27 Eylül 2015 Pazar

Anayasa Serüveni



Anayasa Serüveni




*Yekta Güngör Özden

Bu yazı Seçkin Yayınevi'nin TC Anayasası kitabının 7 Ekim 2001 tarihli önsözünden alınmadır. 
Yekta Güngör Özden, daha önceki baskılara üç ayrı önsöz yazmıştır.

Taslak durumundayken yalnız yargıyla ilgili kurallarını otuzbeş yazıyla eleştirdiğim 1982 Anayasası için son yazımı yazmayı dilerdim. Ama beklenen ve umulan olmadı.
Görevdeyken, yasama organına duyduğum saygı nedeniyle "Savunmuyoruz ama uyguluyoruz. Değiştirip düzeltecek olan, yenisini yapacak olan TBMM'dir. Ben 1961 Anayasası'na göre seçilip o zamanın yasasına göre andiçtim. Olumsuzluklar görev anlayışımı etkilerse ayrılırım" dediğim Anayasa'nın yenilenmesi için Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yıldönümü Törenleri’ndeki kapsamlı önerilerim, yazı ve demeçlerim unutuldu. Dileğim, her yönden doyurucu bir seçim yasası uygulanarak yapılacak seçim sonucunda seçmenlerin istencinin alabildiğine yansıdığı yasama organının baştan sona ulusumuza yaraşır yepyeni bir Anayasa kazandırmasıdır. "Düzeltme, İyileştirme, Değişiklik Komisyonu" adlarını kullanamamışlardır. Kimi konularda "açılım olanağı umudu" ve "atılım olasılığı" getirdiğinden söz edilse de ulusal yaşama, toplumsal duruma katkı verme gücü taşımamaktadır. 6 Aralık 1983'ten bu yana TBMM'de bulunan Anayasa yapma yetkisi-gücü bugüne değin beş değişikliği gerçekleştirmiştir. Son değişiklik, daha önce geri çekilen sayılmaz, altıncısıdır. Kasım ayında AB'nin başlatacağı üyelik görüşmeleri için onları etkileyeceği sanılan kimi kurallar partilerin işlerine geldiği biçimde kotarılarak gündeme getirilmiştir. Koalisyonun bozulmamasını, kendilerinin ve partilerinin "bir şey yapmış" sanılmasını isteyen liderlerin buyruklarıyla tamamlanan değişiklik, milletvekili yolluk ve ödenekleri nedeniyle toplumdan büyük tepki almıştır. Yazılı ve görsel basın, konunun uzmanı bulunmayan kimilerinin görüşlerini vererek tartışmalara yüzeysel olarak katılmış, bilim adamları çoğunlukla susmuş, demokratik kitle örgütlerinin uğraşları da yankı bulmamıştır. Kimi kuruluşların hazırlattığı taslaklarda hazırlayanların siyasal görüşlerine ağırlık ve öncelik vermiştir. Yalnız, gerçekçi, doyurucu, çağdaş bir Anayasa için gerekli çabalar izlenmemiştir. AB'nin baskısı, siyasal parti liderlerinin çıkar hesapları, üstelik kimi partilerle milletvekillerine verilen ödünlerle güdümlü bir Anayasa değişikliği sağlanmıştır. Kimi değişikliklerin -küçük de olsa- anlayış ve tutumda yenilenme ve ilerleme getireceği umulmaktadır. Bunlara bir diyeceğimiz olamaz. Bir başlangıç sayılması, öncülük edeceğinin beklenmesi yönünden yararlı sayılabilir. Ama büyük çoğunluğuyla, olmasıyla olmaması arasında büyük bir fark bulunmayan değişikliklerdir. TBMM'den geçirebilmek, böylece bir şeyler yapmış görünmek için verilen ödünler değişikliğe gölge düşürmüştür. Böyle ödünler verilirse her zaman, her şey değişir. Zaten ülkemizde "yasalar Anayasa’ya göre değil, Anayasalar yasalara göre yapılmaktadır" kanısı giderek yaygınlaşmaktadır.
Her sorunun başında "anlayış" vardır. Kafa yapısı ve yürek gücü olmadıkça hiçbir sorun çözümlenemez. Demokrasiyi bir süslü sözcük gibi ve işlerine geldiği zaman dillerine alanların içtenlikliği kuşkuludur. 1950, 1960, 1971, ve 1980 sonraları kimlerin ne söylediği, 1990 ve 2000'lerde demokratik değerleri, Türkiyemiz için kutsal sayılacak kavram ve kurumları nasıl yozlaştırdıkları ortadadır. Kendileri için yararı varsa demokrasiden sözedenlerin anayasal demokratik düzene, cumhuriyetçi demokrasiye bağlılıkları inandırıcı olamaz. Anayasanın ilgili kuralı değişmedikçe Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği yasanın yeniden yürürlüğe konulmaması, Yargı’nın belirlediği doğrudan sapılmaması gerekirken hukuk tanımazlık ürünü kuralların nasıl yaşama geçirildiği üzüntüyle izlenmektedir. Yargıyla alay edercesine oy kullanıp karar alınmaktadır. Hukukla örülmeyen bir yapının geçerli olamayacağı unutulmaktadır. Dahası, herşeyi bildiğini sanarak konuşan kimileri anayasa değişiklerinin kaç oyla kabul edileceği, Cumhurbaşkanı'nın halk oyuna sunabilme, doğrudan halkoyuna sunmaya ilişkin oy sınırını bilmemekte, hatta Cumhurbaşkanı'nın geri çevirme ve TBMM'nin aynen kabulünde halkoyuna götürme olanağını da gözardı etmektedirler. Yolluk ve ödeneklerine 367'den fazla oy çıkması, halkoyuna giderse bu kuralın geri çevrileceği korkusundandır. Cumhurbaşkanı 550 oyla kabul edilse bile bir daha görüşülmek üzere TBMM'ne geri çevirebilir ama Anayasa’nın 175. maddesinde görülen nitelikli çoğunluğu (367 ve daha çok oy) alan kuralları halk oyuna sunmayabilir. Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları da öz yönünden değil, biçim yönünden Anayasa Mahkemesi'ne götürebilir.
Taslak durumundayken yalnız yargıyla ilgili kurallarını otuzbeş yazıyla eleştirdiğim 1982 Anayasası için son yazımı yazmayı dilerdim. Ama beklenen ve umulan olmadı.
Görevdeyken, yasama organına duyduğum saygı nedeniyle "Savunmuyoruz ama uyguluyoruz. Değiştirip düzeltecek olan, yenisini yapacak olan TBMM'dir. Ben 1961 Anayasası'na göre seçilip o zamanın yasasına göre andiçtim. Olumsuzluklar görev anlayışımı etkilerse ayrılırım" dediğim Anayasa'nın yenilenmesi için Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yıldönümü Törenlerindeki kapsamlı önerilerim, yazı ve demeçlerim unutuldu. Dileğim, her yönden doyurucu bir seçim yasası uygulanarak yapılacak seçim sonucunda seçmenlerin istencinin alabildiğine yansıdığı yasama organının baştan sona ulusumuza yaraşır yepyeni bir Anayasa kazandırmasıdır. "Düzeltme, İyileştirme, Değişiklik Komisyonu" adlarını kullanamamışlardır. Kimi konularda "açılım olanağı umudu" ve "atılım olasılığı" getirdiğinden söz edilse de ulusal yaşama, toplumsal duruma katkı verme gücü taşımamaktadır. 6 Aralık 1983'ten bu yana TBMM'de bulunan Anayasa yapma yetkisi-gücü bugüne değin beş değişikliği gerçekleştirmiştir. Son değişiklik, daha önce geri çekilen sayılmaz, altıncısıdır. Kasım ayında AB'nin başlatacağı üyelik görüşmeleri için onları etkileyeceği sanılan kimi kurallar partilerin işlerine geldiği biçimde kotarılarak gündeme getirilmiştir. Koalisyonun bozulmamasını, kendilerinin ve partilerinin "bir şey yapmış" sanılmasını isteyen liderlerin buyruklarıyla tamamlanan değişiklik, milletvekili yolluk ve ödenekleri nedeniyle toplumdan büyük tepki almıştır. Yazılı ve görsel basın, konunun uzmanı bulunmayan kimilerinin görüşlerini vererek tartışmalara yüzeysel olarak katılmış, bilim adamları çoğunlukla susmuş, demokratik kitle örgütlerinin uğraşları da yankı bulmamıştır. Kimi kuruluşların hazırlattığı taslaklarda hazırlayanların siyasal görüşlerine ağırlık ve öncelik vermiştir. Yalnız, gerçekçi, doyurucu, çağdaş bir Anayasa için gerekli çabalar izlenmemiştir. AB'nin baskısı, siyasal parti liderlerinin çıkar hesapları, üstelik kimi partilerle milletvekillerine verilen ödünlerle güdümlü bir Anayasa değişikliği sağlanmıştır. Kimi değişikliklerin -küçük de olsa- anlayış ve tutumda yenilenme ve ilerleme getireceği umulmaktadır. Bunlara bir diyeceğimiz olamaz. Bir başlangıç sayılması, öncülük edeceğinin beklenmesi yönünden yararlı sayılabilir. Ama büyük çoğunluğuyla, olmasıyla olmaması arasında büyük bir fark bulunmayan değişikliklerdir. TBMM'den geçirebilmek, böylece bir şeyler yapmış görünmek için verilen ödünler değişikliğe gölge düşürmüştür. Böyle ödünler verilirse her zaman, her şey değişir. Zaten ülkemizde "yasalar Anayasaya göre değil, Anayasalar yasalara göre yapılmaktadır" kanısı giderek yaygınlaşmaktadır.
Her sorunun başında "anlayış" vardır. Kafa yapısı ve yürek gücü olmadıkça hiçbir sorun çözümlenemez. Demokrasiyi bir süslü sözcük gibi ve işlerine geldiği zaman dillerine alanların içtenlikliği kuşkuludur. 1950, 1960, 1971, ve 1980 sonraları kimlerin ne söylediği, 1990 ve 2000'lerde demokratik değerleri, Türkiyemiz için kutsal sayılacak kavram ve kurumları nasıl yozlaştırdıkları ortadadır. Kendileri için yararı varsa demokrasiden sözedenlerin anayasal demokratik düzene, cumhuriyetçi demokrasiye bağlılıkları inandırıcı olamaz. Anayasanın ilgili kuralı değişmedikçe Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği yasanın yeniden yürürlüğe konulmaması, Yargının belirlediği doğrudan sapılmaması gerekirken hukuk tanımazlık ürünü kuralların nasıl yaşama geçirildiği üzüntüyle izlenmektedir. Yargıyla alay edercesine oy kullanıp karar alınmaktadır. Hukukla örülmeyen bir yapının geçerli olamayacağı unutulmaktadır. Dahası, herşeyi bildiğini sanarak konuşan kimileri anayasa değişiklerinin kaç oyla kabul edileceği, Cumhurbaşkanı'nın halk oyuna sunabilme, doğrudan halkoyuna sunmaya ilişkin oy sınırını bilmemekte, hatta Cumhurbaşkanı'nın geri çevirme ve TBMM'nin aynen kabulünde halkoyuna götürme olanağını da gözardı etmektedirler. Yolluk ve ödeneklerine 367'den fazla oy çıkması, halkoyuna giderse bu kuralın geri çevrileceği korkusundandır. Cumhurbaşkanı 550 oyla kabul edilse bile bir daha görüşülmek üzere TBMM'ne geri çevirebilir ama Anayasanın 175. maddesinde görülen nitelikli çoğunluğu (367 ve daha çok oy) alan kuralları halk oyuna sunmayabilir. Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları da öz yönünden değil, biçim yönünden Anayasa Mahkemesi'ne götürebilir.

Uzlaşma komisyonu, Anayasa'nın ya da TBMM İçtüzüğü'nün öngördüğü zorunlu bir komisyon değildir. Soruşturma Komisyonu gibi geçici bir komisyon da değildir. Tümüyle özel, konuyla sınırlı bir komisyondur. Bir anlamda liderler masasıdır. Siyasal bir oyunun yasama ortamında sahnelenmesidir. 1839'u ve 1856'yı hatta 1908'i anımsatan yönleri vardır. 1921, 1923 ve 1924 pırıltısından yoksundur. Siyasal amaçlı kurallardan oluşan yamalar yerine tüm çağdaş nitelikleriyle hukuk devletini gerçekleştirecek bir Anayasa edinilmesi amaçlanmalı ve bu gerçekleştirilmeliydi. Demokrasinin çağdaş aşaması olan "hukuk devleti"ni sosyal niteliğinden ayırmadan. Küreselleşme, globalleşme, özelleştirme adıyla dayatılıp yürütülen uluslararası sermaye tekelciliğinin, yayılmacı ve yeni sömürgeci anlayışın etiketi gibi sunulan "liberalizm"e yollama yapılarak işlenen kötülükleri, düşülen yanılgı ve yanlışlıkları, çekilen sıkıntıları düşünerek. Ulus devletimizi, toprak bütünlüğümüzü ve ulusal kimliğimizi özenle koruma ilkemizi vurgulayarak. Tam bağımsızlığı zedelemeyen, bir uygarlık izlencesi türünde yaşama geçen ulusal egemenlikle ters düşmeyen eşit ortaklıklara katılarak. İdeoloji katılıklarına, siyasal polemiklere, köktendinciliğe gülücük dağıtmadan.
Anayasa bilinci, yurttaşlık bilincinin temelidir. Ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devletin saygınlığıyla yüklülükleri, toplumun erinci ile bireylerin gönenci, hak ve özgürlüklerin hukuksal güvencelere bağlanarak ulusal aydınlığın büyümesi öngörülmeliydi. Tersine, kimi konularda geri adımlar, ödünler ve "kıyak emeklilik-ödenek ve yolluk" ayrıcalığı gibi eklemelerle önemli olumsuzluklar içermektedir.
Biçimsel yönden TBMM'nin Anayasa'yı değiştirme yetkisini kullandığına ilişkin yeni bir gösterge olarak tanıtılsa da getirip götürdükleri ve ilişmedikleriyle birlikte değerlendirildiğinde ulusal yaşama özlenen katkısı boşlukta kalmaktadır. Bu durumuyla etnik ve dinsel terörü mü önleyecektir? Demokrasiden yararlanarak demokrasiyi yıkmaya çalışan hak ve özgürlükleri kötüye kullanan kişi ve kuruluşları mı durduracaktır? Sağlık, eğitim ve yargı sorunlarını mı çözecektir? Kalkınmayı mı hızlandıracaktır? Ekonomiyi mi düzeltecektir? Soygunları, yolsuzlukları, bozuklukları mı giderecektir? Siyasal partileri liderlerin saltanatından, milletvekillerini seçilme süsü verilen atamalardan, seçmenleri partizanlıktan mı kurtaracaktır? Uluslararası ilişkileri eşitlik temelinde gerçekleştirecek midir? Bunlardan hiçbirisine etkisi yoktur. Ama herşeyi iyileştirebilecekmiş gibi tüm toplum avutulmakta, bir tür uyutulmaktadır. Haksızlıkları, ayrıcalıkları, rüşveti, çarpıklıkları kaldırma yolunda bir adım yoktur. Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması, açılımı, gelişme, kalkınma, iç ve dış borçları azaltma konusunda bir belirti ve bir umut ışığı da yoktur. Siyasal böbürlenme ve gösteri havası içinde "asker-sivil, atanmış-seçilmiş" gibi anlamsız ve gereksiz olduğu ölçüde haksız değerlendirmeler, tartışmalar ve aykırılıklarla yola çıkılmış, AB'ye girmeyi kolaylaştıracak bir araç sayılarak yinelemeler yapılmıştır.
Hukuk devletinin en gerçek göstergesi yargı bağımsızlığı, hak ve özgürlükler konusunda yurttaşların doğrudan başvurularına bakacak biçimde kurumlaşması için Anayasa Mahkemesi, yasama sorumsuzluğu korunarak milletvekili dokunulmazlığı, zorunlu din dersi, DGM'ler KHK'lerin öncelik ve ivedilikle görüşülmesi, devletin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargının denetimine açık olması, uluslararası bağlayıcı kuralların etkinliği, Tahkim ele alınmamış önemli ve zorunlu değişiklikler savsaklanmış ya da ertelenmiştir. Tersine milletvekili seçilme yeterliliği niteliksizlik getirecek biçimde değiştirilmek istenmiştir.
"Türk Vatandaşlığı" başlıklı 66. maddenin, vatandaşlık yerine soyu tanımlayan birinci fıkrasına "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkından oluşan Türk Ulusu'nun bireylerine Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı denir." açıklığı da getirilememiştir. 175. maddenin karışıklığı bile düzeltilmemiştir. Uluslararası tahkim ve özelleştirme yanlışlıkları korunmuş, bu yetmiyormuş gibi uluslararası antlaşma ve antlaşmaların iç hukukumuza etkisi konusundaki geleceğe yönelik düzenleme yeterli oyu alamamıştır. Siyasal pazarlıklar sonucu AB'ye yaranmak için yapılan düzenlemelerle yetinilmiştir. Amaç, bir şeyler yapmış sayılmaktadır. Bunu sağlamak için de partilerinin kapatılmasından korkanlar için partilerin kapatılması "odak" durumunun saptanmasına getirilen usa aykırı koşullar ve kapatma kararı için öngörülen 3/5 oy çokluğu zorunluluğuyla güçleştirilmiş, halkoyundan kaçırılıp yürürlüğe girmesi için de milletvekili aylık ve ödenekleriyle yargılanmalarına ayrıcalık getirilmiştir. Bunların hiçbir yararı yoktur. Kapatılan partiler haksız kapatılmış, demokrasiye katkıları engellenmiş gibi kapatılmaları güçleştirilmiş, yeni sakıncalı davranışları için yüreklendirilmişlerdir. Demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğesi olan siyasal partilerin demokrasiye özenleri unutulmuştur. Kapattıranlar değil, kapatanlar sorumlu görülmüştür. Bu durumda "Siyasal partiler ne yaparlarsa yapsınlar kapatılamazlar" demek daha uygun olurdu. Aşamalı kapatmayı yıllardır önermemize karşın, toplumun sesine kulak vermeyen siyasetçiler birbirlerini kollamayı uygun bulmuşlardır.
Siyasal partilere Hazine yardımının korunması, milletvekili sayısının azaltılmaması da ayrı bir sakıncadır. Halkın geçim sıkıntısıyla alay edilircesine milletvekili yolluk ve ödeneklerinin düzenlenmesi gibi Yargıtay'da yargılanarak doğal yargıç ilkesine aykırı dokunulmazlık eki ve Bakanların sorumluluğuna ilişkin 100. madde değişiklikleri umut kırıcı olmuştur. Süre ve yöntem değişikliği yetersizdir. Cumhurbaşkanının, yarı başkanlık sistemini de geçen yetkilerine ilişilmemiş, kadrolaşma yakınmasına yol açan tutumları önleyecek gerekli daraltmalardan uzak durulmuştur. Değişikliği gerçekleştirmek için verilen ödünler tasarıyı yaralamıştır.
"Temsilde adalet, yönetimde istikrar" denilerek Anayasa Mahkemesi kararıyla gündeme gelen ilkenin önemi gözardı edilmiş, disiplin yerine disiplinsizlik yeğlenerek demokrasinin bir disiplin olduğu unutulmuştur. "Ulusal Program" gereği gösterilen maddenin olumlu bir katkısı, biçimsel gereği yerine getirmekten öteye geçemez. Milletvekilliğinin memuriyet olmadığı, görev sayılmadığı bilinmezlikten gelinmiştir. Af, idam cezası korunmuş, ormanlar, doğal kaynaklar, ülke varlıkları, eğitim için özen gösterilmemiş, YÖK'e dokunulmamıştır. 10. maddedeki cins eşitliği 41. maddeye de eklenmiştir. Fazlalıktan başka bir şey değildir. Genel görünüm özetle böyledir.
3.10.2001 günlü, 4709 sayılı Yasa ile gerçekleştirilen değişikliğin özelde, madde bağlamında değinilecek pek çok yönleri vardır. Başlangıcının beşinci paragrafında korunan değerlerin "düşünce"nin altına alınması ilginçtir. Dilde özen gösterilmediği açıktır, her madde bunun kanıtıdır. Yargıç önüne çıkarılma süresinin kısaltılması olumlu bir gelişmedir ama ülkemizdeki olayların sanıkları öbür ülkelerinkinden kat kat fazladır. Tasarıdaki "kamu güvenliği-kamu düzeni" ikileminin kaldırılıp ulusal güvenlikle kamu düzeninin yeğlenmesi uygun olmuştur ama 20. maddedeki bu uygunluk 26. maddede değişmiştir. Dernekler yasasındaki antidemokratik kuralların değişmesi umudu doğmuştur. Bir konuşmasında "Yüce Divan kalkmalı. Suç işleyen bir bakanı halk bir daha seçemez" diyen Turgut Özal'ın görüşüne uygun "ekonomik suçlarda özgürlük kısıtlanmamalı" anlayışı 38. maddeyle yaşama geçirilecektir. 55. madde olması gerekeni öngörmekte, 65. madde bahaneyi genişletmektedir. "Temelli kapatma, kapatmaya ilişkin davalar" gibi anlamsız, yanlış kurallar düzeltilmemiş, Anayasa Mahkemesi'nin yapısı karşısında sonucu olanaksız kılacak, Mahkeme'yi güçlüklere düşürecek gereksiz bir nitelikli çoğunluk aranmıştır. Milletvekilinin ödenek, yolluk, emeklilik ve sosyal haklarına ilişkin 86. madde bağışlanması ve hoş görülmesi olanaksız bir tutumla değişiklik kapsamına alınarak yeni ayrıcalıklar tanınmıştır. T.C. Emekli Sandığı iştirakçilerinden görevdeyken en yüksek aylığı alanınkinden az olmayacak fakat çok olabilecek tutarlarla donatılan milletvekili ve emeklileri, haksızlığın ağırlığı altında eziklik duyabilecekleri olumsuz durumu ortadan kaldırmak için birlikte çaba göstermelidir.
Anayasa'nın 175. maddesinin beşinci fıkrasına göre Anayasa değişikliği ile ilgili yasaların tümü ya da gerekli görülen kısmı halk oyuna sunulabilir. Bu kural, Cumhurbaşkanı’nın 367 ve daha çok oy alan değişikliklerdeki özgörüsüne (takdirine) ilişkindir. Cumhurbaşkanı uygun bulmadığı değişikliğe ilişkin yasanın tümünü, uygun bulmadığı bir ya da daha çok madde varsa onları halk oyuna sunabilir. Cumhurbaşkanı yasayı bir daha görüşülmek üzere TBMM'ne geri gönderirse kabul edilmiş sayılması için 367 oy gerekir. Geri gönderme halk oyuna sunmaya engel değildir. Meclis 367 ya da daha fazla oyla önceki görüşünde direnirse Cumhurbaşkanı isterse halk oyuna sunabilir. Halk oyuna sunulmadan önce TBMM'ne geri çevrilmesi daha uygun düşer. Cumhurbaşkanı’nın halk oyuna sunma kararının Resmi Gazete'de hemen yayınlanması gerekir. Kimsenin bunu durdurma yetkisi ve hakkı yoktur. Halk oylamasına ilişkin kararın 3376 sayılı Yasa'nın 2. maddesi uyarınca yayımlanmasını izleyen 120 günden sonraki ilk pazar günü sandık başına gidilir. Bunun önlenmesi için halk oyuna sunulan kuralların yeni bir Anayasa değişiklik yasasıyla yeniden düzenlenmesi ve uygun bulunarak yayımlanması gerekir. Bu durumda halk oylamasını konusu kalmadığından kendiliğinden sorun kapanır. Yüksek Seçim Kurulu, durumu bir açıklamayla kamuoyunun bilgisine sunar. Anayasa'nın 175. maddesinin yedinci fıkrasındaki halk oyuna sunmaya ilişkin TBMM kararı 330-366 oy alarak zorunlu biçimde halk oylamasına sunulmayı gerektiren değişikler içindir. Zorunlu halk oylamasına sunulma oylarla belli olunca TBMM ilgili yasanın bir maddesiyle, hangi maddelerin birlikte ya da ayrı oylanacağını belirler. Bu fıkra, Cumhurbaşkanı’nın halk oylamasına sunmasında uygulanmaz. Cumhurbaşkanı'nın önceden ne yapacağı bilinemez. Çoğunu uygun bulup bir ya da birkaç maddeyi uygun bulmazsa ancak onlar halk oylamasına sunulur. Uygun bulunan maddelerin halk oylamasına sunulması anlamsız olduğu gibi önceden tümünün halkoylamasına sunulacağının öngörülerek Cumhurbaşkanı'nın bağlanması da yanlıştır. Şimdiki yasanın bu konudaki kuralı, ödenek ve yolluklara ilişkin halk oylaması kararından sonra imzalandığı için yasalaşmadığından Cumhurbaşkanı'nı bağlamaz. Ayrıca Yasa, Anayasa'nın üstüne çıkamaz. Cumhurbaşkanı Anayasa'nın 89. maddesine göre, yasanın bir maddesini aykırı bulsa, yalnız onun bir kez daha görüşülmesini isteyerek yasayı tümüyle geri çevirir. Ancak, geri çevirme nedenini iyi belirtirse TBMM uygun bulunan yasayı oylayarak geçer, yalnız aykırı bulunanı tartışır. Anayasa'da şimdi yapılan değişiklikle artık aykırı bulunan maddeler tartışılıp oylanacaktır. Ama yine yasanın tümü geri çevrilecektir. Uygun bulunanlar, geri çevrilen kuralla birlikte yayımlanınca yasanın tümü yürürlüğe girecektir. Tersine düşünülürse, geri çevrilen kural tüm yasayı ilgilendirip etkileyen bir kural ise yasanın yapısı bozulur, amaç gerçekleşmez.
Cumhurbaşkanı halkoylamasına sunduğu kuralı ya da yasayı geri alamaz. TBMM ya da hükümet geri çekemez. 175. maddede halk oylamasına gitmeyi gereksiz kılan nitelikli bir çoğunluktan da söz edilmemiştir. 367 ve daha fazla oy alan değişiklikler, Cumhurbaşkanı'nın isteğiyle 330-366 oy alanlar da zorunlu olarak halkoylamasına gider. 118. maddedeki değişiklik yanlış anlamanın ürünüdür. Cumhurbaşkanı'nın başkanlığını yaptığı, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı'nın katıldığı kurulun kararlarını değerlendirmek herkes için doğaldır. Ama kurulu ve kararlarını küçülterek siyasal kesimi büyütme çabası yanlıştır. Öncelikle gözetmenin amaç ve anlam olarak yanlışlığını düşünmek çocukça bir kaygıdır. Maddenin önceki biçiminde Bakanlar Kurulu ile TBMM'nin alacağı kararlar amaçlanarak öngörülen "...konusundaki görüşleri..." açıklığına karşın kurul karar alacakmış sanılarak getirilen "...tavsiye kararları..." kalkış yerindeki yanlışlığı ortaya koymaktadır. 149. maddedeki yanlışlıklar düzeltilmemiş, bunlarda direnilerek kabadayılık gösterisi türünde değişikliğe gidilmiştir.
Açıkça söylemek gerekir, iç açıcı, güven verici, günlük yaşama yansıyacak bir değişiklik yoktur. Milletvekili ödenek ve yollukları olmasa, siyasal partileri kapatma güçleştirilmese, değişiklik için bu oylar da alınmaz, hatta değişiklik gündeme de gelmezdi. Açıldığı sanılan kapılar, kapalı tutulanlar yanında bir hiçtir. Kimilerinin nerdeyse "Devrim" diye çığırtkanlığına soyunmaya kalkışması ilginçtir.
Mill Güvenlik Kurulu'yla ilgili değişiklik de Silahlı Kuvvetlere karşı gövde gösterisi, siyasal etkinliği artırma çabalı bir girişimdir. Durumu etkilemesi düşünülemez. Geçici 15. maddenin kaldırılması da çok çok gecikmiş bir olağan düzeltmedir.
Ayrıntıda daha çok şeye değinilebilir. Gümrük Birliği uygulaması tüm olumsuzlukları ile ortada iken AB'ye eşit ortaklık yerine her istenenin yerine getirilmeye çalışılması, içişlerimize karışma niteliğindeki kalkışmalara karşı çıkılmaması üzücüdür. Devlet dilinin Türkçe olması, devlet organlarında Türkçe kullanılması zorunluluğu açık iken tersine girişimlere kapı açacak anlam değişikliklerinin hak ve özgürlüklerle ilgisi yoktur. Atatürkçü dünya, toplum ve insanlık anlayışı laik Türkiye Cumhuriyeti'nin temelidir. Tam bağımsızlık ödün verilmesi olanaksız bir yaşam koşuludur. Küresel düzeyde yaşanan aykırılıklar ve olumsuzluklar Atatürkçü Düşünce’nin yerindeliğini her gün doğrulamaktadır.
New York ve Pentagon'a yönelik saldırılar, 28 Şubat kararlarının yerindeliğini doğrulamakla kalmamış, vurgulamıştır. Bağnazlık ve aymazlık, sapkınların itici gücünü oluşturmaktadır. Düzen içinde yaşamak ve yaşatmak, anayasal yapıda buluşmaktır. İlkellikten kurtulup uygarlığın olanaklarıyla esenliğe çıkmanın hukuksal koşulu da budur. Yıllardır etnik ve köktendinci terörün verdiği zararlar gözetilirse Anayasa konusunda duyarlığın yaşam koşulu sayılması yadsınamaz. Seçkin Yayınevi'nin kitapçığındaki önsözler birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde topluma hizmet, aydınlanmaya katkı amacımız ve içtenliğimizden kuşku duyulmaz.* Toplumsal barışa çağrımızın değişiklik nedeniyle yinelenmesi, ulusal dayanışma temelinde yükselecek erinç ve gönenç özlemimizden kaynaklanmaktadır.
Hukukun üstünlüğünü dışlayan, demokrasiyi sözde bırakan hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasına olanak tanıyan, sonraları büyük yakınmalara yol açacak olumsuz tutumlar herkesi düşündürmelidir. Anayasa konusunda yalnız siyasal partilere, yasama organına değil, her yurttaşa sorumluluk düşmektedir. Terörün her türüne her zaman karşı çıkmak erdemiyle tümleşecek uygar kişilik ve bilinçli yurttaşlık niteliği, bu görevi anlamlı ve onurlu kılmaktadır. Siyasal ahlak konusunda duyarlı olmak, geleceğimiz kurtaracaktır.


http://www.turksolu.com.tr/ileri/08/ozden8.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder