşamında başarılarını artarak sürdürmüş ve günümüzdeki ulusal gücü kazandırmıştır. Kuşkusuz, bunlar yeterli değildir. Ancak, toplumsal barışı sarsan yapay etnik ve dinsel sorunlarla cumhuriyet düşmanlarının kötülükleri eksiklik ve aksaklıkların asıl nedenidir. Sistem başarısız ve yetersiz olsaydı, içten ve dıştan bunca saldırıya dayanamazdı. İzlenen ve 1950’lere kadar birbirine eklenen başarılar yaşanmazdı. Yükseltip yaşatmak yükümlülüğünü unutup çıkarlarına düşenlerin, siyasal ödünlerle ilkelerin yıkılmasına yol açanların sorumlulukları büyüktür.
Ulusal egemenliğin yaşama geçiriliş biçimi, hukuksal yönden somutlaşması olan cumhuriyet, demokrasinin özü, demokrasiyi getiren görkemli bir yapıdır. Ulusal onurun simgesidir. Ulusal egemenlik dışında hiçbir gücü geçerli saymayan soylu bir anlayışın yücelişidir. Hukuksal, siyasal ve ulusal birliğimizin anıtlaşması, varlığımızın ve geleceğimizin biricik temeli, en değerli kaynağımızdır. İnsana, usa ve bilime öncelik tanıyarak uygarlık koşusunu hızlandıran cumhuriyet, gelenekçilikten hukuksallığa, yazgıcılıktan yaratıcılığa geçişin adıdır. Bu değerleri özetleyen cumhuriyetin bekçiliği, Büyük Atatürk’ün bizlere verdiği birinci görevdir. Kişilikli bireylerden oluşan ulusun tam eşitlikle kucaklaşma olgusudur. Lâik yaşam, lâik öğretim, lâik hukuk, lâik toplum ve lâik devlet aşamasının anayasal kurumlaşmasıdır. Cumhuriyet’i soyut bir kavram olarak irdeleyip değerlendirmek yerine yaşama geçirdikleriyle ölçmek gerekir. Yaşadığımız değerlerin ayırdında olmadığımız, yitirince aradığımız bir toplumsal gerçektir. Yoktan varolma süreci, Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasındaki durumlar gözetilirse cumhuriyetin değeri daha iyi saptanır. Özellikle, savaş, açlık, soykırım, baskıcı düzenler içinde yaşam uğraşı veren toplumlara bakılırsa özensiz ve duyarsız kalışın ağırlığı açıklıkla ortaya çıkar.
Şimdilerde kimi sayrılılar, kimi özürlüler, kimi çıkarcılar, kimi sapkınlar, kimi bağnazlar, bağımsızlık, özgürlük, egemenlik, hukuk, demokrasi kavram ve kurumlarının ayırdında olmayan kimi bilgisizler, kimi aymaz ve yobazlar olmadık nedenlerle, yalanlarla Atatürk’ü ve Türkiye’yi Türkiye yapan ilkeleri, ulusal değerlerimizi ve varlıklarımızı kötüleme çabalarına, yiyicilik, yıkıcılık ve bölücülük eylemlerine ağırlık vererek saldırılarını artırmışlardır. Cumhuriyetin aydınlığından korkan karışık ve karanlık kimileri, ırkçı ve şeriatçı kışkırtıcılar, hakları ve özgürlükleri kötüye kullanarak çirkin oyunlarla uyduluklarını sergilemektedirler. İnsan haklarını, lâikliği ve Atatürkçülüğü suçlayıp yadsıyarak demokrasiyi yaşamanın toplumumuz için olanaksızlığı, her gün örneklerle anlaşılmaktadır. Dinin siyasallaşmasını, demokrasinin dinselleşmesini istemenin ve bu tür saplantılara açık kapalı ödünlerle destek olmanın bağışlanması, kendimize kıymaktır. Cumhuriyetle demokrasiyi birbirine karşı ya da ters göstermek, cumhuriyeti ve demokrasiyi anlamamaktır. Cumhuriyete sahip çıkıp onu gerçek kılmak ulusal borcumuzdur.

Kimsesizlerin Kimsesi Türkiye Cumhuriyeti 

(Cumhuriyet, 31 Ekim 1999 ve 1 Kasım 1999)


Atatürk ulusalcılığı (milliyetçiliği) en çağdaş Türk ulusalcılığıdır ve en büyük Türk ulusalcısı da Atatürk’tür! Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanları yaşamsal olmayan savaşa karşı, barışçı, başta toprak bütünlüğü ülkesinin tüm kaynaklarını, varlıklarını, insanlık değerlerini, dilini, kültürünü koruyucu, öbür uluslarlar dayanışma içinde ulusunun özgün ve belirgin niteliklerini güçlendirici, “tam bağımsızlık” ilkesi temelinde özgürlük ve ulusal egemenlikle dokunan uygarlığı, toplumsal gönenci, erinci, tasada, kıvançta birlikteliği amaçlayan üstün bir anlayışla “kimsesizlerin kimsesi Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır. 1 Kasım 1922’de TBMM’nin 308 sayılı kararıyla saltanat yıkılarak (teokratik monarşiye) dinsel ağırlıklı kişisel yönetime son verilmiştir. Cumhuriyet, 20 Ocak 1921 günlü Anayasa’nın “Egemenlik, bağsız-koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi, halkın geleceğini kendisinin belirleyip yönetmesi ilkesine dayanır” açıklığını içeren 1. maddesinde 20 Ekim 1923 günlü, 364 sayılı Yasa’yla yapılan değişiklikle “Türkiye Devletinin hükümet biçimi, Cumhuriyet’tir” eklemesiyle yaşama geçmiştir. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında devlet biçimi-türü, adı olmuştur (madde 1).
Yüce Atatürk, her yurttaşın öncelikle okuması gereken 1927’deki Büyük Söylevi’nde kurtuluş ve kuruluş evrelerini anlatırken “Cumhuriyet sözcüğünü söylemekten çekinenlere, cumhuriyeti doğduğu gün boğmak isteyenlere, inanç sömürüsü yapanlara, ilerici oldukları izlenimi vermeye çalışanlara, gizli amaçlılara, bilgi, yenilik ve uygarlık düşmanlarıyla bağnazlık ve aymazlığa” değindikten sonra “...ulusal varlığı sona ermiş sanılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan, ulusal ve çağdaş bir devletin nasıl kurulduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu kutsal yurdun her köşesinin sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine güvenle bırakıyorum” diyerek Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini sonsuza değin korumak ve savunmak görevini kendini genç bilen her Türk yurttaşına vermiştir.
Kimilerinin yanılgılarla, bilgisizlikten kaynaklanan yanlış anlatımlarla özel amaçla, yıkıcı-bölücü, düşünce ve inanç sömürücüsü yandaşlığıyla, saplantı ve sapkınlık belirtisi savlarla, sözde ilerici ve demokratlıkla, gösteriş düşkünlüğüyle sergilediği usdışı, hukukdışı, gerçekdışı yaklaşım ve eleştiriler “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan” cumhuriyetin “erdem” sayılmasını engelleyemez. Kişisel aymazlıkla bağnazlığın, toplumsal bozulmayla yozlaşmanın kınanarak izlenen çelişkileri, tutarsızlık ve aykırılıkları bir temel, dayanak ve öz olan cumhuriyet dizgesini (sistemini) değil, ona işlerlik kazandırması, onu gerçek kılması gereken yönetim durumunu, düzeni ilgilendirir. Siyasal yaşamın karmaşıklığından yararlanarak Cumhuriyet’in yönetiminde göreve getirilenler, organların başına oturanlar, oturtulanlar, yaraşmadıkları katlarda kalmak için ödünler vererek toplumsal barışı bozup bu yolla ulusal dayanışmayı ancak doğal yıkımlarda anımsatanlar, değişmeyen ve değiştirilemeyenler sorumludur. Parada değer düşürümü (devalüasyon), paranın değer yitirip fiyat yükselmesi (enflasyon) olmadan, paramız dolara eşitken, ulusallaştırma (millileştirme) yapılırken, Osmanlı borçları ödenirken, Anayurdumuz demirağlarla örülüp Türkiye’nin her yerinde bayındırlık çalışmaları hızla yürürken, sanayide, tarımda, ekonomide, eğitimde, toplum yaşamında büyük atılımlar gerçekleşirken hepsine kaynak-dayanak olan cumhuriyetin bir yapı ve biçim olumsuzluğu söz konusu değildi. Olumsuzluk, 1950’den önce köy enstitülerinin, sonra halkevlerinin, halkodalarının kapatılmasıyla başlamış, gericiliğin okşanıp şımartılması, özellikle 1980 sonrasında değerler sömürüsü, ayrılıkçılık, bölücülük ve köşedönücülüğün anlamsız hoşgörüyle desteklenmesi sonucu hızlanmıştır. Yapay sorunlar, gereksiz tartışmalar özü unutturmuş, bilinçli savsaklamalar ve kötülüklerle, bilgiçlik ve özgürlükçülük gösterileriyle, alıntı ve çalıntılarla, aktarma ve saptırmalarla cumhuriyete, kurucularına, demokratik, lâik, sosyal ve hukuksal niteliklerine saldırılmıştır. Cumhuriyeti demokrasiye karşıt gösterme, kavram kargaşası ve düşünce bulanıklığı yaratma çabalarına girişen türedilerin; ırkçılıktan şeriatçılığa kayıp kimi kopyacı, koşullanmış, önyargılı, uyduluğa soyunnmuş sözde toplumbilimcilere dayanarak yeni Sevr’ci yabancılardan destek alan ve onlara sığınan, terbiyeyi unutan, taşlaşmış, tutucu, çıkarı için ilericiler arasında yer arayan eski faşistlerin, gericiliğin çığırtkanı yaygaracıların beyinleri paslı, yürekleri küflüdür. Ulusal varlığımızın nedeni ve yaşam felsefemiz ilkelerle Türkiye aydınlanmasının kaynağı olan, Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan, Türk Devrimi’nin önderi, Atatürk, “Medeni Bilgiler” adıyla yayımlanan yapıtta 53 kez gündeme getirerek demokrasinin değişik alanlarda ayrıntılı açıklamalarını yapmıştır.
Evrensel kişilikli bu büyük insanla övünüp O’na yaraşır olma çabasıyla yaşamımızı düzenleyeceğimize, giderek yoğunlaşan saldırılar, tarikat-şeriat kollaması ve kadrolaşmasıyla düştüğümüz açmazı, sözlerinde hiçbir sakınca bulunmayan hekim general üzerinden Silahlı Kuvvetler’i yıpratma budalalıklarını nasıl kınadığımızı düşünelim. Doğanın devinimleri sonucu oluşan doğal yıkım deprem “Tanrının özgörüsü (takdiri) ve kutsal uyarı” sayılırsa, TBMM “Cenab-ı Hak’tan” beklentilerle yönetilirse, dinsel sömürü olanca hızıyla sürer, hukuk ve yargı gözardı edilir, Atatürk yadsınır, Silahlı Kuvvetlere olmadık nedenlerle saldırılır, yargıçlara çirkin karalamalar yöneltilirse, vurgunculuk, çete-mafya güncelleşirse, bir kesimi terör aygıtı durumuna gelen medya devletin birincil erki olmaya kalkışırsa, ayrıcalık, aykırılık, yolsuzluk önlemez, sakıncalar giderilemez.
Cumhuriyet, insanımızı hak ve özgürlüklerle donatıp “inanıyorum, öyleyse varım”dan “düşünüyorum, öyleyse varım” düzeyine getirdi. Yazgıcılıktan, yaratıcılığa yükselterek, ümmetin bağımlısı olmaktan kurtarıp kişilikli birey niteliğiyle ulusun özgür öğesi yaptı. Usla inancı, bilimle dini, gerçekle varsayımı karşı karşıya getirmedi ve eşdeğer tutmadı. Bilimi en gerçek yol gösterici alarak çağdaşlaşma yarışına katıldı. Soy ve inanç özelliğini özgürce açıklanma olanağını tanıyıp her yurttaşı ülkenin her yerinin, her şeyinin sahibi kılarak tam eşitlikçi yurttaşlık düzeni biçiminde bilinçlerde yerleşti. Devletin tek’liği, ülkenin tüm’lüğü, ulusun bir’liği ilkesinden birleşen yurttaşların koruyuculuğundan yükselen cumhuriyet anlayışı, bireyi, toplumu, kural ve kurumlarıyla yepyeni bir devletin onurlu yapılanmasıdır. En büyük Türk Devrimi olan cumhuriyet, ulusal güneşimizdir. Cumhuriyete yaraşmayan cumhuriyetle övünemez. Bilim ve uzay çağına kapıyı açan cumhuriyettir.
Koltuklara yapışan, tekerlemelere yaslanan kişisel bozukluklarını çarpıklıklarla yansıtan kimilerinin aşağılık duygularına kapılarak böbürlenmeleri, öne çıkıp tanınma ve alkış toplama düşkünlüğüne bağlanacak kibirlenme, buyurma ve dikleşmeleri, kimilerinin ABD etkisinde kabadayılık ve yiğitlenmeleri, insanlıkdışı yıkıcılığın acı örnekleridir. Oysa, Atatürk Cumhuriyet’i padişahlık ve halifelik önerilerini geri çevirerek gerçekleştirdi. Cumhuriyet “tek”tir ve demokrasiden asla soyutlanamaz, ayrılamaz. Daha iyi olması için gerekenleri savunmak ayrı, kimi numaracı yeni mandacı maşalar gibi yıkmayı üstlenmek ayrıdır. Dinsel zorunluğulu ve inancıyla ilgisi bulunmayan, inatla siyasal simge ve şeriat aracı olarak kullanılıp dayatılmayı çalışılan sıkmabaş-bohçabaşın cumhuriyet karşıtlarının flaması türünde kullanılması, sınıf, aile, kişi, din ve mezhep egemenliğini kaldırıp ulusal egemenliği getirip gerçekleştiren cumhuriyet yanlılarını sürekli uyanık tutmalıdır.
Günümüzün baskıcıları, siyasal yıllanmışları, parti diktatörleri, peygamberliğe, halifeliğe, sultanlığa soyunanları, inanca ve düşünceye saygıyla bağdaşmayan davranışlarla halkın güvenini yitirenleri Atatürk’ün şu sözlerini belleklerine iyice yerleştirmelidirler. Ayrıca “Neden böyle oldu, neden bu duruma düştük, nasıl kurtulup 1930’ların ilkeli, kararlı, çoşkun, saygın, onurlu, Avrupa’nın en güvenilir ülkesi durumuna yeniden nasıl kavuşabiliriz?” diye kendilerine sormalı, yanıtını vermeli, çözüm arayıp bulmalıdırlar. Sözle, masalla durum geçiştirilip kurtarılamaz. Cumhuriyetin demokrasiyi amaçladığını, onu yaşama geçirdiğini asla unutmadan:
“Kazanılan şey yaşam ve namustur. (1923)”
“Türk Ulusu’nun ırasına ve geleneklerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir. (1924)”
“Benim için bir yanlılık vardır, o da cumhuriyet, düşünce ve toplumsal devrim yanlılığı. (1924)”
“Gençler! Yürekliliğimizi artıran ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve bilgi ile, insanlık niteliğinin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. (1924)”
“Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. (1925)”
“Türkiye Cumhuriyeti; her anlamıyla Büyük Türk Ulusu’nun öz ve kutsal malıdır. Değerli evlatlarının elinde sürekli yükselecek, sonsuza değin yaşayacaktır. (1926)”
“Demokrasi ilkesinin en modern, en mantıklı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir. (1929)”
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir. (1929)”
“Mutlulukla görüyorum ki Lâik Cumhuriyet ilkesinde birlikteyiz. (1930)”
“Cumhuriyet rejimi demek, demokratik devlet biçimi demektir. (1933)”
“Cumhuriyet, yeni ve sağlam ilkeleriyle Türk Ulusu’nu güvenli ve sağlam bir geleceğe yönlendirdiği kadar asıl düşüncelerde, ruhlarda yarattığı güvenlik nedeniyle büsbütün yeni bir yaşamın müjdecisi olmuştur. (1936)”
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz. (1936)”
... ve daha niceleri. Atatürk, bugünkü duruma düşmek için değil, mutlu, güvenli, esenlikli yaşam için cumhuriyeti kurdu. İyi düşünmeli, kendimizi özeleştiriye bağlı tutmalıyız. Atatürk’ün 1931’deki “Bir cumhuriyet ve rejimi koruma yasası çıkarılmalı, devlet ve hükümet otoritesi korunmalı, saldırıya uğramaları önlenmelidir” sözü iyi değerlendirilmelidir.1 Kim ne derse desin, görkemli cumhuriyet, karşıtlarının da güvencesi ve kucağıdır. Nasıl lâiklik demokrasinin önkoşulu ise cumhuriyet de olmazsa olmaz gereğidir. Cumhuriyetsiz demokrasi, biçimsel demokrasidir. Cumhuriyetimiz, sözde değil, özde cumhuriyettir; kentsoyluları demokrasisi değil, gerçek bir halk demokrasisidir.
Ne yazık ki, zorunlu değişiklikleri gerçekleştirip demokrasiyi güçlendirmek yerine sözde ekonomik gerekler için yabancı sermayeyi özendirme savıyla Anayasa, siyasi partiler yasası değişikliklerine ve tartışmalı Af Yasası’na gidildi. Gerici ve tutucu eylemlerle sakıncalı açılımları destekleyen kimilerinin amaçlarına uygun koşullar ve ortama yaklaşıldı. Tembellikten, bölücülük ve yıkıcılığa, yaralamaktan öldürmeye, yüzkızartıcı davranışlardan her tür aykırılığa tüm kötülükler ödüllendirmek istenmektedir. Bağımsızlık, ulusal egemenlik, yargı hakkı yara almış, Lozan Barış Antlaşması’ndan geriye gidilmiştir. İçten ve dıştan değişik nedenli ve kökenli saldırılar sürerken, Osmanlı döneminde başlayan köktendincilik hukukdışı örgütlerle azgınlığını artırırken, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devleti, varlığını koruma olanaklarından yoksun bırakacak önerileri ibretle izlemekteyiz. Toprak tümlüğüne ve ulusal yapıya karşı terörle yürütülen saldırılara karşı hiçbir devlet ilgisiz kalamaz, savunmasız ve korumasız bırakılamaz. Böyle bir devlet dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Eskiyen, etkisiz kalan, çağdışı yaptırımlar içeren hukukumuz yenilenmedikçe yakınmalar sürecektir. Kimilerinin imrenip gerçekdışı anlatımlarla övgüler dizdiği Anglo-sakson ülkeleriyle Avrupa ülkelerinde içinde yaptırımları en hafif olan ülkemiz, kötüye kullanılan hak ve özgürleri evrensel boyutla yaşama geçirmenin engellerin kaldırarak cumhuriyeti ereğine ulaştırmalıdır. Sorumluluk hepimizindir.
Cumhuriyetin yadsınıp horlanması, karalanıp suçlanmasında sözde aydınlarla, ödüncü siyasetçilerin sorumluluğu ağırdır. Aldırmazlıklar, çıkar oyunları, partizanlıklar, tutarsızlıklar, sorumsuzluklar, kişisel kusurlar cumhuriyet kurumuna bağlanmamalıdır. Nitelikli, yeterli siyaset adamları ile işlevlerini doyurucu biçimde ve düzeyde yerine getiren organlar cumhuriyetimizi, hukukun üstünlüğüne bağlı, özlenen, örnek demokrat, lâik niteliğine kavuşturacaktır. Bunun yolu da eğitim, bilim, ahlak ve adalettir. İlkeli olmayanlar güven veremezler. İktidara gelmek ve iktidarda kalmak için her olumsuzluğa katlanıp her yolu deneyenler cumhuriyeti, devleti koruyamazlar. Demokrat olmayanlar, demokrasiyi kuramazlar, yıkarlar. Cumhuriyet, yetiştirdiği güçlerle kendini koruyacak ve yaşayacaktır. Çevremizdeki diktatörlüklerle dinci rejimler için ‘kötü’ örnek sayılan demokrasimizi ve lâikliği, özenle ve duyarlıkla korumak, arındırmak, güçlendirip kökleştirmek yaşam borcumuzdur. Gençlerimize, ulusumuzun sağduyusuna güvenle 80. yıldönümünü kutluyor, kurucularını saygıyla, bağlılıkla anıyoruz.

Atatürk Cumhuriyeti 

(Cumhuriyet, 29 Ekim 2003)


Balkan Savaşı’na eklenen 1. Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın sömürgesine dönüşerek büsbütün bitkin duruma düşen Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarından kurtulup aydınlığa erişmesi için düşünsel izlencesini gerçekleştirmeye koyulan Mustafa Kemal, Şeyhülislam’ın “ölüm fetvası”na padişah’ın “idam fermanı”na aldırmadan Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Milliye ateşiyle tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “Anadolu İhtilali” ile başlatmıştı. Amasya Genelgesi’nin “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun kararlılık ve istenci kurtaracaktır” açıklığının yansıttığı atılımların özü, kötülüklere son verecek oluşumların “Ulusal giz” niteliğiyle korunacak ereği ve anlayışı idi. Yurt ve ulus sevgisinin halkın inanç ve güveniyle tümleşerek kazandırdığı güç, “Türk Mucizesi” olarak tanımlanan başarıyı getirmiş, bunun sonucunda da en büyük Türk Devrimi, “Cumhuriyet” adıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal’in Padişah ve Halife olması önerilerini geri çevirerek yeğlediği, yeniden doğuş anlamındaki Cumhuriyetin kaynağı, yayılmacı ve sömürgeci dış güçlerle, işbirlikçi, dinsel ağırlıklı, baskıcı kişisel Padişah-Halife yönetimine karşı kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla temeli atılan cumhuriyetin doğrultusu, 20 Ocak 1921 Anayasa’sı ile belirginleşmiş, 30 Ağustos 1922’de Başkomutan Meydan Savaşı’yla bağımsızlığa kavuşulduktan sonra karanlığa ve korkuya dayanan saltanatın 1 Kasım 1922’de TBMM kararıyla kaldırılmasıyla da kesinleşmiştir. 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Antlaşması’nın kesinleştirdiği sınırlar içinde 29 Ekim 1923’ de ulusun örgütlenmesi “Cumhuriyet” adı konularak dünyaya duyurulmuştur. TBMM’nin açılışında en yaşlı üye, Sinop Milletvekili Şerif Bey’in “Ulusumuzun içerde ve dışarıda tam bağımsızlık içinde yazgısının sorumluluğunu yüklenip kendi kendini yönetmeye başladığını tüm cihana duyurarak TBMM’ni açıyorum” sözleri ile 1921 Anayasası’nın “Egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi halkın kendi yazgısını kendinin belirleyip sürdürmesi ilkesine dayanmaktadır” içerikli 1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde Mustafa Kemal’in 1905’de Bulgar gazeteci Aralof’a, 1906’da arkadaşlarına açıklayıp 1919’da Erzurum’da Mahzar Müfit Kansu’ya not ettirdiği “cumhuriyet”in 1920’de kurulup adının 1923’de konulduğu daha iyi anlaşılır.
Bağımsızlık savaşının en doğal sonucu, kurtuluşu izleyen en anlamlı, en doyurucu, en kapsamlı kazanımı cumhuriyet, bağımsızlığın kurumlaşması ve güvencesidir. Bireylerin yaradılışı, ulusun yapısıyla ilgili, kültürle ilişkili, onurlu yaşam ilkesine dayanan bir yönetim biçimidir. Tam eşitlikçi yurttaşlık düzeni, gerçek bir halk demokrasisidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet biçim demektir. -Demokrasi ilkesinin en modern, en mantıki uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir. - Cumhuriyet, yüksek ahlak değerlerine ve niteliklerine dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. - Ulusal istenç, kararlılık ve bilincin seçkin eseri olan değerli Türkiye Cumhuriyeti, her anlamda Büyük Türk ulusu’nun öz ve değerli malıdır. Değerli çocuklarının elinde sürekli yükselecek ve sonsuza kadar yaşayacaktır” sözleri 1927’de gençliğe seslenerek verdiği koruma ve savunma görevi, 10. yıldaki Büyük Söylevi’ndeki “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan cumhuriyet” anlatımı ile 6 Şubat 1933 Bursa konuşmasıyla değerlendirildiğinde “Cumhuriyet, düşünce, bilim, teknik ve beden yönünden güçlü, yüksek ıralı (karakterli) koruyucular ister” sözünün anlamı güncel önemi artırmaktadır. 1923 Anayasa değişikliğiyle hükümet biçimi olan cumhuriyet, 1924, 1961 ve 1982 Anayasa’larında “devlet biçimi” olarak benimsenmiştir. 1924 Anayasası’nın 102./son, 1961 Anayasası’nın 9., 1982 Anayasası’nın 4. maddesi cumhuriyetin değiştirilmesinin önerilmesini yasaklamıştır. Yürürlükteki Anayasa’nın anılan kuralı, aynı yasaklanmayı cumhuriyetin “..demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti..” nitelikleri için de öngörmüştür. Ulusumuzun gerçek sahibi bulunduğu Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’dir. Evrensel değerleri ulusallaştırarak yaşama geçiren, kendini sürekli yenileyip çağdaş gereklerle uyumu izleyen, tam bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ulusal egemenlikçi, aydınlanmacı, demokrat, barışçı, bilimci, eşitlikçi, uscu (akılcı), uygarlıkçı, aktöreci (ahlakçı), tüzeci (adaletçi), insanlıkçı, Türkiye’mize özgü ilkeler dizgesi Atatürkçülük (Kemalizm), varlık nedenimiz, yaşam felsefemiz ve sonsuzluk koşulumuz olarak Cumhuriyetimizin düşüm kaynağı ve itici gücüdür. Birbirini izleyen devrimlerle, ülkemizi 10. Yıl Marşı’nın destansı içeriğinde, coşkulu ezgisinde vurgulandığı gibi çok kısa sürede karanlıktan aydınlığa çıkaran, hiçbir parasal düzenleme (enflasyon, devalüasyon vd.), borçlanma olmadan, tersine ulusallaştırma (millileştirme) yaparak, Osmanlı borçlarını ödeyerek kül yığınları ve yıkımları temizleyerek her yeri bayındır kılan, uygarlığın olanaklarıyla donatan saygınlığı övülen, anlayıştan yapıya, kurallardan kuruma yepyeni bir toplum ve devlet yaratan örnek Cumhuriyete borcumuz sayılmayacak ölçüde çoktur. Kul-köle tebaayı, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlüklerin tümleştirdiği kişiliğiyle birey-yurttaş, din toplumu ümmeti de ulus düzeyine getirmiştir. Cumhuriyetle demokrasi birbirinden asla ayrılamaz. Demokrasi, cumhuriyetin soyadıdır.
Ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devletin sahibi, hiçbir ayrım gözetilmeden, soy ve inanç özelliğini “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” bağı içinde özgürce açıklama doğallığı bulunan her yurttaşımızdır. Alt-üst kimlik tartışmaları cumhuriyetle bağdaşmaz. Cumhuriyetçi olmayan da cumhuriyeti savunamaz. Ulusallaşmanın doğal sonucu olarak halkın egemenliğini yetkili organlar eliyle kullandığı yönetim biçimi cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1928 TBMM’ni açış konuşmasında “Kimsesizlerin kimsesi” nitelemesi hepimize ışık tutan anlamlı bir uyarıdır. Cumhuriyet, yurttaşların esenliğini, erincini, gönencini, mutluluğunu, devletin güçlü ve görkemli olmasını amaçlayan lâik, devrimci, özbenlik anıtıdır. Türk Ulusu’na en yaraşır yaşam biçimidir.
Mustafa Kemal, 4 Aralık 1923’de “Cumhuriyeti kanla kurduk” sözüyle Ulusal Kurtuluş Savaşı için göğüslenen yoksunluklar, bastırılan başkaldırılar (isyanlar), sapkınlıklar (ihanetler), katlanılan güçlükleri, çekilen acılar, verilen şehitler, yaşayan gazilerle özetlenen “bedel”i anlatmıştı. Aradan, ilk onbeş yılı “altın dönem” olarak nitelenen, 1950’den sonrası kimi ayrıklıklar dışında başta inanç alanı, genelde ve çoğunlukla siyasal getiri amaçlı değişik ödünlerle karmaşa biçiminde yaşanan, 80 yıl geçti.
Başıbozukluk, başınabuyrukluk, düşünce inanç sömürüsü, özgürlüklerin kötüye kullanılması, bölücülük, ayrılıkçılık, yıkıcılık, ilkelerden ödünlerle devlet düşmanlığına uzanan karşıtlıklar giderek yoğunlaşmıştır. Dış baskılara boyun eğmeyi, içişlerine karışmayı, tam bağımsızlıktan ve ulusalcılıktan dönüşü, kazanımları saymakla bitmez, siyasal, hukuksal, ulusal birliğin dayanağı, aydınlanmanın anahtarı, inancın güvencesi lâiklikten uzaklaşmayı olağan gösteren yanlış bir demokrasi anlayışı yerleşmektedir. Yabancıların dayatmaları, içimizdeki kimi saplantılı, sapkın, çıkarcı, aymaz ve bağnazın yaygaralarıyla giderek daha etkin olmaktadır.
Atatürk’ü, Atatürkçülüğü, cumhuriyeti, lâikliği, ulusalcılığı (milliyetçiliği), halkçılığı, devletçiliği, devrimciliği anlamamaktan, anlatamamaktan; tanımamaktan ve tanıtamamaktan; unutmaktan ve unutturmaktan kaynaklanan bu durum en büyük sorunumuzdur. ABD egemenliğinin, tekelciliğinin, yayılmacılığının ve AB dayatmacılığının aracı çıkarcılar, tutucular, karşı devrimcilerin arsızlığı ve azgınlığı her gün boyutunu artırmaktadır. Yıllardır söyleye-yaza yinelediğimiz, kimilerini bıktırıp usandıran uyarı ve önerilerimizi doğrulayan olumsuzluklar, lâik Atatürk Cumhuriyeti için başlıca tehdit ve tehlike oluşturan günümüz takiyyeci iktidarının kadrolaşma, bilime el atıp kelepçe vurarak yükseköğrenimi, TÜBİTAK’ı kendi yörünge ve buyruğuna alma, sıkmabaşı yaygınlaştırma, imam hatip liselerini bitirenlere, ayrıcalık sağlayarak önce üniversitelere sonra askeri okullara, yönetime ve yargıya yerleştirme, Silahlı Kuvvetler’i etkisiz duruma getirip görevi yalnız dış saldırıları savuşturmayla sınırlama, ekonomiyi tümüyle dışa bağımlı kılma, öğrenim birliğini kaldırma biçiminde sürmektedir. Giderek, oldu bittiyle karşı devrimi gerçekleştirmeye, seçimsiz iktidarı pekiştirmeye dönüşeceğe benzemektedir. Gözdağları, efelenmeler, baskılar, hukuka direnmeler, düzeyi ve niteliği ortaya koyan aşağılayıcı, alaycı, bulunulan katlara uygun düşmeyen sözler, kötü gidişleri iyi gösterme çabasının gülünç yalanları, partizanlık, kanıksanan belirtilerdir. Dökülen dış ilişkiler de ayrı. Kürt aşiretleri, Arap Birliği’ne bize karşı tutum aldırabiliyor.
Kemalizm’le Atatürkçülüğü ayırmakla başlayan, AB ilgililerinin Kemalizm’i engel saymasıyla örtüşen ustalıklı, usdışı, gerçekdışı, amaçlı girişim, Atatürk’le Kemalizmi (Atatürkçülük) birbirinden koparmak, Osmanlıları kusursuz, Atatürk’ü gereksiz, takiyyeyi iktidar yolunda olağan gösterip savunmakla genişletilmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının demokrasiyi amaçlayarak kurdukları, lâik niteliğiyle yanlısı olmakla sakınca görmeyip övündükleri cumhuriyetin özünden yoksun kılınıp doğrultusundan saptırılmak, genelde değiştirilmek istendiği açıktır. Kurucusuna, kaynağını oluşturan tüm değerlere ve ilkelere saldırı bu yıkıcılığın evreleridir. Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşan Atatürk’ e saldırının başka amacı ve anlamı yoktur. Bugün, Derviş Vahdeti’ den daha tehlikeleri, Volkan’ dan daha kışkırtıcıları, Damat Ferit’den, Abdülhamit’den, Vahdettin’den, Ali Kemal’den daha zararlıları siyaset öncelikli, medya ağırlıklı azgınlıklarıyla cirit atmaktadır. Demokratik cumhuriyetin olmazsa olmaz öğelerinden öğrenim ve yargı kuruluşları, sendikalar, basın, özerklik, bağımsızlık, etkinlik ve gerçek nitelikleriyle varlıklarını koruma bağlamında ateş çemberi içindedir. Çoğunluk diktasına yönelenler, diktatörlere öykünenler, özenenler.
Başbakan’a, Milli Eğitim Bakanı’na bakıp durumu değerlendirmenin yeterli olduğu kanısındayız. Daha önce insanlık dışı sözlerle benim için yapılacak uygulamayı anlatan bir sözde din görevlisine benzeyen yenilerinin Kubilay olmaktan, Atatürkçü ölmekten, lâikliği savunup inanç sömürüsüne ve köktendinciliğe karşı çıkmaktan onur duyacaklarını açıklayan rektörler için iğrenç çağrıları kimi karanlık, belki de kanlı kalkışmaların başlangıcıdır. Irak’ın kuzeyinde devletin başına geçirilen çuvala yaraşır olduğu yanıt verilmemiş, ABD özür dilememişken önceleri barışçıları şahinlikle suçlayan kimi medya militanının şahinliğe soyunup iktidarı desteklemesiyle gizlenen tutanaklar düzenlenmiş, onur kırıcı ağır koşullar içeren, gerçekte kürt devletine ses çıkarmamak için verilecek krediye ilişkin anlaşma imzalanmış, yurt dışına asker göndermek için hukuka aykırı karar alınmıştır. Dostluğuna büyük önem verilen, saygın, güvenilir, onurlu Atatürk Türkiyesi’nin ABD nafakası, AB kapısı için düştüğü durum, hepimizi kendine getirmelidir.
Cumhuriyet, dinci eğitimle vurulan kölelik uyduluk, uşaklık zincirini koparmış, yurttaşlık bilinciyle “insan” değerini üstün tutmuştur. Askerlik dışındaki üç tür okul, öğrenim birliğiyle kaldırılmış, beş tür mahkemeye, on beş tür nikaha son verilmiş, kadın-erkek eşitliğiyle toplumsal aydınlık yeğlenmiştir. 1920 ortamında teokratik monarşiden cumhuriyetle demokrasiye geçmek; yazıda, giyside, her alanda yenileşmeyi sağlamak; çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu topluluktan ulus yaratmak gerçek bir mucizedir. Lâiklikle yeni bir dünya görüşü, yaşam biçimi getirilmiştir. 1789 Fransız, 1917 Rus devrimleri yalnız içerdeki savaşımın sonucu iken, günümüzde kimilerinin övdüğü Sevr belası yırtılıp iç ve dış düşmanlar yenilerek işgalden bağımsızlığa, tutsaklıktan özgürlüğe, karanlıktan aydınlığa çıkışın bayrağı Cumhuriyet kazanılmıştır.
Hiçbir utanma duyulmadan bu örnek yapılanmayı yıkma, kurucusu ve Atatürk ocağı Silahlı Kuvvetler’i karalama ve yıpratma, Kıbrıs’ı satma, ABD ve AB bağımlılığı, Türkiye bahçesinin çiçeklerini koparıp imam devleti oluşturma, ilkeleri ve değerleri savunanları “statükoculuk”la suçlama, sakıncalıları ve zararlıları aflarla bağışlama, yargıdan kaçma, tekelci sermaye, medya, siyasetçi, tarikatçı, aşiretçi işbirliğiyle her şeyi yitirme olasılığı yurtseverleri ürkütmektedir. Devrim Yasaları uygulanmamaktadır. Müslümanların çoğunlukta bulunduğu ülkeler içinde inancını en iyi yaşayanların Türkiye’de bulunduğu, demokrasi ve uygarlığın Türkiye’de öbürlerinden çok çok iyi olduğu unutulmaktadır. “Cumhuriyeti 100 yıl yaşatabilecek miyiz”? Sorularının sıklaştığı, bağımsızlığın tartışıldığı, “Türk” yerine “Türkiyeli” denilmesinin önerildiği, cemaatsiz camiilerin nerdeyse yanyana sıralandığı günümüzde dünü, ilk 15 yılda, üstelik o günün koşulları ve olanakları içinde yapılanları nereden nereye, nasıl geldiğimizi düşünmemiz gerekir. Niteliklerinden arındırılmış, biçimsel bir cumhuriyetle ve sözde değişimle ulusumuz aldatılarak iktidarın köküne, ırasına, düzeyine uygun bir ortam yaratılmak istenmektedir. Cumhuriyeti koruyup kollayarak güçlendirme ve yüceltme görevinin onurunu gericilikten çekinip korkmaya bağlayanlar, “cumhuriyetin cumhuru tanımasını” önerenler, sıkmabaşı “ortasınıfın simgesi”, Kemalizmi “yasakçı, otoriter, hoşgörüsüz ideoloji” gösteren değişkenler arttı. Cumhuriyeti anlamak istemeyenlerin düzelmesini beklemek boşuna ama cumhuriyetçiler, koruma andı içenler, emaneti omuzlarına alanlar, söz verenler, ona bağlılıklarının gereğini içtenlikle, özveriyle, yürekli bir tutumla yerine getirdiler mi? Özenli davranılsaydı bugün yakınılan durumlarla karşılaşılır mıydı? Gericilerin neler yaptığı ve neler yapacakları belli, ilericiler, ulusalcılar, gerçek Atatürkçüler ne durumda? Aynı kuruluşta bile ilkesel değil, kişisel nedenlerle, duygusal karşıtlıklar, anlamsız ayrılıklar, gereksiz bölünmeler, dağınıklık, kopukluk var. “Cumhuriyetin yıkılış aşamasına geldiği”ni söyleyenlerden yakınılacağına çalışmak gerekmez mi? Cumhuriyetin koruyucuları, bekçileri 80. yılı kutlamak hakkının ona yaraşır yurttaşlığa bağlı olduğunu asla unutamaz. Türkiye halkının uluslaşarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, lâik ve Atatürkçü niteliğiyle sonsuza değin yaşayacak, bilimin yol göstericiliğinde şeyhleri, tarikat bağımlılarını, köktendincileri, tüm yalancı ve sahtecileri kendi karanlıklarında bırakacaktır. Atatürk de, cumhuriyet de ölümsüzdür. Kusur, cumhuriyette değil, yönetimine gelenlerdedir. Cumhuriyeti ilkelerinden ödün vermeden daha gerçek, daha başarılı kılmak görevimizi asla savsaklamayız.


Bizim Cumhuriyetimiz

(2003)


“Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişinin çağdaş, birleştirici, derin içerikli anlamını özümsemiş her yurttaşın kutsal yuvası güzel Türkiye’mizin kurtarılışının; tam bağımsızlık, özgürlük ulusal egemenlik, aydınlanma ve demokrasi amaçlı lâik cumhuriyetin kuruluşunun değerini bilmeyen kimi aymaz ve nankörün değişik bağlamda birbirine eklediği sakıncalı ve saçma sözlerin duyulduğu günümüzde aykırılıkların üzüntüsüne karşın ulusal yaşamımızın güneşi şanlı cumhuriyetimiz konusunda söyleşmek mutluluğunu yaşıyorum.
Sapkınlıklarıyla kendini içten çürüten yönetimi yıkmak, kökten dinci ağırlığı kaldırıp aydınlanmanın yolunu açmak, yurdu yabancılardan kurtarıp tam bağımsız yepyeni bir devlet kurmak için başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilen cumhuriyet, 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle amaçlanan düzenin adlandırılmasıdır. Eşitlikçi yurttaşlar düzeni, gerçek bir halk demokrasisi olan cumhuriyet, onur ve erdemin kurumlaşması, ulusun yönetimde örgütlenmesidir. Temeli, Büyük Atatürk’ün 10. Yıl Söylevi’nde belirtildiği gibi “Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü”dür. Cumhuriyet sonsuza yürüyüşün, çağdaş biçimi, ulusal yaşam geçişteki yönetimidir. Kaynağı, bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenliktir. Müdafaa-i Hukuk ruhunun ve Kuva-yı Milliye ateşinin ilk kez Amasya’da açtığı Anadolu İhtilali Bayrağı’nın hukuksal kimliğidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderi olduğu Türk Devrimi’nin en büyüğü, en önemlisi, en anlamlısıdır. Ulusu ve ülkeyi kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devleti, tüm yurttaşların en büyük varlığı kılan yapıdır. Türk ulusunun gerçek kurtuluşu, yaşam felsefemiz ve varlık nedenimiz olan Atatürk ilkeleriyle sağlanmıştır. Devletin anayasal niteliklerini dokuyan cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik ve devrimcilik “Altıok”la özetlenen başlıcalarıdır. Düşüncede, inançta, eğitim-öğretimde, sanatta ve sporda, siyasette, kültürde ve tarihte, uygarlıkta ve sağlıkta, özellikle bilimde tüm atılımların itici gücü olan Cumhuriyet, ulusal devletin çağdaş yönetimle yücelmesidir. Savaştan sonra barışla sağlanan uygarlık utkuları modern devletle gerçekleşmiş, “Bağımsız Türkiye ülküsü” düş olmaktan çıkmıştır. Kişisel egemenlik ulusun olmuş, ulusal olmuştur. Ortaksız, tek başına egemenlik, bağımsızlığın koşuludur.
Cumhuriyeti tarihsel bilgi ağırlığıyla anlatmaktan çok, “Cumhuriyet olmasaydı neler yaşanırdı?” Onları düşünmek yararlıdır. Günümüzde üzüntüyle izlediğimiz siyasal, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve yoğunluyla medyatik tüm olayları değerlendirdiğimiz, gündemi düzenleyip değiştirerek kamuoyunu oyalamak ve yanıltmakta usta siyasal oyuncuları izlediğimiz zaman nasıl katı bir karanlıkta kalacağımız anlaşılır. Cumhuriyetin ürünü olan bugünkü iyi ve güzel şeylerden yoksun kalacağımız gibi yine dinsel ağırlıklı kişisel ya da aile odaklı bir yönetimin baskılarından boğulacaktık. Karşıtlarının söz kalabalığından başka usa ve mantığa uygun bir düzen öneremedikleri cumhuriyet yalnız bir hukuk devleti olarak değil, sosyal hukuk devleti olarak, tek cumhuriyet olarak, birinci ve sonuncu cumhuriyet olarak sonsuza değin yaşayacaktır. Kuruluşundan öngörülen tam bağımsızlık ilkesine sımsıkı bağlı olarak.
Kuşkusuz, cumhuriyet demokrat olacaktır. Demokrasi, cumhuriyetin soyadıdır. Tartışmasız, “cumhuriyetçi demokrasi” olacaktır. Yukarda değindiğimiz özellikleriyle cumhuriyeti temel alan, çatısı demokrasiyle örtülen bir hukuksal yapı: Cumhuriyetçi demokrasi! Lâik cumhuriyetimize karşı olanların, cumhuriyetimizi biçimsellikle suçlayanların, yöneticilerin kusurlarını düzene yükleyen, varlık nedenlerini yadsıyan sözde demokratların, demokrasiyi demokrasiyle yıkmaya çalışarak köktendinci ve bölücülerle birlikte davranan göstericilerin özlemini çektiği numaralanmış cumhuriyet, demokratik cumhuriyet değil. Gerçek, öz, özgün cumhuriyet. İçini boşaltarak, temelini yıkarak, ilkelerini budayarak her tür sapkınlığa açık, sözde ve kâğıt üstünde kalan, biçimsel cumhuriyet hiç değil, salt-yalın bir ad, göstermelik bir kurum asla değil! Herkese güven veren görkemli bir yapı, onurumuzun simgesi, her şeyimiz.
Türkiye aydınlanmasının gerçekleştirme amacı olan Türk Devrimi’nin düşün kaynağı Atatürkçülük, cumhuriyetimizin güvencesidir. Yurdu kurtarıp devlet kuran Atatürk’ün, tanınması, anlaşılması, benimsenmesi, izlenmesi, ilkelerin yaygınlaştırılıp kökleştirilmesi olgularını içeren Atatürkçülük, ulusumuzun bağımsızlık istencini somutlaştıran Türkiye’mize özgü çağdaş yaşam biçimidir. Günün koşullarına uyum sağlayan, kendi kendini sürekli yenileyen katılıktan uzak, devingen niteliğiyle daha yararlı, daha doyurucu özgün bir düşün dizgesidir. Evrensel değerleri ulusallaştıran, biçimsel gerçekleri üstün tutan bir Türkiye izlencesidir. Toplumsal duyunçta (vicdanda) destek bulan ve kaynağı nedeniyle Kemalizm olarak da adlanıp ünlenen bu dizge, yarınları da aydınlatmaktadır. Ödün verilip savsaklandıkça, sapılıp kundaklandıkça karşılaşacağımız sakıncalar sayısızdır. Kuralsızlığı demokratlık sanan kimilerinin siyasal konumlarına güvenerek bu değerler demetine ve Atatürkçülere saldırıları kendi çirkinliklerinin dışa vurumudur. Şehitlerimizin kanıyla kazanılan varlıkları, aymazlık, bağnazlık, yobazlık ve sapkınlıkla yitirmeye yurttaş olmanın kıvancını duyan hiç kimse olur veremez. İnsan hakları ve özgürlük, bu kurum ve kavramları ortadan kaldıracak ölçüsüzlüklere, bunların sömürüsüne geçerlik tanıtamaz. Yükümlülüklerden kaçınılarak, görevler savsaklanarak, terörle sonuç almak isteyenler okşanarak, dizilerle ödün verilerek yozlaştırılmaya, hukuk dışı oluşumlara ilgisiz kalınarak karalanmaya neden olunan cumhuriyet, gerçek koruyucusu bilinçli yurttaşların omuzlarında yükselecektir. Sonsuza değin savunup koruyacağımız, en değerli varlığımız bilerek güçlendireceğimiz, tüm karşıtlarını utandıracağımız cumhuriyete kendimizi adadığımıza ilişkin andımızı yinelemek bize benzersiz kıvanç vermektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yarattığı bilinçle, uluslaştırdığı toplumla özdeşleşen, yepyeni bir ruhla yarınlara açılan, bilim devletinin bayrağı cumhuriyet. Yepyeni toplum, yepyeni birey, yepyeni kurallar ve kurumlarla yepyeni bir devletin erdemi cumhuriyet. Tüm çağdaş niteliklere gerçek, geçerli ve güçlük kılmak yurttaşlık görevimiz ve insanlık borcumuz olan cumhuriyetin namusumuzu ve yaşamımızı kazandırdığını asla unutmayalım. Bireysel özgürlükleri bireysel güvenceye bağlama önceliğiyle “bireyci” hukuk devletiyle toplumun esenliğine ağırlık veren “toplumcu” sosyal devleti birini öbürünün varlık nedeni ve geçerlik koşulu, olmazsa olmazı sayarak birleştiren “sosyal hukuk devleti” günümüzün özlenen devletidir. Bu da kuruluş amacıyla ve ereğiyle cumhuriyetimizden yansıyacaktır. Barışın ve uygarlığın siyasal iklimi cumhuriyetimizdedir. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir” sözü anlayış yüceliği ile düzey yüksekliğini yansıtan, bilgeliğinin de kanıtı bir tanımdır. O’na ve ilkelerine karşı olanların çoğu bugünkü konumlarını cumhuriyete borçludurlar.
“Atatürk ayrı Kemalizm ayrıdır. -Kemalizm dayatmacı, baskıcı bir resmî devlet ideolojisidir. - Saidi Nursi’nin yolundan gidilse bu sakıncalar çekilmezdi- “ türü safsatalar 1950’den sonraki yöneticilerin karagüldürü örneği sözleriyle birlikte anımsanınca kadrolaşma, dinsel eğitim, üniversiteleri ele geçirme, yargıya gözdağı, görevlilere baskı, ABD buyruğu, AB kuşatması, IMF cenderesi gözetilince ne durumda olduğumuz, suskun kurumlar, çıkarcı sözde aydınlar ve tepkisiz toplumla yarınlarda ne olacağımız daha iyi anlaşılır. Atatürk ve arkadaşlarına, lâik cumhuriyete yaraşır nitelikte miyiz? Sorumluluğumuz yok mudur? Böyle mi olacak, bu durumlara düşecek miydik? Sorunları ve gerçekçi özeleştiri bize kendimize getirebilir. Umutsuzluk ve karamsarlık yaygınlaşmadan, bozuk eğitimden, bilgi boşluğundan, ahlâk düşüklüğünden, köktendincilik, etnik ayrımcılıkla terörden, düşünce ve inanç sömürüsünden demokrasiyi yanlış algılamaktan (hâttâ işine geldiği gibi anlamaktan), siyasal bağımlılıktan kaynaklanan tembellikle, ödün vermekle, değerbilmezlikle, aydın karşıtlığıyla yaşanan sorunları unutturacak yepyeni bir ortam yaratmalıyız. Bu ancak Türkiye bahçesinin görkemli Atatürk Cumhuriyeti olabilir.
Sevr’i yenileyerek Lozan’ın karşılığını alma çabasındaki Avrupa’nın yeni sömürgeci ABD’nin desteğinde dinci yönetimi gerçekleştirmekle uğraşan günümüz iktidarının doğurduğu endişe ortamında 80. yıldönümünü daha büyük coşkuyla yürekten kutlamalı, engin kıvancını duymalıyız. Nice yıllara, sonsuza!

En Büyük Türk Devrimi Cumhuriyet-1

(Cumhuriyet, 29 Ekim 2004)


Mustafa Kemal’in Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Milliye ateşiyle başlattığı (19 Mayıs 1919) kutsal yürüyüşün ereği, Anadolu İhtilâli Bayrağı niteliğindeki Amasya Genelgesi’yle açıklanmış (22 Hazira 1919), Erzurum (Temmuz 1919), Sivas (Eylül 1919) kongrelerinden sonra Misak-ı Milli’yi (Şubat 1920) gerçekleştirerek tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve Türkiye aydınlanmasını sağlayacak, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na girişecek TBMM Ankara’da açılarak (23 Nisan 1920) Cumhuriyet kurulmuş, adı 1921 Anayasası değişikliğiyle 29 Ekim 1923’te konulmuştur. En büyük Türk’ün öncülük ettiği en büyük Türk Devrimi’dir. Tam bir eşitlikçi yurttaşlar düzeni ve halk demokrasisidir. Kurucusunun anlatımıyla (29 Ekim 1933) “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür. Demokratik devlet biçimi, erdemdir. Demokrasinin yönetimdeki adıdır ve yaşama geçiş biçimidir.” Sonuçları, kazanımları, öngördüğü atılım ve aşamalarla yeniden varoluşun kaynağıdır. Din topluluğundan (ümmetten) ulusa, kul-köle-tebaadan onur ve erdem sayılan hak ve özgürlükleriyle kişilikli bireyliğe, nitelikli yurttaşlığa yükselten yapılanmanın özüdür.
Ulusal istençle kendini yönetmek ve geleceğini belirlemek hakkının dayanağıdır. Ulusun özgün öğesi olan her yurttaşı devletin sahibi kıldığından Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türkiye halkına Türk Ulusu denir” özdeyişiyle somutlaşan gerçeği açıklamış, ıra (karakter) ve anlayış (zihniyet) soyluluğunu, padişahlık ve halifelik önerilerini geri çevirerek bir kez daha kanıtlamıştır.
TBMM’nin yürürlüğe koyduğu (20 Ocak 1921) Anayasası’nın ulusal egemenliği içeren 1. maddesi, lâik Cumhuriyet amacının en belirgin belgesidir. Ölüm fetvası, idam fermanı hiçe sayılarak, güçlükler, yoksunluklar göğüslenerek, ayaklanmalar bastırılarak, sapkınlıklar (ihanetler) geçersiz kılınarak yoktan var edilircesine Türk mucizesi yaratılarak utku (zafer) kazanılmış (30 Ağustos 1922), Başkomutan’ın, “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” buyruğuyla düşman denize dökülerek İzmir hükümet Konağı’na Türk Bayrağı çekilmiştir (9 Eylül 1922).
308 Sayılı TBMM kararıyla saltanat kaldırıldıktan (2 Kasım 1922), Lozan Barış Antlaşması’ndan (24 Temmuz 1923) sonra 364 sayılı Yasa ile yapılan anayasa değişikliğiyle hükümet biçimi olarak benimsenen Cumhuriyet 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında devlet biçimi olarak kurumlaşmış, nitelikleriyle birlikte değiştirilmesinin önerilmesi bile engellenerek anayasal güvenceye alınmıştır. TBMM’ce ilk Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal, 1905’te Harp Akademisi’ni bitirmiş bir kurmay yüzbaşı olarak Bulgar gazeteci-Türkolog Arolof’a söylediklerini, 1906’da, başta Ali Fuat Cebesoy arkadaşlarına anlatmış, Erzurum Kongresi sırasında 15/16 Temmuz 1919’da Mahzar Müfit Kansu’ya not ettirmiştir. “… Cumhuriyet kurulmalıdır. Latin harfleri kullanılmalıdır. Kadınlar tesettürden kurtarılmalıdır.” Yepyeni anlayışla, yepyeni kurallarla, yepyeni kurumlarla, yepyeni insanlarla, yepyeni bir toplum oluşması bu çağdaş düşüncelerin yaşama geçmesiyle sağlanmıştır.
Başarılar, atılımlar, kazanımlar, tümünü kapsayan Atatürk ilkelerinin kurumlaştırdığı Türk Devrimi olgusunun ürünüdür. Mustafa Kemal, ihtilâlle inkılâbı (devrimi) Ankara Hukuk Okulu’nu açış konuşmasında karşılaştırmış (5 Kasım 1925), Büyük Söylev’inde ulusal varlığı sona ermiş sayılan Türklerin çektikleri acılarla verdikleri yaşam savaşını ayrıntıları ve belgeleriyle açıklamış (CHP 2. Büyük Kurultayı, 15/20 Temmuz 1927), TBMM’yi açış konuşmasında da “Cumhuriyet özellikle kimsesizlerin kimsesidir” vurgulamasını yapmış (1 Kasım 1928), 10. Yıl Söylev’inde de yüreğini tüm sıcaklığı ve coşkusuyla sonsuza akış içinde ulusuna nice yıldönümle-rini kutlama dileğinde bulunmuştur.
Halkın Egemenliği…
Kişisel baskıcı, dinsel yönetim (teokratik monarşi) yerine demokrasiyi amaçlayan ve yaşama geçiren Cumhuriyet kurulmakla çok dilli, çok ırklı, çok dinli, çok hukuklu bir karmaşadan ulus düzeyine gelinmiş, yurt bilinci, bağımsızlık, özgürlük ve hak düşüncesi insanlık niteliklerinin olmazsa olmaz koşulu sayılmıştır. Lâiklik yeni bir dünya görüşü, toplumsal barışın, ulusal dayanışmanın dayanağı, demokratik yapının kaynağı olarak benimsenmiştir. Askerlikten siyasete, eğitimden ekonomiye, sanattan spora her alanda atılımlar “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” özdeyişiyle yansıyan anlayışla gerçekleşmiştir. Halkın egemenliğinin simgesi Cumhuriyet, ulusal onurumuzun bayrağıdır. Din bağı yerine ulus bağı yeğlenmiştir. Bilim devleti oluşmakla, en yüksek siyasal kurumu edinmekle ulusal istenç, kararlılık ve bilincimizin seçkin eserine kavuşmuş olduk. Atatürk’ün düşünce, bilim, teknik donanımlı, bedenen güçlü, yüksek ıralı koruyucular istediğini anlatırken düşüncesini, bilgisi ve inancı özgür gençler yetiştirmesi gereğine değinmesi özellikle günümüz için çok anlamlı bir uyarıdır. Gerçekten Atatürk Gençliği’nin ülküsü (ideali) Türk Devrimi’ni bir tüm olarak koruyup savunmaktır. Bu duyarlık ve özen, bu sorumluluk ve yükümlülük geleceğimizin en sağlıklı güvencesidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ödün verilmez ilkelerinin kaynağını oluşturduğu Cumhuriyet, çıkarcı numaracılardan, sahte Atatürkçülerden, tüm düşmanlarından korumak yurttaşlık ve insanlık borcumuzdur. Unutmayalım ki, ulusal varlığımızın, bağımsızlığımızın, yüce onurumuzun kutsal simgesidir, en büyük ulusal değerimiz ve başlıca dayanağımızdır.

Atatürk Cumhuriyeti

(Ekim 2004)


Her alanda tam bağımsızlığı, demokratik hak ve özgürlükleri, ulusal egemenliği, çağdaşlaşmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı sömürgeci ve yayılmacı dış güçlerle içerdeki işbirlikçi gerici yönetime karşı tüm yoksunlukları, ayaklanmaları ve sapkınlıkları göğüsleyerek Müdafaa-i Hukuk ruhu, Kuva-yı Milliye ateşiyle kazanıp zaferle taçlandıran Mustafa Kemal Atatürk, namusumuzu kurtaran onurumuzu koruyan, “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür. En büyük Türk Devrimi’dir. Erdemdir. Kimsesizlerin kimsesidir. Türk Ulusu’nun ırasına ve geleneklerine en uygun yönetimdir. Demokrasinin yaşama geçiş biçimidir ve yönetimdeki adıdır” dediği Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te dünyaya ilân etmiştir. 2 Kasım 1922’de TBMM’nin 308 sayılı kararıyla saltanat yıkılarak dinsel ağırlıklı kişisel yönetime son verilmiş, daha önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla temeli atılan cumhuriyet, 20 Ocak 1921 günlü Anayasa’nın 1. maddesindeki “Egemenlik bağsız-koşulsuz Ulusundur. Yönetim biçimi halkın geleceğini kendisinin belirleyip kendi yönetmesi ilkesine dayanır” tanımıyla kurulmuş, ancak adı Lozan Barış Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923’te imzalanmasından sonra konulmuştur. TBMM’nin açılışını yapan en yaşlı üye Sinop Milletvekili Şerif Beyin dediği gibi “Kendi kendini yönetme” olgusu cumhuriyeti belli süreler ve belli koşullara onlara vermenin, yetkiyi onlara bırakmanın, eşitlik uygulamasıyla tam bir halk demokrasisi olduğu kuşkusuzdur.
Cumhuriyet ne dış güçlerin, ne içerde kimilerinin önerisi ya da dayatmasıyla gerçekleşmiş değildir. Mustafa Kemal’in 1905’te Bulgar gazeteci Aralof’a, 1906-1907’de arkadaşlarına, 1919’da Erzurum Kongresi öncesi Mazhar Müfit KANSU’ya açıkladığı öngörüleri arasında özgün bir yeri olan kutsal bir özlemdir. Mustafa Kemal, 4 Aralık 1923’te “Cumhuriyet’i kanla kurduk” sözüyle bu aşamaya gelinceye kadar çekilen güçlükleri, bastırılan ayaklanmaları, göğüslenen sapkınlıkları, katlanılan yoksunlukları, verilen şehitleri, duyulan acıları, yaşayan gazilerle özetlenen “bedel”i anlatmıştı. 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Okulu’nu açış konuşmasıyla, 15-20 Temmuz 1927’de Gençliğe Sesleniş’le biten Büyük Söylevi’nde Cumhuriyete ulaşan yolu ayrıntılarıyla anlatmış, savunulup korunmasını Türk Gençliği’ne birincil görev olarak vermiştir. 10. Yıl Söylevi de bu kutsal emanetin değerlendirilmesini içermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun batının sömürgesi durumuna düşmesinden sonra ona ilişkin kalıntıları, yıkıntıları, külleri temizleyerek Anadolu toprakları üstünde yepyeni bir devlet kuran Atatürk ve arkadaşları, tarihteki özgün yerlerini almışlardır. Osmanlı’yla hiçbir ilgisi olmayan bu yeni devlet, insanımızı önceki kul-kölelikten, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlükleriyle kişilikli, nitelikle bireylikle yurttaşlığa yükseltmiş, ümmet durumundaki toplumu ulusa dönüştürerek yurttaşları bu devletin sahibi kılmıştır. Toplum yapısından yurttaşların anlayışına, kurallardan kurumlarına değin her şeyiyle yepyeni bir devlet, cumhuriyetin özgün yapısıdır. Asla biçim değil, tam bir özdür. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözündeki derin ve yüce anlam, inanç ve soy gibi hiçbir ayrımı gözetmeyen, her yönden tam eşitliği, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı amaçlayan bir kurumlaşmaya bağlanır ve dayanır. Adında “cumhuriyet” ve “halk” sözcüklerinin bulunduğu kimi devletlerin bu kavramlarla hiçbir ilgisi bulunmamasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti 1930’lu yılların dünyadaki 101-12 cumhuriyetinin en önde gelenlerindendi. Bu nedenle Milletler Cemiyeti üyeliğine ayrık bir uygulama yöntemiyle çağrılmıştır. Barışçı tutumu, Türk Mucizesi’ni yaşama geçiren Türk Devrimi’nin dallarıyla sağladığı örnek sonuçlar görkemli bir yapının ürünüdür. Siyasal, hukuksal, ekonomik, toplumsal tüm alanlarda, ilgili her konuda atılımlarla edinilen kazanımlar dünyanın beğenisini toplamış, 12 Ocak 1934’te Atatürk, Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü’ne övgü dolu gerekçeyle aday gösterilmiştir. UNESCO’nun 1963 ve 1978 yıllarında Genel Kurulu’nda aldığı kararla doğumunun 100. yılında tüm üye ülkelerde törenlerle anılması Atatürk’ün lâik ve çağdaş cumhuriyeti kurucusu olmasındandır. Ulusu’na “Ulusal Bayram” olarak 29 Ekim gününü armağan etmesi, “Ne Mutlu Türk’üm!” diyen herkesi düşündürmeli, cumhuriyet bağlamında duyarlık ve özen için sürekli bir çağrı olarak algılanmalıdır. Özümsenen bir kaynaktır ve çok renkli Türkiye bahçesinin iklimidir. Her iyiliğin ve güzelliğin kapısıdır.
1919’da başlayan, “Anadolu İhtilâli Bayrağı” diyebileceğimiz 22 Haziran 1919 günlü Amasya Genelgesi’yle bilinçli bir koşuya dönüşen kutsal yürüyüş, Cumhuriyet’le sonsuza değin bağımsız yaşayacak hukuk anıtını tarihin göğsüne madalya gibi koymuştur. Cumhuriyet lâiktir. Kaynağında ulusal egemenlik, eşitlik ve adalet ağırlıklıdır. Kullar değil, yurttaşlar düzenidir. Özgürlükçüdür, devrimcidir, gerçek demokrasinin çekirdeğidir. Halkçıdır. Çağdaş milliyetçiliğin gönencini yaşatan üstün bir insanlık anlayışına içtenlikle bağlıdır. Bugün bize her alanda mutluluk duyuran, kıvanç veren ne varsa cumhuriyetin ürünüdür. Lâik niteliğiyle dinci rejimlerin, demokratlığıyla diktatörlüklerin tepkisini toplayan cumhuriyetimiz olmasa idi ne olacağı uzak-yakın ülkelerde izlenen acı ve utanç verici olaylarla anlaşılmaktadır. Paslanmış, küflenmiş, kokuşmuş ve çürümüş ne varsa atılıp çağdaşlığın gereklerine yönelinmiştir. Yöneticilerin bağışlanmaz kusurlarına, oy ve iktidar için verdikleri ödünlere bağlı gerilemelerle kötülükler cumhuriyete yüklenemez. Sarığı beynine, kravatı beline dolayan inanç sömürücüleri, bilgi, us, insanlık ve halk düşmanları, bölücü ve yıkıcılar, ticaret destekli aşiret-siyaset-şeriat ortaklığı ile tek ve eşsiz cumhuriyetimizi numaralayarak çıkar ağında yozlaşanlar cumhuriyetin yüzkarasıdır. Demokrasiyi geçerli kılan cumhuriyet, ulusal varlığımızın, bağımsızlığımızın, onurumuzun simgesi, geleceğimizin güvencesidir.
1921 Anayasa’sında yapılan değişiklikle benimsendiğinde Hükûmet biçimi olan cumhuriyet, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında devlet biçimidir ve değiştirilmesinin önerilmesi olanaksızdır. Yalnız biçiminin değiştirilmesi değil, niteliklerinin değiştirilmesi de Anayasa’nın 4. maddesiyle yasaklanmıştır. İnsan hakları bağlı, demokratik, lâik bir sosyal hukuk devleti olarak Atatürk ilkeleri temelinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti, canımızı adayarak koruyup güçlendireceğimiz en büyük değerimizdir. Yeniliklerin, atılımların itici gücüdür. Övündüğümüz olguları ve varlıkları cumhuriyete borçluyuz. Barışın, dostluğun gücü, uygarlığın ışığıdır. Demokrasinin özgürlük, hukuk, ve insanlıkla çağdaşlık olduğu gerçeği cumhuriyetle anlam kazanmıştır. Bağımsızlık ülküsünün hukuksal bağlamda kurumlaşması, ulusallığın her yönüyle yaşama geçmesi olan cumhuriyet, ulusal egemenliğin işlerliğidir. Bir evrim değil, gerçek bir devrimdir. Tam bir yeniden doğu, günü gözetildiğinde tam bir yeniden yapılanmadır. Devlet yönetiminin halkta olduğunun kanıtıdır. Batılılaşma devingenliğinin gerçekleşmesidir. Bir siyasal kalıp değil, tüm çağdaş gereklerle geleceği en bilinçli akıştır. Hukuksal yönden ulusal egemenliğin somutlaşmasıdır. Demokrasinin özü, ulusal egemenlik dışında hiçbir gücü geçerli saymayan soylu bir anlayışın yansıması ve yücelişidir. Hukuksal, siyasal ve ulusal birliğimizin anıtlaşması, varlığımızın ve geleceğimizin biricik temeli, en tanımsız kaynağımızdır. Gelenekçilikten hukuksallığa, yazgıcılıktan yaratıcılığa geçişin adıdır. Lâik yaşam, lâik öğretim, lâik hukuk, lâik toplum ve lâik devlet aşamasının anayasal canlanışıdır. Hiçbir çekinme duyulmadan bu örnek yapılanmayı, ülkeyi ve ulusu kapsayan devletin biçimini karalamayı, değiştirmeyi, köktendincilik ve Türk-İslâm Sentezi öykünmeleriyle yozlaştırmayı, kurucusu Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni yıpratmayı, etkisiz kılmayı düşünenler hepimizin düşmanıdır. Atatürkçü düşünceyle yetişmiş yurtseverler, gerçek Atatürkçüler, lâik Atatürk Cumhuriyeti’nin yürekli bekçileridir. 81. yıldönümünü kutlama hakkını ona yaraşır yurttaşlığı bağlı kalmakta bulunanlar Atatürk’ün belirlediği yönden, çizdiği yoldan asla ayrılamaz. Türkiye halkının ordulaşarak ve uluslaşarak kurduğu Türkiye cumhuriyeti, özgün nitelikleriyle sonsuza değin bağımsız yaşayacak, bilimin yol göstericiliğinde şeyhleri, ağaları, tarikat bağımlılarını, köktendincileri, tüm çıkarcı, yalancı, sahteci ve yıkıcıları kendi karanlıklarında bırakacaktır. Cumhuriyeti, ilkelerinden asla ödün vermeden daha gerçek, daha başarılı kılmak görevini asla savsaklayamayız. Bu, hepimizin insanlık ve yurttaşlık borcudur. Cumhuriyete yaraşır olmayan cumhuriyetle övünemez. Karşıtlarının bile kucağı, güvencesidir. Demokrasinin olmazsa olmaz gereğidir, geçerlik koşuludur. Cumhuriyet “tek”tir ve demokrasiden asla soyutlanamaz, ayrılamaz. Büyük Atatürk’ün cumhuriyetle ilgili sözlerini kezlerce okumak aydınlığımızı artıracak, onun sıcaklığıyla yüreğimizi ve beynimizi doyuracaktır. Haksızlıklar, kötülükler, yolsuzluklar, ikiyüzlülükler, karşıtlıklar cumhuriyetle ve gerçek cumhuriyetçilerle aşılacaktır. 81. yıldönümünü Büyük Atatürk ve arkadaşlarını engin saygıyla anarak, gelecek için en iyi dileklerle kutluyorum. Nice yıllara!

En Büyük Türk Devrimi Cumhuriyet

(Ekim 2005)


Mustafa Kemal’in, gençlik yıllarından beri düşündüğü yeniden yapılama için, Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Milliye ateşiyle 19 Mayıs 1919’da başlattığı kutsal yürüyüşün ereği, Anadolu İhtilâli’nin bayrağı niteliğindeki Amasya Genelgesi’yle duyurulmuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerini izleyen TBMM’nin açılmasıyla gerçekleşme sürecine girmiştir. Mîsâk-ı Millî doğrultusunda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve Türkiye Aydınlanması’nı sağlayacak Ulusal Kurtuluş Savaşı’na girişecek organın toplanması, cumhuriyetin kurulmasıdır. 1921 Anayasası’nda değişiklik yapılıp “hükûmet biçimi” olarak benimsenmesi, adının konulmasıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni ve halk demokrasisi olarak en büyük Türk’ün öncülük ettiği en büyük Türk Devrimi’dir.
Kurucusunun anlatımıyla demokrasinin yaşama geçiş biçimi, yönetimdeki adıdır. Sonuçları, kazanımları, öngördüğü atılım ve aşamalarda, başarılarıyla yeniden varoluşun kaynağıdır. Anlayıştan ilkelere, kurallardan kurumlara kadar her alanda yepyeni bir yapının dayanağı, yaratıcı gücüdür. Kul-köle durumundaki insanımızı onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlüklerle donatıp kişilikli, nitelikli birey kılarak ümmetten ulus düzeyine çıkardığı varlığın asıl öğesi, bu yolla devletin sahibi yapmıştır. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu toplumdan “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” diye tanımladığı görkemli ulus yapısına kavuşturmuştur. Din bağı yerine yurttaşlık bağını yeğleyerek çağdaş kurumlaşmayı akıl ve bilim temelinde yaşama geçirmiştir.
Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in vurguladığı gibi “Kimsesizlerin kimsesidir” (1 Kasım 1928). Onuncu Yıl Söylevi’nde “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişini kıvançla açıklamasından önce söylediği gibi “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür.” Yine O’nun anlamlı deyişiyle “Erdemdir.” Ulusal istençle kendini yönetmek ve geleceğini belirlemek hakkının özüdür. Padişahlık-halifelik düzeni saltanatın kaldırılması, dinsel yönetimin dışlanması, lâik, demokratik hukuk devletinin tarihte yaraşır yerini alması olgusudur. Ölüm fetvası, idam fermanı hiçe sayılarak, güçlükler, yoksunluklar göğüslenerek, ayaklanmalar bastırılarak, sapkınlıklar geçersiz kılınarak yoktan var edilircesine Türk Mucizesi yaratılarak kazanılan utkunun doğal sonucudur.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra 364 no.lu yasayla Anayasa değiştirilerek özümsenen cumhuriyet 1924, 1961, ve 1982 Anayasalarında “devlet biçimi” olarak öngörülmüş, adının ve niteliklerinin değiştirilmesinin önerilmesi bile olanaksız kılınmıştır. Anayasal güvencesi, devrim yasalarıyla birlikte ulusal onurumuzu, ulusal bilincimizi dokuyan özellik taşımaktadır. Osmanlı döneminde yaşanan olumsuzlukların gözetilmesi, ülkeye bağlılık, ulusa saygı düşüncesi, soylu anlayış cumhuriyet açılımının öndeki gerekçeleridir. Mustafa Kemal, padişahlık ve halifelik önerilerini geri çevirerek 1905’te açıkladığı, 1917’de yinelediği “Cumhuriyet kurulacaktır. Lâtin harfleri kullanılacaktır. Kadınlar tesettürden kurtarılacaktır” öngörüşünü, özlemini gerçekleştirerek ulusumuza armağan etmiştir. Cumhuriyet, Atatürk ilkelerinden kaynaklanan tüm devrimlerin anasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, 1930’ların dünyadaki öbür cumhuriyetlerini arkada bırakan özgünlüğüyle tanınmıştır. Onuncu Yıl Marşı’nda sıralanan eşsiz oluşumların odağıdır. Saygın, güvenilir, devingen, devrimci, çağdaş, onurlu, güçlü Türkiye, cumhuriyetle yükselmiş ve yücelmiştir. Büyük Söylevi’nde sonsuza değin bağımsız yaşatılması, korunup savunulması Türk Gençliği’ne ödev olarak verilen cumhuriyet yapımıza, yaradılışımıza, ıramıza en uygun rejim olarak uygun görülmüş, bu kanı ürünleriyle doğrulanmıştır.
Bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, aydınlanmanın anlam ve amacını kavrayamayan değerbilmezler, çıkarcılar, şeriat özlemiyle yanıp tutuşan köktendinciler, lâiklikten, devletten, hukuktan, dinden anlamayan bağnazlar, hak ve özgürlükleri kötüye kullanan lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, yabancılar, kimi besleme ve sapkınlar, tarihin tuttuğu ışığa karşın kanla ve karanlıkla yol almaya çalışan yıkıcılar, bölücüler, kişi ve aile egemenliğine katlanan uşak ruhlular, uydular, Lozan intikamcıları, Sevr düşkünleri cumhuriyeti cumhuriyet olmaktan çıkarma çabalarını sürdürmektedir. Cumhuriyete yaraşır olmayanların çirkin oyunları toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı yıkma düzeyine gelmiştir. Her tür ayrımı ve sömürüyü dışlayan cumhuriyeti göstermelik duruma düşürerek, özünden uzaklaştırıp biçimsel kılmaya yönelik girişimler kimi siyasal partilerden gelmekte, onların öncülüğünde sergilenmektedir. Osmanlı’nın kanlı iktidar kavgaları, ülkeyi batının sömürgesine çeviren aymazlıklarla işbirlikçiler unutulmuş, Türkiye düşmanlarının istedikleri sonuca ulaşılması için yabancı yandaşlığı siyasal moda niteliğine getirilmiştir. Çoğunluk diktası, dinci açılımlar, akla ve bilime aykırı dayatmalar, ulusal çıkarları gözardı etmekten öte kapitülâsyonları anımsatan sakıncalı ödünler, bağımlılık doğuran uluslararası ilişkiler, halk dalkavukluğu, başına buyrukluk, eğitim-öğretimde çok başlılık tehlikeleri sinsi eylemlerin kimileridir.
Büyük Atatürk’ün amaçladığı “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” ülküsü, bir toprak alanını, belli bir yapıyı değil özlenen bir anlayış ve yaşam çizgisini geçmektir. Diktatörlerin yönetiminden İkinci Dünya Savaşı’ndan yıllarca sonra kurtulan batının 1923’te demokrasiye geçen Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelttikleri eleştirilerin sorumlusu son elli beş yılın diktatörce davranan siyasal liderleridir. Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin sonlarında belirttiği “Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre kurulan devlet”in nitelikleri cumhuriyetle edinilmiştir. Akıl, bilim, ahlâk, adalet, kalkınma, toplumsal yaşamı aydınlatan eşitlik, kadın hakları, siyasette, sanatta, sporda, sağlıkta, çalışmada, yargıda, öbür alanlarda kurtuluş ve kuruluş felsefesinin izleri giderek yitmektedir. Her alanda tam bağımsızlık ilkesiyle özgürlük ve özellikle ulusal egemenlik ödünsüz bağlı kalınacak, yaşamsal değerlerimizdir. İtilerek-kakılarak, özelliklerimizden ve değerlerimizden soyutlanarak, kanla aldıklarımızı vererek ödünlerle ortaklıklara girmek tutsaklıkla birdir. Eşitlikle, onurla, saygınlıkla, kazandıklarımızı ve değerlerimizi elden çıkarmadan, doğal kaynaklarımızla ulusal varlıklarımızı peşkeş çekmeden, yabancı boyunduruğuna girmeden kurulacak birlikteliklerle uygarlık olanaklarından, çağdaşlık gereklerinden yararlanmak, güvenlik ve esenlikle yaşamı anlamlı kılmak, insanlığa üstünlük ve öncelik tanımak herkesin özlemi olmalıdır. “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir. Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişleri, dostluğun da altın anahtarıdır.
Ulusal varlığımızın, bağımsızlığımızın, yüce onurumuzun kutsal simgesi cumhuriyeti numaracılardan, takiyyecilerden, aymazlardan, çıkarcılardan, lâiklik karşıtlarından, tüm düşmanlarından korumak kendini Türk bilen her yurttaşın insanlık ve namus borcudur.

http://www.turksolu.com.tr/ileri/31/ozden31.htm

..