ABD Makası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABD Makası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2015 Pazar

ABD Makası



ABD Makası




Yekta Güngör Özden 

ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” uygulama alanı yönünden büyük olduğu için bu ad verilmiş, gerçekte Ortadoğu’ya küçültmeye, küçük parçalara ayırmaya yönelik bir tasarımdır. ABD şahinlerinin büyük düşüdür. Siyasal açılımı nice olumlu olumsuz-olumsuz olasılıklarla karşılaştırabilecek bir belgedir. Diktaya, insan kıyımlarına son verme, terörü önleme ve demokrasiyi getirme amaçlı kalkışmaların örtülü bir işgal olduğu somut biçimde ortadayken yeni Proje’nin kuşkuyla karşılanması doğaldır. Irak’tan sonra Lübnan olayı, İran ve Suriye’yi yola getirme çabaları, dünya kamuoyunun ilgiyle izlediği adımlardır. ABD’nin dinci yönetiminin kendi kamuoyunu kimi yeniliklerle oyalamak, Irak yenilgisini unutturup demokrasi için özveriye çağırmak gibi sözde inceliklere bağlanmaktadır. Asıl amaç, dünya egemenliğini elinde tutmak, enerji kaynaklarını kullanmak, hiç değilse denetlemek, bunları gerçekleştirmek için de bölge devletlerinin yönetimini etki alanı içine sığacak durumda küçültmek, kendi yandaşlarını iktidara getirerek otoritesini sürdürmektir. Dışişleri Bakanı Rice’nin açıkladığı “Ortadoğuyu yeniden düzenlemenin zamanı geldi” vurgusu, bölge devletlerinin, uluslarının, halklarının yaşamını yakından ilgilendiren korkunç bir uyarıdır. ABD yalnız toprak düzenini, haritayı değiştirmekle yetinmeyeceğini, daha önce “Yeşil kuşak”, ve sonra “Ilımlı islâm” kalkışmalarıyla ortaya koymuştur. Rejim değişikliği onun için amaca ulaştıracak yollardan biridir. Kemalizm-Atatürkçülük kaynağı kurutulmazsa, Türkler Atatürkçülükten vazgeçirilmezse Türkiye’ye ilişkin bölümün gerçekleşmesi güçtür. Bu nedenle ABD yandaşlarıyla birlikte Türkiye için Atatürkçülükten vazgeçme önerisi pişirilmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin ayakları ve araçları ABD güdümündeki iktidarlardır. Olabilirliği, işleyişi, yaşama geçme olasılığı tartışılabilir. Kendi varlığına saygılı kimse “Onlar ne derse desin, bize ne?” diyemez. Dışımızdaki hazırlıklar ansızın bizi bulabilir, vurabilir. En kötü olasılığa karşı önlem almak zorunluluğu açıktır. ABD makası, ABD emperyalizmidir ve giderek daralmaktadır.
BOP, Ortadoğu’ya konma, Ortadoğu’yu ele geçirme, hattâ topraklarına, enerji kaynaklarına sahip olma yönergesidir. Terörü durdurma, diktayı yıkma, demokrasiyi getirme lâf-ü güzaf (boş laf)tır. Dünyaya tek başına egemen olma güdüsünü kolay kolay gerçekleştiremezse de en güçlülerden biri, baş olmayı hesaplayan ABD, oyununu buna göre kurmakta ve oynamaktadır. Siyasal ağırlığına, askerî gücüne, ekonomik olanaklarına güveniyor ve bunlara dayanıyor. Büyük savunma bütçesiyle her şeyi yapabileceğini umuyor. Dünyanın birçok yerinde üssü var. Dağınıklığından, kayıplarından çok, yöntem hatâları ve girdiği yerde yaptıklarıyla yaygınlaşıp büyüyerek hızlanan karşıtlık ABD’yi er-geç durduracaktır. Yararına sandığı küreselleşmenin zararını tadacaktır.
ABD bir anlamda BOP ile dünyaya kafa tutmaktadır. Bugünkü içeriğiyle BOP, ABD’nin üstünlük kurma girişiminin izlencesidir. Türkiye-AB ilişkilerinin önemli bir dayanağı olan Müzakere Çerçeve Belgesi’nin yedinci maddesi Türkiye’nin üçüncü taraflarla yaptığı anlaşmalara ilişkin açıklık taşımaktadır. ABD ile imzalanan Ortak Vizyon Belgesi bu yönüyle de değerlendirildiğinde kimi çelişkilere çözüm aramak olasıdır. ABD ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının ortak vizyonu ve yapılandırılmış diyaloğu geliştirme çabaları bugüne kadar olumlu hiçbir şeye getirmediği gibi BOP için de Türkiye’yi dışarda bırakacak bir belirti yoktur. Stratejik Vizyon Belgesi için Türksolu gazetesinde özetle değindiklerimiz ne yazık ki doğrulanıyor. Dış politikada uyduluk, uşaklıktır. Irklarla, dinlerle oyanayıp bölerek, değişik zıtlıklar yaratarak, küçük toplulukları kandırıp kullanarak egemenlik kurmak güçle sağlansa da asla sürekli olamaz. Bağımsızlık ve özgürlük tutkusu, devletini koruma ve yaşatma bilinci her gücü etkisiz ve geçersiz kılar. İslâm ülkeleri yönünden dinsel, mezhepsel açılım tasarımı sayılacak BOP, bu doğrultuda dayatmaların dayanağıdır. Türkiye’nin bu tasarımda rol alması bölgede ve islâm dünyasında onarılması güç karşıtlıklara neden olur, bozulmaya karşı Türkiye’ye güvence de getirmez.
Türkiye ile ABD arasında karşılıklı güven, içtenlikli ve gerçekçi bir işbirliği istenci yoktur. Asker ve sivil katların en üstündeki ilişkin, ulusal bir duruşun kanıtı değildir. Türkiye’nin varlığına, değerlerine, doğrultusuna aldırışsız olmak şöyle dursun saldırılara yeşil ışık yakan tutumu, ABD’ye karşı duygularda gerilemeye neden olmuştur. Harita, yazı yayımlanması, Ortadoğu’yu yeniden düzenleme hevesi, PKK terörü için verilen sözlerin tutulmaması Türkiye’de büyük ve yaygın bir düşkırıklığı yaratmıştır. Bu gerçeği yadsımak olanaksızdır.
ABD, Türkiye’ye yeniden güven verecek somut adımlar atmadıkça birkaç çıkarcı siyasetçinin, birkaç şakşakçı medya üyesinin söz ve yazılarıyla izlenim değişmez, bu kanı tersine çevrilemez. Bush’un ABD gelecek yüzyılın süper gücü tekelini elinde tutmak, kendini koruyup kurtarmak için kendince bir düzen kurmaya çalışmaktadır. Neyi gerekli görüyorsa onu uygun sayıp uygulamaya geçiyor. Başka hiçbir şeye, hiçbir kurala, kuruma, devlete aldırmıyor.
Irak’ın kuzeyini tümüyle kürtlere vererek orayı üs olarak kullanacağı kestirilmektedir. Böylece yalnız Ortadoğuyu değil, bu yolla Uzakdoğuyu da denetleyecek ve petrolü istediği gibi kullanacaktır. Afganistan’a girişi de kanımca salt demokrasi için değil, Afganistan’ın yer altı kaynakları içindir. Irak’ta kurulan kürt devleti Büyük Kürdistan düşünü sürekli gündemde tutarak Türkiye’yi tehdit edecektir. Günümüzde PKK’nın tehdit ettiği gibi. Türkiye o zaman ABD’nin her istediğini yerine getirmeye zorlanacak, ödünler verecektir. Tasarlanan budur. Kürt-İsrail dayanışmasıyla her zaman düzenleyici ve yönlendirici olacak ABD, Ortadoğuyu avcunun içinde tutacaktır. Bu durum Rusya’nın, Çin’in, hattâ AB’nin tepkisini çekince neler olacağını şimdiden önğörmek güçtür. Ama olanlar Türkiye’ye olacaktır. Tehlike çanları çalmaktadır.
ABD’nin her dediğine eğilen Türkiye “Ilımlı islâm” okşamasıyla BOP’ta figüranlık alırsa geriye dönüş olanağı kalmaz. Bu gidişe ses çıkarmayanlara AKP iktidarı güç veriyor. Emperyalizm-sömürgecilik ortaklık anlaşması niteliğindeki BOP karşısındaki tek güvence Türk Ulusu’nun kendisidir. Bir gün Ankara Beyrut’tan daha güç, daha kötü durumla karşılaşabilir. Var mı güvencesi, ulustan, silâhlı kuvvetlerden başka? A.N. Sezer mi? R.T. Erdoğan mı? Hilmi Özkük mü? Yaşar Büyükanıt mı? Ulusu da inanç ve ırk nedeniyle bölmeye, yepyeni cumhuriyeti yıkmaya çalışıyorlar. Lübnan’da olan, Ortadoğu için düşünülüp tasarlanan bu değil de nedir? Bilimsel tanımlar, askerî ve siyasal terimler, yabancı sözcüklerle süslenen konuşmalar güç anlaşılıyor. Yalın (sâde), yansız, gerçekçi ve içtenlikli görüşümü böyle özetleyebildim.
BOP’nin nasıl yaşama geçeceği, Türkiye’yi nasıl etkileyeceği, Türkiye’ye biçilen rol iyice düşünülmeli, tartışılmalı, sonucuna göre ivedilik ve öncelikle önlemler alınmalıdır. Lübnan, ABD ile İran’ın çatışma alanıdır. Savaş denemesi binlerce ölü göze alınarak yapıldı sanıyorum. İran’ın gücünü kırmak, Suriye’yi çekindirmek için onların kurup beslediği Hizbullah’a saldırıldı. İran’dan çok kendi rejimleri ve gelecekleri için tehlikeli gördükleri Hizbullah’tan çekinen araplar sağır-dilsiz oyunu oynarcasına köşeden izlemekle yetindikleri savaşın durmasına şaşırdılar. Şiilerden çekinen sünnilerin soğuk durdukları Lübnan olaylarının bundan sonrası merak edilmektedir. Sürekli barış güçtür. Hizbullah’ın, mezhep ayrılıklarının varlığı barışın başlıca engeli olduğu gibi BOP’un gündemde kalması da en büyük engeldir. 11 Eylûl saldırıları sonrası baskıyı ve yayılmayı yeğleyerek güç üstünlüğüyle sorunları çözümleyeceğini sanan ABD’nin şimdilerde derin derin düşünmek zorunda kaldığı gözlenmektedir.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 16.8.2006’da gittiği Beyrut’ta Birleşmiş Milletler ya da ABD temsilcisi gibi öncülüğü ele alırcasına görüşmeler yaptı. Asker göndermekten yana olduğunu da “Barış gücü barışı koruyacak, çatışmalara girmeyecek ki” diyerek açıkladı. Çatışan yanların birbirine ya da Barış Gücü’ne saldırısını bu Güce katılan askerler ellerini-kollarını sallayarak mı önleyecekler? O zaman bir diplomat ya da teknisyen kurulu, grubu giderdi. Bu yazının kaleme alındığı 17.8.2006’da Türkiye’nin Lübnan’a asker göndererek ABD’nin gözüne girmek, 1 Mart tezkeresi nedeniyle kırılan gönlünü almak istediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda devlet organları arasındaki ilişki, iktidar-muhalefet ilişkisi, silâhlı kuvvetler ve demokratik kitle örgütleri, medya büyük önem taşımaktadır. Sorunu salt ve biçimsel asker gönderme yöntemine indirgemek doğru değildir. Sorumluluk büyüktür. Karmaşık bir durumda iktidar gösterisiyle sonuç alınamaz. “Sevr”i geçersiz kılıp Lozan’ı imzalatan Türkiye varlığını doğrudan ilgilendiren tasarımlarda herkesten önce söz sahibidir. “Kanla çizilen sınırları kimse değişteremez” sözüyle yetinmek doğru olmaz. Kanımca, asıl hedef Türkiye’dir. Doğunun batısında, batının doğusunda, birbirinden doğal sınırlarla ayrılması güç topraklarıyla Asya-Avrupa köprüsü her yanı denetlemeye elverişli yerdir. İşgal koşul da değildir. Yönetim ele geçirilince, egemenlik kökleştirilince kendi toprağı gibi davranmak, kullanmak olanağı açıktır. Üsler bunun bir örneğidir. Türkiye’nin Nato üyeliği nedeniyle kaçınılmaz yükümlülükleri birkaç dış ülkede askerinin görev almasını gerektirmiştir. Lübnan’da Birleşmiş Milletler’in yeterli açıklıktan yoksun, sakıncalı karşıtlıklara elverişli kararıyla görev almak ateşe dalmaktır. Güneydeki şiilerin, sünni Türklere bakışı sıcak olamaz. Hizbullah, silâhlarını her an bozulması olası ateşkese hazır tutarak saklamaktadır. Kendi güneydoğumuzdaki bastırmadan yabancı topraklarında göreve koşmak özenli duruş değildir. Arap devletleri İsrail’i tanımadıkça, İsrail de arap topraklarından çekilmedikçe bu savaş kesintili de olsa sürecektir. Güvenlik Konseyi’nin 11.8.2006 günlü, 1701 sayılı, 19 maddelik kararı oybirliğiyle alınan çok az sayıdaki belgelerden biridir. Duruma ırk ve din penceresinden bakıp yalnız İsrail’i kınamak da yeterli değildir, doğru da değildir. Türkiye iktidarının islâmiyeti din bağını öne alarak koşuştuğu izlenimi yaygındır. Ateşkesin geçici, Barış Gücü’nün göçücü olduğu gözetilerek asker gönderme sorunu çözümlenmelidir. İsrail’i yüreklendiren, cepheye iten ABD siyasal figürlerde büyük ustalık sahibidir. Yarın tersine kalkışmaları olabilir. Ama BOP ABD’nin iktidarları değişse de değişmeyen düşüdür. Yönetimler arasında ancak yönetme farı vardır. Siyaset yaptığını sanan Türkiye sorumluları bunların hepsini düşünmelidir. Kraldan çok kralcı olup İsrail’e ve şiilere karşıt düşmenin anlamı yoktur. Olan salt din savaşı da değil. BOP’un ilk perdelerinden biridir. Egemenlik kurma savaşını din savaşı sanıp Lübnan çukuruna düşmek dinci yönetimleri yarınlarda büyük sorumluluk altında bırakır. Asker gönderme, her zaman, kayıp verme sakıncasını doğasında taşır.
Bugünlerde bize bağımsızlığı, lâik cumhuriyeti kazandıran, uygarlık düzeyiyle çağdaş olanakların kapısın açan “Türk Mucizesi” adıyla tarihe yazılan 30 Ağustos destanının 84. yılına yaklaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının armağanı olan büyük yapı nice sorunların üstesinden geldiği gibi bu sorunları da aşacaktır. Afganistan’ın, Irak’ın, Lübnan’ın Atatürk’leri olsaydı bu duruma düşmezlerdi. Atatürk ocağı Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin bakışı da önemlidir. Yurtdışına asker göndermeyle ilgili kuralların işletilmesine indirgenip sorunun özünü savsaklamak yanlış olur. “Gelen ağam, giden paşam” yaklaşımı da ilkelliktir. İnsanları çabuk büyütüp çabuk küçültmekten kaçınmalı, olağanüstü güçler yakıştırarak beklentilere girmemelidir. Sonrakilerin öncekilerden daha iyi şeyler yapacağını umarak herşeyi başkasından beklemek yanılgısı pişmanlık duyurur. Güç koşullarda, yalnızlık ve yoksunluk içinde çalışan çok kimse unutulurken kimilerinin olağan görevlerini olağanüstü nitelemek şimdiki ilişkilere sonraki oluşumlara bağlı sayılmalıdır. Asker, sivil herkes kendi görevinin gereklerini bilip dışına taşmadıkça, sorumluluk bilincini taşıdıkça her şey düzenli olur. demokrasiler kahramanlık düzeni değildir. Amerikancı olmadıkça ABD dayatmalarına herkes karşı çıkacak, üzerine düşeni yapacaktır. ABD, BOP’la bardağı taşırmakta, demokrasi öncülüğü konusunda yitirdiği inan ve güveni yeniden kazanma olanağından da uzaklaşmaktadır. İnsanlığın yazgısıyla bu ölçülerde oynamak, devletlerin bağımsızlığını, ulusların egemenlik ve özgürlüğünü hiçe saymak bilim ve uzay çağına yaraşır bir anlayış ve davranış değildir. Dostluk ilişkileri, karşılıklı saygı ve güvenle sağlanacak barış ortamında her sorun çözümlenir. Savaşın getirdiği yitikler, acılar, yokluklar, yoksunluklar ve kötülükler yaşanmaz. ABD kendisi için her şeyi yapmaya, her yeri çiğnemeye kararlı görünmektedir. Bunun sonu yoktur. Bir anlamda kendi kendine kıymaktır.
Türkiye’yi kandırmak ve kullanmak için her yol denenecektir. Telefon diplomasisi artacak, okşamalar yinelenecek, geliş gidişler hızlanacak ama Türkiye’nin terör sorununa yaklaşım değişmeyecektir. Türkiye’yi güç durumda bırakmak, her istenileni verecek zayıflıkta tutmak batının değişmez tutumudur. Yararlanmak ama yararlandırmamak ilkeleri dış siyasetin ana karakteridir. BOP kendi yararları için öngördükleri düzenlemeden başka bir şey değildir. Akıllı davranmazsak zararımız büyük olur. Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü (UNIFIL) içinde yer almamız Birleşmiş Milletler. 7. Şartı’na uygun düşse de ülke koşulları, dünya gerçekleri ve Türkiye özelliği yönünden iyi düşünülmesi gereken bir konudur. Anayasa gerekleri ayrı bir incelemeyi gerektirir. Kanımca, siyasal iktidar yararlı olmaktan çok yaranmayı amaçlayarak Lübnan’da görev yapacak güce katılma kararını vermiştir. Kamuoyuna benimsetmek için içte ve dışta görüşmeler yapmakta, hevesini olağan çabalar biçiminde göstermeye çalışmaktadır. Umarım, acılar yaşamaz, güçlükler çekmeyiz.

http://www.turksolu.com.tr/ileri/30/ozden30.htm

..