Uğur
Dündar’ın İlker Başbuğ ve Şükrü Elekdağ ile PKK Hakkında Söyleşisi
SÖZCÜ, 14-17 Eylül 2015
Sevgili okurlarım,
14 Eylül 2015, SÖZCÜ
***
UĞUR DÜNDAR:
Sayın Başbuğ, siz Türkiye’de “Kürt sorunu” olmadığını söylüyorsunuz. Neden?
TÜRKİYE’DE
KÜRT SORUNUYOK; TERÖR SORUNU VAR
İLKER
BAŞBUĞ: Evet öyle
söylüyorum. Türkiye’de “etnik sorun” diğer bir deyişle
“Kürt sorunu” yoktur. Ancak, bazıları hep “Kürt sorunu”
(etnik sorun) olduğunu öne sürdüler. Buna itiraz ederek sorun “Kürt Sorunu”
değil, terör sorunudur, dedik.
DÜNDAR: “Kürt sorunu” olmadığını neye
dayanarak söylüyorsunuz?
BAŞBUĞ: Şuna dayanarak söylüyorum: Türkiye,
nüfus yapısı açısından homojen bir durumda değildir. Türkiye’de etnik kökenleri
farklı insanların var olduğu bir gerçektir. Etnik farklılıklar kendi başına bir önem
ifade etmez. Önemli olan etnik farklılıkların, ayrımcılığa
yol açmamasıdır.
DÜNDAR: Ayrımcılık derken neyi
kastediyorsunuz?
BAŞBUĞ: Sosyolojik anlamda ve bilimsel açıdan,
Türkiye’de “Kürt sorunu” varsa, bu iddiada bulunanların, günlük hayat
gerçekleri içerisinde, kendisini “Kürt” olarak tanımlayan
vatandaşlara, eğitimde, iş alanlarında, yerleşim yerlerinde, kısacası
Türkiye’nin
her yerinde ayrımcılık
yapıldığını ortaya koymaları gerekir. Böyle bir şey, bugüne kadar
olamamıştır. Yok olan şeye var denilemez.
DÜNDAR: Ayrıcalık uygulanması halinde
sonuçları ne olur?
BAŞBUĞ: Etnik çatışma olur. Etnik
çatışma, farklı etnik gruplar arasında olur.Ülkede etnik
çatışma yaratmak isteyenler, bu amaçlarına ulaşabilmek için, toplumu etnik
farklılıklar açısından, derin bir şekilde bölünmüş bir topluma dönüştürmeye
çalışırlar. Bu durumda da etnik çatışma kaçınılmaz olur.
DÜNDAR: Türkiye son iki aydır, kanlı ve
karanlık bir süreç yaşıyor. Her güne yeni bir terör eyleminin haberi ile
uyanıyoruz. Tarifsiz üzüntüler ve acılar içindeyiz. Bu eylemleri gerçekleştiren
PKK terör örgütünün sizce amacı ve varmak istediği hedefler neler?
TÜRKLER
İLE KÜRTLER KARŞI KARŞIYA GETİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR
BAŞBUĞ: Bakın, bugüne kadar PKK
uyguladığı terör ve şiddetle Türkiye’de “terör sorunu”nu,
“Kürt sorunu/etnik soruna” dönüştüremedi. Türklerle, Kürtleri karşı karşıya getiremedi.
Şimdi, yapılmak istenilen budur.
DÜNDAR:
Türklerle, Kürtlerin karşı karşıya gelmesinden endişeli misiniz?
BAŞBUĞ: Evet. Bazı
kentlerimizdeki işyerlerinin Kürtlere ait diye yakılıp, yıkıldığına, bölgeye
giden otobüslere saldırıldığına, Kürt diye insanların dövüldüğüne şahit
oluyoruz. Bu yaşananlar, iş yerlerinde, yerleşim yerlerinde etnik kökenlere
bakarak ayrımcılık uygulamalarına dönüşürse, işte o zaman Türkiye’de “Kürt
sorunu/etnik sorun” var olduğunu bütün dünyaya göstermiş olursunuz. Böyle bir Türkiye’yi görmeyi arzu eden
ülke ve kişilerin olduğunu da unutmayalım. Böyle davranışlar, ülkeyi felakete sürükler.
TÜRKİYE’NİN
KÜRT SORUNU SARMALINA GİRMESİNİ İSTEYENLER VAR
DÜNDAR: Bundan sonrası ne olur?
BAŞBUĞ: Etnik
sorunun var olması halinde, farklı etnik grupların bir arada yaşaması zorlaşır. Buradan da
ortaya etnik çatışma çıkar. Baştan beri en korktuğumuz da budur. Bugüne kadar,
PKK’nın başaramadığını, aman bazıları bilinçsizce ve alet olarak yapma
gafletine düşmesinler. Sağduyu,
soğukkanlılık şart. Unutmayın, Türkiye’nin bir “Kürt sorunu/etnik
sorun” sarmalına girmesini isteyenler var. Onların amaçlarına hizmet
edilmemeli.
DÜNDAR:
Sorumlu ve yetkili makamdakilere bir şey söylemek ister misiniz?
BAŞBUĞ: Türkiye’nin
karşılaşabileceği en büyük tehlike, yürütmekte olduğu terörle mücadelenin
uluslararası zemine taşınması ve orada tartışma konusu haline getirilmesidir. Türkiye, bu konuda çok dikkatli olmak
ve ne olursa olsun bu şekildeki gelişmeleri engellemek zorundadır.
KİMSE TÜRK MİLLETİ’NİN GÜCÜNÜ
SINAMAYA KALKMASIN
DÜNDAR: PKK terör örgütüne,
destekleyenlere, yardım edenlere bir sözünüz olacak mı?
BAŞBUĞ: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve
Türk Milleti’nin gücünü sınamaya kalkmayın. Kaybeden siz olursunuz.
DÜNDAR: Topluma son bir mesajınız var mı?
BAŞBUĞ: Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve her
türlü zenginliğiyle bütün vatandaşlarını daha güzel geleceğe taşıyacak
olanaklara sahiptir. İhtiyaç
duyduğumuz tek şey, barış ve huzur ortamı içinde, yüzyıllardır olduğu gibi,
sırt sırta, omuz omuza yaşama arzumuzun korunup, devam ettirilmesidir.
DÜNDAR: Teşekkür ederim Sayın
Başbuğ.
BAŞBUĞ: Ben de hem size, hem de Sözcü’ye
teşekkür ederim.
NOT: Daha geniş bilgi arayan meraklılar
İlker Başbuğ’un, 2011 yılında çıkan
“Terör Örgütlerinin
Sonu” adlı
kitabına bakabilirler.
*****
Bilge diplomat, Emekli
Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Türkiye’yi sarsacak tespitler
Uğur Dündar’a konuşan Şükrü Elekdağ, “PKK’nın silaha
sarılmasının nedenlerinden biri,
çözüm süreci sırasında kazandığı psikolojik üstünlük duygusudur” dedi. (SÖZCÜ, 15.09.2015)
Şükrü Elekdağ, Erdoğan’ın “Buzdolabında” dediği çözüm
süreciyle ilgili “AKP Hükümeti, üç yıldır halkımızı çözüm süreciyle uyuturken
PKK da
hükümeti uyutmuş ve bu süreyi kentlerde örgütlenip silahlanmak ve
Güneydoğu’da halk üzerinde kontrol tesis etmek için kullanmıştır” dedi
Sevgili okurlarım,
Bölücü terör örgütü PKK, ülkemize ölüm yağdırıp, kan gölüne çeviriyor.
Peş peşe gelen şehit haberleri vatanını seven herkese derin acılar
yaşatıyor.
Güneydoğu’da
devlet idaresi çökmüş durumda. Belediyeler, PKK’nın onayı olmadan
iş yapmıyor. PKK ayrıca vergi topluyor, ihalelerden komisyon alıyor.
Bırakın büyük yatırımları, PKK izin vermediğinde neredeyse kimse
çivi bile çakamıyor. Hatta gümrük kapıları ve mahkemelerinin bile
olduğu öne sürülüyor. Devlet otoritesi ve egemenliğine meydan okumaya
kalkan terör örgütü, bazı il ve ilçelerimizde sözde özerklik ilan
ediyor.
Dün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
26. Genelkurmay Başkanı, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile yaptığım röportajın ardından
bugün de, tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, Emekli Büyükelçi
Şükrü Elekdağ’ı köşeme konuk ediyorum.
Zira bu kaotik
atmosferde çoğumuzun aklından geçirip de söyleyemediği bir şey
var:
“Acaba bölge Türkiye’den
fiilen kopuyor mu?”
İşte Sayın Elekdağ’la
yapacağım söyleşide çoğumuzun zihnine burgu gibi saplanan bu soruya
cevap arayacağım. Evet, Güneydoğu
kopuyor mu? Şayet öyleyse, nasıl önleriz?
Ortadoğu’daki
savaş, PKK ile mücadele
koşullarını temelden değiştirdi. PKK’nın şimdi kuzey Suriye’de
Rojova denilen ve ABD tarafından korunan bir hakimiyet alanına sahip
bulunması ve IŞİD’e karşı savaşta Washington’un müttefiki konumunda
olması, PKK’nın Ortadoğu’da bir siyasal aktör olarak yükselmesine
yol açtı. Ankara’da hâlâ “PKK silah bırakırsa, çözüm süreci başlar”
diyenler, PKK’nın bırakın silah bırakmayı, fiilen ordu kurma peşinde
olduğunu görmekten acizler.Bu durum, Türkiye’nin
PKK’ya karşı savaşta yeni, iç ve dış boyutları olan strateji ve önlemler
geliştirmesini zorunlu kılıyor.
Sayın Elekdağ ile yapacağım söyleşileri bu çok iddialı, çetrefil
ve geniş konuya hasredeceğim.
UĞUR DÜNDAR: Sayın
Elekdağ ilk sorum şu olacak: PKK, halen kuvvetlerinin çok büyük bir
kısmını Irak ve Suriye’ye kaydırmış bulunuyor. Bunlar ABD komutasında IŞİD’e karşı savaşıyorlar. PKK’nın
güç kapasitesini zorlayarak aynı zamanda bir de Türkiye ile yoğun
bir çatışmaya girmeyi göze alması akla ziyan bir durum değil mi? Bunu
nasıl izah ediyorsunuz?
PKK, AYAKLANMA ÇAĞRISIYLA HDP’Yİ İŞLEVSİZ
İLAN ETTİ
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Gerçekten de, HDP’nin %13 oyla TBMM’ye güçlü bir parti
olarak girmesinden ve “demokratik çözüm” hedefinin bugüne kadar
görülmedik şekilde gerçekleşme şansı kazanmasından sonra, PKK’nın
teröre kudurmuşçasına başvurmasının nedenini anlamak ilk bakışta
hayli zor görünüyor. Sorunuzu yanıtlamak için önce PKK’nın çatışmayı
nasıl başlattığına değineceğim.
KCK 11Temmuz’da
“askeri barajları” gerekçe göstererek ateşkesi bitirdiğini
ilân etti. 15 Temmuz’da ise KCK Eşbaşkanı Bese Hozad, Özgür Gündem Gazetesi’nde yayımladığı bir makaleyle
“Yeni sürecin, devrimci halk savaşı süreci olduğunu” açıkladı.
Bunun üzerine dağdan inen teröristler TIR’ları yakarak eylemleri
başlattılar ve bir astsubayımızı şehit düşürdüler. Arkadan, PKK,
Ceylanpınar’da iki genç polisimizi gece uyurken enselerinden vurarak
şehit etti. PKK Basın İrtibat
Merkezi yaptığı açıklamada, bunun “Suruç katliamına karşı bir misilleme
ve cezalandırma eylemi” olduğunu açıkladı. Türkiye bir devlet olmanın icaplarını
yerine getirerek bu saldırılara sert bir şekilde cevap verdi ve bu
suretle başlayan kanlı sürecin tırmanmasıyla bugünlere gelindi.
Burada önemli bir noktanın altını çizelim. Bese Hozat, yazısında, “Özgür Kürdistan’ı kurmanın bütün koşullarının oluştuğunu
vurguluyor ve bu amaçla T.C. Devleti’ne karşı topyekûn savaş ve ayaklanma
çağrısı yapıyor. Kandil, bu deklarasyonla %13 oyla TBMM’ye giren
HDP’nin işlevsizliğini ilân ediyor ve PKK’nın “halk savaşı” yoluyla,
silahla, meseleyi çözme kararını vurguluyor. Şimdi, Bese Hozad’ın topyekûn
ayaklanma çağrısının arka planına bakalım:
TIRMANAN PKK VAHŞETİNİN DÖRT ANA NEDENİ
Bu çağrıyı besleyen cüret, kibir ve meydan okuma,
dört ana nedenden kaynaklanıyor. Birincisi, PKK’nın IŞİD’e karşı ABD’nin komutasında
karagücü olarak savaşması nedeniyle Batı’da PKK/PYD’ye karşı uyanan sempatinin ve Batı basınında bu örgütlerin
aşırı boyutlarda övülmesinin, Kandil tarafından, ABD ve Batı’nın
yeni stratejik Kürt politikası olarak değerlendirilmesidir. Sağladığı bu psikolojik üstünlük
duygusuyla “fırsat, bu fırsat” diyen Kandil, başarılı olabileceği
gibi boş bir umuda kapılmış ve topyekûn savaş çağrısında bulunmuştur.
Ancak, Türk uçaklarının Kandil’e karşı peş peşe yoğun bombardımanlar
gerçekleştirmeleri ve ABD’nin “bu şekilde hareket Türkiye’nin
hakkıdır” yolundaki açıklaması ve bilahare, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marc Toner’in, “Türkiye IŞİD’e
karşı mücadelemizde beklediğimizin üstünde ve ötesinde katkılarda
bulundu” demesi
üzerine büyük bir stratejik hata yaptıklarını anlamışlardır.
DÜNDAR: Kandil, Öcalan’ın yıllar önce geçersiz
ilân ettiği “devrimci halk
savaşı”konseptini uygulamaya koydu. Bu tutum, Kandil’in “önderlik” diye tanımladığı Öcalan’ın devre dışı
bırakıldığı anlamına mı geliyor?
PKK SURİYE’DE DEVLETLEŞEBİLECEĞİ BİR YURDA SAHİP
OLDU
ELEKDAĞ: Öcalan, silahlı mücadeleye dayanan “devrimci halk savaşı” tezinin başarısızlığa uğraması
nedeniyle terk edildiğini ve yerini “demokratik ulus” evresinin aldığını 1999 yılında ilân etmişti. Bu yeni yaklaşım silahlı mücadele
içermiyordu. Eşit yurttaşlık temelinde ve ulusal sınırlar içinde
“demokratik özerkliğin” siyasi mücadele yoluyla gerçekleştirilmesini
öngörüyordu. Kandil şimdi, Öcalan’ın hem ana projesini, hem de kendisini
tasfiye mi ediyor? Zannetmiyorum… Esasen şimdiye kadar Kandil ekibi, Öcalan’ın “T.C. toprakları içinde Kürt siyasetinin
silahla hak aramayacağı, bunu demokratik, legal ve siyasi yollardan
yapacağı” yolundaki perspektifine fantezi olarak bakmıştır. Buna rağmen, Kandil buna açıktan
karşı çıkmamış, ancak siyasi ve askeri konularda -25 Mayıs 2007’de
Kongra-Gel’de kabul edilen KCK Sözleşmesi hedefleri doğrultusunda-
kendi kararlarını uygulamıştır. Bu bakımdan, Öcalan’ı bir süre
arka planda bırakıp, işlerine gelince tekrar ön plana çıkarabilirler. Öcalan’ın perspektifi, sorunu Türkiye ile birlikte ve Türkiye’nin
içinde çözmekti. Bu hususu yazdığı kitaplarda ve açıklamalarında
defalarca ortaya koymuştu. Kandil’in bu perspektifi açıkça ve hoyratça çöpe atması,
Kürt sorununa artık Türkiye değil “bölge” bağlamında baktığını
ortaya koyuyor. Topyekûn
savaş çağrısının dayandığı ikinci neden de bu hususu teyit ediyor.
Nitekim, Suriye’de oluşan siyasi şartlar, Rojova denilen bölgenin
Esad tarafından PKK/PYD’ye teslimine yol açmıştır. Esad bu şekilde
iki önemli avantaj sağladı. Birincisi; Kürtler, Suriye Hükümeti’ne
karşı ayaklanmanın bir parçası olmaktan çıktı. İkincisi de; Esad,
müttefiki İran’la birlikte Türkiye’ye karşı PKK kartını kullanma
imkânını elde etti. PKK/PYD’ye gelince,
kazançları ancak “müthiş” olarak değerlendirilebilir. Bunlardan
ilki, PKK’nın yeni bir jeopolitik konum elde etmiş olmasıdır. Örgüt,
Türkiye’de “teröristken”, Suriye’de devlet statüsüne kavuşma potansiyeli
olan bir “yurda” sahip olmuştur. İkincisi ise; PKK, Güneydoğu’da bağımsız
bir Kürt devleti kurma mücadelesinde, Türkiye’ye karşı geniş bir
cephe ve siyasi-stratejik-lojistik derinlik kazanmıştır. Bu gelişmelerden büyüklük kompleks
ve sarhoşluğuna kapılan PKK, Türkiye’ye karşı yeni bir güç denemesine
girme hevesine kapılmış ve silaha sarılmayı göze alabilmiştir. PKK’nın bu tutumunun üçüncü bir nedeni de, örgütün çözüm süreci
sırasında kazandığı alan hakimiyeti, çatışmaya hazırlık düzeyi
ve bundan kaynaklanan psikolojik üstünlük duygusudur.
DÜNDAR: Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK’nın,
çözüm müzakerelerinden silah ve mühimmat stoklamak için yararlandığını
itiraf etti.
ŞEHİT VERMEMİZİN NEDENİ HÜKÜMETİN İHMAL VE BASİRETSİZLİĞİDİR
ELEKDAĞ: Evet, AKP hükümeti, üç yıldır halkımızı çözüm süreciyle
oyalar ve uyuturken, PKK da hükümeti
uyutmuş ve bu süreyi kentlerde örgütlenip silahlanmak ve Güneydoğu’da
halk üzerinde tam kontrol tesis etmek için kullanmıştır. Saldırılarını etkinleştirmek
için KCK marifetiyle şehir yapılanmasını ileri bir noktaya getirmiş,
ülkeye 80 bin silah, 65 ton cephane ve patlayıcı sokmuş, yüzlerce
uyuyan bomba yerleştirmiştir. Hükümetin, bu
durumun oluşmasına neden olan affedilmez ihmal ve basiretsizliği,
bugüne kadar sayıları yüzü geçen asker ve polisimizin şehit olmasına
yol açmıştır. Bu çok ciddi sorumluluğun hesabı muhakkak sorulmalıdır.
Şimdi bahsedeceğim olay ise akla durgunluk verici bir nitelik taşıyor. Sözcü’nün Ankara Temsilcisi Saygı
Öztürk 10 Mayıs 2015’te yayımlanan makalesinde, Milli Güvenlik Kurulu
(MGK) toplantısında, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde akıl almaz
bir değişiklik yapılarak, PKK’nın adının belgedeki tehdit unsurları
arasından çıkarıldığını belirtiyordu. Bu denli gaflet ve dalaleti aklım kabul etmedi. “Olamaz!..”
dedim. Fakat, MGK bu haberi tekzip etmeyince gerçek olduğu anlaşıldı.
Ülkemizin savunması ve bekası ile ilgili yaşamsal önemde kararların
alındığı MGK’nın bu kadar önemli bir konuda, bu denli hatalı bir karar
vermesi doğrusu dehşet verici… Bu karar, MGK’nın sağlıklı bir akıl
ve muhakeme yeteneğine sahip olup olmadığı hususunda ciddi kuşkulara
yol açıyor.
DÜNDAR: Ülkemizin geleceği açısından
umut kırıcı bir tablo bu…
ELEKDAĞ: Maalesef öyle… Şimdi,
PKK’yı vahşete yönelten dördüncü nedene geliyorum. Görünürde
PKK, Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Avrupa’daki Kürtlerin bir koalisyonudur.
Karargâhı Tahran ve Şam’ın etki alanında bulunan PKK, Irak, Suriye
ve İran’dan silah ve lojistik destek almakta ve bu ülkelerin istihbarat
kuruluşlarıyla yakın bir işbirliği sürdürmektedir. Halen, İran’ın
örgüt üzerindeki nüfuzunun gayet güçlü olduğu yolunda değerlendirmeler
yapılmaktadır. Ayrıca, ABD tarafından IŞİD’e karşı savaşta “taktik müttefik” olarak tanımlanan PKK/PYD’nin Amerikan
makamlarıyla temasları vardır. Bu devletler arasında
Türkiye’ye karşı derin husumet duyanlardan Irak ve Suriye gibi,
kendisini Türkiye ile örtülü bir savaş içinde gören İran’ın
da PKK’nın, Türkiye’ye karşı silaha sarılmasından fayda
ummuş olması mümkündür.
YARIN (2. Bölüm, 16.09.2015) :
PKK TEHDİDİNİN
DEĞİŞEN PARAMETRELERİ
*****
Şükrü Elekdağ, tehdidin değişen parametrelerini açıklıyor
(2. gün, 16.09.2015)
Elekdağ, “PKK, kırsala dayalı savaş modelini değiştirip
şehirleri esas savaş alanı olarak belirledi. Kırsaldaki kadrolarıyla
bombalı eylemler yaparak çatışma ortamı yaratmayı hedeflerken, şehir
merkezlerinde halk ayaklanmasıyla kurtarılmış bölge yaratmaya yelteniyor”
dedi…
Sevgili okurlarım, bilge diplomat, Emekli Büyükelçi
Şükrü Elekdağ söyleşimizin dünkü ilk bölümünde sorularıma verdiği
cevaplarla Kürt meselesinin bölgesel ve uluslararası boyutlarını
da ortaya koymuş ve şu noktaların özellikle altını çizmişti:
1) PKK, fiilen ve resmen Türkiye’ye topyekûn savaş
ilân etmiş ve bunu vurucu kuvvetlerinin büyük kısmı Suriye’de IŞİD’e
karşı savaştığı bir sırada yaparak, güç kapasitesini aşırı derecede
zorladığı hesapsız bir hamlede bulunmuştur. 2) PKK bu yanlışı şu nedenle yapmış olabilir: a) Suri-ye’de
ABD’nin taktik müttefiki olması ve Batı medyasının aşırı övgüsünün
PKK’da büyüklük kompleksi yaratması. b) Kuzey Suriye’de özerk bir
bölge elde ederek buraya konumlanmış olmanın sağladığı stratejik
ve siyasi avantajların, kendisinde aşırı özgüven yaratması. c)
PKK’nın çözüm süreci sırasında militanlarını artırmasının, yeni
ve ağır silahlar tedarik etmesinin, alan hakimiyeti sağlamasının
ve şehirlerde çatışma gücüne ulaşmasının, terör örgütünde psikolojik
üstünlük duygusu yaratması. d) İran-Suriye-Irak üçgeninin etki alanındaki
PKK’nın bu devletler tarafından yönlendirilmesi…
Söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
* * *
UĞUR DÜNDAR: Sayın Elekdağ, bence analiziniz gayet sağlıklı.
Muhakkak ki bütün bu faktörler PKK’nın Türkiye’ye alçakça saldırmasında
belirli ölçülerde etkin olmuştur. Peki, PKK’nın bu canavarca saldırılarla
güttüğü amaç, varmak istediği hedef nedir? Sayın Orgeneral İlker
Başbuğ, amacın Türk-Kürt çatışması yaratmak ve bunu uluslararası
platforma taşımak olduğunu söyledi. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
ŞÜKRÜ
ELEKDAĞ: Sayın
Başbuğ’un görüşüne katılıyorum. Fakat bu, KCK tarafından uygulanmaya
konulan yeni stratejik konseptin bir parçasıdır. Bu konseptin esasını
bazı değişikliklere uğratılmış “devrimci halk
savaşı süreci” oluşturuyor. Bu süreç, Cizre örneğinde olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki
ilçelerde halk ayaklanmasıyla kurtarılmış bölge yaratmayı hedefliyor.
Yalnız halk savaşı sürecinin öngördüğü “kırsala dayalı savaş” modeli
değiştirilmiş, yerine, “kırsalda ve şehirde birbiriyle bağlantılı,
organize, dengeli çatışma modeli” ikame edilmiştir.Yeni
konsept, şehirleri esas savaş alanı olarak belirlemektedir. İşte bu yeni eylem stratejisiyle PKK, bir taraftan kırsaldaki
kadrolarıyla bombalı eylemler yaparak toplumda korku, bıkkınlık,
yılgınlık ve Türk-Kürt çatışma ortamı yaratmayı hedeflerken, diğer
taraftan da bünyesine kattığı Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi
(YDG-H) birlikleriyle şehir merkezlerinde halk ayaklanmasıyla kurtarılmış
bölge yaratmaya yelteniyor. Ancak, TSK’nin 24 Temmuz’da başlayan
Kandil ve kuzey Irak’taki PKK üs ve hedefleri vuran bugüne kadar görülmemiş
yoğunluktaki operasyonları ve arkasından emniyet kuvvetleriyle
yurt içinde sürdürdüğü mücadele, PKK’ya
çok ağır kayıplar verdirdi. Bu durumun, ABD ile fingirderken
gücünün hesabını yapmadan büyük hamlelere girişen KCK içinde çatlaklara
yol açması kaçınılmaz görünüyor. Türkiye mücadeleyi
ara vermeden bugüne kadarki kararlılıkla sürdürürse, PKK’nın bu
girişimi tamamen boşa çıkacak ve telafisi zor zayiata uğrayacaktır.
DÜNDAR: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dolmabahçe
Mutabaka-tı”nı reddetmesinin PKK’yı bu savaşa tahrik ettiği yolundaki
iddialar doğru mu?
ATEŞKESİ BOZAN TARAF PKK’DIR
ELEKDAĞ: Bence değil… Bakınız, çözüm süreci boyunca Kandil
sürekli şekilde hükümeti gereken demokratik adımları atmamakla
suçladı. Fakat ilginçtir, Kandil’in en
çok tepki gösterdiği husus Güneydoğu’da yeni kalekol ve barajların
yapımı oldu. PKK,
sınıra yakın bölgelerde kalekol ve baraj inşasını kendi manevra
alanını kısıtlayan önlemler olarak gördü ve Hükümeti yeni operasyonlara
hazırlık yapmakla eleştirdi. AKP Hükümeti ise PKK’nın bütün güçlerini
sınır dışına çekmesini ve silahlarını betona gömmesini istedi.
Oysa, PKK, Türkiye’deki vurucu gücünü azaltmak şöyle dursun, bilakis
takviye etti. Göstermelik olarak mevcutlarından % 15-20’sini sınır
dışına kaydırdıysa da, bunlar hasta ve sakat olanlardı. Bu güvensizlik ortamında Öcalan’la görüşmeler sürdürüldü.
Müzakereler sonucunda 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda bir
araya gelen hükümet ve HDP temsilcileri TV karşısında -kamuoyunun
ne olduğunu kesinlikle anlamadığı- 10 maddelik bir mutabakat metnini
açıkladılar. Bundan
sonra atılacak adım, PKK’nın kongre toplayarak Türkiye Cumhuriyeti’ne
karşı yürütülen silahlı mücadeleye son verdiğini bir deklarasyonla
açıklamasıydı. Ancak, aynı gün PKK elebaşılarından
Mustafa Karasu açıklama yaptı ve Dolmabahçe mutabakatının sorunu
çözüp çözmeyeceğinin belli olmadığını söyleyerek “silah bırakılacağı
yolundaki yaklaşımlar demagojidir, aldatmacadır ve sorunu çarpıtmadır”
dedi. Arkadan Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Mart’ta, Dolmabahçe mutabakatını
asla kabul etmediğini açıkladı. Bunu Bese Hozad’ın 5 Mayıs’ta,
“Kürt kimliği tanınmadan, bu temelde anayasa değiştirmeden ve Kürtlerin
statüsünü kabul etmeden böyle bir kongre asla toplanmaz” yolundaki
açıklaması izledi. Sonra da, Bese Hozad, 11 Temmuz’da, daha Türk askeri
ve polisi tek bir kurşun atmadan, ateşkese son verdiğini ilân etti.
Olayların kronolojisi böyle. Görüleceği üzere, “PKK’nın, Erdoğan’ın
tahrikiyle teröre başvurduğu” yolundaki iddiası gerçek görünmüyor.
DÜNDAR: PKK tehdidinin parametrelerinin
değiştiği yolundaki görüşleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK’NIN TEHDİT GÜCÜ CİDDİ BİÇİMDE ARTTI
ELEKDAĞ: PKK’nın tehdit kapasitesi ciddi biçimde
artmıştır. Bu artış şu unsurlardan kaynaklanıyor: Birincisi, PKK
jeopolitik alanda yeni bir statü elde etmiştir. PKK/PYD’nin kuzey Suriye’de
oluşturduğu Rojova denilen ikisi birleşik üç kantondan oluşan
özerk bölge, ABD’nin himayesinde çok geçmeden kuzey Irak’takine
benzer bir yönetime dönüşebilecek ve bu suretle büyük Kürdistan’ın
kurulmasında önemli bir adımı oluşturacaktır. Her halükârda Türkiye orta vadede güneyinde iki
bağımsız Kürt devletiyle yaşamaya kendini hazırlamalıdır. İkincisi,
PKK/PYD’nin ABD’nin IŞİD’e
karşı mücadelesinde kara gücü görevini üstlenmiş olması, PKK’ya
“ABD’nin taktik müttefiki” ünvanını kazandırmış ve örgüt bölgesel
bir güç olarak yükselmiştir. Bu durum PKK’nın meşruiyet kazanmasını
da gündeme getirmiştir. Rojova fiilen ABD’nin himayesindedir.
Washington, Türkiye’den, Rojova’ya ve PYD kuvvetlerine hiçbir şekilde
müdahale ve saldırıda bulunmayacağı hususunda garanti istemiştir.
Tabii Rojova’da bulunan ve IŞİD’e karşı mücadele eden PKK unsurları
da bu dokunulmazlıktan yararlanıyor. Üçüncüsü, PKK
egemenliğindeki Rojova’nın Türkiye ile 650-700 kilometrelik sınırı
vardır. Bu durum, PKK’nın Türkiye’ye karşı mücadelesinde geniş bir
cephe ve önemli bir stratejik derinlik sağlamaktadır.
DÜNDAR: Peki, Rojova’da kurulacak bir
federe veya bağımsız Kürt devleti, kuzeyindeki 80 milyonluk Türkiye’nin
gazabından korunmak için Türkiye ile dostça geçinmenin yollarını
aramaz mı?
PKK VE PYD’NİN ORTAK AMACI TÜRKİYE-SURİYE SINIRINI
KALDIRMAK
ELEKDAĞ: Bu olasılık dışı değil, fakat buna uygun zemin ve
şartların oluşması hayli zor görünüyor. Halen şöyle bir durumla karşı
karşıyayız: PYD’nin, Cezire-Kobani-Afrin kantonlarından oluşan Rojova
koridorunu sayıları az olan (tahminen 1,5 milyon) Suriye Kürtleriyle
kontrol etmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle PKK
ve PYD’nin ortak amacı, Türkiye-Suriye sınırını ortadan kaldırarak
PKK ve PYD bölgelerini birleştirmek olacaktır. Bunun anlamı, Suriye’deki
Kürt yapılanmasının, kuzeyindeki Türk topraklarına doğru genişleme
refleksi içinde olacağıdır. PKK’nın artan tehdit kapasitesini
detaylandırmaya devam ediyorum. Bu konuda dördüncü unsur, PKK’nın çarpıcı biçimde artan askeri imkân ve kabiliyetleridir.
Yabancı kaynaklara göre, PKK’nın Suriye’de PYD ile birlikte IŞİD’e
karşı savaşan iyi eğitilmiş bir tümene yakın (on bin kişi) militanı
mevcuttur. Bunlar, tank savaş silahları ve uçak ve helikopterlere
karşı kullanılan “stinger” tipi omuzdan atılan hava savunma füzeleriyle
donatılmış bulunuyor. Şehir
savaşlarında tecrübeli bu elemanlar henüz Türkiye’ye sokulmuş değil. PKK şu anda Türkiye’deki savaşı yerel milisler ve tecrübesiz
terörist kadrosuyla yürütüyor.
DÜNDAR: Kandil’in bu kuvvetlere Türkiye’ye
dönmeleri için çağrıda bulunduğu yolunda haberler var…
PKK KANDİL’DEN YÖNETİLEN BİR AHTAPOT GİBİ
ELEKDAĞ: Esasında Kandil’deki PKK elebaşıları şu sırada
tam bir ikilem içindeler. Eğer, Suriye’deki PKK güçlerinin büyük kısmı
Türkiye’ye çekilirse, Suriye’deki PKK kazanımları tehlikeye girecek
ve ABD’nin desteği kaybedilecek. Yok, eğer çekilmezse, bu sefer Türkiye’de
askeri, siyasi ve moral üstünlük ve alan hakimiyeti tamamen Türk
güvenlik güçlerinin eline geçecek. IŞİD’e karşı yürüttüğü
savaş aksayacağı için ABD’nin Suriye’deki PKK militanlarının
önemli bir bölümünün Türkiye’ye gitmesini istemeyeceğini düşünüyorum. Bu nedenle ateşkes için Kandil üzerine
baskı yapabilir. Geçici bir
ateşkes, Genelkurmay’ın açıklamalarına göre ağır zayiata uğratıldığı
anlaşılan PKK’nın ve seçimler dolayısıyla Ankara’nın da işine gelebilir. Zannediyorum, ufukta böyle bir olasılık var. Şimdi PKK’nın tehdit kapasitesi
bağlamında son bir nokta üzerinde duracağım. Karşımızda ahtapota
benzer bir yapı var. Bunun başını tüm siyasi ve stratejik talimatları
veren KCK Yürütme Konseyi oluşturuyor. Yürütme Konseyi’nin eş başkanları
Cemil Bayık ile Bese Hozad. Ahtapotun kollarını
Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD, İran’da PJAK ve Irak’ta PÇDK oluşturuyor.
Yani bu kollar Kandil’de tek bir elden yönetiliyor ve ihtiyaç halinde
bu dört kol Türkiye’ye karşı birlikte hareket ediyor. Örneğin Çukurca saldırısında
PJAK, PKK’nın yanındaydı. Keza, Amanos’ta askerlerimize saldıranlar
Suriye’de konuşlanmış PYD’lilerdi. Suriye’deki PYD, tüm emirleri
KCK Yürütme Konseyi’nden alıyor. Halen, PYD’nin ABD kontrolünde IŞİD’le
çatışması KCK’nın onayıyla oluyor. İzah ettiğimiz bu durum, ABD’nin PKK ile PYD’yi farklı görmesiningayet anlamsız olduğunu
ortaya koyuyor.
YARIN (17.09.2015) : ÇÖZÜM NEDİR?
*****
Emekli Büyükelçi
Elekdağ, PKK belasını defetmek için
neler yapılması gerektiğini, yani çözümü açıklıyor.
Sevgili okurlarım,
Bilge
diplomat Şükrü Elekdağ ile söyleşimizin
PKK tehdidinin değişen parametrelerini ele aldığımız dünkü bölümünde,
PKK/PYD’nin, Rojova’da Batı dünyası tarafından desteklenen yeni
bir Kürt özerk yapılanmasına, yeni askeri imkân ve kabiliyetlere
sahip olduğunun altını çizdik. Bu gün de “çözümü” konuşacağız.
(17.09.2015, SÖZCÜ)
UĞUR DÜNDAR: Sayın Elekdağ
terör tehdidindeki bu ağır durum, ülkemiz açısından PKK/Kürt sorununun
çözümünü kuşkusuz çok daha zor bir hale getiriyor. Sizce Türkiye
ne yapmalı?
TÜRKİYE’NİN DİBİNDE İKİNCİ KÜRT
DEVLETİ KURULUYOR
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: İlk belirtmek
istediğim husus, son iki yılda PKK/Kürt sorununu etkileyen parametrelerde
köklü değişiklikler meydana geldiğidir. Sorunun temelinde hiç
kuşkusuz Türkiye’nin kendi iç dinamikleri bulunmakla birlikte, dış
etkenler birden büyük boyutlar kazanarak çözüm seçeneklerini Türkiye’nin
irade ve etkisi dışında şekillendirme gücünü kazanmıştır. Ortadoğu
jeopolitiği baş döndürücü bir hızla yeniden dizayn ediliyor. Özellikle
Suriye Kürtlerinin, fiili özerklik gerçekleştirmeleri “Büyük Kürdistan”
projesini bir hayal olmaktan çıkarmış ve bölgede yaşayan Kürtler
açısından somut bir hedef niteliği kazanmasına yol açmıştır. Suriye
Kürtlerinin de Irak’ta olduğu gibi kendi özerk devletlerini kurmaları
sadece bir zaman meselesidir. Düşünün bir kere, Türkiye’nin
yanı başında, bağımsızlık yolunda, iki özerk Kürt devleti kurulunca,
Güneydoğu’da büyük kısmı HDP’ye oy vermiş olan Kürt vatandaşlarımızın
bundan daha azına razı olmaları mümkün müdür?Realist bir çözüm
önerisinin dikkate alacağı en önemli nokta budur…
DÜNDAR: Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK/PYD’nin kuzey Suriye’de
bir hakimiyet alanı oluşturmasına engel olmak istedi ama ABD buna
karşı çıktı…
ELEKDAĞ: Doğru… Şimdi çözüm açısından ikinci önemli noktaya
geliyorum. Ülkemizin en yakıcı sorunu olan terör ve Kürt sorunu iç
içe geçmiş olsa bile, sorunun halli için bu ikili arasında bir ayrım
yapmak zorunludur. Doğru tedavi için doğru teşhis gerekli. Bu bakımdan
ilk önce şu soruya yanıt aranmalı. Kürt sorunu mu PKK’nın doğmasına
sebep olmuştur, yoksa PKK mı Kürt sorununun ortaya çıkmasına neden
olmuştur? Bu sorunun gerçekçi yanıtı, PKK’nın Kürt sorununun
bir türevi olduğudur. Böyle olunca, realist bir çözüm önerisi,
PKK’nın sürdürdüğü bu savaşın toplumsal dayanaklarının ortadan
kaldırılmasını hedef almalıdır. Daha somut bir ifadeyle,
çözüm için, Kürt sorununun sosyal, siyasal, ekonomik,temel ve
kültürel haklar boyutlarının ele alınması ve bu alanlardaki
eksikliklerin telafisine odaklanılması zorunludur. Burada ölçüt,
“AB ülkelerinin çoğunluğu tarafından deneyim süzgecinden geçmiş
fiilen uygulanan standart ve normlardır.” Bu bağlamda kültürel
çoğulculuğun eşitlik ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde sağlanması
ve dağa çıkmayı önleyecek kapsamlı sosyo-ekonomik önlemlerin alınması,
çözümün en önemli halkalarını oluşturacaktır. Bu adımların
atılması, PKK ile mücadelede alınacak sonuçlardan tamamen bağımsız
olmalıdır. Zira, kültürel haklarını kullanabilen, kimliği
güvence altına alınan, eşit vatandaşlık hukukundan istifade eden,
refah makasının kapatılması yolundaki önlemlerden yararlanan
ve ulus devlet yapısını bozmayacak şekilde yerinden yönetim talepleri
karşılanan Kürt toplumunun, PKK’ya verdiği destek zayıflayacak ve
etki alanı daralacak olan örgüt, büyük bir olasılıkla zamanla tecrit
edilecek ve marjinalleşecektir.
DÜNDAR: Yerinden yönetim talepleri dediniz… Bununla herhalde
Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nı kastediyorsunuz. Ancak “Şart”,
PKK/HDP tarafından talep edilen “demokratik özerklik” kavramıyla
özdeşleştiriliyor ve kabule şayan görülmüyor.
DEMOKRATİK ÖZERKLİĞE KESİNLİKLE HAYIR,
GÜÇLÜ YEREL YÖNETİMLERE EVET
ELEKDAĞ: Avrupa Birliği,
halka en yakın idari yapı olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesini
ve özerkleştirilmesini gelişmiş bir demokrasinin temel taşı olarak
görüyor. Yerel Yönetimler Şartı’nın, “demokratik özerklik” ile hiçbir
benzerliği yok!.. “Demokratik özerklik”, esasında kuzey
Irak örneğinde olduğu gibi, yasama, yürütme ve yargı erklerine sahip,
ismi konmamış bir federe devlet statüsüdür. Bu statü,
“self-determinasyon” (kendi kaderini tayin edebilme) hakkına dayanmakta
olup, Anayasamızın öngördüğü değişmez ilkelere ve özellikle üniter
devlet yapısına aykırıdır. Buna mukabil, Avrupa Yerel Yönetimler
Şartı, katı merkeziyetçi yönetim anlayışından vazgeçerek yerel
yönetimlerin güçlendirilmesini öngörmektedir. Bakınız bu konuda
Türkiye’de ve Avrupa’da en yetkili kişilerden biri olan Profesör
Ruşen Keleş ne diyor: “Yerel yönetimleri halka en yakın kurullar
olarak geliştirmek ve daha özerk kılmak, sanayileşmiş batı ülkelerinin
ortaklaşa paylaştıkları ve titizlikle sahip çıkmaya çalıştıkları
demokratik ve çağdaş değerlerin başında yer alıyor. Batı, yerel
yönetim olgusunu, ‘ulus-devleti’ parçalamak için değil, bütünleştirmeyi
kolaylaştırmak için bir araç olarak kullanmaya önem veriyor. Bölge
yerel yönetimlerine, giderek daha büyük sempatiyle bakılmasının
ardında yatan başlıca neden de, bölüp parçalanmak değil, bütünleşmeyi
daha iyi gerçekle sağlamaktır.” Esasen “Şartı” kabul etmiş bulunuyoruz.
Bütün mesele, koyduğumuz bir düzüne rezervi kaldırmak ve uygulamak…
DÜNDAR: Yani AB ülkelerinin vatandaşlarına tanıdığı
tüm özgürlükler Türkiye’de de hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan
uygulanacak ve çağdaş bir demokrasi olacak. Amacımız esasen bu!..
Ama, HDP’nin anadil konusundaki talepleri ne olacak? Tabii bir de %
10 barajı var…
SEÇİMLERDE BARAJ YÜZDE 3’E İNDİRİLMELİ
ELEKDAĞ: AB özgürlükler hususunda
ne uyguluyorsa Türkiye de onu kısa bir zaman diliminde uygulamayı
taahhüt edecek ve bunu bir takvime bağlayacak… Hedef, AB standartları
uyarınca Türklerle Kürtleri aynı hukuku ve aynı hakları paylaşan
vatandaşlar haline getirmek… Anadil alanındaki taleplere
gelince… Avrupa Konseyi’nin hazırladığı “Avrupa Bölgesel
veya Azınlık Dilleri Şartı”, bölgesel ve azınlık dillerinin
öğretilmesi ve bu dillerde eğitim yapılması ile kamusal alanda kullanılmasını
öngörüyor. Fakat “Şart”, elimdeki bilgilere göre, sadece Danimarka
tarafından uygulanmış. Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve Avusturya,
“Şartı” imzalamış, fakat onaylamamış. İsveç, Türkiye, Yunanistan
ve Bulgaristan ise, “Şartı” imzalamamış bile. Bu durum, AB’ye üye
ülkelerde, anadilde yayın ve eğitim ile anadilin kamusal alanda kullanılması
konularında gayet farklı düzenlemeler olduğunu ortaya koyuyor.
Anadilde eğitim ve ana dilin kamusal alanlarda kullanımı hususunda
AB henüz yerleşmiş bir standart ve normdan hayli uzak… Bu durumda,
Türkiye açısından bir uyum mecburiyeti yok. Standart bir uygulama
ortaya çıkınca Türkiye bunu değerlendirir. Seçim barajına gelince,
AB ülkelerinin 9’unda baraj yok, geriye kalanlarda ise baraj % 2
ile % 5 arasında değişiyor. % 10 barajın adaletle bağdaştırılamayan
sonuçlara ve çok ciddi bir temsil sorununa yol açtığını biliyoruz.
Barajı % 3’e indirmeliyiz…
DÜNDAR: Güzel de, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda
bunlar atılması zor adımlar değil mi?
SOSYO KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN BARIŞ
İÇİNDE YAŞAYACAĞI SİYASİ SİSTEM GEREKLİ
ELEKDAĞ: Bu öneriler Türkiye’ye demokratik
bir toplum yapısı kazandırmayı öngörüyor. Ayni zamanda, PKK’nın
elinden “Kürt halkına hakları verilmiyor” iddiasını alarak uluslararası
alanda Türkiye’ye karşı yürütülen karalayıcı kampanyaya son verecek…
Ama gerçek amaç, katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi oluşturmak ve sosyo-kültürel
farklılıkların barış içinde bir arada yaşadığı bir siyasi sistem
yaratmak… Bu amaçla, belirtmiş olduğum dört alandaki adımlar, PKK ile
mücadelede alınacak sonuçlardan tamamen bağımsız olarak atılmalıdır.
Zira, kültürel haklarını kullanabilen, toplum gözünde kimliği güvence
altına alınan, eşit vatandaşlık hukukundan istifade eden, refah makasının
kapatılması yolundaki önlemlerden yararlanan ve ulus devlet yapısını
bozmayacak şekilde yerinden yönetim talepleri karşılanan Kürt
toplumunun, PKK’ya verdiği destek zayıflayacak ve etki alanı daralacak
olan terör örgütünün büyük bir olasılıkla zamanla tecrit edilmesi
ve marjinalleşmesi kolaylaşacaktır… Böyle bir ortamda yaşayan
Kürt kimlikli halkımız, sınır ötesindeki iki Kürt devletine bakınca,
oralarda imrenilecek bir şey göremeyecektir.
DÜNDAR: Bir de, bölgenin terörist üreten sosyo-ekonomik yapısını
değiştirmek gerekiyor…
TERÖRİST ÜRETEN SOSYO EKONOMİK YAPI
ORTADAN KALKMALI
ELEKDAĞ: Tamamen öyle,
gençlerin ovadan dağa çıkmasını engellemenin yolunun, ülkemizin
terörist üreten sosyo-ekonomik yapısının değiştirilmesinden geçtiği
gerçeğine, bugüne kadar gerekli önceliğin verildiği söylenemez. Gelecekten
umudunu yitirmiş, işsiz, parasız, eğitimsiz ve çevresi ile devlete
öfkeli olan bu bölgenin gençleri, her türlü etki ve provokasyona
açıktırlar ve bu halleri ile PKK’nın ağına düşmeye hazır terörist
adaylarıdır. Demek ki PKK sorununa çözüm bulmada kilit unsurlardan
biri, terörist üreten sosyo-ekonomik yapıyı değiştirmek oluyor. Bu
sorunun çözüm yolu, kamu girişimciliğine dayalı kapsamlı bir ekonomik
ve sosyal kalkınma programı çerçevesinde bölgede istihdam ve iştira
gücü yaratılmasından, eğitimle sağlık alanlarında hızlı bir seferberlik
başlatılmasından geçiyor. Bu da ancak, devlet yatırımlarıyla
kamu iktisadi teşebbüsleri kurmak ve bu şekilde istihdam ve gelir
yaratmakla olur… Devlet tarafından fabrikaların kurulması ile istihdamın
sağlanması, bölge halkınca devletin kendilerini sahiplendiği ve
koruyucu ve kollayıcı görevini üstlendiği şeklinde algılanacak,
bölgede yaşayan vatandaşın kendini vatandaş gibi hissetmesine
yol açacaktır.
DÜNDAR: Ne var ki, PKK, ekonomik ve sosyal alandaki projeleri
tahrip ediyor, bunları kendi varlığına tehdit olarak görüyor.
TERÖRLE
MÜCADELE SÜRMELİ, PKK MUTLAKA SİLAH BIRAKMALI
ELEKDAĞ: Bu da bizi terörle
mücadele stratejisine getiriyor. Sadece güvenlikçi önlemlere
odaklanan bir strateji ile PKK/Kürt sorununu çözmenin mümkün olamayacağı
Türkiye’nin 30 küsur yıllık deneyimi ile sabittir. Ancak, terör
sorunu varlığını sürdürdüğü müddetçe, hem bireyin hem de devletin
güvenliğinin sağlanması, devletin varlığından kaynaklanan bir sorumluluktur.
Bu bakımdan terörle mücadele en etkin biçimde sürdürülecektir.
Geçmişte yapılan büyük hatalardan
ders alınarak PKK ile mücadele stratejisi şu esaslara dayanmalıdır:
1) Silah bırakmadığı sürece PKK
veya Öcalan ile asla müzakere edilmemelidir. Elinde silah
olması nedeniyle PKK, Kürt siyasetini tekeline almış ve BDP ile ondan
önceki partileri sözcüsü gibi kullanmıştır. Örneğin,, BDP, PKK’nın
amaç ve hedeflerini, sanki oylarını aldığı etnik tabanın eğilim
ve talepleriymişçesine açıklamak zorunda kalmıştır. Eğer HDP ve lideri
Demirtaş sorunun değil de, çözümün bir parçası yapılmak isteniyorsa
-ki, bu hedeflenmelidir- PKK’nın baskısından muhakkak kurtarılmalıdırlar.
Bunun için de örgütün etkisiz hale getirilmesi zorunludur.
2) TBMM yegâne çözüm yeri olarak kabul
edilecektir.
3) Halkın muhatap alınması ve sivil
siyaset kanalıyla çözüm aranması için mekanizmalar oluşturulmalıdır.
4) PKK/PYD tehdidi öncelikli iç ve
dış tehdit olarak saptanmalı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne bu
niteliğiyle kaydedilmeli ve askeri güçle PKK’nın bölgedeki hakimiyetine
son verilerek vatandaşlarımızın PKK tutsaklığından kurtarılması
ve iradelerini serbestçe ortaya koyabilmeleri sağlamalıdır. Türkiye’nin varlığına
bütünlüğüne kasteden bu tehdidin üstüne milli seferberlik anlayışıyla
gidilmelidir.
5) Türkiye, elindeki kuvvetli ekonomik
ve siyasi kozları kullanarak Barzani’nin topraklarındaki PKK unsurlarını
defetmesini sağlamalı, bu baskılar sonuç vermezse uluslararası
hukuktan doğan müdahale hakkına başvurmaktan çekinmemelidir. Eskisinden
farklı bir durum mevcut. Artık, PKK elebaşıları ve militanlarının,
Suriye gibi, gidecek bir yerleri var. Bu bakımdan, Türkiye, bu yoldaki
baskı ve eylemlerinden daha kolay sonuç alabilir.
6) Genelkurmay eski Başkanı Işık
Koşaner’in basına sızan konuşma kayıtlarındaki çarpıcı ve sarsıcı
açıklamalar TSK’nin özellikle Güneydoğu’da tamamen profesyonel
yapıya geçmesinin zorunlu olduğunu gösteriyor. Keza,
TSK’nin, sıklet merkezinin doğuya doğru kaydırılması, niceliksel
olarak küçültülme ve niteliksel olarak yükseltilme yoluyla daha
etkin ve çağdaş bir yapıya kavuşturulmasının gereği her zamankinden
daha bariz bir şekilde ortaya çıkıyor.
7) Türkiye’nin teröristlerin güven
duygusunu ortadan kaldıracak, yüreklerine korku salacak ve onları
teslim olmaya zorlayacak, tereyağdan kıl çeker gibi hava/kara operasyonları
yapan uçar birliklere ihtiyacı var. Bunlar, terörist elebaşılarını
baskınla inlerinden kaçırmalı ve adalete teslim etmelidir. İsrail
4200 km. uzaklıktaki Entebbe’ye baskın yapabiliyorsa, TSK’nin yanı
başımızdaki PKK üslerine böyle bir operasyon yapamaması kabul
edilebilir mi? /
BİTTİ (17.09.2015, SÖZCÜ)
*****
İlker
Başbuğ ile Uğur Dündar'ın
PKK
Söyleşisi
Sevgili okurlarım,
Bölücü
terör örgütü PKK, ölüm yağdırıp, ülkemizi kan gölüne çeviriyor. Peş peşe gelen
şehit haberleri vatanını seven herkese derin acılar yaşatıyor. ABD ve Avrupa
basını, Güneydoğu Anadolu’da yaşananları iç savaşla boğuşan Irak ve Suriye’ye
benzetiyor.
Bugünden itibaren köşemde “terörü” tüm yönleriyle ele alan bir dizi röportaj
yayınlıyorum.
Zira terörün tırmanışa geçmesinin nedenleriyle hedefini irdelemenin, tarihi bir
sorumluluk ve kaçınılmaz yurttaşlık görevi olduğuna inanıyorum. Röportajlarda
zihinlere takılan tüm sorulara cevap aramaya çalışacağım.
İlk konuğum Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ.
Yarından itibaren de yaşadığımız coğrafyadaki gelişmelerle ilgili tüm
öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, Emekli Büyükelçi Şükrü
Elekdağ konuğum olacak.
Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’a
sorularım ve aldığım cevaplar şöyle:
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/ugur-dundar/turk-kurt-catismasi-yaratip-uluslararasi-platforma-tasimak-isteyenler-var-934419/, 14 Eylül 2015, SÖZCÜ
***
UĞUR DÜNDAR:
Sayın Başbuğ, siz Türkiye’de “Kürt sorunu” olmadığını söylüyorsunuz. Neden?
TÜRKİYE’DE KÜRT
SORUNUYOK; TERÖR SORUNU VAR
İLKER
BAŞBUĞ: Evet öyle
söylüyorum. Türkiye’de “etnik sorun” diğer bir deyişle
“Kürt sorunu” yoktur. Ancak, bazıları hep “Kürt sorunu”
(etnik sorun) olduğunu öne sürdüler. Buna itiraz ederek sorun “Kürt Sorunu”
değil, terör sorunudur, dedik.
DÜNDAR: “Kürt sorunu” olmadığını neye
dayanarak söylüyorsunuz?
BAŞBUĞ: Şuna dayanarak söylüyorum: Türkiye,
nüfus yapısı açısından homojen bir durumda değildir. Türkiye’de etnik kökenleri
farklı insanların var olduğu bir gerçektir. Etnik farklılıklar kendi başına bir önem
ifade etmez. Önemli olan etnik farklılıkların, ayrımcılığa
yol açmamasıdır.
DÜNDAR: Ayrımcılık derken neyi
kastediyorsunuz?
BAŞBUĞ: Sosyolojik anlamda ve bilimsel açıdan,
Türkiye’de “Kürt sorunu” varsa, bu iddiada bulunanların, günlük hayat
gerçekleri içerisinde, kendisini “Kürt” olarak tanımlayan
vatandaşlara, eğitimde, iş alanlarında, yerleşim yerlerinde, kısacası
Türkiye’nin
her yerinde ayrımcılık
yapıldığını ortaya koymaları gerekir. Böyle bir şey, bugüne kadar olamamıştır.
Yok olan şeye var denilemez.
DÜNDAR: Ayrıcalık uygulanması halinde
sonuçları ne olur?
BAŞBUĞ: Etnik çatışma olur. Etnik
çatışma, farklı etnik gruplar arasında olur.Ülkede etnik
çatışma yaratmak isteyenler, bu amaçlarına ulaşabilmek için, toplumu etnik
farklılıklar açısından, derin bir şekilde bölünmüş bir topluma dönüştürmeye
çalışırlar. Bu durumda da etnik çatışma kaçınılmaz olur.
DÜNDAR: Türkiye son iki aydır, kanlı ve
karanlık bir süreç yaşıyor. Her güne yeni bir terör eyleminin haberi ile
uyanıyoruz. Tarifsiz üzüntüler ve acılar içindeyiz. Bu eylemleri gerçekleştiren
PKK terör örgütünün sizce amacı ve varmak istediği hedefler neler?
TÜRKLER
İLE KÜRTLER KARŞI KARŞIYA GETİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR
BAŞBUĞ: Bakın, bugüne kadar PKK
uyguladığı terör ve şiddetle Türkiye’de “terör sorunu”nu,
“Kürt sorunu/etnik soruna” dönüştüremedi. Türklerle, Kürtleri karşı karşıya getiremedi.
Şimdi, yapılmak istenilen budur.
DÜNDAR:
Türklerle, Kürtlerin karşı karşıya gelmesinden endişeli misiniz?
BAŞBUĞ: Evet. Bazı
kentlerimizdeki işyerlerinin Kürtlere ait diye yakılıp, yıkıldığına, bölgeye
giden otobüslere saldırıldığına, Kürt diye insanların dövüldüğüne şahit
oluyoruz. Bu yaşananlar, iş yerlerinde, yerleşim yerlerinde etnik kökenlere
bakarak ayrımcılık uygulamalarına dönüşürse, işte o zaman Türkiye’de “Kürt
sorunu/etnik sorun” var olduğunu bütün dünyaya göstermiş olursunuz. Böyle bir Türkiye’yi görmeyi arzu eden
ülke ve kişilerin olduğunu da unutmayalım. Böyle davranışlar, ülkeyi felakete sürükler.
TÜRKİYE’NİN
KÜRT SORUNU SARMALINA GİRMESİNİ İSTEYENLER VAR
DÜNDAR: Bundan sonrası ne olur?
BAŞBUĞ: Etnik
sorunun var olması halinde, farklı etnik grupların bir arada yaşaması zorlaşır. Buradan da
ortaya etnik çatışma çıkar. Baştan beri en korktuğumuz da budur. Bugüne kadar,
PKK’nın başaramadığını, aman bazıları bilinçsizce ve alet olarak yapma
gafletine düşmesinler. Sağduyu,
soğukkanlılık şart. Unutmayın, Türkiye’nin bir “Kürt sorunu/etnik
sorun” sarmalına girmesini isteyenler var. Onların amaçlarına hizmet
edilmemeli.
DÜNDAR:
Sorumlu ve yetkili makamdakilere bir şey söylemek ister misiniz?
BAŞBUĞ: Türkiye’nin
karşılaşabileceği en büyük tehlike, yürütmekte olduğu terörle mücadelenin
uluslararası zemine taşınması ve orada tartışma konusu haline getirilmesidir. Türkiye, bu konuda çok dikkatli olmak
ve ne olursa olsun bu şekildeki gelişmeleri engellemek zorundadır.
KİMSE TÜRK MİLLETİ’NİN GÜCÜNÜ
SINAMAYA KALKMASIN
DÜNDAR: PKK terör örgütüne,
destekleyenlere, yardım edenlere bir sözünüz olacak mı?
BAŞBUĞ: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve
Türk Milleti’nin gücünü sınamaya kalkmayın. Kaybeden siz olursunuz.
DÜNDAR: Topluma son bir mesajınız var mı?
BAŞBUĞ: Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve her
türlü zenginliğiyle bütün vatandaşlarını daha güzel geleceğe taşıyacak
olanaklara sahiptir. İhtiyaç
duyduğumuz tek şey, barış ve huzur ortamı içinde, yüzyıllardır olduğu gibi,
sırt sırta, omuz omuza yaşama arzumuzun korunup, devam ettirilmesidir.
DÜNDAR: Teşekkür ederim Sayın
Başbuğ.
BAŞBUĞ: Ben de hem size, hem de Sözcü’ye
teşekkür ederim.
NOT: Daha geniş bilgi arayan meraklılar
İlker Başbuğ’un, 2011 yılında çıkan
“Terör Örgütlerinin
Sonu” adlı
kitabına bakabilirler.
*****