ÜMİT ÖZDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜMİT ÖZDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2016 Cuma

Yunan "Dostluğu"

 

Yunan "Dostluğu"

Yazar: ÜMİT ÖZDAĞ
 
 
Görünürdeki bu resmin arkasında ise çok farklı görüntü var. Arslan Bulut kardeşimizin Yeni Çağ gazetesinde yazmaya başladığı Karadeniz'deki Pontusçuluk faaliyetleri ile ilgili yazı dizisinin de ortaya koyduğu gibi Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik yıkıcı ve bölücü faaliyetleri bir an için durmamış devam ediyor. Yunan devleti Pontus bölücülüğü ve sözde Pontus soykırımı projesinin arkasında etkin bir destek oluşturmaya devam ediyor. Yunan istihbarat servisinin doğrudan veya dolaylı uzantıları Karadeniz bölgesinde yoğun bir çalışma içindeler. Bölgeden insanlarımız kandırılarak Yunanistan'a değişik eğitim sektörlerine götürülüp Türkiye karşıtı ajanlar olarak yetiştiriliyorlar. Bölgedeki bu gelişmelerin hemen herkes farkında. Ancak hala etkin bir karşı mücadelenin olduğunu ne yazık ki söylemek mümkün değil. Herşey göz göre göre gelişiyor. Devlet kendisini korumaktan aciz bir tavır sergiliyor.
Bu konuyu bir başka yazıda ele almak üzere bugün Türk-Yunan ilişkilerinde bir başka bakış açısından bakmak istiyorum. Bir süre önce Aydın ilimizin Baltacı Köyünde iki Yunan askeri istihbarat subayı askeri muhimmat depolarının fotoğraflarını çekerken yakalanmışlardır. Emekli bir subay ve yetkin bir yazar olan Hüseyin Mümtaz, kitapları ve özellikle internette yaptığı milli duruşu temsil eden yorumları ile tanınıyor. Hüseyin Mümtaz 23 Mayıs 2005'de internette yayınlanan "Diğer Yanağınızı da Yunanlılar Öpüyor" başlıklı yazısında bir Yunan kanalı olan "Extra 3" e dayanarak yaptığı yorumda, bu iki istihbaratçının yakalanmasından sonra Yunanistan Dış İşleri Bakanı Petros Moliviatis ile Abdullah Gül arasında yapılan görüşmeden sonra tarafların "olayı büyütmeme" kararı aldıklarını açıkladı.
 
Adları Evangelos Polisos ve Konstandinos Tombuloğlu olan iki Yunanlı subayın üzerlerinde ve otellerindeki odalarda Türk polisi tarafından (belki de Türk askeri istihbaratı veya MİT bölge yetkilileri tarafından)yapılan araştırmalarda iki fotoğraf makinası, beş cep telefonu, bir dürbün, ses kayıt cihazları, ayrıca uydu bağlantılı telefonlar, sahte kimlik ve pasaportlar ele geçiriliyor.
 
Her iki casusu kimin sorguya çektiği belli değil. Ancak, Yunanli casuslar bu tür olaylarda hiç alışık olmadık bir şekilde mahkemeye çıkartılıyorlar. Mahkeme, " mümkün olmaması gereken bir şekilde" iki casusu da " Tutuksuz yargılanmak " üzere serbest bırakıyor. Türk Genelkurmay Başkanlığı'nın yani konunun asli tarafının ne dediği, nasıl bir tavır aldığı belli değil.
 
En iyimser yorum ile ne olmuş olabilir? Yunanistan'da da ayni günlerde bir Türk istihbarat timi Yunan istihbaratı tarafından yakalanmıştır. İki tarafta aldıkları bir karar ile karşılıklı olarak konuyu kapatma kararı vermişlerdir. Bu mümkün mü? Evet, mümkün ancak bu durumda Yunan kaynakları Yunanistan'da yakalanan Türk istihbaratçıları ile ilgili bilgiyi Yunan basınına muhakkak sızdırırdı. Bu olmadığına göre böyle bir ihtimal söz konusu değil.
 
Peki, bundan sonra yakalanan casusları " Tutuksuz yargılamak" üzere serbest mi bırakacağız? Bu konunun TBMM'de soru önergesi haline getirilmesi ve AKP Hükümetinin TBMM'ne ve Türk milletine açıklama yapmaları gerekiyor. Kendimizi sahte dostluk masalarına kaptırmayalım. Başbakan dostluk masallarına kanabilir. Türkiye'nin ise böyle bir lüksü yok.
 
 
..
 
 

TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ

 
 

Türk-Yunan İlişkileri

Yazar: ÜMİT ÖZDAĞ
28 EKİM 2003 SALI
 
Bu vesile ile Türk-Yunan ilişkilerini tekrar yakından inceleme ve Atina'daki tavrı gözlemleme imkanına kavuştum.Bu yazımda Türkiye ile Atina arasındaki sorunların niteliği üzerinde değil de Ankara ile Atina arasındaki sorunların çözümünde kullanılabilecek yöntemler üzerinde durmak istiyorum. İki ülke aralarındaki sorunların çözümü için üç değişik yaklaşımı benimseyebilirler.
Bunlardan birincisi "adım adım çözüm" yaklaşımı şeklinde adlandırabileceğimiz yaklaşım. Bu yaklaşımı benimser ise iki ülke en basit sorunlardan başlayarak zor sorunların çözümüne doğru gidilebilir. Çünkü basit sorunların çözümü iki ülke arasında bir güven ortamı yaratabilir ve bu güven ortamı da iki ülke arasındaki ilişkilerin çözümünü kolaylaştırabilir. Ancak adım adım çözüm yaklaşımının kesinlikle iki ülke arasındaki sorunları çözeceği güvencesini vermek mümkün değildir.
İkinci yaklaşım ise "Bu benim sorunum değil, Avrupa Birliği ile çöz" yaklaşımıdır. Esasen, 1999'dan bu yana Atina'nın bütün yumuşama yaklaşımı arkasında benimsediği yaklaşım budur. Atina, 1999'da Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin AB tam üyeliği adaylığına karşı çıkmamış ancak diğer ülkelere uygulanan Kopenhag Kriterleri dışında Türkiye'ye iki ek şart uygulanması gerektiği hususunu AB'ye kabul ettirmiştir.
 
Bunlar, Ege ve Kıbrıs sorunlarıdır.
 
 
Böylece, Yunanistan, AB'nin arkasına sığınarak Türkiye ile sorunlarını halletme yolunu tercih etmiştir. Ancak, unutulmaması gereken nokta şudur ki, Fransa ve Almanya Türkiye'nin AB tam üyeliği konusunda Türk-Yunan ilişkilerindeki sıkıntılardan istifade etmektedirler. Türkiye, Yunanistan'a Kıbrıs'ta Annan Planını kabul edip Ege'de de Yunan çözümünü kabul ederek istediklerini verse bile, Paris ve Berlin yeni engellerle Türkiye'nin tam üyeliğinin önünde engel olacaklardır.
Bu durumda Türkiye'de Kıbrıs ve Ege'de taviz veren siyasi parti siyasetten silinirken, Türkiye'de göreve gelecek her hükümet halkında baskısı ile AB'den ve Yunanistan'dan intikam almak üzerine bir politika izleyecektir. Zincirdeki en zayıf halka Yunanistan olduğu ve tavizler Yunanistan'a verildiği için intikamda öncelikle Yunanistan'dan alınacaktır. Akla ilk gelen Ayasofya müzesinin tekrar cami yapılması ve Fener Rum Patrikhanesinin kapatılmasıdır. Bundan dolayı Yunanistan'ın bugün benimsemiş olduğu ve kısa vadede verimli gibi görünen bu yol yanlıştır ve Yunanistan'ı çok üzen sonuçlar ortaya çıkarabilir.
 
Üçüncü yaklaşım ise " Zihinleri dönüştürmek " şeklinde adlandırılabilir. Türk ve Yunan milletleri tarihin ilişkilerin bugününe yüklediği yüklerden kurtulmak ve jeopolitiği tekrar yorumlamak yoluna gidebilirler. Yunan devleti Osmanlı-Türk imparatorluğundan bağımsızlığını kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise Yunanistan ile bir savaştan sonra kurulmuştur. İki milletinde ilişkilerinin geleceği için tarihin esiri olmadan geleceği kurmaya yönelmesi için tarihi unutmadan tekrar üretmeme yoluna gitmeleri sağlıklı olacaktır.
 
Ancak iki ülke ilişkilerinde yük sadece tarih değildir. Yunanistan, kendisinden yedi kat daha kalabalık ve büyük olan Türkiye'den büyük ölçüde korkmaktadır. Bu korku Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı saldırgan bir politikaya itmektedir. Bu saldırgan politikanın sonuçları ASALA'ya verilen destektir, PKK'ya verilen destektir ve şimdilerde Karadeniz bölgemizde yapılan Pontus çalışmaları hep saldırgan Yunan politikasının sonuçlarıdır. Ancak, Yunanistan'ın anlaması gereken Türkiye'nin kendisi için tehdit olmadığı ve bu tür Yunan saldırgan politikalarının Türkiye'yi Yunanistan için bir tehdit haline getirdiğidir.
AB içine girmiş olan Yunanistan Türkiye ile ilgili geliştirmiş olduğu tehdit algılamasını değiştirip Türkiye'yi iş yapılacak bir komşu olarak görmediği sürece Türk-Yunan sorunlarının köklü bir şekilde çözülmesi mümkün değildir.
 
 

Öcalan İle Gerçekten Bir Protokol İmzalandı Mı?



Öcalan İle Gerçekten Bir Protokol İmzalandı Mı?


Yazar: ÜMİT ÖZDAĞ

19 Kasım 2010 tarihli Habertürk gazetesinde Fatih Altaylı Öcalan ile bir protokol imzalandığına dair haberleri araştırdıklarını ve Öcalan'ın avukatlarından birisinin kendilerine "evet" dediğini ve "adını protokol olarak koymak doğru mu ya da yazılı bir protokolden söz edebilir miyiz emin değilim" diye eklediğini kaydetmektedir.Altaylı'nın ifadeleri ile yazılı veya yazısız protokolün maddeleri aşağıdaki gibi:
"1. Asker operasyon yapmayacak. PKK çatışma şartları oluşturmayacak, çatışmaya girmeyecek.
2. Yeni Anayasa'da Kürtlerin vatandaşlık hakları yeniden kapsayıcı bir dille tanımlanacak. Dil ve kültürel haklar anayasal güvence altına alınacak.
3. Kürt sorununun çözümü için PKK-KCK ile dolaylı da olsa görüşmeler yapılacak. Silahların tasfiyesi için ortak bir görüş oluşturulacak.
4. PKK'nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu'da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleri araştıracak bir "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" kurulacak. PKK bu komisyonun istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek.
5. Öcalan'ın cezaevi koşulları seçim sürecine kadar iyileştirilecek. (Gazete, dergi, televizyon gibi mahkûm haklarından yararlanmak ve diyalog sürecinde örgüte hâkim olabilmek için PKK ve DTP'den çözüm sürecinde yer alacak isimlerle denetimli olarak iletişim kurmasına izin verilmesi.) Seçimin ardından silahsızlanma aşamasına geçildiğinde Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılarak ev hapsine alınmasına imkân sağlamak için kamuoyu oluşturulacak.
6. KCK operasyonlarında tutuklanan belediye başkanları ve BDP'liler, mahkeme tarafından duruşmalar sırasında tahliye edilecek. Genel af, seçim sonrasında değerlendirilecek. Seçim barajı düşürülerek özellikle Güneydoğu'da oyların Meclis'e daha fazla yansımasının önü açılacak."[1]
Şimdi yukarıdaki iddiaları teker teker sorgulayalım.
1) Jandarma Genel Komutanlığı bir süre önce Güneydoğu Anadolu'daki bütün birliklerinin arama-tarama faaliyetlerini durdurarak "sadece nokta operasyonu yapın" emri verdi mi?
2) 22 Aralık 2010'da Talabani Çırağan Sarayında Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Sırrı Sakık'a "Türk Hükümeti beş sene içinde Kürtçe eğitime başlayacak, öğretmenleri biz Kuzey Irak'ta eğitiyoruz. Ancak daha önce Kürtçe seçmeli ders olacak" dedi.[2] Bunu A. Gül'ün 30-31 Aralık 2010'da Diyarbakır ziyareti sırasında işadamları ile yaptığı görüşmelerde "anadil haktır, bu hak tanınacak" şeklindeki Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası başkanının açıklaması izledi.[3] Şimdiden bu çalışmaların başladığı ve ilerlediğine göre protokolün ikinci maddesinin de uygulamada olduğunu söyleyebilir miyiz?
3) Öcalan ile görüşüldüğüne göre PKK-KCK ile dolaylı görüşmeler yapılmasının çok akla uzak gelen bir ihtimal olmadığını söyleyebilir miyiz? 16 Ocak 2011 tarihli Taraf gazetesi Öcalan ile üç MİT mensubu arasında görüşmelerin devam ettiğini kaydetti. AKP Hükümeti bu görüşmelerde "ateşkesin" 12 Haziran seçimlerine kadar sürmesini ısrarla talep etmiştir.
4) Diyarbakır'da devam eden ve 1990'lı yıllarda Cizre'yi PKK'nın elinden alan eski Kayseri jandarma Alay Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz ile ilgili faili meçhuller davası aslında "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" sürecinin bir parçası olarak yorumlanabilir mi? AKP Hükümeti zaten Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nun kurulacağını MİT aracılığı ile Öcalan'a bildirmiştir.[4]
5)Son günlerde Öcalan'ın okuduğu günlük gazete sayısı artırılmamış mıdır? Üstelik yine son günlerde Öcalan'ın beş kanalı izleyebildiği bir televizyon kanalı tarafından yayınlanmamış mıdır? Adalet Bakanlığı'ndan bu açıklamalar ile ilgili cılız bir yalanlama gelmemiş midir? Öcalan, MİT ile görüşmede televizyon istemiştir. Demek ki, henüz televizyon tahsis edilmemiştir. Öcalan ayrıca ev hapsine geçmek istediğini açıklamıştır.[5]
6)KCK davasının ilerlemesini sanıkların Kürtçe konuşmakta ısrar etmesi engelliyor. Muhtemelen davanın ilerleyen aşamalarında bu da gerçekleşecek diyebilir miyiz? AKP Hükümeti Öcalan'a seçimlerden sonra genel af çıkacağı müjdesini vermiştir.[6]
Özetle, 12 Haziran 2011 tarihi bir dönem noktası olacak. 12 Haziran'da Öcalan'ın serbest kalması, PKK'ya genel af, Güneydoğu Anadolu'da bir özerk Kürdistan süreçlerinin önü de attığınız oylarla açılabilir. Türkiye ilginç bir noktaya doğru hızla sürükleniyor.
 

--------------------------------------------------------------------------------

[1]Habertürk, 19 Kasım 2010, Fatih Altaylı, "Terörü bitirmek için protokol imzalandı mı?"
 
[2]Taraf, 24 Aralık 2010.
 
[3]Taraf, 7 Ocak 2011.
 
[4]Taraf, 16 Ocak 2011.
 
[5]Taraf, 16 Ocak 2011.
 
[6]Taraf, 16 Ocak 2011.
 
 

Ordu Astsubayların Omuzlarında Yürür




 

Ordu Astsubayların Omuzlarında Yürür

 
 
Yazar:
ÜMİT ÖZDAĞ
 
GÜNE ÖZEL ;
(  17 Ekim Dünya Assubaylar Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya subaylar günü olduğunu veya dünya general günü olduğunu duymadım.
Sadece bu günün varlığı dahi assubayların bütün dünyada görev yaptıkları ordularda istedikleri veya olmaları gereken noktada olmadığını göstermektedir.
Bundan dolayı assubaylar bütün dünya orduları assubaylarının bir dayanışması anlamına gelen Dünya Assubaylar Günü’nü orgazine etmişlerdir.
Üstelik bu doğrultuda ilk çalışmayı bir Türk assubayı olan Yüksek Binici başlatmıştır. Ve tarih olarak 17 Ekim’in seçilmesinin nedeni de 17 Ekim 1984’de Türkiye Emekli Assubaylar Derneği’nin kurulmuş olmasıdır. TSK’nın son dönemde yaşadığı önemli sorunlardan birisi de assubayların sorunlarıdır.
Bu sorun o kadar büyümüştür ki, artık ordu içinde bir gerilim, hatta astsubay-subay sert bir ifade ile  “düşmanlığına”  dönüşmüştür.
Genelkurmay Başkanlığı geçte olsa bu konuda önemli adımlar atmıştır. Ancak bundan sonrası (Ekim 2013 itibarı ile) hükümetin elindedir ve hükümet bu sorunu aşmak konusunda siyasi nedenlerle aceleci davranmamaktadır. Geçtiğimiz yıllarda yayınladığım bu yazıyı bu vesile ile tekrar yayınlıyor ve Assubayların gününü kutluyorum.
Kaynak: Dünya Assubaylar Günü ve Assubaylar
Ümit ÖZDAĞ   )
 
     En son söyleyeceğim şeyi başta söyleyerek başlamak istiyorum. Napoleon, "Ordular midelerinin üzerinde yürür" demiş. Herhalde bir başka şey söylese idi o da "Ordular astsubayların omuzunda yürür" olurdu. Bir ordunun astsubaysız çalışması, yürümesi ve savaşması çok mümkün değildir.Buna rağmen tarih astsubayların ordular içinde üstlendikleri önemli rolü ne yazık ki görmemezlikten gelir. Uçakları havalanmaya, tankları yürümeye, gemileri yüzmeye astsubaylar hazırlar. Astsubaylar teknik sınıfı oluştururlar. Astsubay sayısı subay sayısının dört katıdır. Generaller ve kurmay subaylar karargahta stratejik savaş planlarını ve operasyonel planlamaları yaparlar. Üst subaylar olan albay, yarbay ve binbaşılar operasyonel planları sahaya uygularlar. Yüzbaşı, üsteğmen ve teğmen ile astsubaylar, operasyonel planları taktik planlarla hayatta geçirirler.
Astsubaylar, subayla erat arasındaki tamamlayıcı unsurdur. Çoğu zaman iletişim astsubay üzerinden kurulur. Türkiye'nin binlerce değişik yerleşim yerinden gelen yüz binlerce Mehmetçik aynı zamanda yüz binlerce farklı karakter, yüz binlerce farklı sorundur. Bu sorunları göğüsleyen, biraz ağabey, biraz psikolojik, biraz komutan olarak ordu ile ilk geldiğinde sivil olan Mehmet arasında tampon olan, Mehmet'i Mehmetçik haline getiren astsubaylardır. Sonra Mehmetçikle beraber yan yana dağda teğmenden yüzbaşıya kadar uzanan subaylarla yürüyen, uyuyan ve çatışan da odur.
Astsubayların mesai saati yoktur. İşleri bitince evlerine giderler. Bir astsubay ayda ortalama 5 gün 24 saat esasına göre nöbet tutar, haftanın bir günü gece eğitimine katılır.
Ayrıca tatbikatlar, özel görevler... Meslek hayatlarının nerdeyse üçte biri nöbette, tatbikatta, gece eğitiminde, özel görevlerde ve evinden uzakta geçirirler. Fazla mesai ücreti almazlar. Astsubaylar farklı ortamlarda farklı görevler yapmalarına rağmen diğer memurlarla aynı derece ve kademeden göreve başlarlar.
Türk Ordusu'nun belkemiğini oluşturan astsubayların bazı çözülmesi çok kolay olmasına rağmen AKP iktidarı tarafından inatla çözülmeyen/çözülmek istenmeyen sorunları vardır.
 
a) Örneğin üniversite bitirdiği halde birinci derecenin dördüncü kademesine yükselemeyen tek kamu görevlileri astsubaylardır. Aynı süre görev yapan bir subayla astsubay emekli oldukları zaman % 300 oranında farklı olan emekli maaşı almaktadırlar. Genelkurmay Başkanlığı'nın astsubayların birinci derecenin dördüncü kademesine yükselmelerinin önünü açmasının zamanı gelmiş hatta geçmiştir.
 
b) Sağlıklı bir şekilde orduya giren astsubaylar görevin ağırlığının da etkisi ile sağlıklarını kaybetmekte ve "TSK'da GÖREV YAPAMAZ" raporu ile emekli edilmektedirler. Oysa buna bir başka formül bulmak mümkündür. Sağlıklarını bu ülke için feda eden subay ve astsubaylar emsalleri memurların derece ve kademesine ulaşamadıkları için mağdur olmakta dır.Bu durum çözülmelidir.
 
c) Astsubaylar için açılan sosyal tesislerin sayısı hızla yükseltilmelidir. Lojman konusunda astsubayların sorunlarının çözülmesi için büyük bir atılıma ihtiyaç vardır.
 
d) Astsubay okulları da yüksek okul seviyesindedir. Ancak henüz intibak meselesi halledilememiştir.
 
e) Astsubaylar birçok askeri hastanede A-B-C poliklinik hizmetleri ile subaylar lehine ayrımcılık yapıldığını düşünmektedir.
 
f) Üyelerinin % 60'ını oluşturan astsubaylar OYAK ve şirketlerinde denetim ve yönetim kurullarında temsil edilmemektedir.
 
Bunun hiçbir mantığı yoktur. Bunlar ilk akla gelen sorunlardır. Sekiz seneden bu yana iktidarda olan AKP inatla astsubayların ve uzman erbaşların sorunlarını çözmemekte direnmektedir. Yaptığım araştırma göstermektedir ki, Genelkurmay Başkanlığı'nın astsubayların durumunun düzelmesi için yapmış olduğu bazı girişimler de hükümet tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Ancak astsubayların büyük bir bölümünün Genelkurmay Başkanlığı'nın yapmış olduğu bu girişimlerden haberi dahi yoktur.
 
Konu TSK'dan açılmışken son olarak belirtmek istediğim husus Ankara/İncek'te Jandarma Eğitim Komutanlığı içinde bulunan Jandarma Müzesi ve Jandarma Şehitler Anıtı ile ilgili. Sivil halka da açık olan Jandarma Müzesi mükemmel bir müze. Giriş bedava. İçeride size istediğiniz sürede 15-30 ve 60 dakika ayrıntılı müze tanıtımı yapılıyor. Hemen yakında bir tepenin üzerinde insanı iliklerine kadar titreten bir şehitler anıtı var. Ankara'yı tepeden kartal yuvasından görüyor. Anıtın altında bütün şehitlerle ilgili ayrıntılı bilgi bulunan bir bilgi bankası oluşturulmuş.
 
Bu büyük şehitler anıtının hemen altında daha küçük bir anıt daha var. Sordum burası neresi diye ve "Jandarma şehit generaller" anıtı olduğunu öğrendim. Şehitlik en büyük rütbedir. Şehidin artık başka rütbesi olmaz. 1980'den sonra Türk Ordusu'nda yanlış bir eğilim olan general yemek odası, general salonu hatta orgeneral salonu vs. nihayet general şehit anıtına kadar uzanmış. Buna derhal bir son vermek gerekir. Bu durum şehit olarak en büyük rütbeye terfi etmiş olan şehit generallerimize yapılmış bir iyilik değildir. Bırakın da erleri, astsubayları, subayları ile birlikte aynı anıtta ebedileşsinler.