18 Şubat 2016 Perşembe

RUSYA-TÜRKİYE HATTINDA SURİYE DÜĞÜMÜ: ÇELİŞKİ DİPLOMASİSİ



RUSYA-TÜRKİYE HATTINDA SURİYE DÜĞÜMÜ: ÇELİŞKİ DİPLOMASİSİ


YAZAN Özdem SANBERK
Köşe / 2012 Ağustos


Başbakan Erdoğan’ın 18 Temmuz’da gerçekleştirdiği Moskova ziyareti, hem Türk-Rus ilişkilerinin seyri hem de gittikçe karmaşıklaşan Suriye krizinin geleceği bağlamında dikkate değerdi.

Geçtiğimiz 12 yıllık dönemde önemli ivme kazandırılan ikili ilişkilerde 30 milyar doları aşan ticaret hacmi ve Türkiye’yi yılda 3,5 milyon Rus turistin ziyaret etmesine ek olarak enerji alanındaki yoğun iş birliğinin katkısıyla, iki ülkenin birbirine “stratejik ortaklık” çerçevesinde yaklaştığına tanık olduk. Pek çok konuda iş birliğine gidilmesine rağmen ikili ilişkilerin düzeyi, politik alanda sorun çözme kapasitesini beklenildiği ölçüde arttıramadı. Zira gerek uluslararası sistemin yapısına ilişkin değerlendirmeler gerekse de bölgesel konulara yaklaşımlardaki farklılıklar, tarafları önemli sorunlarda ayrı saflara itti.

Enerji sektörünün baskın olduğu ekonomik ilişkilerin yoğunluğu ve pek çok iş birliği alanına rağmen dış politika tercihlerinde zaman zaman ayrı düşen Ankara ve Moskova, genel olarak Arap Baharı sürecinde özel olarak ise Suriye’de yaşanan gelişmelerin tanımlanmasında ve uygulanacak olan politikalarda taban tabana zıt duruşlara sahip iki aktör. Öyle ki bir buçuk yıldır devam eden çatışmalar boyunca Baas rejiminin en önemli destekçilerinden biri Rusya iken Türkiye, Suriye’nin geleceğinde Beşşar Esed’in yeri olmadığını düşünüyor.

Moskova görüşmesinin Suriye’ye yansımaları
  
İki liderin düzenlediği ortak basın toplantısında, ikili ilişkilerin Suriye krizi gölgesinde kalmaması gerektiği konusunda uzlaşı açık bir şekilde gösterildi. İkili ilişkilere yapılan vurgu kadar Suriye konusunda tarafların yapacakları açıklamalar da önem arz ediyordu.


Başbakan Erdoğan’ın, Suriye düğümünde önümüzdeki döneme ilişkin 30 Haziran’da gerçekleşen Cenevre Görüşmesi’nde çıkan yol haritası üzerinde çalışılabileceğini ifade etmesi, görüşmenin Suriye konusundaki en önemli çıktısı oldu.


Türk dış politika yapıcıları açısından da ele alındığında, Suriye denkleminin önemli unsurlarından biri olan Rusya ile diplomasi araçlarının etkin bir şekilde kullanılması, Batı’da söylem düzeyinde sıklıkla tercih edilen “Rusya’nın ikna edilmesi gerektiği” argümanına paralel ve Batılı müttefiklere yakın bir politika izlendiğini gösteriyor.


Rusya ile komşu ve önemli ilişkilere sahip Türkiye’nin, Moskova’yı izole ederek sorunun çözümünü öne çıkarması ise hem Türkiye’nin yalnızlaştığı hem de sonuç getirmesi açısından sorgulanabilir bir süreci beraberinde getirebilir.

Rusya’yı ikna etmek mümkün mü?

Rusya’nın ikna edilmesinin mümkün olup olmadığı konusunda ise Rusya açısından Suriye’nin ve özellikle Tartus üssünün önemine odaklanmak kadar, hatta bundan daha da önemli olarak, Arap ayaklanmaları ile birlikte Ortadoğu ve Akdeniz’de yoğunlaşan küresel güçler mücadelesinde Rusya ve Amerika arasında kızışan nüfuz rekabeti üzerinde durmak gerekiyor.

Bu mücadelede Rusya’nın önceliği, Esed’in gidip gitmemesi, Suriye’de akan kanın durması ve ülkenin ve bölgenin istikrar ve güvenliğe kavuşması değil, Suriye’de muhtemel bir rejim değişikliğinin, yeni uluslararası kuvvet dengelerinde Amerika ve onun liderliğindeki Avrupa için Libya ve Tunus örneklerinde yaşandığı gibi yeni bir siyasi kazanç sonucu doğurmasının önlenmesidir. Rusya için önemli olan mazlum kitlelerin despotik liderlere karşı demokratik mücadelesi değil, ulus-devletlerin egemenliği temelindeki mevcut düzenin korunmasıdır.

Buna mukabil Ankara, rejimlerin değil, demokratik mücadele veren halkların yanında yer aldığını ilan etmiş bulunuyor. Bu durum Ankara ve Moskova’yı, bölgedeki bu köklü tarihi değişim sürecinde birbirlerine 180 derece farklı duruşlarla karşı karşıya getiriyor ve ciddi bir menfaat çatışması karşısında bırakıyor.

Arap dünyasında, henüz başlangıç safhasında olduğumuz ve daha kaç yıl süreceği belli olmayan, aynı zamanda tüm bölgeye yayılma riski taşıyan bu istikrarsızlıklar, tedricen daha demokratik bir düzene evrilmezse Türkiye için ciddi güvensizlik kaynağı teşkil edecek. Rusya için ise Amerika ve transatlantik toplumu ile nüfuz mücadelesinde yeni bir diplomatik hareket alanı açılacak. Bu nedenle Türk-Rus münasebetlerinde Suriye konusu Moskova açısından, Türkiye’nin ötesinde, Soğuk Savaş dönemindeki bloklaşmalara benzer küresel bir boyut kazanmakta ve bu boyut Moskova’nın bu konudaki mevcut politikasını değiştirme noktasında Ankara tarafından hatta Amerika tarafından ikna edilmesini olanaksızlaştırmakta.

Önümüzdeki günlerde New York veya Cenevre’de sarf edilecek müteakip uluslararası diplomatik çabaların sonuç vermesi de zor görünüyor. Bayan Clinton’un Rusya’nın bedel ödeyeceği yolunda geçtiğimiz günlerdeki sert beyanı, bu yeni uluslararası gerginliğin ipuçlarını veriyor. Türkiye-Rusya ilişkilerinin önümüzdeki yıllarda bu çıkar çatışmasından etkilenmemesi mümkün olmayacağı için bu görüş ayrılığının yaratacağı siyasi çelişkilerin ikili alanda ciddi soğukluklara dönüşmesinin önlenmesi ve öteki iş birliği alanlarına sirayet etmemesi için siyasi istişare ve diyalog kanallarının cömertçe kullanılması ve mahir bir çelişki yönetimi diplomasisi sürdürülmesi tek yol gibi görünüyor. Başbakan Erdoğan’ın son Moskova ziyaretinin de bu çerçevede değerlendirilmesi doğru olacaktır.

Sonuç olarak, 18 Temmuz’da Erdoğan ile Putin’in Moskova’da gerçekleşen görüşmeleri, yaptıkları basın toplantısından anlaşıldığı üzere, “stratejik ortaklık” düzeyine çıkarılan ikili ilişkilerin Suriye krizinin gölgesinde kalmayacağını göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Diğer taraftan Suriye konusunda taban tabana zıt dış politika uygulamalarına sahip iki ülkenin bir görüşme neticesinde ortak paydada buluşmasının zor olduğu ön kabulünden hareketle, Başbakan Erdoğan’ın Cenevre Görüşmesi’nde ortaya konulan yol haritasına yaptığı vurgunun, toplantının en önemli çıktısı olduğu söylenebilir. Özellikle ABD-Rusya arasında devam eden müzakereleri doğru değerlendirmenin ve masada Rusya’nın da olmasını önceleyen Batılı müttefiklere paralel politikalar izlemenin önümüzdeki dönemde Türk dış politikasına daha fazla hareket alanı sağlaması muhtemeldir.
http://www.analistdergisi.com/sayi/2012/08/rusya-turkiye-hattinda-suriye-dugumu-celiski-diplomasisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder